İki hafta boyunca üzerinde çalışacağımız proje olan Marsilya taş evinin hemen karşısında duran büyük siyah jeep'in içinden indiğimde, gözlerimi hala evden alamıyordum. Resimde büyük görünüyordu fakat, canlı olarak karşımda durduğunda ise şatodan farkı yokmuşçasına kocamandı. Soğuk bir havaya, bakımsız bir peyzaja ve neredeyse artık dayanamıyorum diye avazı çıktığı kadar bağıran duvarlara sahipti. Eskiydi ve zorlu bir geçmişse sahip olduğu kesindi. Aldığım her nefeste can yakıcı hikayeleri içime işliyordu. Anlatılmasa bile kendini hissettiren bir hüznü vardı. Gözlerimi duvarlarında gezdirdiğimde yılların nasırlar bırakarak geçtiğini görebiliyordum. Burasının üç ay gibi bir sürede bitmesi imkansızdı. Nerden baksan 1 yıllık işi vardı ve her bir dokunuşun özenli olması gerekiyordu. dikkat edilmeyen her işlemde binanın tarihinden büyük bir kayıp giderdi. O kadar eski ve bir o kadar sağlam duruyormuş gibiydi.
Arabadan gözlüklerini gözünden çıkarmadan inen Taner'e ona belli etmeden baktığımda lacoste bir tişörtün altına giydiği koyu mavi jeen ve üzerindekiler ile uyumlu spor ayakkabısı ile mükemmel ötesi görünüyordu. Yolculuk boyunca kısa kısa konuşmalarımız olmuştu fakat, ona bakmadığım sürece etkilenmem diye umut ediyordum. Arabada bunu her ne kadar başarabildiysem bile bu vücuda nasıl hayır diyebileceğimi ve bedenimi nasıl engelleyeceğimi, üstelik kalbime nasıl zincir vuracağımı düşünmeden edemiyordum. Lanet olsun ki adam cidden karşı konulmaz bir yakışıklılığa sahipti. Baş döndürücü ve kalp ritim bozucuydu. Adım adım yaklaşırken derin bir nefes aldım ve bakışlarımı onun ağız sulandıran vücudundan uzaklaştırıp, evi incelemeye devam ettim. Sonuçta tamir edilmesi gereken orasıydı. Taner, hemen yanımda durdu ve aynı benim baktığım yöne bakıp evi incelerken
"Aklından geçen ne kızıl Prenses?" diye sordu. Ellerimi göğsümde birleştirdim ve bana sıfatlı prenses lakaplarına bir son vermesi gerektiğine dair bir cümle kurmak istedim. Fakat, anında derin bir nefes aldım ve üstelersen daha çok takıntı yapar sözü aklıma geldi. Onun söylediklerinin hitaplarının benim için önemli olmadığını hissetmesi pes etmesine nede olurdu. onun için önemsememeye çalışarak birkaç saniye sadece gözlerimi önümdeki devasa tarihi şatodan ayırmadan,
"Dışının kesinlikle restorasyon sıvasına ihtiyacı var. Fazlasıyla yorgun ve sanırım uzun süre daha dayanamaz. Buradan bir kapının artık bir 100 yıl daha kaldıramam dediğini duyar gibiyim. Bahçenin de işini bilen bir peyzaj mimarına ihtiyacı var. O tarihlerin havası gibi olmaz fakat buranın mor sümbüller ile donatıldığına eminim" dedikten sonra başımı çevirdim ve bakışlarım gözlüklerini çıkardıktan sonraki şaşkın bakışları ile buluştu. Kaşlarını şaşkınlığını belli edecek şekilde çattı ve hayretini belli eden bir ses tonunda
"Yeni mezun ve staj mimarı olduğumuza emin miyiz?" diye sordu. Adam umursamaz, sadakatsiz, gıcık ve uzak durulması gereken bir karakter olsa bile camiada adını başarıları ile duyuran, emin adımlarına hız kesmeden devam eden, başarılı bir mimardı. Fikirlerimi duyduğunda verdiği tepki gururumu okşamasına yetmişti. Çoğu yönetici personellerini taktir etmenin onları yavaşlatacağını düşünür, başarıları ve fikirleri için taktir etmek akıllarına bile gelmezdi. Taner'in tepkisi bir iltifattan fazlasıydı. fikirlerimden fazlasıyla etkilenmiş gibiydi. Sorusuna gülümseyerek,
"Kesinlikle Taner Bey" diyerek karşılık verdim. Taner ise bakışlarında beliren küçük bir kararmanın, tüm bedenimde yaratmış olduğu yangına rüzgâr yaratan bakışları ile bana bakmaya devam etti. Burada bir karar vermeli ve onunla anlaşmalıydım. Bu şekilde bu hislerle çalışmam imkansızdı. bana her baktığında bakışlarının sanki beni çıplak görüyormuş hissini yaymaktan vazgeçmezse cidden çalışmakta zorlanabilirdim. Tam ona bunu söyleyeceğim esnada,
"O zaman içerideki düşüncelerini de merak ediyorum Kızıl Prenses" dediğinde ise konuşmamı bile beklemeden malikane, şato artık hangisine uyuyorsa oraya doğru yürüdü ve gerçekten çığlık atmak istedim. Hayır kesinlikle kalçalarına bakmadım ve onu arkadan dikizlemedim. Harika bir bedene sahip kalbi olmayan bir adamdı. Uzak durmam gerekiyordu ki hayatımda katlanamayacağım bir yara daha olmasın. ardından dişlerimi sıktım ve bedenimde yarattığı kasılmanın geçmesini umarak peşinden yürümeye başladım.
Birkaç saniye içinde devasa büyüklükteki kapıdan şatonun içine girdiğimizde gözlerim tarihin derinliklerinde gezinmeye başladı gibi hissediyordum. Gerçekten fazla büyük ve fazla gösterişliydi. Tarihin tüm önde gelen insanlarını ağırlamış olmalıydı. Uzun koridorda yürürken gözlerimi kapadım ve elimi koridorun duvarına yerleştirerek yürümeye devama ettim. Kalbim içimde küt küt atmaya başlarken benliğimi dolduran aşkın, tutkunun, trajedilerin korkuların yani bu şatonun içinde yaşanabilecek ne kadar duygu varsa içimde onları hissetmeye başladım. Adımlarımız bizi çok geniş bir alana çıkardığında buranın davet odası olduğunu anlamak zaman almamıştı. Bakışlarım duvarlarda eskiyen tüm eşyalarda, devasa avize ve tarihi tablolarda gezinirken,
"Buranın kaybolmasına nasıl izin vermişler?" diye mırıldandım. Nasıl oluyor da burayı unutmuşlardı? Nasıl oluyor da yılların ona bu kadar zarar vermesine izin vermişlerdi? ben sessizce duvarları tabloları incelerken Taner derin bir nefes alıp,
"1800'lü yıllara dayanan bir aşk hikayesi varmış. Malikane 1800 yılların başında inşa edilmiş ve o dönemin acımazsız zenginlerinden birinin babasından kalmış. Adamın kız kardeşi birine âşık olmuş fakat, yerel halktan maddi olarak onlara uymayan, bir soy adı bile olmayan hizmetlilerden biriymiş. Şimdilerde her ne kadar modern bir ülke olarak anılsa da o zamanalar Fransa, ırkçılık yapan ülkelerin başında geliyordu. Kız hizmetliden hamile kalmış ve evin acımasız abisi de bunu öğrenmiş. Kızın gözleri önünde bu salonun ortasında âşık olduğu adamı işkence ederek öldürmüş. O zamana kadar görkemli balolara ev sahipliği yapan bu salon, o gün idam alanı olmuş ve çiftlerin gülerek dans ettiği bu davet salonunun zemini adamın kanı ile dolmuş. Kız kardeşi bu acıya dayanamayarak aklını kaybetmiş. O hamileliğinden bir erkek çocuk dünyaya gelmiş ve doğumun hemen sonrasında kız kardeş ortadan kaybolmuş. Hiçbir şekilde haber alınamamış. Herkes öldüğünü düşünürmüş ama acımasız abi geceleri kahkahalarını duyduğunu iddia edermiş. Her gece odasının kapısında ve malikânenin çevresinde birçok adamı nöbet tutarmış. Fakat acımasız abi kimsenin duymadığı kahkahaları duyduğunu, kız kardeşinin kendini öldüreceğini, onun ruhunu almaya geleceğini sayıklarmış. Hele ki eğer kız kardeşinin oğluna kötü davranırsa gece daha çok kız kardeşini gördüğünü söyleyerek çocuğa iyi davranırmış. Sonra bir gün abisi bu işkenceye dayanamayarak vefat ediyor ve evli olmadığı için bir mirasçısı da olmadığından bu malikane tüm varlıklar kız kardeşin oğluna kalıyor. Annesi ve babasının hikayesini bilen genç çocuk buraya kilit vurup burayı yalnızlığa terk ediyor. Hayatı boyunca bu malikaneyi ne satıyor ne birilerinin yaşamasına izin veriyor. Evleniyor çocukları oluyor fakat yine de buraya bir kere bile gelmiyor. 10 yıl öncesine kadar varlıklarının mirasçıları büyük büyük babalarının duygularına saygı göstererek burayı satmıyor ve bir kere bile ziyaret etmiyor. 10 yıl önce Marsilya kütür bakanlığı turizm için şatoyu devlet değerlerine geçirmek için dava açıyor ve yapının restore edilerek yeniden kullanıma geçmesine karar çıkartıyor. Değerinin 10 katı para verilerek devlet korumasına geçiyor. Yani anlayacağın burayı davet organizasyonları için kullanıma açmak istiyorlar fakat, 1800'lü yıllar teması ile..." dediğinde yutkundum. Bu kadar acı bir duygu ile mezar olarak kabul edilmiş bu yerin yeniden davetlere açılması kalbimi burkmuştu. Derin bir nefes aldım ve
"Kadının oğlu ve ondan sonrasında dünyaya gelen neslin, acıya saygı duyması burayı bir mezar olarak kabul etmesi saygıyı hak ederken, nasıl oluyor da buna izin verdiklerini anlayamıyorum?" diye sorduğumda Taner,
"Bazen hayır demenin de işe yaramadığı merciler var. Ne kadar zengin olursan ol devletin başındakiler seni anında saf dışı bırakabilir. Biz, bizden isteneni yapıp burayı teslim edeceğiz." Dedikten sonra başımı tamam anlamında salladım ve Taner,
"Bu projede biz sadece tarihi restorasyonda bulunacağız. İşimiz bittiğinde ise diğer firma iç mimarisini ele alacak ayrıca peyzaj da onlarda "dediğinde ise ses tonundaki sertleşme dikkatimden kaçmamıştı. Diğer firma ile pek iyi anlaşmadığını sezmiştim fakat bunu dile getirmek yerine,
"Diğer firma kime ait?" diye sordum. Birkaç saniyelik oluşan sessizliği ikimizin dışında bir ses
"Bana ait" diye yanıtlayarak bozan sese döndüğümde duraksadım. Neredeyse Taner'in boyu kadar uzun boylu, daha açık tenli, kaslı ve her ne kadar negatif bir enerji yüklenmeme neden olsa da oldukça yakışıklı adam ile göz göze geldim. Yüzündeki tanıdık simaya ise kaşlarımı çattım. Hemen önümde duran ve sesin sahibine tepki dahi veremeyecek kadar donuklaşan Taner'e baktım. Gözünde gözlük olduğundan her ne kadar gözlerini görmesem bile bedenindeki gerginliği hissediyordum. Bu adam herkimse Taner ile bir olayı olduğu kesindi. Bedenindeki gerginlik ise olumlu duygular hissettirmiyordu. Dişlerini çenesini kıracak kadar sert sıktığını anlayabiliyordum. Tüm kaslarının kendini zorla tuttuğunu da hissedebiliyordum. Garip olan hissettiğim duygular arasında korkusunu görebiliyordum. Sert bir kayayı ateşe vermişler ve soğuması için üzerine soğuk su dökmüşler gibi derin, derin nefes alıyordu. Fakat, soğuduğunda tek bir darbe ile parça pinçik olacağını bildiğinden sönmemek adına yangını harlamak için uğraşıyor gibiydi. Bu duruma bir son vermek adına
"Siz kimsiniz? "Diye sordum. Adamdan bir karşılık bekledim fakat oda gözlerini Taner'in sırtına dikmiş dönmesini ve yüz yüze gelmesini bekliyormuş gibiydi. Taner, gözlüklerini gözünden çıkardı ve bakışları ile karşı karşıya kaldığımda neredeyse nefesim kesildi. Lanet olsun bu tip adamların bu kadar yakışıklı olması, böyle bakışlara sahip olması ve tek bir bakışı ile bana bunları hissettirmesi gerçekten adil değildi. Bedenimdeki tüm kadınlık hormonlarının hepsi birden atağa kalkmış gibi hissediyordum ve bu durum giderek kötüleşiyordu. Birkaç saniye gözlerini gözlerimden çekmeyen Taner'e baktım ve adamın simasının nereden tanıdık geldiğini anlamış oldum. Kesinlikle aralarında bir bağ vardı. Fazlasıyla benzerlikleri vardı ve üstelik adamın Türkçe konuşması da dikkatimden kaçmamıştı. Taner saniyeler içinde sert karakterine büründü ve arkasında duran adama dönerek,
"Kendisi kan bağım olan birisidir" diyerek açıkladığında adamın samimi olmayan bir sırıtması eşliğinde bize doğru yaklaşmasını izledim. Yaklaşık dört beş adımlık mesafe kala durdu ve bana elini uzatacağı esnada Taner beni kolumdan tam arkasına gelebileceğim bir şekilde çektiğinde adamın eli havada kaldı ve bakışlarına yüklendikleri öfke ile birbirlerine meydan okumaya başladılar. Adam,
"Abin olduğumu kan bağı kelimeleri ile tarif etmen acı" diye söylediğinde gözlerim kocaman oldu. Lanet olsun abisi miydi? Bu düşmanlık niyeydi o zaman? Resmen birbirlerine düşman gibi bakıyorlardı. Taner iğrenir bir ses tonunda,
"Projede benim ile karşılaşmama şartını kabul ettiğin için yer aldığımı gerekli kişilere bildirmiştim ve bu kuralı aşarsan projede yer almayacağımı da belirttiğimi hatırlıyorum" dediğinde hala neler olup bittiğini anlamaya çalışır bir karmaşam vardı. Adam, Taner'in aksine rahatsız edici bir sırıtma eşliğinde
"Bugün burada olacağını haber vermediler onun için fotoğraf çekmeye geldim." Dediği esnada Taner'in omzu üstünden bakışlarımız birleşti. Taner'in aksine yeşile çalan gözleri vardı. Sırıtması tüm yakışıklı yüzüne yayılıyordu fakat kalbimi titretmekten ziyade aklımın şüphelerini ortaya çıkarıyordu. Elini bir adım yana kayarak bana uzattı ve
"Doğan Ben, Taner'in yıllardır görmek istemediği abisiyim" diyerek kendini tanıttığında ise Taner olduğu yerde döndü ve gözlerini bana dikmese bile bu durumda bir rahatsızlık olduğunu hissetmiştim. Abisiydi ve aralarında yıllardır görüşmemelerini sağlayacak kötü bir olay olmuştu. Taner bu adam karşısında yenilgiye uğramış gibi görünüyordu ya da ben öyle hissediyordum. Onun için bana uzattığı eline baktım ve bakışlarımı tekrar gözlerine ulaştırdıktan hemen sonra kollarımı göğsümde birleştirerek,
"Memnun oldum demek için sanırım biraz erken" diyerek karşılık verdiğimde adamın gözlerindeki sinirin yavaş yavaş yükseldiğini hissettim. Bazı karakterler yarışı severdi. Nefret ettikleri kişilerin bulundukları yerde onun yanındakilerden itibar görmek girdikleri savaşta onları daha önde gösterir diye düşünürlerdi. Bulundukları o ortamda onu dikkate almayan biri olursa gerçekten sinirlenirlerdi. Bir yerlerde kontrolünü kaybedenlerin bile olduğunu biliyordum. Tamda o anda içeriye giren ve tatlı bir Fransız aksanı eşliğinde
"Hayatım üzgünüm bahçe harika görünüyor birçok fikrim oluştu..." Daha lafını bile bitirmeden bakışları Taner'i buldu ve neredeyse yutkundu. Yaşadığı şok ile olduğu yerde kaldı. Buradan baktığımda bile anlayabileceğim kadar ilerlemiş bir hamileliği vardı. Sarı uzun saçlarını tepesinde topuz yapmıştı ve cam mavisi sözleri bir şeyden korkmuş gibi bakıyordu. Lanet olsun abisi ve eşine karşı ne olmuş olabilirdi ki diye düşündüğüm esnada adının Doğan olduğunu söyleyen abisi,
"Eşim Lusi ile tanıştığına memnun olabilirsin sanırım. Bebek bekliyoruz son zamanlarda fazla duygusal" dediğinde Taner'in dişlerinin yine sıkılı olduğunu fark ettim. Kadın adım, adım yaklaşırken korkusunun an ve an arttığını görebiliyordum. fazla karmaşık, fazla negatif, fazla karanlık bir durumdu ve bu durumdan fazlasıyla sıkılmıştım. Taner derin bir nefes alarak,
"Eşini en iyi tanıyanlardan biri olarak söylememde bir sakınca yok." Dedi ve bana bakarak,
"Kendisi utanma, alınma duygusallık gibi kutsal duygulardan mahrum bir şekilde dünyaya gelmiş ve fazla takılacağını düşünmüyorum." Dedikten sonra abisine döndü ve
"Çocuğunuz adına şimdiden genetik bir hata olduğu için üzülüyorum. Anne ve babasının karakterini bilse dünyaya getirmemeniz için gerekirse yalvarabilirdi." Dedi ve bir anda kocaman güçlü eli ile elimi kavrayarak yürümeye başladığında kendimi peşinden sürüklenirken buldum. Bir kaç adım attıktan sonra tam Lusi'nin önünden geçerken kadının ona olan özlem dolu ve korkulu bakışlarına şahit oldum. Taner ise kadına bir kere bile bakmadan hızla malikaneden beni de ardında sürükleyerek çıktı. elimi arabanın önüne gidene kadar bırakmamıştı bile...
Elimi arabaya binmem için bıraktığında kendi de şoför tarafından araca bindi. Arabayı çalıştırması ile gaza basması bir olurken o kadar hızlı bir şekilde sürmeye başladı ki ya bir yere çarpacak, ya da takla atacaktık. Sakinleşmesi imkânsız gibiydi fakat tek kelime etmeye bile korkuyordum. Lanet olsun neyin ortasında kalmıştım bilmiyorum ama aralarında hiç de güzel olmayan bir üçlü olay olduğu kesindi. Arabayı saran öfke, nefret ve acı o kadar yoğundu ki nefes almakta zorlanmıştım. Ne olduğunu bilmek istiyordum fakat onun hayatında yaşanan bir olayda yerimin olmadığını bunun içinde bilmem gerekmediğini düşünüyordum. Ayrıca tüm hislerim ile arabayı durdurmasını ve bir an önce bu arabadan inmeyi diliyordu.
...........................................
Yaklaşık 15 dakikanın ardından neredeyse kimsenin olmadığı ve gün batımının mükemmel bir şekilde göründüğü kumsal bir plaja geldik. Arabayı sert bir şekilde durdurdu ve hızla öfke dolu bedeni ile aracın içinden çıkıp bomboş plajı sert adımlar ile geçerek denize doğru yürüdü. onun acı dolu öfkesini içinden sadece seyrettim. Baş etmeye çalıştığı şey her ne ise canı fazla yanıyordu ve kalbimin içimde iki büklüm olduğunu hissettim. Böylesi büyük bir acı ne olabilirdi? Abisinin eşine âşık olmuş olabilir miydi? Onu çok fazla tanımıyordum fakat abisinin karısına âşık olma olasılığı olabilirdi.
"Sonra kalbim içimde abisine düşman gibi bakan oydu ve kadına hiç bakmadı, kadınsa ona özlem dolu bakıyordu" Diye fısıldadı ve lanet olsun âşık olduğu kadınla abisi mi evlendi? diye düşündüm. Bu neden bu kadar duygusuz ve aşktan kaçan biri olduğunu kanıtlıyordu. Derin bir nefes aldım ve arabadan indim. Onun kadar hızlı olmasa da biraz seri adımlar eşliğinde henüz batmakta olan güneşin kızıla boyadığı gökyüzünün altında, denizin hemen kenarında karşı konulmaz derecede yakışıklı duran Taner'in yanına gittim. Sessizdi ve sessizliğinin içindeki kulakları sağır eden çığlığını duymamak için kalpsiz olmak gerekirdi. Olmadığını düşündüğüm kalbinin nasıl acıdığını görmemek için ise kör olmak gerekiyordu. Ayakta duruyordu ve uzaklara bakıyordu. Onunla göz göze gelebilmek adına önüne geçtim ve dalgalardan kaçınmak için biraz yakınının da durdum. Fazla yakındık ama yine de aramızda mesafe vardı. Bakışlar bakışlarımı bulduğunda sakindi. Gülümsedim ve
"Acı çeken bir kalbinin olması güzel" diye söylendim. Dudağına yerleşen minicik bir sırıtma gözlerine ulaşmadan bana baktı ve
"Bir kalbim olmadığı kanısına nereden vardın?" diye sordu. Derin bir nefes aldım ve
"Tecrübe edildi" dediğimde bana daha da yaklaştı ve ben içinde kalacağım dalgaları umursamadan kollarından çıkmak istercesine gittiğimde kollarını daha sıkarak beni kendine daha çok çekti ve dudaklarını, dudaklarımın milimlik gerisinde tutacak durdu. Tüm bedenimin felç geçirdiğini ve nefesimin bir yerlere kaybolduğunu hissettim. Bakışları bakışlarımı yakarken kalbim resmen delirmişçesine atmaya başlamıştı. O an fısıldayarak,
"O gece aşka inancım yoktu prenses. Seni istemediğimden değil, hayatının en büyük değerini değmeyecek birine hediye etmeni istemedim. Aşka dair inancım yoktu ve inan bana kadınlara karşı nefretim çok büyüktü. Hak etmediğin bir nefrette yanmanı istemedim." Dediğinde bakışlarındaki his, hayatımda hiç tatmadığım, hissetmediğim kadar büyük bir samimiyet ve gerçeklik hissettiriyordu. Lanet olsun şu anda bu durumda olabildiğimize inanamıyordum. Bunu yaşadığımıza inanamıyordum. Onun için fısıldayarak,
"Sakın beni öpmeye kalkma!" diye söylendim. bağırmamıştım fakat korku dolu olduğu kesindi. Taner'in bakışlarında beliren ışığa kalbim tekledi ve Taner
"Çok geç "derken kolları beni bir mengene gibi kendine çekerek, bedenlerimizi neredeyse iç içe geçirip dudaklarını, dudaklarım ile buluşturdu. Lanet olsun tüm şimşekler birleşmiş bir şekilde bedenimi hedef almışçasına vücudumda patlarken, dudakları dudaklarımı derin bir öpücüğün ardından serbest bıraktı. Hemen alnını alnıma yaslayan Taner, gözleri kapalı bir şekilde
"Bana bir şans ver prenses" diye mırıldandı. ses tonunun çaresizliği, pişmanlığın acısı,
Kalbimi durdu.
Aklım durdu.
Zaman durdu.
Ona bir şans vermek mi? bizim hayatımızda şansa değer bir şey mi vardı? Ne yani kalbimizin bir şansı mı vardı?