Miya kolunun acısını bu sözlerle unuttu. Canının yandığını belli etmeyecekti. Bu herife pabuç bırakmaya niyeti yoktu.
"Sen tam bir pisliksin."
Song alaycı bir sesle, "bunu daha yeni mi anladın? Sana duygularımı anlatmaya çalışıyorum. Senin dediklerine bak."
"Woah! Duygularını anlatıyormuş, adama bak! Öküz olduğunu biliyordum ama bu öküzlükten bile farklı! Biliyor musun? Sen lanet bir odunsun!"
"Ne istiyorsun kızım sen! Lanet olsun! Miya elimde çiçek önünde diz çökmemi bekliyorsan çok beklersin."
İkili öfkeli gözlerle birbirlerine bakarken burun buruna geldiklerinin farkında bile değillerdi. İkisi de birbirinden inatçı, ikisi de dediğim dedikti. Song, Miya’yı yanında tutmak için değer verdiğini söylemişti aslında ama biliyordu ki bu geveze kıza karşı bir şeyler hissediyordu. Tam olarak ne hissettiğinden emin değildi ama değer verdiğini söylemek bir şekilde doğru gelmişti. Miya pek laf anlayacak birine benzemiyordu. Keşke bu kadar inatçı olmasaydı. Ama kaderine bu düşmüştü yapacak bir şey yoktu. En azından Miya’yı düşmanlarından korumalıydı. Bir şekilde kendisi yüzünden ona zarar gelirse dayanamazdı.
"Çiçek mi sen? Tanrı Aşkına! Senin gibi bir öküz çiçeği ot sanıp afiyetle midesine indirir. Ayrıca odunlar ne zamandan beri diz çöküyorlar. Senden bunu beklemek, matematik ve tarihi bir kitapta anlatmak gibi bir şey."
"Lanet olsun! Sen hiç susmaz mısın? Mutlaka benim susturmam mı gerekiyor seni!"
Miya anlamayan gözlerle Song'a baktı.
"Sen değil! Senin gibi on tanesi gelse susturamaz beni!"
Song tek kaşı havada Miya'ya baktı ve, "öyle mi görelim bakalım!" diyerek Miya'nın dudaklarını dudakları arasına aldı. Song her fırsatta Miya’nın dudaklarına kapanıyordu, bir şekilde kendine bir bahane yaratıp o dudakların tadını her defasında özümsüyordu.
Miya neye uğradığını şaşırırken yakınlıklarının yeni farkına varmıştı. Adamın baş döndürücü kokusu burnuna dolarken bu kez kendini tutmakta zorlanıyordu. İtmeye çalıştı dudaklarını vakumlayan adamı. Ama ne mümkün! Song tehlikeyi anlamış gibi Miya’nın beline kollarını sardı ve daha çok kendine çekti.
Song bu sefer karşılık almadan bırakacak değildi. Bu kıza birinin haddini, yerini bildirmesi lazımdı. Ve bu işi kendisinden başkasına bırakacak değildi.
Miya daha fazla Song’un gücünden, etkisinden kaçamadı. İstemsizce ellerini adamın boynuna sararken dudaklarını araladı.
Song aldığı karşılıkla daha çok kendine çekti kadını, kalbine, yüreğine sokmak ister gibi. İkisi birbirinin dudaklarında yeni bir dünyayı keşfe çıkmışlardı. Song sanki içindeki duyguları, ten teması ile Miya'ya anlatıyordu. Miya dudaklarında hissettiği tatla, adama daha sıkı sarıldı.
Aradan geçen dakikalardan sonra Miya zorlukla kendini geri çekti. Biraz daha devam etseler yatak odasında alacaklardı soluğu ve buna hiç mi hiç hazır değildi. Hazır olmaya da niyeti yoktu. Anlık bir gaflete düşüp adama karşılık vermiş olabilirdi ama daha fazlası olmaması için elinden geleni yapacak, bu adamın büyüsünden kaçacaktı.
Miya kendini çektikten sonra Song başını Miya'nın alnına yasladı, elleri hala kızın belindeydi.
"Nasıl girdin, ne zaman girdin bilmiyorum ama kalbimin baş köşesine oturdun. Bu duygular bana o kadar yabancı ki kendimi tanıyamıyorum," sözleri dudaklarından fısıltı gibi çıkmıştı. Miya'nın kalbini de hızlandırmaya yetmişti. Adamdan kaçmayı düşündükçe, onun açık yüreklilikle söyledikleri mantığının körelmesine neden oluyordu.
Miya yavaşça çekildi Song'un ekseninden ve koltuğa oturdu. Düşüncelerini toparlaması gerekiyordu. Aklı hala adamın dudaklarında, erkeksi kokusunda kalmışken mantıklı bir cümle kurmayı denedi.
"Ben. ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Sana olduğu kadar bana da yabancı bu duygular. Ne yani önüme geleni öptüğümü mü düşünüyorsun?" diyerek Song'a çevirdi bakışlarını.
Song bir kahkaha patlattı, bu kadın gerçekten deliydi. Miya adamın gülüşünde ve gamzesinde kaybolduğunu hissetti. Kalbi şimdi bin dört yüz metrelik maraton koşusundan çıkmış gibi daha da hızlandı.
Song kahkaha atarken yılların acısını maziye gerçekten gömüyordu sanki. Uzun zamandır hiç bu kadar mutlu olduğunu hissetmemişti. Miya'nın yanına oturdu ve kendine çekti. Miya'nın saçlarının kokusunu içine çekerken konuşmaya başladı.
"Önüne geleni öpemezsin zaten, seni de o adamı da öldürürüm." Miya kafasını kaldırıp adama dikti bakışlarını.
"Özüne döndün gene, başladın asıp kesmeye! Seni yontmak zor olacak," dedi düşünceli bir sesle.
"Yontmak mı? Ne yontması?"
"Odunsun ya ondan dedim," diyerek dil çıkardı Miya ve aklındaki soruları sormaya başladı.
"O adamlara ne yaptın?"
Song derin bir nefes aldı konuşma vakti gelmişti. Derin bir nefes çekip kollarında kıza daha sıkı sarıldı.
"Öldüler hepsi! Hak ettiler bunu, ben onları öldürmesem günün birinde onlar öldürür beni."
Miya parmaklarını adamın dudağına koydu. Bunları duymak istemiyordu. Hayatında böyle bir aksiyona hazır değildi esasında.
"Tamam anladım devam etme. Peki neden bu işlerin içindesin Tanrı aşkına! Daha düzgün bir iş bulamadın mı? Baba mesleğine devam etseydin ya, bu işlerden daha iyidir."
"Baba mesleğini devam ettiriyorum ya zaten!"
Miya gözlerini sonuna kadar açtı ve Song'a baktı. Sanki şaka olduğunu anlamak ister gibiydi.
"Sen. sen ciddisin!"
"Evet ciddiyim. Babam daha on beş yaşındayken bile beni kumarhanelere sokardı, ateş talimleri yaptırırdı."
Miya içinden o adama küfürler sayarken, dışından, "anladım." demekle yetindi. Bu hayat pek kendisine göre değildi. Ne işi vardı burada!
Song kolay bir hayat yaşamamıştı. İstese bile babası müsaade etmemişti buna. Geçmişi çok karanlıktı. Titredi, geçmiş aklına gelince kafasını iki yana salladı.
"Neyse! Bunları düşünme sen şimdi! Burada kalman lazım Miya! Anla beni, zorluk çıkarma! Seni bu pis işlerden uzak tutmam için, kılına zarar gelmemesi için sözümü dinle."
Miya sinirle saçlarını karıştırdı. Bir of çekti. Song’un elinden kurtulamayacağını anlamış gibiydi. "Tamam burada kalırım ama dükkanımı bırakamam. Orayı ne zorluklarla açtım. Benim bütün hayatım orası. Oraya gitmemi engelleyemezsin."
Song bu cevap karşısında Miya'yı kendinden uzaklaştırıp omuzlarını tuttu ve yüzüne baktı.
"Paraya ihtiyacın olmayacak, ne bu inat anlamıyorum."
Miya öfkeyle yerinden kalktı. "Sen ne sanıyorsun be kendini. Öpücüğüne karşılık verdim, dediklerini kabullendim diye, fahişe gibi senden para mı alacağım? Lanet olsun!"
Song karşısındaki kadına baktı. Oda hırsla yerinden kalktı ve Miya'nın kollarını tuttu.
"Tanrı aşkına Miya! Beyin yerine ne taşıyorsun kafanda. Ben öyle mi dedim şimdi? Tamam sakin ol, işe gidersin kabul. Sus artık yeter ki!"
Song bu kadınla ne yapacağını hiç bilmiyordu. Bir konuşmaya başlayınca susmuyor, Sinirlenince ağzından çıkan lafı bilmiyordu. Öfkeyle tuttuğu kolları gözlerine bakması için biraz daha sıktı
"Sakın ama sakın bir daha kendini ucuz kadınlarla bir tutma. Anlıyor musun beni?"
Miya’nın ağzından küçük bir inilti çıktı. "Bırak kollarımı öküz herif! Ayarın yok mu senin? Canımı yakıyorsun." dediği anda Song gevşetti ellerini.
"Özür dilerim," dedi fısıltı şeklinde. Miya buzlar lorduna kızgınlıkla baktı.
"Tehdit etmeye gelince aslan kesiliyorsun, özür dilemeye gelince kedi. Odun herif ne olacak." diyerek kalktığı yere tekrar oturdu. Song'da yanına oturunca devam etti kaldığı yerden.
"Tamam seninle kalacağım, işe de gideceğim." Song devamı gelmeyen konuşmanın devamını bekliyordu.
Miya tek ellerini göğsünün üzerinde bağlayıp tek kaşını havaya kaldırdı.
"Ancak bir kaç tane şartım var!" diyerek bitirdi sözlerini.
Song şaşkınlıkla Miya'ya bakarken, Miya'nın kafasında tilkiler fazla mesai yapmaya başlamıştı. Song şaşkın gözlerle Miya'ya baktı.
"Nasıl yani, bir de şartın mı var?" Miya her zamanki bilmiş tavırlarıyla söze girdi.
"Evet tabi ki şartım var! Ne bekliyordun hemen kucağına atlamamı mı?"
"Fena olmazdı aslında!" diyerek çapkın bir bakış attı.
Miya bu bakışla tereyağı kıvamına gelirken, kendini Avrupa Birliği kapısında kalmış aciz bir ülke gibi hissetti. İpleri dolama ve bağlama yöntemleri ile elinde tutması gerekiyordu. Yoksa 7-24 yatak odasına zincirlenmiş olabilirdi. Çünkü zincirlerinden kurtulmaya çalışan köle Leonardo olmaya hiç mi hiç niyeti yoktu.
Düşmanların göze göz, dişe diş hatta kendini biraz daha aşarak kana kan felsefesiyle beynini doldurup bakışlarını Song'a çevirdi. Adamı bir şekilde kendi şartlarına ikna etmeliydi. Onun her dediğini kabul edip tamam derse kukladan farkı kalmazdı ve Miya’nın kesinlikle kukla olmaya niyeti yoktu. Her türlü üstte olmalıydı.
"Oha! Daha sevgili bile değiliz. Dudaklarına pasta görmüş çocuk gibi dalsam da henüz inanmadım sevgine! İnanmadan da geçiş izni yok."
Song hayretle Miya'ya bakarken yaptığı benzetmelere surat buruşturdu. Ne yani dudakları pastaya mı benziyordu. Kendisi daha ateşli, tutkulu sözler beklerken, duydukları beynine oksijen gitmesini engelleyecek düzeydeydi. Miya'yı kendine çekerek kollarının arasına aldı.
"Elbette sevgiliyiz! Sevgili olarak bazı bölgeler için geçiş izni istiyorum. Hem ilişkimiz olursa daha çabuk sevgime ikna olursun," diyerek yüzünde tebessümle Miya'ya baktı.
Miya elini Song'un yanağına koydu. Gamzesinin üzerinde elini gezdirdi.
"Bence daha sık gülmelisin, insanlık adına büyük bir iyilik olur bu. Çünkü gülmediğin zamanlar ürkütücü görünüyorsun. Ayrıca geçiş izni falan yok. Konu kapanmıştır ve ben karar verene kadar askıya alınmıştır," diye bitirdi sözlerini.
Song konuşmaların iki ülke müzakeresi gibi ciddiyetle yapılmasına bir anlam yükleyemezken kendini de devlet bakanı olacak kategoriye uygun görmüyordu.
"Kurduğun cümleler beynimi zorluyor," diyerek ters bir bakış attı.
Miya bir kahkaha atarken, "bende mafyalar zeki insanlar derdim ama beynin fasulye tanesi kadar sanırım! Tanrı aşkına! Ne varmış cümlelerimde!" diye konuştu. Herkes bazen çok tuhaf konuştuğunu söylerdi ama bu Miya’nın normal haliydi. Kendisine hiç tuhaf gelmiyordu konuşmaları. Gayet normal konuşuyordu. Bence insanlar anlamak istemiyordu.
Song kadına bakıp kahkaha attı. Miya normal olduğunu düşünebilirdi ama hiç de normal değildi.
"Hiç bir şey yok sevgilim! Köpek ve kediler gibi gayet uyumluyuz. Onlar kadar da iyi anlaşıyoruz," dedi ve bir kahkaha daha attı. Miya kimsenin başaramadığını başarıyor, gülümsemesini sağlıyordu. Song bugüne kadar olmadığı kadar mutlu hissediyordu kendini. Bu kadına laf anlatmak bile keyifliydi nedense. Miya onun sınırlarını ve kalbini zorluyordu. Miya'nın kalbinde kendisi yoktu ve bu hiç adil değildi. Song Miya’yı kendine aşık edecekti koymuştu kafaya. Hem öpücüğüne karşılık vermişti, bu da azda olsa kalbinde yeri olduğunu gösteriyordu.
Miya yapılan benzetmeye kahkaha atarken, "bu mevzudaki köpek sen oluyorsun sanırım! Ve sevgilim diyerek kandıramazsın beni!"
Song yaptığı benzetmeye pişman olurken, Miya’yla laf dalaşına girmemeyi hafızasının en önemli belleğine kaydetti. Onun kadar konuşkan değildi ve onun kadar kelime haznesi yoktu. Miya’ya yetişmek imkansızdı. Lafı gediğine oturtuyordu.
"Geçiş izni alamadık ama sevgilimsin hanımefendi! Bir şey hissetmediğini söyleme!" diyerek suratını sallandırdı. Dudaklarını da büzerken kendini sokakta kalmış kedi moduna soktu. Miya'ya bu numaralar sökmese de o dudakları öpme isteğini bastıramadı ve bir buse kondurdu. Geri çekileceği sırada Song daha tutkulu bir şekilde kendine çekti kadını. Ve Miya'nın dudaklarına okkalı bir öpücük kondurdu.
Miya hızla göklere yükselirken, ani bir şekilde yere çakılmış gibi hissetti kendini. Gözlerini zorlukla açtı ve dudaklarına veda eden dudaklara baktı. Song Miya'ya bakarken kahkahasına engel olamadı. Şekeri elinden alınmış çocuk gibi duruyordu şuan. Asıl konuya gelerek, "Sevgili konusu hallolduğuna göre senin şartlarını öğrenebilir miyim?" diyerek müzakere konusunun bir yenisini daha ortaya döktüler.
Miya’nın gelen soruyla keyfi yerine gelmişti. Song burada yaşamasını istediğine pişman olacaktı biliyordu ama niyeti adamın hayatına çeki düzen vermekti. Hazır Miya gibi birine kalbini açmışken hayatına da renk gelse fena olmazdı. Hem bu evin kasvetli havası Miya’yı boğuyordu. Sevmiyordu matem renklerini. Hayat renklerle güzeldi. Hem belki Song’da hayatın renklerine alışır, daha makul, daha sıcak, daha sevecen bir adam oluverirdi.
"Birincisi artık burada yaşadığıma göre evi kendi zevkime göre döşemek istiyorum. Burası ruhumu daraltıyor," dedi. Gerçekten de ruhu daralıyordu. Her yer siyah ve griydi. Aradaki beyazlar bile kasvetli havayı dağıtmaya yetmiyordu.
Song kaşlarını çatarken kabul etmekten başka çaresi yoktu. Miya’yı hayatında istiyorsa ve onu kendine aşık etmeye çalışacaksa şartlarının kimini kabul etmeliydi. Miya burada yaşamayı kabul ettiği için evi düzenlemesine izin vermeliydi. Çünkü ancak o şekilde burada rahat edebilirdi.
"Pekala! Bunu kabul edebilirim. Başka bir şey var mı?" dediği an Miya atıldı.
"Tabi ki var benimle hergün pastaneye gelecek ve yeni bir meslek öğreneceksin!" dediği anda Song bir kahkaha attı. Miya oldukça komik şeyler söylüyordu. Miya resmen kendisi ile dalga geçiyordu. Hırsla Miya'ya baktı.
"Tanrı aşkına! Sen ne saçmalıyorsun. Ne pastası, ne mesleği! Aklın bunu alıyor mu? Ben kumarhaneler sahibi, millete bir bakışıyla üç buçuk attıran Song pasta yapacak. Dalga geçmeyi kes!"
Miya'da sinirlenmişti. Song'a bakarak ayağa fırladı. Bir oturup bir kalkmaktan başı dönmüştü.
"Lanet olsun! Niye dalga geçeyim! Ya kabul edersin ya da ben defolur giderim!" diyerek bitirdi sözlerini.
Song öfkelenmeye başladığını hissediyordu. Miya mantıklı düşünmüyordu.
"Defol o zaman!" diyerek kapıyı gösterdi.
Miya hırsla kapıya yöneldi. Kapıyı açarak, "bu lafı sana yedireceğim! Sana yemin ediyorum," diyerek öfkeyle evden çıktı. Her şeyi kabul etmişti de neden buna razı olmamıştı. O kadar imkansız bir şey istememişti sonuçta.
Song sinirle ortadaki sehpaya bir tekme attı. Cam tuzla buz olurken kalbi de aynıydı. Kalbi acıyordu ilk defa. Çok farklı bir acıydı bu. Evden aceleyle çıktı ve pastaneye doğru koşmaya başladı. Ne vardı sanki pasta yapmayı öğrense! Öğrenmekle meslek değiştirecek değildi ya! Hem Miya’yı ancak yakınında olursa koruyabilirdi. Miya'ya yetişti ve arkadan sarıldı. Sesi çok hüzünlüydü.
"Özür dilerim! Çok özür dilerim. Bir an sinirlendim. Gözüm döndü, lütfen hadi gel!"
Miya hırsla geri çekildi ve Song’u itti. Adama hala öfkeliydi. Resmen evinden kovmuştu. Hem kalmasını istiyordu, hem de kovuyordu.
"Lanet olsun! Çift karakterli misin sen! Bir öyle bir böyle! Asıl sen dalga geçiyorsun benimle," diyerek öfkeyle konuştu.
Song, Miya’nın çenesini tutup gözlerine bakmasını sağladı. "Tamam haklısın! Sende hak ver bana, bir an şaşırdım. Tamam bu şartında kabul. Ama daha fazla zorlama beni!" diyerek Miya'nın ellerine uzandı.
Miya yaptığı blöfün işe yarayacağını zaten biliyordu. Göklerden yerin dibine bakar gibi kaldırdı başını. Song’un böyle kendisi için sözlerini yutması ruhunu okşuyordu. Kimseye baş eğmeyen adam, onun önünde süt dökmüş kedi, avını kaptırmış aslan gibiydi.
"Tamam peki madem! Anlaştık bir daha bu kadar anlayışlı olmam," diyerek de kendi gururunu kendi okşadı.
Song'un kafasındaki planlar farklıydı aslında. Niyeti Miya'yı çileden çıkarıp, lafını yedirmekti. Ama bunun olmayacağını er ya da geç anlayacaktı. Beraber eve yönelirken de aklına çoktan planlar koymaya başladı.
Miya onu delirtebiliyorsa, o da Miya'yı deli edebilirdi. Ve bundan çok zevk alacağı şu anki sinsi bakışlarından da gayet net anlaşılıyordu. Miya’yı onun silahıyla vurmaya kararlıydı. Şimdilik uysal davransa da elbette fırsat kendisine geçecekti. Şimdilik Miya’yı yanında tutması yeterliydi.