Bölüm 6

3035 Words
Poyraz eve döndüğünde kardeşleri odalarına çekilmiş anne ve babası her gece olduğu gibi evin sessizliğinin keyfini koltukta sarılarak çıkartıyorlardı. Zeynep kocasının kolunun altına girmiş yıllardır en sevdiği yerde oturuyordu. "Bana da yer var mı aranızda?" "Her zaman, gel buraya" Poyraz aralarına girip oturdu. En güvende hissettiği yerdi anne ve babasının arası. İnsan ne kadar büyürse büyüsün anne ve babasının hissettirdiği güven duygusunu arıyordu. Zeynep oğlunun sakallarını okşayıp öptü. Sert ve bazen de aksi duruşunun altındaki yumuşak yüreği bilirdi. Hiç ayıramamıştı onu kollarının arasından. Başkaydı Poyraz'ın sevgisi, içini titretiyordu. "Gece gelmezsin sanıyorduk" "Benim evim burası, neden gelmeyecekmişim?" Yiğit tek kaşını kaldırarak yemezler bakışı atınca Poyraz gülümsedi. Tamam, arada kaçamaklar olabiliyordu. "Ben Irmak'tan ayrıldım" Zeynep bir anda dikeldi. Duyduklarına inanmak istiyordu. Oğlunun yüzüne gerçek mi der gibi baktı. "Anne kendine gel" "Sen devamını getir, geleceğim" "Devamı yok, ayrıldım işte." Zeynep yerinde duramaz hale geldi, kıpırdanıp duruyordu. Yiğit onun sıkıntısını anlamış bıyık altından gülmeye başlamıştı. Poyraz ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Daha fazla dayanamayan kadın kalktı "Siz baba oğlu devam edin, ben birazdan gelirim" dedi ve hızlı adımlarla evden çıktı. Koşarak yan eve gidip hızlı vuruşlarla kapıyı çalmaya başladı. Sarp gecenin bir vakti duyulan ve evin içinde yankılanan ses ile hızla kapıyı açtı. "Zeynep ne oldu?" "Ayşe nerede?" "Bu saatte genelde odamızda oluyoruz. Hani özel anlar..." "İyi, çekil kenara onunla acil konuşmam lazım" Zeynep koşar adım Ayşe'nin yanına giderken Sarp söylenmeye başladı. "Ya bütün gün berabersiniz. Alt tarafı sekiz saat karımın yanında olacağım, bir huzur verin be. Anlamıyorum ki ben sizi... Analarından kurtulamadım ki çocuklarından kurtulayım" Onu dinleyen olmayınca Yiğit'in yanına gitmeye karar verdi. Zeynep kapıyı açık bırakıp gittiği için direk içeri girdi. O arada Doğa'da paldır küldür merdivenlerden iniyor bir yandan pijamasının üzerine hırkasını giymeye çalışıyordu. "Aman koş geç kaldın" Doğa'da onu dinlemeden çıkmıştı. Poyraz ve Yiğit koltukta konuşmaya devam ediyorlardı. Poyraz'ın diğer yanına Sarp oturdu. "Şu karımı elimden alan konuyu bana da anlatın bakalım" "Poyraz ve Irmak ayrılmışlar" "Yine işin içinde sen mi varsın lan?" Poyraz amcasına sırıtıp "Kapı dışarı mı edildin?" dedi. "Sözlü olarak değil ama tüm hareketler bu yöndeydi. Bende dedim ki gideyim abimin sıcak kollarına sığınayım. O saçlarımı okşayarak uyutur beni" Yiğit eğilip gerçekten mi der gibi bakınca "Ama bakıyorum ki abimin hiç böyle bir niyeti yok" diye noktayı koydu. Cenk odasından inerken Ege'de diğer evden gelmişti. Kadınlar bir evde, erkekler bir evde ayrılmış halde sohbete devam ettiler. Poyraz onlara ayrılık nedenini anlattı. Tek sakladığı Irmak'ın 'Gerçek ailen bile değiller' dediği iğrenç cümleydi. Eğer Yiğit bu cümleyi duymuş olsa ortada ne Irmak bırakırdı ne de başka bir şey. Kimse oğluna laf edemezdi. Bebekliğinden beri onun her anına tanıklık etmişti. O Yiğit Çelikkol'un oğlu Poyraz Çelikkol'du kimse bunun üzerine söz söyleyemezdi. Saat iyice geç olunca Yiğit'in uykusu geldi. Sarp'ta başını koltuğa yaslamış horlamaya başlamıştı. "Cenk gidip anneni ve kardeşini topla. Yarın Pazar istedikleri kadar konuşurlar. Karım olmadan yatmak istemiyorum. Giderken şu horultuyu da sırtla" Cenk koltuk yastığına sarılmış Ege'ye baktı. Yardım eder mi demişti ama çoktan ikinci uykusuna girmiş çocuk hayatta uyanmazdı. Poyraz, Ege'nin üzerini örterken Cenk, amcasını zorla kaldırıp evine götürdü. Dönüşte de kardeşi ve annesini getirdi. ** Pazar sabahı Meltem'in evinde her zamanki miskin hava vardı. Meltem kalkıp çayın suyunu koyduktan sonra kardeşini uyandırmaya gitti. Biraz uğraşın sonunda gerinerek kendine gelmeye çalışan Başak mahmur gözleri ile ablasına baktı. "Günaydın tatlış, hadi kalk bakalım bugün seninle değişik bir şeyler yapalım" "Ne gibi mesela?" "Aman ne bileyim, evde oturup teyzemin iğnelemelerini çekmek istemiyorum" "Of gerçekten ya... Bu ara iyice azıttı. Seni bulamayınca bana sarmaya başladı. Sen nasıl sabrediyorsun, bir sırrın var mı?" "Duymamayı öğrenmen gerekiyor ama belli etmeden" Başak nasıl olduğunu anlayamadı. Ablasının her zaman ki değişik taktiklerinden biriydi. O hiç beceremiyordu bu tarz oyunları. Kalkıp elini yüzünü yıkadıktan sonra üzerini değiştirdi ve kahvaltıyı hazırlamasında ablasına yardım etti. İşi hızlandırıp bir an önce evden çıkmak istiyorlardı. Planları yoktu ama nasıl olsa dışarı çıkınca bulurlardı yapacak bir şey. Her yeri düzenledikten sonra iki kız kaçar gibi evden çıktılar. Biraz yürüdükten sonra sahilde boş buldukları bankta oturup güzel havayı içlerine çektiler. Yeşillikler içinde olan parkın hemen yanında oturuyorlardı. Parkın içindeki çay ocağında çalışan çocuk "Çay ister misiniz abla?" dediğinde ikisi de onayladı. Sıcak çayları da gelmiş keyifleri tamamlanmıştı. "Ee anlat bakalım şu yeni işini. Uzun zaman oldu başlayalı ama hiç konuşamadık. Nasıl gidiyor?" "İyi gidiyor. İlk defa kendim için doğru bir şey yaptığımı düşünüyorum. Tam pes etmeme ramak kalmıştı ki buldum burayı. Patronlarım harika insanlar, aileleri imrenilecek kadar sevgi dolu ve yakınlar." Meltem bir başladı ki anlatmaya durmadı, susmadı. Anlattıkları Başak'ın da hoşuna gitmişti. Film dinler gibi ablasını dinliyordu. Restorandan başlayıp aile fertlerine kadar geldi. Her birinin özelliklerine kadar anlattı. Bir tek Poyraz'a geldiğinde geçiştirmişti ki bu kardeşinin dikkatinden kaçmadı. Bu adamı geçiştirmesinin bir nedeni olmalıydı. "Poyraz dediğin nasıl biri?" "Anlattım ya" "Anlatmadın abla, geçiştirdin." Meltem bir durdu, düşündü. Nasıl anlatılırdı ki? "Poyraz... Çok yakışıklı bir adam ama öyle böyle yakışıklı değil. Hani benim mankenler var ya? Onları solda sıfır bırakır. Yüzünü çevreleyen hafif uzun şekilli bir sakalı var, çenesinin sivriliğini ortaya çıkaran. Saçları düz, arkaya doğru böyle kendi doğallığında gidiyor, kumral. Uzun boylu, atletik vücutlu, eminim baklavaları da vardır çünkü kol kasları gömleğinin altından bile belli oluyor. Sert bir duruşu var. Pek gülmüyor arada dudağının yanında hafif bir tebessüm dikkat edersen görebiliyorsun. Sinir bi tip." Başak yavaşça başını ablasına çevirdi "Bunca övgüden sonra tam ağzımın suyu akacakken sinir bir tip tanımlaması olmadı canım" dedi. "Sinir derken, yani... Ay sinir işte... Soruları düzensiz, bakışları dim dik, böyle bir anda asabiye bağlayabiliyor sonra emir cümleleri var" "Sen bu adamı beğenmişsin" "Beğenirim tabii Başak. Başta saydığım özelliklerini dinlemedin mi? Adam tapılası yakışıklılıkta. Yani böyle koy şöminenin üzerine seyret" "Bizim şöminemiz yok, mangal yaksak altında olur mu?" Meltem kardeşinin omzuna vurup gülmeye başladı. "Adamın bir sevgilisi var..." "O da mı sinir bozucu?" "Evet, hem de aşırı derecede. Hatun kapak modeli gibi güzel... Yalnız bir resmi, bir gergin sorma gitsin. Yani gerçek sinir bozuculardan... O soğuk nevalede bir erkek ne bulur merek ediyorum" "Öyle kadınlar yatakta ateşli oluyormuş" Meltem hayretle kardeşine baktı "Sen nereden biliyorsun?" dedi. Başak uzatmalı sevgilisi Sertaç'tan duymuştu. "Sertaç söylemiştim bir konuşma sırasında" "Başak, çok merak ediyorum, sizin Sertaç'la durumunuz ne olacak?" "Ne bileyim, gidiyor işte böyle. On yaşımdan beri yanımda, ben oldum yirmi o oldu yirmi üç." "Okul bitince evleniriz falan diye konuşmadınız mı?" "Ben Sertaç ile evlenmek istediğime emin değilim. Onun sevgisinden şüphe etmiyorum ama ben onu kocam olacakmış gibi görmüyorum. İçimden onu öpmek bile gelmiyor. Sevmediğimden değil de... Çocukluğumdan beri yanımda ya abim gibi oldu sanki. İnsan böyle hissettiği biri ile evlenebilir mi? Düşünsene bu adamla yatağa gireceğim" Başak yüzünü buruşturup bakınca Meltem'e de bir an garip geldi. Gerçekten de olmazdı. Tutku olmalıydı. Hormonların devreye girmesi gerekirdi, ateşlenme lazımdı. Bildiğinden değil, öğrendiklerindendi düşünceleri. "Başak, beni biliyorsun, öyle çok aktif bir sosyal hayatım hiç olmadı daha yeni yeni bazı değişiklikler hayatımda olmaya başladı ama neyi fark ettim. İnsan ne istiyorsa onu yaşamalı, zorlamalarla ayıp olmasın diyerek kendin yerine başka insanların direttiklerini yaparak mutlu olunmuyor. Teorikte bu konu ile ilgili sana kitap yazabilirim ama pratikte yeniyim. İnsanları bakıyorum, hareketlerini konuşmalarını inceliyorum... Mutlu olan insanların büyük bir bölümü içindekini yaşayabilenler. Sende içinden ne geliyorsa onu yap kardeşim." "Peki, sen istediğini yapabilecek güçte hissediyor musun kendini?" "Benim isteklerim biraz uçuk biliyorsun, maddiyat gerekli ama yine de vazgeçmeye niyetim yok. Mesela şu anda istediğim yerdeyim isteklerim değişene kadar da devam edeceğim" Başak kollarını önünde bağlayıp başını salladı. O ne istediğini bilmiyordu, önündeki tek hedef okulunu bitirip işe girmekti. Ablasının anlattıkları onda soru işaretlerine yol açmıştı. Ablasının aksine her zaman sosyal bir kız olmuştu. Birçok arkadaşı vardı, gezerdi, eğlenirdi ama hiç ablası kadar kararlı değildi. Onunla konuşmayı seviyordu çünkü Meltem inanılmaz bilgili bir kızdı. Her konuda konuşabilecek donanıma sahipti ve bunu kendi merakı ile başarmıştı. Tek yenemediği bay kaygı yüzünden okuyamaması üzüyordu Başak'ı. Çok başarılı bir iş kadını olabilirdi. Gerçi önüne fırsat çıksa en iyi şekilde değerlendirebileceğine emindi. Okumak her zaman başarı için gerekli değildi, sadece bir basamak üstten başlamaktı. "Başak be..." "Yine ne yumurtlayacaksın" "Akşam seninle dışarı çıkalım mı?" Başak teyzesini taklit ederek "Orospu olmak istiyorsun yani" dedi ve ikisi de kahkaha atmaya başladı. Teyzelerinin bu kadar örümcek beyinli olmasını anlayamıyorlardı. Annelerinin açık görüşlülüğünün aksine tam bir belaydı onlar için. Babalarının bile karışmadığı hayatlarına o müdahale eder çoğu zamanda bezdirip vazgeçtirirdi. Anne ve babasının her zaman söylediği bir şey vardı "Yüzünüzü yere düşürmeyin. Her ne yaparsanız yapın kendi iradenizle olsun ve başlamadan önce iki kere düşünün" bu cümle içinde çok derin konular barındırırdı. Her olaya uyar her yaşanmışlıkta yol gösterici olurdu. "İyi çıkalım da nereye gideceğiz? Biliyorsun ben hala harçlıkla geçinen biriyim" "Aşk olsun, yeni işimi ıslatmadık hala" "Hmm havana sıçayım, hadi akalım gecelere" Karar verildi, iki kardeş biraz eğleneceklerdi. Eve gidince ilk öncelik babadan izin almaktı tabii. Yaş kaç olursa olsun aileniz ile yaşıyorsanız gideceğiniz yerler için izin alınmalıydı. Hele ki eve geç gelinecekse bu ciddi bir durumdu. Başak arada arkadaşlarında kalırdı da Meltem hep evdeydi. Babalarına isteklerini söyleyip iki masum kedi gibi bakınca kızlarına hayır diyemeyen adam "tamam" dedi. "Yalnız teyzeniz duymasın, sizin yüzünüzden bütün gece onun ruh hastası komplo teorilerini dinlemek istemiyorum. Başak'ın arkadaşına gidiyorsunuz" Kızlar yerlerinden fırlayıp odalarına koştular. Duşlar alındı, saçlar yapıldı. Kıyafet seçiminde Başak daha iyi olduğu için Meltem ona bıraktı. Başak dar pantolon ve düşük omuz bluz seçerken Meltem için düşük bel bol pantolon seçmişti. Pantolonun iki yanında derin yırtmaçlar vardı ve hareket ettiği zaman düzgün bacaklarını ortaya seriyordu. Üzerine de straplez bir bluz giydi. Tüm hazırlıklar tamamlanmıştı fakat teyzeye görünmeden evden çıkmak nasıl olacaktı? Başak odadan kafasını dışarı uzatıp etrafı kontrol etti. Mutfaktan ve salondan odanın konseptine uygun sesler geliyordu fakat teyzenin konumu henüz belli değildi. "Anneeee..." diye uzatarak seslendi. "Heeee" diye içten gelen cevap ikisini de gülümsetti. "Bir baksanaaaa..." kelimenin son harfi uzatılınca sanki daha etkili oluyormuş gibi Başak aynı tarzda devam etti. Aslında 'önemsiz bir durum sen gel yeter' mesajı içeriyordu. Mutfaktan uzanan anne kafası ile odadan uzanan Başak kafası koridorun iki ucunda buluştu. Başak durumu anlatabilmek için kısa bir an koridora çıkıp etrafında dönerek önceki konumunu aldı. Duruma uyanan anne, görev mesajını almış harekete geçmişti. Teyzenin eline çöp poşeti tutuşturuldu ve sokağa gönderildi. Anneleri eliyle bekleyin işaretini yaptı. Çöpü atan teyze doğru banyoya giderek yaklaşık on dakika sürecek el yıkama seansına başladığında kızlarına dudak hareketi ile çabuk olmalarını söyleyerek evden çıkarttı. Baba evdeki kadınların oynadıkları oyunun saçmalığına sadece başını salladı. Meltem ve Başak başarılı geçen operasyonun sonucunda kazandıkları zaferi ellerini birbirlerine vurarak kutladılar. Başak okul arkadaşlarından bir iki iyi mekânın ismini almıştı. Hoşlarına giden birine girip biraz eğlenecekler ve eve döneceklerdi. Nasıl seçim yapacaklarını düşünürken ismini beğendikleri bir tanesinin önüne geldiler. İçeri girip çıkanlardan oldukça şık bir yer olduğunu anlamışlardı. Girip girmemek konusundaki tereddütleri karşıdan gülümseyerek gelen Ege tarafından bölündü. "Meltem? Vay! Bu ne güzellik böyle, gözlerim kamaştı" derken gözleri yandaki kıza kaydı Başak iki eliyle çantasını önünde tutmuş etrafa bakmaya devam ediyordu. Ege, Meltem ile konuşuyordu ama gözleri Başak'ın üzerindeydi. "Arkadaşın kim?" "Kardeşim, Başak" "Memnun oldum Başak" "Ha... Ne?" Başak etrafa öyle dalmıştı ki konuşmalarını anlamamıştı. "Memnun oldum dedim" "Ha bende de kimle memnun oldum?" "Ege ben" Başak soran gözlerle abasına baktı. Kurtarıcıdan açıklama bekleniyordu. "Ege, patronum Ayşe Hanım'ın oğlu" "Ay tamam, şimdi olayı çözdüm. Kusura bakmayın, Başak bende" Ege geç kaldığı için içeri girmekte acele ediyordu. Onlarda girecekse yanına alacaktı. "İçeri girmiyor musunuz?" "Karar veremedik, güzel bir yer mi?" "Tabii güzeldir, bizimkilerde içeride. Ben geç kaldım, söyleniyorlardı en son konuştuğumda. Beraber girelim" "Rahatsızlık vermeyelim" "Ya Meltem ya ooff, yürü hadi" İki kızın önünden gidip kapıdaki güvenlik ile yumruklarını tokuşturarak selamlaştı. Başak'ın şaşkın beğenisi her halinden belli oluyordu. Tek "Abla bu ne ya" dedi önlerinde duran Ege'yi göstererek. Ege yaşının gereği dinamik yapısı ve kaslarının hakkını veren kıyafet seçimi ile sadece Başak'ın değil birçok kızın göz hapsindeydi. Hafif yan dönüp kızları önden içeri alıp arkalarından ilerledi. İçerisi oldukça kalabalık, loş ve gürültülüydü. Genellikle aynı yerde oturdukları için biliyormuş gibi parmağı ile sol tarafı işaret etti. Yanılmamıştı, ablası ve ikizler bistro masanın önünde içkilerini yudumlayarak yerlerinde sallanıyorlardı. Onları ilk Doğa gördü. İki elini havaya kaldırıp sallayarak yerini belli etti. Ege'yi tek beklerken yanında Meltem ve diğer kız şaşırtmıştı. Meltem'i görünce neşe ile sarıldılar. Ege "Kapıda iki güzel kız buldum, kaptım getirdim" deyince Pelin ağzına minik bir tokat attı. "Ya bizde Ege'nin sularına kapılıp geldik" Meltem'in de ayak uydurması çok hoşlarına gitti. "Süper oldu bu, planlasak olmazdı. Arkadaşın kim?" İlk bakışta herkes onları arkadaş sanıyordu çünkü hiç benzemiyorlardı. Meltem'in saçları ne kadar siyah ise Başak o kadar sarışın, Meltem menekşe gözlü, Başak bal gözlüydü. Aynı olan tek özellikleri bembeyaz tenleriydi. "Kardeşim Başak" "Hadi ya! Hiç benzemiyorsunuz. Kız ikiz gördün mü bak bizim gibi onlarda benzemiyor" Başak onların ikiz olduğunu ablasından öğrenmişti. Cenk her ne kadar benzemediklerini söylese de çok benziyorlardı. "Yo çok benziyorsunuz" Doğa bunu fırsat bilip kardeşine döndü. "Bak Cenk, Başak sana kız gibi çocuksun dedi" diyerek gülümsedi. "Doğa seni dikerim olduğun yere orada yaşarsın" İkizlerin bitmeyen atışmalarıyla eğlenen Başak üzerindeki gözlerden habersizdi. Ege hemen yanında onun hareketlerini izliyor ve hayranlıkla bakıyordu. Gördüğü anda vurulmuştu. Gerçi Ege'nin böyle birçok anısı vardı fakat Başak ona değişik gelmişti. Cenk, Pelin'i çekiştirip "Hadi dans edelim" diye piste götürürken Ege "Poyraz abim nerede?" diye Doğa'ya döndü. "İçki almaya gidiyorum diyerek kayboldu. Sanırım bekârlığın tadını çıkartmaya başladı" Meltem içindeki meraka daha fazla hâkim olamadı. Irmak olmadığı zaman çapkınlık yapan biri gibi anlamıştı. Oysaki sadakatli biri olacağını düşünmüştü. Neden bilmiyordu ama ailesini tanıyınca çok eşliliğe karşıdır diye düşünmüştü. "Irmak Hanım yok mu?" Doğa kadehini kaldırdı. Yüzünde keyif verici bir ifade vardı "Irmak Hamın sonsuza kadar gitti Meltemcim."dedi. Aynı ifade Ege'de de belirmişti. Kadehlerini tokuşturup büyük bir yudum aldılar. Meltem hala tam olarak anlamadı. Sorgulamaya endeksli beyni harekete geçti. "Nasıl gitti ben anlamadım?" "Yani Poyraz abim ile Irmak ayrıldı demek. Oh o soğuk nevaleden kurtulduğumuza çok sevindim" Başak ablasının koluna vurup göz kırptı. Meltem kardeşinin hareketlerini görecekler diye masa altından kızın bacağına eziyet ediyordu. Ege ve Cenk'i gördükten sonra şu tapılası yakışıklı abiyi daha da merak etmeye başlamıştı. Kardeşleri bile bu kadar yakışıklı iken daha üzerine çıkacak kişi nasıl olabilir tahmin edemiyordu. Cenk ve Pelin kimseye aldırış etmeden dans ederken eğlendikleri her hallerinden belliydi. Cenk bulduğu her fırsatı değerlendiriyor, teması kesmiyordu. Başak bu defa onları incelemeye koyuldu. Bugün yeni tanıdığı bu aileyi gözlem altına almıştı. Ablasının dediği gibi burnu büyük değillerdi. Kendi içlerinde rahat insanlardı. Bağlı oldukları her hareketlerinden anlaşılıyordu. Dans eden çifti gösterip "Çok tatlılar, sanki sevgili gibiler" dediğinde Ege ve Doğa önce birbirlerine sonra pistteki çifte baktı. Gerçekten sevgili gibi sarılmışlardı fakat bu onlar için çok yabancı bir görüntü değildi. Çocukluklarından beri Cenk, Pelin'e sarılır ve hiç itiraz almazdı. "Ne sevgilisi Başak? Onlar hep böyleler. Cenk, Doğa'dan ziyade ablam ile daha iyi anlaşır. Doğa ile hep kavga ederler ama Pelin etmez. O arabulucu görevini üslenen taraf" "Hıı... Tanımadığım için bana öyle gelmiş" "Hem ablamı alacak kişi daha anasının karnından doğmamıştır. Önce beni sonra babamı geçmesi gerekiyor" Ege'nin bilmiş gülümseme ile yaptığı açıklama Başak'a komik geldi. Çok duymuştu böyle böbürlenenleri, sonunda gelinin arkasından el sallayan oluyorlardı. Başak dirseklerini masaya yaslayıp Ege'ye döndü "Eğer karşısına seven bir adam çıkarsa ne kardeş tanır ne baba. Tutar sevdiğinin elinden her ne durumda olursa olsun sahip çıkar, kimselere bırakmaz" Doğa sevmişti bu yürekli açıklamayı "Hu huu... Başak büyük oynuyor Ege" dedi. Ege sırıtarak içkisini yudumladı "Başak Hanım'ın beyaz atlı prensinin nasıl bir özellikte olmasını istediğini öğrendik" dedi. Sanki dünyanın en gizli bilgisini öğrenmiş gibi keyiflendi. Cenk ve Pelin yorulup yanlarına gelmesinin hemen ardından Poyraz da geldi. Daha masaya yaklaşırken Meltem'i fark etmişti. Yüksek taburede otururken açılan bacağı da gözünden kaçmadı. Siyah saçları çıplak omuzlarından aşağı dökülmüş, sıcak geldiğini belli eder gibi savurmasını izlemişti. "Ne o abi? İçki almaya gidiyorum dedin, mahzen mi satın aldın?" "Mahzeni buldum ama almadım Doğa, merakın giderildi mi?" "Çok teşekkür ederim, çatlardım" Poyraz uzanıp Doğa'nın burnunu sıktı. Meltem'e döndüğünde kardeşine baktığı sıcaklık yok olmuş soğuk hava estirmişti. "Merhaba Meltem" "Merhaba" Meltem adamın yüzündeki ani değişimin nedenini anlamadı. Aralarında her hangi bir olay geçmemişti ya da onu bu denli kızdıracak bir şey de yapmamıştı. Poyraz'ın ona hep mesafeli ve soğuk duruşunu çözemiyordu. Poyraz yana bakınca "Kardeşim Başak" dedi. Poyraz elini uzatıp "Memnun oldum Başak" dedi. "Bende memnun oldum" "Ben gidiyorum, beyler kızlar size emanet, eve geç kalmayın" dediğinde dördü birden "Peki babaaa..." diyerek dalga geçtiler. Meltem ilk defa Poyraz'ın tüm dişlerini göstererek içten gülüşüne şahit oldu. Sakin atan kalbinin ani ritim artışı başının dönmesine neden oldu. Başak'ın kolundan güç almak ister gibi sıktı. Bu adam sağlığı ile oynuyordu. Bir daha bu ani gülüşle karşılaşırsa kalp krizi bile geçirebilirdi. Arkadan gidişini gözünü ayırmadan izledi. Kapıya yakın bir yerde yanına gelen kadın ile beraber çıktılar. Poyraz'ın bulduğu mahzen ortaya çıkmıştı. Irmak'tan ayrılıp hemen kendini yeni maceralara attığını anlamamak için salak olmak gerekirdi. Bu adamdan çok etkileniyordu. Kendine itiraf etmekte ne zorlandı ne de çekindi. Hissettiği gerçekler ile yüzleşemeyecek kadar silik değildi. Yaşadıklarına ve duygularına emin olması daha çok üzülmesine neden oldu. O Poyraz için hızlı atan kalbinin yalnız olduğunu bilmek acı vericiydi. Poyraz değil onunla ilgilenmek gülmüyordu bile. Canı sıkılınca geceye daha fazla devam etmek istemedi. Kardeşinin kulağına eğilip "Gidelim mi?" dedi. Başak her ne kadar sıkılmamış olsa da ablasındaki değişikliği anladı. Eve de geç kalmak istemiyordu. Aynı anda ayağa kalktılar "Biz gidiyoruz, geç oldu" dedi Meltem "Ben sizi bırakayım" diye atlayan tabii ki Ege idi. Gerek yok, biz gideriz gibi kurulan klasik cümleleri duymayan Ege çoktan onlarla kapıya gelmişti. Vale arabasını getirene kadar kısa bir süre beklediler. Kapılarını tutarak centilmenliğini de gösterip yola çıktı. Tarif ile evlerinin önüne kadar getirdi. Evin karanlık olması herkesin uyuyor olduğunu gösteriyordu ki bu daha iyiydi. İki kız kapıda ayakkabılarını çıkartıp sessizce odalarına girdiler. Başak, ablasının sessizliğine son vermesi için biraz destek verdi. "Abla, hani Poyraz o kadınla gitti ya... Üzüldün dimi?" "Sana yalan söyleyecek değilim, üzüldüm de..." "Zaten bana bakmaz mı diyeceksin?" "Yalan mı Başak? Adamı gördün" "Adam ciddi karizma kabul ediyorum ama sonuçta insan. İki kol, iki bacak, muhtemelen parçalı baklavalar, şekilli sırt kasları, önde aşağıya doğru iç gıcıklayıcı bir V..." Anlatırken daha gülmeye başlamıştı ki yüzüne yastığı yiyince kahkahasını tutamadı. Hepsi bir hayal gücü örmeği olmasına rağmen gerçek olma yüzdesi çok yüksekti. "Abla bunları düşünmediğini sakın söyleme, sen ki tüm yabancı taş mankenleri tanıyorken..." "Tabii düşündüm hatta hayal bile ettim. Allah'ım bu adam içimdeki sapık kadını mı ortaya çıkarıyor yoksa" "Bence senin kızgınlık dönemin gelmiş" Başak bir yastık daha yiyince susmaya karar verdi yoksa sabaha kadar ablası onu yastık manyağı yapacaktı. Işığı kapattıktan sonra yine çenesini tutamadı. "Rüyanda konuşma sakın, özel anlarınıza tanıklık etmek istemiyorum" diyerek geceyi sonlandırdı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD