Miya ise yanındaki adamın mankenlere taş çıkartacak vücudunu süzüyor, bundan da büyük bir haz alıyordu. Bu adam onundu kararını vermişti. Kimseye bırakmaya niyeti de asla yoktu. Hem adam kendisinden önce bir şeyler hissettiğini itiraf etmişti. Bu da Miya'nın eline büyük bir koz veriyordu.
Süründürme, gösterip elletmeme politikaları ile bu adamı mafyalıktan, pastacılığa kolayca transfer edebilirdi. Edebileceğini umuyordu çünkü bir mafyayla birlikte olmak kulağa korkutucu geliyordu. Song’u bir şekilde pastacı olmaya ikna etmeliydi.
Song aklında bin bir düşünceyle villadan içeri adımını attı. Adımını attığı anda gördüğü kişiyle yerinde dona kaldı. Bakışları Miya'ya döndü. Şimdi ayvayı bir güzel yemişti işte! Bunun neden daha önce aklına gelmediğini düşünürken kendisini gören kadın ona doğru geldi.
"Seni özledim sevgilim!" diyen kadın Song'un dudaklarına yapıştı. Miya olduğu yerde kalakalırken gözleri ateş saçıyordu.
Lia duyduğu olaylar sebebiyle Song'un villasına gelmişti. Lia'nın gelme nedeni kaçırılan kızı duymuş, Song'un kızı kurtarmak için yaptıklarını öğrenmişti. Kendisi kaçırıldığında bile oturduğu yerden kıçını kaldırmayan bu adam, bir kadın için kaç adamı öldürmüştü. İçeride bulunan adamından haberleri öğrendiğinde bekleyememiş, soluğu villada almıştı. Bu kadını önemli bir tehlike olarak görüyordu. Normalde Song yanına gelip gittikten sonra düzenli olarak hesabına parası gelirdi ama şimdi gelmemişti. Song’un yanındaki kadına verdiği değer hesabına yatmayan paradan belli oluyordu. Normalde her hafta hesabına düzenli para yatıyordu. Özellikle birlikte olduktan sonra ama son ilişkiden sonra hesabına para yatmamıştı. Hem bunun hesabını sormak, hem de düşmanını tanımak için buraya gelmiş, Song'un o kadının peşinden gittiğini duyunca içini tarifi imkansız bir nefret kaplamıştı. Ne de olsa Lia sevmese bile Song ona aitti. Onun yanında başka bir kadın görmeye alışık değildi. Hele böyle peşinde koşturacak kadar değer verdiği bir kadına aralarında yer yoktu. Song’un birine değer veriyor olması demek, kendisinden uzaklaşması demekti. Buna razı olamazdı. Song ona aitti.
Song'u ve yanındaki kadını görünce oyununa başlamış, Song'a yaklaşır yaklaşmaz dudaklarına yapışmıştı. Alamadığı karşılık ise daha çok öfkelenmesine sebep oldu. Daha önce hiç Song’u kaybetmekle burun buruna gelmemişti. Şimdi ise bir kadın ortaya çıkmış ve elindekini alabileceğinin sinyalini vermişti.
Miya gördüğü manzara ile midesi bulanmıştı. Geldiği duruma inanamıyordu. Bu lanet buzlar lorduna inanmış, dahası bu akşam sevgili olmuşlardı. Kandırılmışlık ruhunun derinliklerine işlerken, kadının güzelliği kalbini acıtmıştı.
Beş saniye süren bu öpüşme, Song'un kadını kendinden itmesi ve dudaklarını silmesi bir olmuştu. Sonra Miya'ya dönerek yüzünü elleri arasına aldı.
"Göründü gibi değil!" telaşlı bir şekilde açıklamaya çalıştı.
Miya öfkeyle Song'a baktı ve tükürür gibi konuştu.
"Evet göründüğü gibi değil haklısın! Burası da uzay zaten!" dedi ve adamı kendinden uzaklaştırdı. Buna inanacağını mı sanıyordu? Ne yani yoldan geçen bir kadın dudaklarına mı yapışmıştı? Kadın kırıklarından biriydi, belliydi bu.
"Senin karşında yeni yetme yok. Hayatında biri varken, bana seni seviyorum demek ne oluyor? Söylesene o mu metresin olacaktı ben mi? Lanet olsun! Sakın bir daha yaklaşma bana!" diyerek hışımla arkasını döndü. Song Miya'nın kolunu tuttu.
"Lütfen dinle beni!" dedi ama Miya’nın pek dinlemeye niyeti yok gibiydi.
Miya, "sakın ama sakın bir daha dokunma bana!" dedi ve bastı gitti. Kendisine kızgındı Miya. Hemen adama inandığı için aptal olmalıydı herhalde!
Song ne kadar engel olmak istese de buna engel olamadı. Miya merdivenlerden koşar adım inerken arkasından bakmakla yetindi.
Song öfkeyle Lia'ya yöneldi. Bütün çaresizliğini, yenilmişliğini bu kadından çıkarmaya niyetliydi. Bundan sonra neler olacağını ise kader gösterecekti.
>
Bu bir ay içinde neler oldu dersiniz!
Miya villadan o gün çıkıp gittikten sonra asla bir daha adım atmadı. Öfkesi ve siniri bir ay içinde en ufak bir yumuşama belirtisi göstermedi. Song'un yüzüne bile bakmadı. Pastaları ve turtaları ile sakin hayatına geri dönmeye çalıştı. Her ne kadar başına musallat olan iki adam rahat vermese de! Song'a olan öfkesi daha çok çenesine vurdu. Konuşmadan durmuyor o lanet buzlar lordunu düşünmemek için, saçma sapan konuşmaları son hız devam etti. Her gün dükkanı ve evinin önünde bekleyen koruma ordusu da sakin hayatına dönememesinin en başlıca nedeniydi. Birçok defa Song’a korumaları başından alması için tehditler savurmuştu ama adam pes etmemişti. Bir türlü yakasını bırakmıyordu. Nezarethane olayını unutamıyordu. Yıllardır mahallede sakince işine bakan Miya karakolluk olmuştu. Hem de tüm mahallenin gözleri önünde.
Song cephesi ise daha çok karışmıştı. O akşam Lia'yı hastanelik etmişti. Bu zamana kadar bir kadına el kaldırmayan Song yine kendinden ödün vermişti. Ve en çok da kendine ve Miya'ya kızıyor ama bu çatlak kadından uzak da kalamıyordu. Lia'yı kendinden bir türlü uzak tutamamıştı. Yaptıklarına pişman olmuş, gönlünü almak için evine gitmişti. Aslında fazla bir şey yapmamıştı kadına. Kadın iki üç tokatla kendinden geçmişti. Her geçen gün öfkesi kendine zarar vermeye başlamıştı. Bir türlü Miya'ya kendisini affettiremiyordu. Aldığı haberlerde kızgınlığını alev gibi köpüklerken sinsi planlar kurmaya başlamıştı. Bu bir ay içinde iki tarafta birbirine karşı daha çok hırçınlaşmıştı. Hatta iki hafta öncesinde pastaneye gelen Song Miya'nın damarına basmış ve kavgaya tutuşmuşlardı. Mahalle sakinleri polis çağırmış, o geceyi ikisi de nezarette geçirmek zorunda kalmıştı. Kader onlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya son hız devam edecekti.
***
Miya sabah erkenden kalktı, kahvaltı yaptıktan sonra üstünü giyerek dükkana gitmek için evinden çıktı.
Kapıdaki adamları görünce yine sabah sabah öfkelendi. "Şeytanın bermuda üçlüsü! Ben size bir daha beklemeyin demedim mi?" diyerek öfkeli gözlerini korumalara dikti.
Korumalardan ses çıkmazken, "bir kere de konuşun be ahmak herifler! Psikopat lordunuz dilinizi mi kesti?"
Korumalar gene konuşmazken Miya sinirle ayaklarını yere vurdu.
"Ayşş! İçi boş turşu bidonu sizi! Lanet olsun gören de bir şey sanır sizi!" diyerek hırsla arabasına yöneldi. Bu adamlarla her sabah aynı konuşmayı yapmaktan hiç bıkmamıştı.
Arabasına binip gaza bastığı gibi soluğu pastanede aldı. Korumalar da peşinden tabi ki. Song bu korumaları herhangi bir tehlikeye karşı ve haberlerini almak için Miya'nın başına dikmişti. Adamlara "ağzınızı açarsanız ölürsünüz!" diyerek de gerekli emirleri vermişti. Miya hakkında her şeyi bilmek istiyordu. Ne yediğini, ne içtiğini, hangi rengi sevdiğini, dükkanına kimlerin girip çıktığını… Her şeyi ama her şeyi bilmek istiyordu.
Hazırladığı sürprizi Miya’ya göstermek için dakikaları sayıyordu. Miya gelir gelmez dükkana gidecekti. Belki bugün gönlünü almayı başarır, aralarındaki buzlar erirdi. Aradan geçen bir ay Miya’yı daha fazla istemesine neden olmuştu. Çok konuşan bu kadın aklını kalbini bir şekilde ele geçirmişti. Her gün dükkana girişini izliyor, dışarıya çıktığında yanına koşmamak için kendine zorlukla engel oluyordu. Miya her gece rüyalarını süslemeye devam ediyordu. Miya çekip gittiğinde unutmayı da denemişti ama onu izlemeden sadece bir hafta dayanabilmişti.
Miya dükkana geldiğinde kapının önünde yine aynı adamı gördü. İçinden küfürler sayarken, yüzüne yapmacık bir gülücük kondurdu.
"Sabah sabah yine mi vişneli turta!" diyerek adama baktı.
Kang elindeki gülleri Miya'ya uzatırken, "siz benimle yemeğe çıkmayı kabul edene kadar, evet güzel bayan,” diyerek çapkın bir bakış attı.
Miya yüzünü buruşturdu.
"Korkarım ben kabul edene kadar içinizde vişne ağacı çıkacak," dediği an duyduğu sesle bakışlarını Song'a yönlendirdi.
Song sabah erken kalmış, kahvaltıdan sonra balkonda çayını içiyordu. Pastanenin önündeki adamı öfkeyle izlerken hakkında hala bir şey öğrenememişti. Villanın en iyi yanı pastaneyi tam olarak görmesiydi.
Miya'nın geldiğini gördü. Evden çıkarak soluğu pastanenin önünde aldı. Adamın söylediği sözleri duyup yumruklarını sıktı. Bu adam eceline susamıştı. Miya’nın dibinden ayrılmıyordu herif! Sinirle lafa girdi.
"Benim olan, benden başkası ile yemeğe çıkamaz," dediği an Miya'nın bakışlarını üzerine çekmişti.
Miya öfke ile Song'a baktı. Bu adam sınırlarını zorluyordu. Haddini bildirmekte yine Miya'ya kalmıştı. Kendisi hakkında nasıl böyle bir hüküm verebiliyordu? Bir ay önce lanet herife onun olmadığını gayet net anlatmıştı. O kadın gelerek taze ilişkilerinin rafa kaldırılmasına neden olmuştu.
"Pardon ama oradan bakınca alınıp satılan bir mal gibi mi görünüyorum gözünüze," diye tükürür gibi konuştu.
Song kaşlarını çattı. Kang ise eline geçen sürede, "Bence buradan bakınca etrafınıza ışık saçıyorsunuz. Gözlerimi sizden alamıyorum," dediği an Song adamın yakasına yapıştı. Hangi hakla kendisi buradayken Miya’ya iltifat edebilirdi?
"Seni öldürürüm pislik herif! Duyuyor musun beni? Cesedini bile bulamazlar. Uzak duracaksın anladın mı?" Kang bir kaşını yukarı kaldırdı.
"Bana sen mi engel olacaksın?" diyerek alaylı gözlerle Song'u süzmeye başladı.
Cebinden rozetini çıkardı ve adeta Song'un gözüne soktu. "Görev başındaki memura tehditten içeri atarım seni! Çek o ellerini," diyerek yakasını tutan elleri sinirle geri itti.
"Ayağınızı denk alın! Gözüm üzerinde!" diyerek Miya'ya yöneldi.
Song neye uğradığını şaşırırken adamın polis olmadığına adı gibi emindi. Ama Miya'nın yanında bir şey yapmak istemedi. Daha fazla uzaklaştırmak istemiyordu kızı kendinden. Adamın kulağına eğildi.
"Sahte kimlikle gezmek suçtur!" diyerek Miya'yı kendine çekti. "Şimdi izninizle sevgilime yeni evimizi gezdireceğim!" diyerek villaya yöneldi.
Miya tek kelime edemezken elini çekmeye çalıştı. Song'un bakışlarını görünce bundan vazgeçti. Kendisi yüzünden birinin eşek cennetini boylamasını hiç istemiyordu doğrusu.
Arkalarındaki öfkeli bakışlardan bir haber villaya yöneldiler. Ama arkalarında intikam yeminleri eden bir adam bırakmışlardı.
Kang babasını öldüren bu adamı en aciz yerinden vuracaktı. Kaçırma ya da öldürme yapacakları yanında az kalacaktı. Arkalarından bakarken,
"Güzelliğine yazık olacak güzelim!" diyerek arabasına bindiği gibi oradan uzaklaştı.
>
Sabah sabah iki düşman ülke arasında kalmış, gergin geçen dakikalarda susmayı tercih etmiştim. Buzlar lordunu başka biri için kızdırmak pek akıl karı değildi. Benim yakamı neden bırakmıyordu anlamıyordum. Sonuçta fıstık gibi sevgilisi vardı, hala benimle ne diye vakit harcıyordu akıl karı değildi. O günkü kadın aklıma gelince suratımı buruşturdum. Salaklığımın tescilli belgesiydi o kadın. Az daha ikinci kadın durumuna düşecektim, paçayı son anda kurtarmıştım.
Song zavallı adama tehditlerini sıralamış, rozetini görünce dumur olmuştu. Song’un yüzündeki ifadenin değişimini zevkle izledim. Adamın kulağına bir şeyler söyledi ve her zamanki ahtapotluğu ile koluma yapıştı. Neymiş yeni evimizi gösterecekmiş! İnsanları kandırmak iyi bir şey değildir dememek için kendimi zor tuttum ve kolumu bu öküzün ellerinden kurtarmayı demedim. Ama nafile adam zamk gibi yapıştı, ayırmak ne mümkün!
Villanın kapısından giriş yaparken aklıma o lanet gece geldi. Kolumu kurtarmayı yeniden denedim. Buraya değil girmek, görmek bile istemiyordum. Sinirle buzlar lorduna döndüm. "Bu lanet yere girmek istemiyorum," diye konuşmaya başladım.
Fakat beni duymayıp ya da duymak istemeyip sağır biri gibi davrandı. Kolumu çekiştirmeye devam etti. Bir türlü yıldızlarımız, aylarımız barışmamıştı buzlar lorduyla.
Dudakların tadını hala dudaklarımda hissetsem de üç kuruş etmeyen gururumu yerlere paspas yapmayacaktım. Yine bir müzakere masasına oturacağımız aşikar ve olağan bir durum gibi geldi bana ve kolları sıvadım. Beynime iyi çalış diye emirler yağdırırken girdiğimiz eve bakakaldım. Ev tamamen değişmişti.
Koltuklardan duvar rengine kadar tamamen benim sevdiğim renkler oluşturuyordu evi. Duvarlar beyazdan lilaya dönmüş, koltuklar kahverengi ve süt kahvesi renkleri taşırken, mobilyalar bile süt kahvesi renginde olmuştu. Lila ve kahve tonları evi hakimiyeti altına almıştı. Ağzımı bir metre kadar açarken sinek kaçmasını bile umursamadım.
Uzaylı görmüş Kim Hyun Joong modunda Song'a döndüm.
Ahtapot timsali kollarını yine vücuduma doladı. Başını da omzuma yaslarken odunluğu tamamen gitmiş, yerine turtalar gibi ağzımı sulandıran romantik bir öküz gelmişti. Bu adamı ben yontmadığıma göre kimin yontabileceğini düşünürken aklıma bir ay önceki sürtük geldi. Kendimi hızla geri çektim ve saydırmaya başladım. Bu adama karşı yumuşayacaktım.
Her ne kadar vücudum macun kıvamında gevşese de kalbimi susturup beynime sert olması konusunda komut verdim.
Romantik kılığına dönmüş buzlar lorduna baktım. Dudaklarını büzüp ağa yakalanmış balık gibi bayık gözlerle bana baktı.
Ne var dercesine bir bakış atınca, yetim kalmış çocuk gibi suratını sallandırdı.
"Beğenmedin mi?" diye bir soru sordu.
Kalbim öldüm, bittim, bayıldım moduna çoktan girmişti. Kalbimi zorlukla susturdum.
"Beni bunlarla kandıramazsın! Senin gibi beyninden zeka fışkıran adamdan daha parlak fikirler beklerdim," diyerek burnumu kaf dağına kadar kaldırdım. Kaf dağının yüksekliğini, enini boyunu bilmesem de yüksek olduğunu tahmin ediyordum. Yerini hatırlamaya çalıştım ama bir türlü hatırlayamadım. Gereksiz konuları bir çöpe basket şeklinde fırlatıp ıskaladıktan sonra öküz odunum buzlar lorduna döndüm.
Bana üzgün ve masum hatta sokakta kalmış bir kedi yavrusu bakışları atarak yaklaşmaya başladı.
Midem, kalbim ve hormonlarım yaklaşma sinyalleri gönderirken her zaman düşük olan çenemde bir şeyler söyleyebilseydi diye düşünmeden edemedim. Çenemde beni yolun ortasında bırakınca geri geri gitmeye başladım. İçimden hormonlarıma lanetler yağdırıyordum. Lisedeki biyoloji dersleri aklıma geldi birden. Ne alaka demeyin. Eşeyli üreme, eşeysiz üreme, uçan memeliler ve bir türlü uçmayı beceremeyen memeliler derken geçmiş biyoloji tekrarı yapıyordum. Kendimi hangi sınıfa koyacağımı bulana kadar duvarla akraba olmuştum. Duvar arkamla akraba olurken, birazdan nasıl ürediğimi de öğrenmiş olacaktım.
Buzlar lordum dibime kadar gelmiş, sanki uzaktan beni etkilediği yetmiyor gibi nefesini yüzüme üfledi.
Bu adamın benden etkilenmesi gerekirken benim ondan etkilenmem, güneş görmüş kar gibi eriyip gitmem haksızlıktı. Bir aydır rüyalarımı istila etmesi yetmemiş gibi, şimdi de kendisi bedenimi istila etmeye niyetliydi. Elbette izin vermeyecektim.
"Seni bu evden dışarı göndermeyeceğim!" diyerek dudaklarıma yöneldi.
Hah! Havanı yesinler seni lanet herif. Sen şimdi görürsün diyerek planımı uygulamaya başladım. Eee intikam soğuk yenen yemek diyenlere bu intikamı kapak olarak yollamayı düşündüm. Ne de olsa demir bile tavında sıcak dövülür. Her neyse iç sesimi susturup oyunuma başladım.
Ellerimi boynuna dolayıp başımı da omuzlarına gömdüm. Sıcak nefesim onu etkisi altına alırken seksi bir şekilde konuştum.
"Tamam sevgilim gönderme beni!" diyerek dudaklarına ufacık, minicik bir öpücük kondurdum. Erkek beyni genelde aşağıda görev görürken, planımın tıkırında işlemesini zevkle izledim.
Öküz lordumun elleri kalçalarıma kayarken inlemesine engel olamadı. Kendimi ondan ayırıp, elini tutarak yatak odasına doğru ilerledim. Beyefendinin yüzü zaferle gülümserken birazdan zafer benim olacaktı. Ona dersini verecektim. Benimle bu şekilde oynamasının intikamını elbette almalıydım.
Yatak odasına girdikten sonra onu yatağa iterek kapıya yöneldim.
"Ne oldu?" sorusuna, "rahatsız etmesinler," diyerek cevap verdim. Anahtarı elime alırken ona uzaktan bir öpücük attım.
"Sen yatakla sevişmene devam et buzlar lordu!" diyerek kapıyı arkamdan kapattığım gibi kilitledim. Bir kahkaha atarken Song'un sesini bütün Seul duymuştu. İntikamı acı olacaktı farkındaydım.
"Lanet olsun! Miya öldüreceğim seni! Aç şu lanet kapıyı!" diyerek yüksek sesle anıran öküzüme kapının arkasından seslendim.
"Bunu sen istedin pislik herif! Bir daha bana yaklaşırken iki kere düşünürsün," diye cevap verdim.