Poyraz'ın işi ekmek ya da savsaklamak gibi bir huyu hiçbir zaman olmamıştı ama bu aralar kendini dışarı atmak için sanki fırsat kolluyordu. Sarp amcası ile beraber sayılarla oynamayı seviyorlardı. Daha küçüklüğünden beri geldiği şirkette önce Sarp'ın yanına gider onun öğrettiği oyunları oynardı. Sonra babasının yanında iş ile ilgili aklına ne gelirse sorardı. Ne Yiğit ne de Sarp ona cevap vermekten asla bıkmazdı. Öğrenmeye bu kadar aç bir çocuğu doyurmanın zevkini yaşarlardı.
Her çocuk birbirinden farklıydı. Cenk geldiğinde personelin arasında dolaşarak kaytaran varsa babasına şikâyet ederdi. Doğa evin bahçesinde kendine yarattığı dünyada kaybolmayı severdi. Çiçekleri birbirlerine aşılayıp sonucu heyecanla beklerdi. Pelin, annesinin peşinde yemek nasıl yapılır öğrenmeye çalışır, kendince yaptığı karışımları kardeşine içirmek için peşinden koşardı. Tek içen Cenk olurdu. Bu birkaç defa zehirlenmesine neden olduysa da asla denemekten vazgeçmedi. Ege eşyaların yerini değiştirmekle meşhurdu. Gözlerini ondan ayıramazlardı çünkü ne zaman kaybolsa ardından haylazlık gelirdi. Büyüdüklerinde seçtikleri meslekler kişilik özelliklerini yansıtmıştı. Şimdi top yekûn babalarının çevresinde onların işini kolaylaştırarak çalışıyorlardı.
Poyraz odanın içinde dönmeye başlayınca Sarp "Hadi oğlum bir git başımızdan, fırıldak gibi dönüyorsun" diyerek kovdu. Takım elbisesinin üzerinde toz varmış gibi silkeleyip kravatını düzeltti. İfadesiz suratı ile amcasına bakıp odadan çıktı.
"Neyi var bunun yine suratsız dolaşıyor"
"Uğraşma oğlumla"
"Çocuklarınla uğraştırmıyorsun, seninle uğraşınca hırlıyorsun, ben nasıl oyalanacağım?"
"Sarp kaç yaşına geldin birader?"
"Yiğit önündeki dosyayı imzaladın mı sen?"
Sarp'ın yaş konusunu değiştirmesine sırıtıp işine geri dönen Yiğit aslında oğlunun neyi olduğunu merak ediyordu. Poyraz canı isterse gelip konuşurdu. Hep böyle olmuştu. Babası onun sırdaşıydı.
Poyraz restorana gidip direk mutfağa girdi. Yan yana iş yapan anne ve teyzesini sarılarak yanaklarından öptü. Hayatında en değer verdiği iki kadındı onlar. Aralarında sevgi ile büyümüştü.
"Küçük sevgilim işten sıkılıp yanımıza mı gelmiş?"
"Babamla amcam açmadı bugün beni, bende gidip iki harika kadın ile vakit geçireyim dedim. E ne yapıyoruz hanımlar? Bana da bir önlük veriri misiniz?"
Zeynep kahkaha atarak siyah önlüğü oğlunun başından geçirip arkasını bağladı. Her zaman onunla mutfakta olmayı seviyordu, özel hissettiriyordu. Poyraz gömleğinin kollarını sıvadıktan sonra önüne sürülen kesme tahtasındaki sebzelere bakıp bir usta gibi uygun bıçağı seçerek doğramaya başladı. Ayşe radyodan müzik açınca şarkıya eşlik edip yemek yapmaya başladılar. Poyraz'ın neşesi yerine gelmiş arada işi yarım bırakıp bir annesi bir teyzesi ile dans ediyor sonra tekrar bıçağı alıp kesmeye devam ediyordu. Yüzlerindeki gülümseme mutluluklarının düzeyini belli edercesine kocamandı.
Meltem içeriden gelen sesleri duyup geldiğinde gördüğü sahne karşısında ağzı bir karış açıldı. Poyraz'ın mutfak önlüğü ile şarkı söyleyip yemek yaptığına inanamadı. Bu adamı bilmediği ne çok özelliği vardı. Zeynep onu fark ettiğinde aralarına çağırdı. Tedirgince yanlarına giderken Poyraz kızın elini tutup etrafında çevirdi. Poyraz'ın yüzündeki kocaman gülümsemeyi ilk defa görüyordu. Sırıtmanın ötesine geçmeyen adam tam anlamı ile gülüyordu. Meltem onun etkisinde ne yaptığını bilmeden yönlendirmesi ile dönüyor dans ediyordu.
Yemekler fırına verildiğinde iş de bitmişti. Yemek lezzetli oldu mu bilmiyorlardı ama geçirdikleri vakit bir hayli lezzetliydi. Kirlilerde makineye girince Poyraz, Meltem'e dönüp "Çayı hak ettim mi?" dedi.
"Ta-tabii hemen"
"Bugün oğlumun elinin değdiği yemekleri yiyecek müşterilerimiz umarım parmaklarını da yemezler"
"Üzgünüm anne, bu ay doktor masrafınız çok olabilir"
Meltem çayı uzatırken "Açılacak dava masraflarını da unutmayın" dedi.
"İşte her şeyi bilen Meltem. Bak biz bu ayrıntıyı düşünemedik"
Ayşe koluna vurup "Uğraşma kızla " dedi. Müşteriler gelmeye başlayınca kadınlar hızla servise başladılar. Poyraz içeride çayını yudumlarken onların enerjisini hayranlıkla izliyordu. Bir ara sadece Meltem'i izlediğini fark etti. Sosyal olmadığını söyleyen kız aslında oldukça sosyaldi. İnsanlar ile kurduğu iletişim, hiç tanımadıkları ile girdiği diyaloglar hem samimi hem mesafeliydi. Onu gören yıllardır bu işle uğraştığını sanırdı. Tam bir halkla ilişkiler uzmanı gibi çalışıyor bir yandan da servisleri ihmal etmiyordu.
Ege tam zamanında gelerek Hızır gibi yetişmişti. Oyalanmadan yardım etmeye başladı. Her mutfağa girdiğinde Poyraz'a "Bir işin ucundan tutsana" diye laf atmayı ihmal etmiyordu. Poyraz onların koşturmasını izlemekten hoşlanıyordu. Öğle saati bitip sakinlediklerinde Ege kendini abisinin yanındaki sandalyeye attı.
"E Poyraz Bey bugün yayma gününüz mü? İşi serip buraya gelmişsiniz, burada da gördüğüm kadarıyla pek bir faydanız dokunmadı"
"Sen gelmeden önce yemekleri kim yaptı sanıyorsun?"
"Oovv! Pardon anlamalıydım, bugün senin sayende tüm yemekler bitti değil mi?"
"Tabii ki, ne sandın?"
İki kuzen yumruklarını tokuşturup güldüler. Meltem geçirmekte olduğu günün şaşkınlığını bir türlü atamıyordu. Poyraz'ın ailesinin yanında farklı bir adam olduğunu anlamıştı. Bu ona olan ilgisinin artmasına neden olduğu gibi onu yakından tanıma ve daha yakın olma isteği de artıyordu.
Öğleden sonra artık birkaç müşteri kalmıştı. Başak etrafa bakınarak içeri girdi. Ablasını görmek ister gibi başını bir yandan diğer yana çevirirken Ege ile karşılaştı. Ege parlayan gözleri ile "Başak?" dedi.
"A merhaba, ablamı görmeye gelmiştim"
"İyi yapmışsın, bende annemlere yardıma gelmiştim. Otursana, karnın aç mı?"
"Yo, değil. Okulda atıştırmıştım"
"Atıştırmakla olmaz, sana kendi ellerimle servis yapacağım. Ablana da geldiğini haber vereyim"
Başak gülümseyerek masaya oturdu. Ege uçar gibi mutfağa girdiğinde bir şey olduğunu sanarak yerinden sıçrayan Ayşe "Neler oluyor?" dedi.
"Anne, Başak geldi, hemen bir tabak hazırlamam lazım"
"Oğlum, Başak kim?"
"Başak benim kardeşim, gidip bakayım"
Meltem'in ardından Poyraz'da onu takip etti. Meltem'i en iyi tanıyan kişi ile konuşma fırsatını kaçırmayacaktı. Ege'de bir tepsi yemek ile yanlarına gelip oturdu. Başak beklemeden yemeği tadına baktı. Beğenisi çıkardığı seslerden belli oluyordu.
"Mükemmel olmuş, ellerinize sağlık"
"Sende ablan gibi yemek yapıyor musun Başak?" Poyraz'ın sorusu Ege'nin de ilgisini çekti.
"Ben o konuda pekiyi değilim. Yani aç kalmam ama o kadar"
Ege'nin merakı, sorduğu sorular sayesinde Poyraz pek konuşmadan dinlemeye başladı. Meltem de onun gibi izleyici olarak duruyordu. Arada Poyraz'a attığı kaçamak bakışlar yakalansa da kendini ona bakmaktan alamıyordu. Poyraz bu defa dikkatle dinleyen ve inceleyen bakışları ile oturuyordu.
Başak çalan telefonunu çantasında bulabilmek için biraz uğraştıktan sonra son anda açmayı başardı. Arayan Sertaç'tı. Nerede olduğunu, ne zaman geleceğini, neden ablasına gittiğini ve daha birçok soruyu sıralayınca Başak sıkıldığını belirten bir ses tonu ile cevap verdi. Bir an önce kapatıp karşısında ona bakan insanlar önünde daha fazla mahcup olmak istemiyordu. Sorgulanmayı sevmediği gibi bunun yeni tanıdığı insanların karşısında olması rahatsız ediciydi. Telefonu kapattığında onu anlayan Meltem ile bakıştı.
"Bu kadar çok soru sorduğuna göre yakın biri olmalı" diyen Ege cevabı merakla bekledi.
"Erkek arkadaşım, gecikince merak etmiş"
Ege'nin bir anda yüzünün rengi attı. Başak çok ilgisini çekmişti, onu tanımak için sorduğu birçok soru içinde erkek arkadaş hiç aklına gelmemişti. Bu işin ayrıntılarını öğrenmeyi aklına koydu. Bir laf ile Başak'tan vazgeçmek gibi bir niyeti yoktu.
Telefonun ardından huzursuz olan Başak hızlıca yemeğini bitirerek kalkmak istedi. Sertaç ile gereksiz bir tartışmanın içine girmek istemiyordu. Kız kalkma hazırlığı yaparken, Ege'nin onun peşini bırakmaya niyeti yoktu.
"Hafta sonu ne yapıyorsunuz?"
"Bir planımız yok"
"Biz kardeş, kuzen kampa gitmeyi planlıyoruz, sizde gelsenize"
Poyraz, Ege'nin hızına hayretle baktı. Kızın erkek arkadaşı olduğunu öğreneli daha iki dakika olmasına rağmen hızını kesmeden yürümeye devam ediyordu.
"Teşekkürler ama biz gelemeyiz." Başak uzatmadan konuyu kesince Ege bile devam edemedi. Meltem kardeşini uğurladıktan sonra mutfağa gidip kalan işlerini tamamlamaya devam etti. Düşündükçe yüzünde gülümseme belirdi. Ege ve kardeşi konuşurken o ve Poyraz sessizce dinlemişlerdi. Poyraz bakışlarını yakalamış olsa da tepki vermemişti. Bu bile gelişmedir diye düşündü. Aksi gününde olsa 'Neden sürekli bana bakıyorsunuz?' derdi.
**
Çadır, uyku tulumu, ışıklar ve daha gerekli olan tüm malzemeler büyük jeepe yerleştirildikten sonra yola çıkmaya hazır olan gençlerin yanına koşarak gelen Ayşe, elindeki poşeti Pelin'in eline tutuşturdu. Daha yeni fırından çıkmış böreğin kokusu arabanın içini sarmıştı. Tüm gözler poşetin içine bakarken neredeyse kalpler fırlamak üzereydi. Sırf bu börek için bile kampa gidilebilirdi.
Bir arabaya doluşup sıkışmak yerine iki araba rahatça yolculuk yapmayı tercih ettiler. Cenk ve Pelin, Poyraz'ın kullandığı aracı takip ederek istedikleri yere ulaştılar. Saat öğleni biraz geçmişti. Önce çadırlar kuruldu ardından ateş yakmak için küçük dal parçalarının toplanması da kızlara kaldı.
Yemyeşil ormanın içinde uzaktan görülen göl manzarasına karşı kurdukları minik kamplarında ayaklarını uzatarak portatif sandalyelerine kuruldular. Ateşin üzerinde pişen kahvenin tadının yerini başka bir şey alamayacağı için Doğa hemen cezveleri hazırlayıp yerine yerleştirdi. Biraz uzun sürüyordu fakat sonuç mükemmeldi. Kedinin ciğeri beklediği gibi kahvelerin pişmesini beklediler.
Son kamplarını aylar önce yapmışlardı. Doğa ile iç içe olmanın huzurunu özlediklerini fark ettiler. Özellikle Doğa adı gibi bir kız olduğu için en mutlusu oydu. Sevdasına kavuşmuş gibi gözlerini kapatıp temiz havayı, ağaç kokusunu içine çekti.
"Ah beni burada bırakın. O tozlu, egzoz dumanlı şehirde olmaktan nefret ediyorum"
Cenk kardeşine sarılıp yanağını öptü.
"Sonra ben kiminle uğraşacağım? Bunların hiç biri seninle didişmenin zevkini vermiyor"
"Beni sadece didişmek için yanında isteyen bir kardeşim var. Hayat senden daha ne isterim?"
"Vallahi her şeye sahipsin Doğa. Bir koca eksik, o da normal insanlardan olamayacağı için şuradaki ağaçlardan birini seçebilirsin"
"Aman eksik kalsın. Düşünsene senin gibi birini bulduğumu... Iğy kâbus gibi"
Cenk, Pelin'e dönerek güzel bir söz söyleyeceğine emin olarak sordu. "Pelin ben kâbus gibi miyim?"
"Yani her zaman masal prensi olmadığın kesin"
Cenk dudak büküp arkasını dönerek biraz daha kardeşine sarıldı. Doğa haklılığını kanıtlayan kuzenine göz kırptı. Ege büyük botları ile yerdeki dalları ezerek yanlarına geldi. Etrafı gezip nerede ne var bakmak istemişti.
"Gölün çevresi çok güzel, hadi gelin dolaşalım biraz"
Güneş batana kadar gezdiler. Her 'dönelim' dediklerinde Doğa 'biraz daha' dediği için oldukça uzun bir gezi olmuştu. Yorgunluk ve temiz hava karınlarını acıktırmış, bir an önce yemek için kamp alanlarına geri geldiler. Odun ateşinde pişen yemekleri ve yanında içilen içkileri ile mayışıp bir köşede kaykıldılar. Ortalık kararıp sadece ışıklarının aydınlattığı alanı görene kadar oturup sohbet etmeye devam ettiler.
Pelin ben yatıyorum diye çadırına gittikten hemen sonra elinde yanmayan ışıldağı ile geri döndü. "Ya bunun pili bitmiş yanında pil olan var mı?" dedi. Cenk puflayarak yerinden kalktı. "Kampa gelip pil almayan bir sen varsın Pelin. Yürü bende var" diyerek omuzlarından tutarak çadıra yönlendirdi.
Doğa ise abisinin kolunun altına girmiş ısınıyordu. Kendini bildi bileli Poyraz'ın kolunun altında olmayı severdi. Babasından sonraki en büyük dağdı onun için.
"Abi sana bir itirafta bulunayım mı?"
"Söyle bakalım"
"Irmak ile ayrılmanıza sevindim ben. O kızı hiç sevmemiştim, yakıştıramıyordum sana"
"Hmm... İtirafa gerek yoktu aslında, ondan hoşlanmadığını her zaman belli ediyordun. Peki, nasıl biri yakışırmış bana?"
"Böyle daha sıcak, samimi biri olmalı. Sen biraz soğuk duruşlusun ya, yanındaki kadın senin içindeki sıcaklığı çıkartacak biri olmalı"
"Ne soğukluğumu gördün?"
"Bir gününü kameraya alıp seyrettirsem anlarsın ne demek istediğini. Düşman olmak isteyeceğim son insansın. Hele iş yerinde aman Tanrım, çok korkutucusun"
"İş dünyasında öyle olmak zorundayım minik ama hakkımı yeme canım, benimde gülüp eğlendiğim zamanlar yok mu?"
"İşte yanında olması gereken kızın görevi de bu olmalı. Senin gülen yüzünü daha çok ortaya çıkartmalı"
"Tamam, sipariş alındı prenses"
Doğa her zamanki kocaman gülümsemesi ile baktı. Uykusu gelen Doğa biraz daha Poyraz'a sokuldu, başını omzuna yasladı. Cenk yanlarına gelince "Doğa hadi sende yat" dedi. İtiraz etmeden çadırına gitti.
Cenk elindeki dal parçası ile yerde çizgiler çizerken düşünceli olduğu her halinden belli oluyordu. Ege ortalıkta olmadığı için Poyraz ayağıyla dürtüp dikkatini çekti.
"Ne düşünüyorsun?"
"Ben artık Pelin ile konuşmak istiyorum. Yakın olmak azap verici olmaya başladı. Az önce uyku tulumuna girdi bende sarılıp yanına yattım ama... Ona karşı hissettiklerim beni çok zorlamaya başladı. Hep sarılırdım fakat artık farklı şeyler hissediyorum, daha fazlasını istiyorum"
"Cenk tehlikeli bir ilerleyiş içindesin"
"İşte bu nedenle artık konuşmak istiyorum. Ondan uzak durmaya çalışırken başka kadınlara gittim ama artık kimse beni çekmiyor. Pelin ise... Of delireceğim"
Poyraz'ın derin bakışları kardeşinin üzerindeydi. Gerçekten âşık olduğunu görebiliyordu ve bu aşk karşılıklı başlamadığı sürece daha çok zorlanacaktı. Ruhen doyuma ulaşamadığı sürece bedeni daha da açlıkla kavrulacaktı.
Karanlığın içinden Ege çıkınca konuşmalarını yarıda kestiler.
"Neredesin oğlum? İşemek bu kadar mı uzun sürer?"
"Dağlar kızı Reyhan'ı aradım ama oduncu babası geç olunca eve kapatmış herhalde"
"İsabet olmuş yoksa babasının odun fantezilerinde başrol oynayabilirdin"
Ege gülerek yanlarına oturdu. Derin bir nefes alıp verdi. Poyraz içinden 'Hah! Bir dertli daha dedi'. Başını yana eğip Ege'ye bakınca zaten içini dökmeye meyilli çocuk konuşmaya başladı.
"Meltem'in kardeşi Başak var ya... Ben bu kıza fena tutuldum"
"Kızın erkek arkadaşı varmış Ege, duymadın mı?"
"Duydum da konuşmasında hiç de öyle sevgilisi ile konuşur gibi değildi. Huzursuz oldu. Belki de isteyerek olan birliktelik değildir, belki ailesinin isteğidir. Ben bunu öğreneceğim"
"Ege başına iş alma ağabeycim. Kızın sevgilisi varsa vardır. Nedeni nasılı bizi ilgilendirmez."
"Tamam, bakarım gerçekten sevgililerse peşini bırakırım ama değilse şansımı zorlarım"
"Ne yapacaksın? Kıza gidip ben sana tutuldum siktir et sevgilini benimle ol mu diyeceksin?"
"Gerekirse derim. Biz yıllarca babamın anneme aşkını, onu nasıl kaçırdığını anlatmasını dinlemedik mi? Bende şansımı deneyeceğim, belki aradığım kız odur."
"Aynı şey değil Ege. İstediğin her kızı elde edemezsin"
"Cenk sen söyle, âşık olduğun biri için her zorluğa göğüs germez misin?"
Poyraz, Cenk'e bakıp başını 'Hadi söyle' der gibi salladı. Cenk için bunun cevabı netti. Kendisi tam da bu aşamada olduğu için olaya Ege'den daha çok hâkimdi. Başını öne eğip "Evet, her şeyi yaparım" dedi.
Poyraz ayağa kalkıp "Evet, oyunlar başlasın. Bende kıçınızı toplamak için güç depolayım" diyerek çadırına gitti. İlerideki günlerin hareketli olacağı şimdiden belli oldu.
**
Meltem önünde dağ gibi duran asma yapraklarını tek tek sarmaya başladı. Koca bir tencereyi dolduracak kadar sarma yapması gerekiyordu. Bunun bir terapi olduğuna kendini inandırdı. Dış dünyadan kendini soyutlamış olarak başı önde, parmakları buruşmuş kalem gibi sarmalar yaptı. Annesi giderken "Küçük parmağının kalınlığında olsun" demişti ama o dolma dediğin adı gibi olur düşüncesi ile biraz daha kalın sarıyordu. Madem bu iş ona verilmişti, istediği gibi yapardı. Tencerenin sonuna doğru iç bitmiş fakat yaprak kalmıştı. Eğer annesinin dediği gibi yapsaydı birbirine tam geleceğine emin boş karışım tabağına baktı. Bu göz kararı denen şey neden onda yoktu? Kararsız olan tek uzvu gözüydü.
Başak sertçe sandalyeyi çekip oturdu. Pişmemiş dolmalardan birini ağzına attı.
"Yeme kızım çiğ çiğ, kıçında kurt çıkacak"
"Aman abla yıllardan beri yerim, kurt falan çıkmıyor. Bunlar akşam ki misafirler için dimi?"
"He, kim gelecekmiş?"
"Sertaç, anneciği ve babacığı"
"Oo ağır misafir"
"Abla ya neden geliyorlar şimdi. Ben böyle iç içe olmalarını istemiyorum. Daha ileriye dönük karar vermedim"
"Sen vermedin de onlar vermiş gibi"
"Bunlar beni ister de babam da verirse ne olacak? Babam Sertaç'ı sever biliyorsun, ailesi ile de görüşüyorlar"
"Başak bunu benimle değil, Sertaç ile konuşsana ablacım. Çocuğun seninle evlenmek istediği gün gibi ortada... On yıl yani, dile bile kolay gelmiyor"
"Ben gideyim, Sertaç ben evlenmeye hazır değilim, biz böyle iyiyiz diyeyim"
"Çocuğa inme gelsin, sende vicdan azabından öl"
"Of abla ben ne yapacağım?"
"Oluruna bırak Başak, ben öyle yaptım"
"Ne yaptın? Kimi nereye bıraktın?"
Meltem elindekileri bırakıp tencereyi kenara itti. Kapıyı kontrol edip kardeşine doğru eğildi.
"Şu tapılası yakışıklı, karizmatik, bazen buz gibi bazen sıcacık banyo gibi olan Poyraz var ya? Ben bu adamı düşünmeden duramıyorum. Tam Poyraz kim, Meltem kim diyorum öyle bir yanaşıyor ki o güzel sakallarının çevrelediği yüzünde kayboluyorum. Böyle buz gibi durduğu zaman işim kolay da dudağının yanı kıvrılıyor ya bende o kıvrıma sokulup yatmak istiyorum"
Başak gözlerini olabildiğince açmış, dudaklarını büzüştürmüş ablasına bakıyordu.
"Bende kime dert anlatıyormuşum, senin durumun vahim ablacım. Sen bildiğin kör kütük âşık olmuşsun"
"Ay oldum dimi? Kara sevdaya tutuldum ben, olmayacak duaya âmin dedim ben. Ay kör kuyulara düşeydim de bu Poyraz'a düşmeyeydim ben."
Başak ablasının isyanlarına dizlerine vurarak görsel eşlik ettikten sonra kendi konusuna geri döndü.
"Akşam yanımdan ayrılma abla, evlilik konusunu açılmadan kapatmamız gerekiyor. Sen araya okulu sokuştur, zaman kazanalım"
"İyi adamı sevdiğinden ayırayım sonra ömrü billâh bende sevdiğime kavuşamayayım dimi Başak. Bunu mu istiyorsun? Teyzem gibi kız kurusu olup evde oturmamı mı? Bak vallahi yaşlanınca senin çocuklarına da aynı teyzemin bize yaptıklarını yaparım"
"Ay ağzını hayra aç be."
Akşam oturması Başak için düşündüğü kadar sancılı geçmese de iki ailenin yakınlığı rahatsız ediciydi. Şimdi olmasa bile yakında korktuğunun başına geleceğine emindi.