6.Bölüm

2188 Words
Song yirmi dakikadır sesi çıkmayan kıza baktı ve uyuduğunu gördü yoksa susmak kesinlikle bu kıza göre değildi. Bunu çoktan anlamıştı. Miya gerçekten konuşmayı seviyor ve hiç susmuyordu. Sessizce bir iç çekti. Hayatından çok kadın gelip geçmişti ama hiç bu kadar konuşanına denk gelmemişti. Fazla meraklıydı, fazla bilmişlik taslıyordu ve fazla güzeldi. Arabayı villanın önüne park ettikten sonra bir süre genç kızı izledi ve usulca arabadan çıktı. Her ne kadar silahı eline alıp adamlara göz dağı verdiyse de oldukça korktuğunu düşünüyordu. Bu deli cesareti bu yaşına kadar başına nasıl iş açmamıştı hayret etti. Miya’nın olduğu tarafa yönelip kapıyı açtı ve kemerini çözdü. Ardından bir yerine zarar vermemeye dikkat ederek kucağına aldı. Güzel uykusundan uyandırmak istemedi. Villaya yöneldi ve en üst kata, alt kattan ayrı olarak ev haline getirilmiş kapıya yöneldi. Villanın en alt katı kumarhane olarak tasarlanmıştı. Bu tarz bir evde kumarhane oynatıldığını çoğu kişi düşünmezdi,  fazla dikkat çekmezdi. Uzun arayışların sonunda karar vermişti burayı almaya. Anahtarla kapıyı açtıktan sonra kendi odasına giderek Miya’yı usulca yatağına yatırdı. Bir süre uyuyan genç kızı izledi. Neredeyse kaşlarına değecek olan kirpiklerini, küçük burnunu ve pürüzsüz tenini. Bir süre sonra dudaklarında takılı kaldı, düşünmek istemez gibi sertçe kafasını iki yana salladı. Odadan sessizce çıktı. Çünkü biraz daha kalsa kendini tutamayabilirdi. Bu zamana kadar hiç böyle olmamıştı. Hele  de daha iki gün önce bir beraberliği olduysa! Hızla diğer odadaki banyoya girdi. Buz gibi su şuan aklını başına getirecek tek yoldu. Tamam, güzel kızdı ama neden bu kadar etkilendiğini bir türlü anlamıyordu. Etrafında onun gibi hatta ondan daha güzel birçok kadın vardı. Onu bu kadar ilgi çekici yapan neydi? Hem gereksiz uzun konuşmaları başını ağrıtıyordu. Bu uzak durmak için yeterli değil miydi? Su bedenine değdikçe rahatlamak yerine, Miya’nın da yanında olduğunu hayal etmek kafayı yediğinin en belirgin göstergesiydi. Miya yavaşça gözlerini araladı. Oda tamamen karanlıktı. Yataktan usulca kalktı ve yanındaki masa lambasına yöneldi. Nerede olduğunu hatırlamaya çalıştı. Bir süre sonra "Buzlar lordu" dedi olayları hatırlayarak. Merakla bulunduğu odayı incelemeye başladı. Başına gelenlerin meraktan olduğunu bilmesine rağmen kendine engel olamıyordu. Fazla merak elbette iyi değildi ama bulunduğu odayı incelemesi de gerekiyordu sonuçta. Nerede ve nasıl bir yerde olduğunu bilmek en doğal hakkıydı nihayetinde. Geniş bir yatak, yatağında kenarında küçük bir komodin, giysi dolabı ve lcd ekran vardı. Odanın rengi ona göre fazla cansızdı. Sadece gri, siyah ve beyaz tonlar hakimdi. "Klasik erkek!" diye geçirdi içinden. Erkekler neden bu kadar sade renklere meraklıydı bilmiyordu. Hayatları fazla kasvetliydi muhtemelen. Aradaki beyaz renkler biraz da olsa odaya bir hava katmıştı. Buzlar lordundan da daha renkli bir oda beklemezdi doğrusu. Adamın kendisi griydi. Odasına yeşil renk koyacak değildi ya! “Klasik erkek,” diye seslice söyledi tekrar. Ardından düşüncesine kendi kendine güldü. "Klasik erkek mi? Aman tanrım! Onu kategorize etmek, pembe kar yağması gibi bir şey. İmkansız!" dedi homurdanarak. "Yunan tanrısı gibi!" diye düşündü ardından. Usulca odadan çıktı ve bulunduğu evi gezmeyi başladı. Mutfağı bulmak istiyordu. Dili damağı kurumuştu susuzluktan. Salon olduğunu düşündüğü odaya gelmişti ki mutfağı da gördü. Amerikan mutfak tarzı yapılmıştı. Dolaba yöneldi ve bir şişe su alıp bardakları bulduktan sonra suyunu içti. Rahatlamıştı. Bu kez meraklı gözleriyle salonu incelemeye başladı, gri ve siyah renklerde son moda koltuk takımı, yine bir tv ve siyah mobilya tv ünitesi. "İç karartıcı, kendi dünyası gibi!" diyerek söylendi. "Dünyamı ne çabuk keşfettin!" Duyduğu sesle yerinden sıçradı. Arkasını dönmesiyle karşısındaki üstü çıplak adamı gördü. Nefesinin kesildiğini hissetti. Tükürüğü boğazında takılı kalmıştı. Seslice yutkundu. İçindeki ergene engel olamıyordu. Meraklı gözleriyle bu kez karşısındaki adamı incelemeye başladı. Eşofman takımının alt kısmını giymiş üstünü giymeyi unutmuştu galiba. Üst kısmı tamamen çıplaktı. Hadi eşofman üstünü giymedi, insan atlet olsun giymez miydi? Adamın kaşları ben buradayım diye bağırıyordu. Pürüzsüz teni Miya’yı başka, bambaşka alemlere götürmüştü. Tekrar, istemsizce yutkundu. Bu adamı evine evcil hayvan olarak alabilirdi. Ya da bir heykel olarak. İkisi de olurdu. Miya ikisine de razıydı. "Göz banyon ne zaman bitecek?" duyduğu sesle adamın gözlerine baktı. "Görülmeye değer bir şey olduğunu sanmıyorum buzlar lordu!" dedi ve sustu. Yalandan kim ölmüştü! Adama çaktırmadan dilini ısırdı. Yalan söylediğini anlamasa iyi olurdu. Song aldığı cevapla öfkelendi. Oysa daha farkı cevaplar bekliyordu. Kesinlikle yalan söylüyordu. Usulca, avına yaklaşan bir aslan misali Miya’ya doğru yürüdü. Genç kızı kendine çekti, bedenine yapıştırdı ve bir elini beline, diğerini yanağına koydu. "Pekala," dedi boğuklaşan sesiyle, "o zaman bu yapacağım şey seni hiç etkilemez!" diyerek Miya'nın dudaklarıyla dudaklarını buluşturdu. Aşk hiçbir zaman ben geliyorum demez. Mantığınız hayır dese de kalbiniz yalnızca o kişiyi ister. Aşk sınır tanımaz hiç bir zaman. En olmadık kişiye tutsak eder sizi! Hayatınızın bunu kaldıramayacağını bile bile! Song yapıştığı dudakları aralamaya çalışırken, Miya hiç bir tepki vermiyor, dahası vermemeye çalışıyordu. Song'u ne itti ne de karşılık verdi. Karşısındaki adam ısrarla dudaklarını aralamaya çalışırken, o adeta cansız bir manken gibiydi. İçinde kıyametler kopuyor, lavlar patlıyordu ama direnmeye çalıştı. Song kendisine tepki vermeyen dudaklardan ayırdı kendini ve kendisine bakan gözlere odaklandı. Miya bakışlarını buzlar lorduna dikti. "Haklısın buzlar lordu hiç etkilemedi," dediği ve daha önce attığı tokattan daha okkalı bir tokat attı. Adamın dizine de bir tekme atıp tatmin olmuş bir şekilde gülümsedi. "Bir daha tokat atarsam öldürecektin beni! Eee neyi bekliyorsun?" Song Miya tarafından ikinci defa böyle bir duruma maruz kalmıştı. Genç kızın eli de bayağı ağırdı yani. Yanağı sızlarken kadının dudağının yanında bir morluk dikkatini çekti. Elini oraya götürerek, "Bu nasıl oldu? Ben yapmış olamam değil mi?" Sesindeki öfkenin sebebi neydi emin olamadı. Tokada mı yoksa ona zarar verme ihtimaline miydi emin değildi. Miya Song denen odundan böyle bir tepki beklemediği için şaşırdı. Kalbi hızlanmaya başladı. Bu adam gün geçtikçe şefkat yumağı oluyordu. Derin bir nefes alıp kendini sakinleştirmeye çalıştı. Çünkü adama ahtapot gibi yapışmamak için kendini zor tutuyordu. Dediği cümleleri yeni idrak ederken söylememesi gereken bir şey çıkmıştı ağzından. "Şey o mu? Adamların birine tokat atmıştım, oda bana geçirdi bir tane! Ondan olmuştur sanırım." "Nee! Sen ne saçmalıyorsun!" Miya Song yüzünden kaçırıldığı için öfkesi aklına yeni gelmiş gibi, "saçmalayan benim öyle mi? Senin yüzünden kaçırılıyorum. Ne alakam varsa, biraz daha gelmesen bok çukurunu boyluyordum öküz herif." diyerek çemkirmeye başladı. Geç bile kalmıştı aslında. Nasıl da unutmuştu başına gelenleri! Song ona farkında olmadan her şeyi unutturuyordu. Song ise o an başka boyutlardaydı. Öfkesi tekrar alev alırken Miya'yı duymuyordu bile. "Sen evden dışarı çıkmıyorsun! Ben hemen geleceğim ve seninle konuşacaklarımız var. Sakın sözümü çiğneme!" dedi ve tek bir kelime daha etmeden, Miya'nın konuşmasını beklemeden hızla aşağı kata yöneldi. Kapıyı kitlemeyi unutmamıştı. Bu kız manyaktı ve sırf çıkma dediği için çıkabilirdi. Song öfkeyle Woo'yu yanına çağırıp adamları kitledikleri en alt kata yöneldi. Adamları fena benzetecekti. Miya'ya olan öfkesini de onlardan çıkarabilirdi. Miya giden adama, dahası kendine emirler yağdıran bu odunun arkasından bakakaldı. Eline geçirdiği minderi kapıya fırlatırken "lanet buzlar lordu! Orman kaçkını öküz! İnsan böyle bırakılır mı?" diye arkasından söyleniyordu. Bu lanet herif sinirlerine hiç iyi gelmiyordu. Kendi gibi karanlık evinde tek bırakmıştı Miya'yı. Kapıya kadar gidip açmaya çalıştı. Kilitli olduğunu anlayınca daha çok öfkelenmişti. "Gel bakalım buzlar lordu, sorarım ben bunun hesabını!" diyerek kafasında planlar kurmaya başlamıştı bile. Song depoya indiğinde başlarındaki kişiye yöneldi ilk önce. Adamın yakasına yapıştı, "Söyle pislik herif sen mi el kaldırdın benim kadınıma!" Kadınım, Song ağzından çıkan kelimenin farkında bile değildi. Miya duysa bu cümleyi, "nereden senin kadının oluyorum. Odun herif!" diye söylenmeye başlardı. Adam korkudan cevap bile veremezken hızlı bir ölüm diliyordu. Song adama bir yumruk geçirdi, diğer adamlar korku dolu gözlerle bakarken adamın gırtlağını sıktı. " Bu odadan ölünüz çıkmadan söyleyin!" diye adeta ateş püskürdü. Adam nefes bile alamazken "Ben. ben değilim!" diye adeta zorlukla konuştu. Song bir yandan adamı bir duvardan, diğerine fırlatırken öfkeyle konuştu. "Hangi it el kaldırdı, konuşun pislik herifler!" diye buz gibi sesiyle konuştu. Adamlardan biri korkuyla, "Affedin! Bağışlayın lütfen!" dediği anda Song Woo'ya bir bakış attı. Woo aldığı işaretle baltayı Song'a uzattı. Song eline aldığı balta ile konuşan adama yöneldi. *** Miya evden çıkmanın yollarını ararken odaları inceliyordu. Odada balkonun yan tarafında bir pencere vardı. Aşağı kata açıldığı belliydi. Balkondan bir kedi misali alt kata inmeye çalıştı. Ayağı boşluğa geldiği an ufak bir çığlık attı. Ayağını pencerenin mermerine dayadı. Pencerenin camına ayağındaki topukluyu hırsla geçirdi. Cam kırılmazken pencerenin hafif aralığı tamamen açıldı. "Ah! Bazen beyin yerine saman taşıyorum." Kendi cümlesine kendi kahkaha patlattı. Camdan usulca içeri süzüldü ve kimseye görünmeden aşağıya doğru inmeye başladı. Kumarhane bölümüne geldiği an dondu kaldı. Demek ki burada bu işleri yapıyordu. Boşuna mafya kılıklı değildi demek ki! "Pislik herif!" diye söylendi. Çıkışı bir türlü bulamıyordu. Merdivenlerden aşağı inmeye devam etti. Bir an önce bu lanet yerden kurtulmak istiyordu. Kendini mafya dizilerindeki kumarhanelerde hissetti. Her an beynine bir silah dayanma korkusu yaşıyordu. Derin devlet, uyuşturucu taciri ne ararsa bulurdu burada. Aynen böyleydi düşünceleri. Derken bulunduğu kattan sesler duymaya başladı. Sanki birinin boğazına öküz oturmuştu. Sesleri duyduğu yere yöneldi. Dışarıda bir adam vardı, onu oradan uzaklaştırması gerekiyordu. Adamı nasıl uzaklaştıracağını düşünürken adamda içeri girdi. Ve kendisi de usulca oraya yöneldi. Song adamın üstüne baltayla yürüdü. Niyeti korkutmaktı. Adam öyle bir korktu ki daha üstüne varmadan yere yatıp inlemeye başladı. Miya dehşetle içerideki manzaraya bakakaldı. Miya ilk yerde inleyen adama ardından Song'a baktı. Song’un elindeki baltayı görünce gözleri kocaman açıldı. "Katil!" diye haykırdı. Ardından gözleri karanlığa teslim oldu. Song duyduğu sesle neye uğradığını şaşırırken, Miya çoktan bedenini karanlığa teslim etmiş yere serilmişti. Song kendine gelip Miya'yı kucağına aldı ve Woo'ya döndü. "Sıkın kafalarına!" diyerek üst kata, evine yöneldi. Miya'yı yine kendi yatağına taşıdı ve yatırdı. Hala aklı almıyordu, bu kadın kilitli kapıdan nasıl çıkmıştı. "Seninle çok işim var baş belası" diye söylendi. Daha yarım saat önce öptüğü dudaklara kaydı bakışları. Kendisine karşılık vermeyen dudaklara. *** Miya yavaş yavaş kendine gelirken, Song'da yatağın ucunda oturuyordu. Gözlerini usulca açtı, etrafını taradı hemen ve Song'u gördüğü an yataktan fırladı. "Sen nasıl bir adamsın! Lanet olsun benim burada ne işim var? Bir an önce defolup gitmek istiyorum," diyerek kapıya yöneldi. Fakat kolunu tutan elle olduğu yere çakıldı. "Bırak kolumu ahtapot kılıklı!" Song kadını incelemeye başladı. Bu kadar cesaretli bir kadından böyle bir tepki beklemiyordu. "Lanet olsun Miya! Sana vuran adamı tebrik mi etseydim birde?" Miya gelen soruyla adama baktı. "Ne yani bir tokat yüzünden, elini kestin diye teşekkür mü bekliyorsun? Tanrı aşkına nesiniz siz?" “Elini kesmek mi? Saçmalama Miya! Baltayı korkutmak için tutuyordum.” “Ama inliyordu!” “Ödlekler öyle oluyor işte!” Song kadının yüzünü ellerinin arasına aldı. Anlamasını ister gibi tane tane konuştu. "Bir defaya mahsus sakince konuşalım. İçeriye geçelim," diyerek elini tuttu ve salona doğru yürümeye başladı. Miya adamın elinden elini çekti. "Tamam konuşalım, elime yapışmana gerek yok." Song derin bir nefes çekti ve yürümeye devam etti. Şimdi ikisi de salondaki koltuklarda, ellerinde kahve oturuyorlardı. İkisi de birbirinin gözlerine bakarken dünya barış anlaşması yapacak moda girmişlerdi. Dışarıdan gören tarihi, diplomatik, fizyolojik bir süreçte sanırdı ikisini. Fakat konuları ne devletti, ne millet. Onlarınki olsa olsa kutupların ekvatorla arasındaki uzaklık, iki zıt kutupların birbirini nasıl çektiği olurdu ancak. Birbirlerinin iyonlarını, nötronlarını ve protonlarını hesaplamak, ayırmak ve çıkarmak olabilirdi. Şu kadar nötron bu kadar proton çeker, iyonlar araya girerse yeni bir kargaşa ortaya çıkabilirdi. Hatta bu kadere isyan eder, ne kadar kimyacı varsa dünyadan kaldırmayı bile düşünebilirlerdi. Miya Song'un bir türlü ağzını açmayacağını anlamıştı. "Evet buzlar lordu seni dinliyorum," diyerek söze başladı. Song ilk önce en önemli konuya açıklık getirmek ister gibi, "öncelikle bundan sonra bu evde yaşayacaksın ve pastaneye gitmeyeceksin!" diyerek bombayı patlattı. Miya'nın suratı şekilden şekle girerken, hışımla oturduğu yerden kalktı. "Bu da ne demek? Kocam oldun da haberim mi yok! Ne hakla bana emir veriyorsunuz?  Ben senin altında çalışan öküzlerinden değilim. Senin gibi insan kasabı olmaya niyetim yok." Song Miya'nın sakinleşmesini bekledi. Ama bu Kuzey ve Güney Kore'nin barışması kadar imkansızdı. Miya'yı kolundan tuttuğu gibi yanına oturttu. "Senin kocan değilim ama beni dinlemek zorundasın. Yoksa seni kilitlemekten asla çekinmem. Düşmanlarım bir kere seni kaçırmaya yeltendi. Ve diğerleri de bu işe kalkışacak, O yüzden gözümün önünden ayrılmayacaksın. Anlaşıldı mı?" diyerek kadını ikna etmeye çalışıyordu. "Senin karanlık düşmanlarından bana ne be adam!" diyerek öfkeyle adama baktı. "Anlamıyor musun? Beynin nasıl çalışıyor senin! Sana değer verdiğimi anladılar bir kere! Rahat bırakmazlar." Song hala konuşmaya devam ederken, Miya "sana değer verdiğimi anladılar," lafında takılı kalmıştı. "Bana değer vermek mi?" dediği an göz göze geldiler. Song Miya'yı ikna etmeye çalışırken ağzından çıkan lafları yeni idrak etmişti. Miya'nın söylediği sözle göz göze geldiler. Bazen yüreğimizden geçen dilimize vurur. Söz ağızdan çıkınca geri dönüşü yoktur. Song ve Miya göz göze geldiklerinde bir müddet birbirlerinin gözlerinde kayboldular. Okyanusun derin sularındaymış gibi gözlerindeki derinliklerden birçok duyguya şahit oldular. Kendine ilk gelen Miya oldu ve bir kahkaha patlattı. Söyledikleri kahkahalarından dolayı anlaşılmıyordu. "Sen. Buzlar lordu. Bana ha. Laflar kraliçesi Miya'ya değer veriyorsun. Hahaha. Ay hiç güleceğim yoktu!" diyerek karnını tutmaya başladı. Song Miya kahkaha attıkça, öfkesi yüksek ateşin üstündeymiş gibi kaynamaya başladı. Kendi kendini sakin olmaya ikna ederken Miya hala konuşmaya devam ediyordu. Zaten ne zaman susmuştu ki! Miya bir anda gülmeyi kesip Song'un gözlerine baktı. "Sen kimsin de bana değer veriyorsun? Katiller kimseye değer vermez. Hele benim, ormanların bağrından kopup gelmiş mafya babasıyla hiç işim olmaz!" diyerek oturduğu yerden kalktı ve sözlerine devam etti. "Şimdi beynindeki saçmalıkları çöp kutusuna boşalt ve kapıyı aç! Evime gitmek istiyorum," diyerek bitirdi sözlerini. Song o kadar çok sinirlenmişti ki gözleri karşısında kimin olduğunu unutmuş gibi, bütün gücüyle kadının kolunu sıkmaya başladı. "Beni delirtme Miya. Tanrı şahit olsun bodruma kilitlerim seni. Şimdi o bitmek bilmeyen konuşmaları kes ve adam gibi otur şurada!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD