Miya yüzünden gözü o kadar dönmüştü ki aklından çıkmaz olmuştu. Yanında, dahası yatağında başka bir kadın varken bile onu düşünüyordu. Kendine bir küfür savurdu. Hırsla yataktan kalktı, apar topar üstünü giyinip yataktaki kadına bakmadan evden çıktı. Arabasının önüne geldiğinde bir tekme savurdu. Miya denen kadın nasıl bir büyü yapmıştı acaba? Bu büyüden kurtulmanın bir yolu yok muydu? Yağmur sayesinde sırılsıklam olmuştu.
"Lanet olsun Miya çık artık aklımdan!" diye söylenmeye başladı. Kolay değildi, onun gibi karakterde bir adam için bu kadar çaresiz kalmak. Kendini Avrupa birliğine giremeyen ülkeler kadar çaresiz ve umutsuz hissediyordu. Sokakta köpekler tarafından saldırıya uğramış bir kedi kadar güçsüzdü. Gözlerini kapattığında Miya’nın gülümseyen yüzü gözlerinin önüne gelince daha da sinirlendi. Nasıl oluyordu da bir defa gördüğü bir kadın aklını bu kadar meşgul edebiliyordu?
Ağzına gelen bütün küfürleri söyleyerek arabaya binip gaza bastı. O kadar çok sinirliydi ki kendine, önüne çıkanı gözünü kırpmadan öldürme potansiyeline sahipti. Resmen kanı kaynıyordu öfkeden.
Arabayı direkt villaya sürdü. Şu saatlerde yoğun olması gerekiyordu. Belki dövecek, sinirini çıkarabilecek birini bulabilirdi. Umutla arabayı villaya sürdü. Kendine neyin iyi geleceğini çok iyi biliyordu. Dövülecek, kemikleri kırılacak, ağzı burnu yer değiştirilecek bir adam. Ancak böyle rahatlayabilirdi. Fakat işyerinde onu kötü bir sürpriz bekliyordu. Başına gelecekleri bilseydi belki de villaya bu kadar hızlı gitmezdi.
Hayat ona yepyeni sıfır kilometre oyunlar hazırlamıştı. Her zaman şans bir kişinin yanında olmuyordu. Villaya geldiğinde aracı garaja park edip içeriye yöneldi. Bayağı yoğun bir akşamdı. Yanına sağ kolum dediği adamı geldi.
"Patron ofise gelmeniz gerekiyor," dedi.
Song dövülecek, hile yapan biri olduğunu düşünürken keyiflenip odaya yöneldi. Beraber içeri girdiklerinde odanın boş olduğunu görünce başka bir sorun olduğunu anladı.
"Sorun ne Woo?" Bakışlarını merakla adamına çevirdi.
Adam masanın üstünde duran, üç saat önce gelmiş olan zarfı uzattı. Song hiç bir şey anlamamıştı ama uzanıp zarfı aldı. İçinden bir ses zarfta olanların hoşuna gitmeyeceğini fısıldıyordu. Merakla zarfı açtı. İçinden bir cd, bir de not yazılmış kağıdı gördü. Cd'yi masanın üstüne koyup, kağıdı açtı.
Song intikam vakti geldi. Beklemelerim boşa çıkmadı. Çok güzel bir kadın seçmişsin kendine. Senin gibi adama uzaktan izlemek hiç yakışmıyor doğrusu. Biraz da biz izleyelim dedik. Şimdi cd'yi izle. Yarın bir yenisi daha gelecek. Umarım rahat durursun, yoksa sevgilin için hiç iyi olmayacak!
Song sinirle notu buruşturup odanın bir köşesine fırlattı. Hemen cd'yi alıp Woo'ya uzattı.
"Çabuk tak şunu!"
Korktuğu başına gelmişti. Nerede ve nasıl olduğunu bilmiyordu. Öfkeden bütün vücudu titriyordu. O cd'de neler olduğunu görmesi gerekiyordu. Öncelikle onu izlemeliydi.
Woo cd’yi takarken gözleri, Song’un gözleri dev ekrandaydı.
Ve ekranda onun yüzünü gördü. Oda karanlıktı ama Miya'nın yüzü belli oluyordu. Öfkesi kat ve kat artarken Miya'nın kurtulmak için nasıl çabaladığını içi acıyarak izledi. Yumruklarını sıktı. Kan dolaşımı hızlandı. Miya’nın bin bir çabayla iplerden kurtulduğunu gördü. Kapıya gidişini ve çaresiz pencereye yönelişini fark etti. Daha sonra oda aydınlandı. İçeriye giren beş adamı ve Miya’nın adamları gördükten sonraki surat ifadesini öfkeyle izledi. Ve dev ekran karardı.
Sinirle yumruğunu masaya geçirdi. O adam kimdi henüz bilmiyordu. Ama öldürecekti o adamı. Bulduğunda zevkle bütün vücudunu parçalara ayıracaktı. Miya şimdilik iyi gibiydi. Ama o adamların odaya neden girdiğini kestiremiyordu. Tek kişi değillerdi üstelik. Beş herifin o odaya ne amaçla gireceğini düşünürken, aklına gelenler dünyayı küle çevirme isteğini artırıyordu. Masanın üstünde ne var ne yoksa bir hamlede yere fırlattı. Sandalyeyi iki elinin arasına aldığı gibi duvardaki dev ekrana indirdi. Oda savaş alanına dönmüşken Woo patronunu sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama bir işe yaramadığı su götürmez gerçekti. Woo, o kadını vurulduğu gün bahçede görmüştü. Güzel, alımlı bir kadındı. Fakat patronu ile bu kadının arasında ne olduğunu bilmiyordu. Şuana kadar! Çünkü patronunu ilk defa böyle görüyordu. Evet, çoğu zaman öfkeli ve sinirli bir adamdı. Ama Lia kaçırıldığı zaman böyle tepki vermemişti. Az çok tahmin edebiliyordu.
Song bir türlü öfkesine hakim olamıyor, dahası kafasını toplayıp plan kuramıyordu. Bir an önce Miya'yı kurtarmak ve o adamın kellesini vücudundan ayırmak için büyük bir haz duyuyordu. Woo'ya emirler yağdırmaya başladı. Bu gece bulunacaktı o adamlar. Başka türlüsünü kabul etmiyordu. Adamları çoktan harekete geçmişti bile. Kendisi de işin başındaydı. Kimseye güvenemezdi böyle bir durumda. Ya da bir şeyler yapmak içindi tüm çabası! Kendine kızıyordu aslında. Onu izlemeye gitmese bunlar olmayacaktı.
"Ne olur dayan Miya!" diye sık sık tekrarlıyordu cümlesini.
***
Miya odaya giren adamları görünce küçük dilini yuttuğunu düşündü bir an!
Geri geri gitmeye başladı. "Hey! Siz kimsiniz orman kaçkınları?" diyerek cevap alma umuduyla sorusunu yöneltti.
Aslında adamlar sadece kamerada gözükmek için girmişlerdi odaya, Song'un delireceğini çok iyi biliyordu başlarındaki kişi. Kızı biraz korkutmak için üstüne üstüne yürüyüp bir kahkaha patlattılar.
"Aman! Ne komik!" diye inledi Miya. Adamların kahkahası midesini bulandırdı. Ne iğrenç varlıklardı bunlar. Adamların bir kahkaha daha atıp odadan çıkışlarını izledi. Ne diye gelmişlerdi, ne diye gitmişlerdi? Miya hiçbir şey anlamadı. Neden burada olduğunu hala anlayabilmiş değildi. Kimsenin kedisini ezmemiş, köpeğine hoşt dememişti. Kendi halinde, biraz fazla düşük çeneli ama işinden başka bir şey ile ilgilenmeyen biriydi işte.
"Pislikler" diye bağırdı arkalarından. "Tanrım lanet olsun! Ne istiyor bu manyaklar benden?" diyerek inledi. Kalktığı sandalyeye dönüp tekrar oturdu. Yapacak bir şey yoktu en azından adamların keyfini oturarak bekleyebilirdi.
***
Sabah olmuştu sonunda. Song her geçen saat daha çok öfkelenirken Miya bütün gece gözünü kırpmamıştı. Plan düşünüp duruyor ama beyni ilk defa bir çare bulamıyordu. Zorlu bir gün bekliyordu ikisini de.
Kaçıran kişi izlediği kameraya kahkahalar atarak bakarken "asıl oyun şimdi başlıyor!" diyerek adamını çağırdı yanına. Gerekli talimatları verdikten sonra kameraya dönüp keyifle arkasına yaslandı.
"Biraz eğlence zamanı küçük hanım!" diyerek ekrana yoğunlaştı. Adamları içeriye girmişlerdi.
Miya kaçma yolları düşünürken kapının sesini duydu. Oda aydınlıktı, güneş çoktan doğmuştu. Yine içeriye beş kişi girmişti.
Öfkesine hakim olamayıp "yine ne istiyorsunuz lanet herifler! Bırakın beni!" diye bağırdı.
Adamlar onun üstüne doğru gelmeye başladığında sandalyeden kalktı. "Yaklaşmayın!" diye çaresizce konuştu. İşe yaramayacağını anlamış gibiydi. Geri geri gitmeye başladı, sırtında soğuk duvarı hissedince kaçacak yeri kalmamıştı. Adamların beşi de karşısında kahkaha atıyordu.
"Nereye küçük hanım! Biraz eğleneceğiz sadece. Kaçma sende keyfini çıkar," dedi içlerinden biri.
Miya tiksintiyle adama baktı ve tam önüne geldiğinde konuşan adamın yüzüne tükürdü. "Pezevenk herif! Kendi kendini becer! Şerefsiz," diyerek bir de yumruğu geçirdi adama.
Karşısında tek kişi olsa kolaylıkla başa çıkabilirdi. Fakat beş kişiden kurtulmak Miya'nın harcı değildi. İki adam kolunu tutarken yumruğu geçirdiği adamdan güçlü bir tokat yedi. Ağzına kan tadı dolarken nefretle baktı hepsine. Kurtuluşu yok gibiydi. İçinden Tanrı'ya yalvarırken tek umudu buradan kurtulmaktı. Ölse bile kimsenin dokunmasını istemiyordu vücuduna.
"Öldürün beni!" diye bağırdı en yüksek sesiyle.
"Lanet olsun size! Öldürün diyorum!" derken kaçacak yeri kalmamıştı.
***
Song gelen telefonla silahını beline taktığı gibi arabasına yöneldi. Verilen adrese doğru hızla gidiyor, bir yandan da "Dayan Miya! Ne olur Dayan!" diyerek Tanrı'ya dua ediyordu.
Song lanet kaderine hem isyan ediyor, hem de babasına lanet ediyordu. Annesi de bu pis işler yüzünden hayatından olmamış mıydı? "Lanet olsun! Tanrım bana yardım et!" Son hız gaza bastı. Kaybedecek bir saniyesi bile yoktu. Adamları arkasından onu takip ederken gaza yüklendikçe yükleniyordu. Miya’nın iyi olması için dua ediyordu. Ona kendisi yüzünden bir şey olursa dayanamazdı. O gülen dudaklarda şuan tebessüm olmadığını düşündükçe kendisine öfkeleniyordu. Miya’yı oradan kurtaracak, sonra ona bunu yaşatan adamın icabına bakacaktı.
Bir saat sonra adrese geldiklerinde yirmi adamı etrafı sardı. Beş kişi içeriye yöneldiler. Song en önde ilerliyor, her gördüğü kapıdan içeriye dalıyordu. Elinde silahıyla her yeri tarıyordu. Bir yerden ses duydu, hızla oraya yöneldi.
Adamları on adama yakınını etkisiz hale getirmişti. Kaç kişi olduklarını bilmedikleri için her deliği kontrol ediyorlardı. Tek bir kişiyi bile gözden kaybetmemeleri gerekiyordu.
Song ses duyduğu odanın önüne geldiğinde bir tekmeyle kapıyı yere indirdi. Bütün bakışlar ona yönelirken o gördüğü manzara ile donup kalmıştı.
Hani bir söz vardır. "İnsanoğlu elindekinin kıymetini kaybedince anlar!" Boşuna dememişler bunu. Ya kaybedince anlıyoruz bazı şeylerin kıymetini ya da kaybetmeye çeyrek kala! Acaba Miya ve Song'da anlayabilecek miydi?
***
>
Miya üstüne gelen adamlardan ürkmüş fakat hala kurtulmanın bir yolunu arıyordu. İki kolunu tutan adamlar, ayrıca üstüne yürüyen üç adam vardı. Yediği tokat ateş düşürmüş gibi yakıyordu yanağını ama umursamadı. Kurtulmaya çalıştı.
Lanet olası beyni duracak zamanı bulmuştu. Hemen bir şeyler düşünmeye başladı. Yoksa kurtulamayacaktı bu adamların elinden. Kolunu tutan adamın birinin elini ısırdı. Bir tarafı boşta kalınca diğer adama döndü ve gözlerini kapatıp boşta olan ayaklarını adamın en hassas yerine isabet alıp tekmeyi indirdi.
Adam yerinde iki büklüm olup kızın kolunu bıraktı. Diğer adamlar bakakalmışken adamın belindeki silahı çektiği gibi aldı ve alnına dayadı. Adamlar şok olmuş gibi kadına bakarken, patron gördüğü manzara ile önündeki bilgisayarı devirip aşağı kata yöneldi. Bu kızı kaçırmıştı ama öldürecek kadar cesareti yoktu. Öldürmek aklının ucunda bile yoktu demek daha doğru olurdu. Onun tek derdi kaybetmiş olduğu itibarı ve müşteriyi geri kazanmaktı. Odaya hızla dalış yaptı. Adamları komut bekler gibiydi.
"Durun! Salak herifler." diye bağırdı. Canına susamamıştı, bu kadını öldürmek demek Seul mezarlığının manzaralı yerinden bilet kesmek demekti. Ve buna kesinlikle hazır değildi. Song kadar karşısındaki kadının da cesaretli olduğuna kanaat getirdi. Nasıl bir işe bulaşmıştı böyle? Niyeti Song ile anlaşmaktı, başına bela almak değil! Adamlarının bulunduğu yere doğru yürüdü.
"O elindeki oyuncak değil küçük hanım!" diyerek kıza yaklaşmaya çalıştı. Miya silahı hayatında ilk defa eline almış olsa da bu sülükleri kendine yaklaştırmayacaktı.
"Bu öküz çiftliğinin sahibi sen misin?" diyerek odaya son giren adama yöneldi.
Adam küçük bir baş hareketi ile onaylayınca "beni neden kaçırdın? Çabuk söyle!" diyerek başına tuttuğu silahı adama çevirdi ve bir kaç adım daha geri giderek uzaklaştı. Ve sözlerine devam etti.
"Yoksa benden önce sen boylarsın bok çukurunu!" diyerek tek kaşını havaya kaldırdı. Adam kızın korkuyla silahı ateşlemesinden endişe ederek, adamları ile biraz daha uzaklaştı ve cevap verdi.
"Song denen herifle kapanmamış bir hesabımız var!" dedi.
Miya bir iki adım sendeledi "ne!" sözü hayret nidası içinde çıkmıştı ağzından.
"Ben anlayamıyorum. Benimle ne alakası var o buzlar lordunun?" diye bir soru daha yöneltti adama.
Adam kıza cevap veremeden kapı menteşeleri yerinden söküldü.
Song gördüğü manzara karşısında donmuştu. Gülse mi, ağlasa mı bilemedi. Karşısındaki altı adama baktı. Korktukları belliydi ve onların ilerisindeki elindeki silahla Miya'yı gördü. "Bu kadından korkulur," diye düşündü. Beklediği manzara her şey olabilirdi ama kesinlikle bu değildi.
Adamları odaya girdi ve adamları odadan çıkardılar, Song’un özel yerine götüreceklerdi. Song'un güzel planları vardı onlar için. Patron olan adama yaklaşıp güçlü bir yumruk salladı suratına ve tükürür gibi konuştu.
"Seninle özel olarak ilgileneceğim!” dedi ve adamına baş işareti yaparak dışarı gönderdi. Miya ile ikisi kalmıştı odada. Genç kız hala şoktaydı. Song yüzünden kaçırıldığına hala inanamıyordu.
Song temkinle kıza yaklaştı. "Miya elindekini bana ver hadi!" diyerek biraz daha yaklaştı. Miya elindeki silahı daha güçlü tutarak adama yöneltti.
"Hiç sanmıyorum buzlar lordu!" diyerek başını yukarı kaldırdı. Daha sonra silahı adama tutmanın yanlış olduğunu düşündü. Bu adam ölmekten korkmazdı. Aklına gelen en akıllıca şeyi yaparak tekrar kendi kafasına götürdü silahı.
Song kadının ne düşündüğünü anlamaya çalışıyordu. Silahı kendi kafasına tuttuğu anda bir adım attı.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun?" diyerek öfkeli bir sesle konuştu. Kaşlarını çattı, gözleri ateş saçıyordu. Genç kız titremesine engel olamadı. Kendine içinden küfretti. Ne vardı bu adamın bakışlarında bu kadar eriyecek. Kendini toparladı ve gözlerini adama dikti.
"Sorularıma cevap vereceksin!" dedi.
Song karşısındaki kıza baktı. İlk defa korktuğunu hissetti. Ah ne aptal bir kızdı bu! O silahın yanlışlıkla ateş almasından deli gibi korkuyordu.
"Söz veriyorum cevap vereceğim. Gittiğimiz yerde neyi öğrenmek istiyorsan söyleyeceğim ama bırak şu elindeki lanet şeyi!" diye yumuşak bir sesle konuşup kıza yaklaştı. Sert bir adam ne kadar yumuşak olabilirse tabi! O kadar yumuşak konuşmayı denedi.
Miya bir kahkaha patlattı. "Woah! İsteyince ne kadar da sakin konuşuyorsun. Yapma ama sen bu değilsin!" dedi bir kahkaha patlatıp sözlerine devam etti.
"Buzlar lorduna hiç yakışmıyor!" diye adama baktı ve biraz düşündükten sonra silahı başından çekti ve adama uzattı.
Song bir yandan temkinli adımlar atıyor, bir yandan buzlar lordunun ne alaka olduğunu düşünüyordu.
"Söz verdin ona göre! Erkek adam sözünde durur," diyen Miya işini garantiye aldı. Çünkü silahı elinde biraz daha tutsa kolu felç geçirecekti.
Song kıza baktı ve silahı aldı. "Tamam baş belası! Konuşacağız ama buradan çıkınca!" diyerek kızın elini tutarak depodan çıkıp arabasına yöneldi.
İkisi de sakin gözükse de aslında içleri öyle değildi. Hani midesinde kelebek uçuyor derler ya; Miya'nın kelebek falan değil, resmen kutup ayıları tepiniyordu midesinde. Bundan rahatsız olup elini çekti.
Song dönüp soru dolu gözleriyle Miya’ya baktı.
"Yürüyebiliyorum, çekiştirmene gerek yok," diyerek yürümeye devam etti.
Song'un yüzünde bir tebessüm oluştu. Ama tebessümü de esip geçen rüzgar gibi çabucak silinmişti.
O Song'du. Herkesin korktuğu, önünde saygıyla eğildiği, sert ve acımasız Song. Gülmek ona yakışmazdı. Aslında aynaya bakarak bir gülse kendisi bile egoist biri gibi kendi büyüsüne kapılabilirdi. Ama o asla gülemezdi. Önündeki kıza baktı. Onun da hayatını mahvetmişti. Kıza planlarını nasıl söyleyeceğini bilemiyordu. Çünkü bütün düşmanlarının bu kızdan haberdar olduğuna adı gibi emindi. "Bakalım nasıl bir tepki vereceksin baş belası?" diyerek yaklaştığı arabasına yönelip sürücü koltuğuna geçti. Miya'da hemen yan koltuğa kurulmuştu. Otuz altı saattir bir sandalyenin tepesinden sonra bu koltuk ona kuş tüyü yatak gibi gelmişti. Sessizce yol alırken başını cama dayadı. Bedeni kendini uykuya teslim etti.