Song karşısındaki kadının kendine güvenine hayran kalırken sinirleri yatışmış değildi ve lanet olsun bu kadın her dakika daha çok sinirlendiriyordu kendisini. Kötü şeyler yapmamak için kendini sıkıyordu. Miya'dan uzaklaşıp "Defol!! Bir daha da karşıma çıkma," diyerek odanın kapısını çarpıp çıktı.
Miya çarpan kapı sesiyle öfkeden kudurmuş, dahası lafını söyleyememenin verdiği üzüntüyle çantasını aldığı gibi villayı terk etmişti. İçinden Song'a saydırmadan da durmuyordu her zaman ki gibi!
"Bir daha karşıma çıkmaymış! Sanki çok meraklıyım ben sana, yontulmamış odun! Gerizekalı herif ne olacak!" diyerek bir yandan söyleniyor diğer yandan sinirden saçma sapan hareketler yapıyordu. Dışarıdan gören gerçekten ciddi sorunları olduğunu düşünebilirdi. Miya hırsla arabasına binerken Song'da kaldığı odadan yüzünde ufak bir tebessümle onun gidişini izliyordu.
Bu tebessüm gamzesini ortaya çıkarmasa da uzun yıllardan sonra ilk defa tebessüm ediyordu. Bu kadın yıldırım gibi düşmüştü hayatına. Onu daha şimdiden görmek, kavga etmek bile istiyordu. Ama onun iyiliğini için uzak durmalıydı ondan. Yoksa onu da elinden alabilecek düşman kaynıyordu etrafı. Buna izin veremezdi. Dahası kaybetmeye dayanamazdı.
Hani demiş ya bir şair; "Ayrılık ta sevdaya dair! Ayrılanlarda sevgilidir!"
Bu ayrılık belki onlara iyi gelecekti. Yoğun enerjiden uzak, ya mum gibi söneceklerdi yeni yanmaya başlamışken ya da daha çok bağlanacaklardı birbirlerine. Aşk her zaman aynıdır aslında! Aşk aşktır işte! Sadece yaşayanlar ve yaşananlar farklıdır aşkta. Hissettirdiği duygu aynı olsa da her yürek farklı karşılar aşkı. Kimi ölümüne bağlanır, kimi ufak bir tepecikte vazgeçer. Kimi yıllarca acısını çeker, kimi toz pembe bulutlarda mutlulukla yaşar ve kimi yıllarca görür farkına varamaz, kimi de bir bakışla işler yüreğine ektiği aşk tohumlarını.
Miya ve Song zıt kutupların birbirini çekmesi hesabı birbirlerine çekiliyorlardı. Sanki bir zorunluluktu bu onlar için. Yemek ve su gibi!
İkisi de farkında değildi aslında hissettikleri duyguların ya da karmaşıklığını çözemiyorlardı. Belki bu ayrılık ya da yaşananlar gebe olacaktı birbirlerine duydukları derin sevgiyi anlamalarına. Belki de her şey için geç olacaktı!
Geleceğin ne gibi acıları, ne gibi mutlulukları getireceği içinde saklıydı. Onlarda her geçen gün hissedeceklerdi bu karmaşık duyguları.
Aradan bir hafta gelmişti. Bu süre zarfında ne Miya Song’u görmüş ne de Song aklından çıkmayan Miya'yı görebilmişti. Birbirlerine hem yakın hem de çok uzaklardı aslında. İki ayrı kutup, iki ayrı uç nokta gibi!
Miya yine kendini pastalarına, turtalarına vermiş onlarla ilgileniyordu. Biricik müşterileri ve turtaları olmasa kafayı yiyebileceğini bile düşünmüştü. Her geçen gün Song denen herif beynini meşgul ediyordu. Hatta yaralanma için polise gitmeyi bile düşünmüştü sırf onu görebilmek için. Ama aklına sonradan gelen öldürme, yaralama, boğma gibi bir cinayete kurban gitmemek için çok çabuk vazgeçmişti bu fikrinden. Ölmek için henüz erkendi.
Song yeni villasında işlerini oturtmuştu oturtmasına ama aklından çıkmayan kadın yüzünden pimi çekilmiş el bombası gibiydi. Her an bağırabilecek, ortalığı yıkıp dökecek bir sebep buluyordu kendisine. Bir hafta olmuştu Miya’yı görmeyeli ve kahretsin ki o çatlak kadını bir kez olsun görmek istiyordu. Genç kadının başına açacağı dertlerden habersiz villadan çıkıp pastaneyi net görebileceği bir köşe aramaya başladı.
Song en büyük yanlışı işte şimdi yapacaktı. Onu bir kere görmek isterken son kez görebileceğini düşünse o yolu bu kadar istekli gidebilir miydi? Hataların geri dönüşü olmadığı gibi bunun da geri dönüşü olmayacaktı.
Miya kendini izleyen bir çift gözden habersiz pastalarıyla, turtalarıyla ilgileniyordu. Kendi kendine de her zamanki gibi konuşmayı ihmal etmiyordu. Kaç gündür aklında Song'un onu öpmesi ve attığı tokat vardı. Bunu da turtalarına anlatmamak için bir sakınca görmüyordu.
"Nasıl da yapıştı manyak herif dudaklarıma! Hala aklımdan çıkmıyor. On sekizlik ergen gibi hissediyorum kendimi. Lanet olsun!" Karmaşıktı, kafası da duyguları da. Ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Öfke, özlem ve nefret! Bir arada tek bir kişiye hissedilen olağan duygulardı aslında ama Miya'ya göre çok trajedik komedili bir film gibiydi. Aklındaki saçmalıklar yine kahkaha atmasına sebep oldu. "Tanrım! Deliriyorum," diyerek yine bir hafta öncesine gitmişti aklı.
Song gizlendiği ağacın arkasından dükkanı gözetliyordu. Otuz iki yıllık hayatında şu on günde bütün ilklerini gerçekleştirmeye ant içmiş gibiydi. "Yine kendi kendine konuşuyor, dahası kahkaha atıyor," diye söylendi. Song'da kendi kendine konuşmaya başladı. Yaptığının farkına varıp, hırsla saçlarını karıştırdı. Söylenmeye de devam ediyordu.
"Aişş salak kadın! Beni de kendine benzetti," diyerek hışımla ağacın arkasından çıkıp "Tanrım neler yapıyorum ben böyle! " diye kafasında farklı farklı düşüncelerle villanın yolunu tuttu. Yüzünü görmesinin verdiği memnuniyeti şuan ki sinirle fark edecek gibi değildi. Tabi bu sinirle kendisi izleyen gözlerin farkına varamamıştı. Belki biraz ameliyatla sinirleri alınmış olsa bunları yaşamayacaktı.
Miya gelen müşteriye siparişlerini verdikten sonra saatine baktı ve eve gitme vaktinin geldiğine kanaat getirdi. On beş dakikalık etrafı toplama, toz alma faslından sonra çantasını alıp dükkanı kilitledi ve ilerideki arabasına yöneldi. Arabasının kapısını açıp koltuğa yerleşirken ağzına dayanan pamuk onu karanlığa hapsediyordu. Gözlerini açık tutmaya çalıştı fakat başaramayınca kendini kucaklayan karanlığa iyice teslim oldu.
Song başına gelecekten habersiz uzatmalı sevgilisinin yanına gitmek için çoktan yola koyulmuştu bile.
Hayat öyle tuhaftır ki aslında, başımıza nereden neyin geleceğini asla bilemeyiz. İyilik beklerken kötülük, kötülük beklerken iyilik buluruz. Mutluluğa koşarken acıyı, acıyı içimize çekerken mutluluğu soluruz.
Song Miya'ya olan özlemini başka kollarda söndürme telaşına düşmüşken, Miya Song'un aldığı canın bedelini ödemeye gidiyordu.
Hayat romantik komedi de bile adil davranmıyordu doğrusu!.
Song Miya'yı kafasından atabilmek için uzatmalı sevgilisi, uzatmalı değil de ihtiyaç anında uğradığı sevgilisine gidiyordu. O deli kadının kendine büyü bile yaptığını düşünmeye başlamıştı.
Kendi kendine söyleniyor, söylenmeye devam ettikçe sinirleri tavan yapıyordu. Mafya dünyasının sert, acımasız ve gaddar Song'u, adıyla bile çoğu kişiye korku salan bu adam bir kadından kaçıyordu.
"Cadı! Bu kadın kesinlikle bir cadı! O lanet dükkana hiç gitmemeliydim. Lanet olsun. Aslında bu dünyaya bile gelmemiş olmalıydım," kendi kendine konuşuyordu farkında olmadan. Öyle karmaşık düşüncelere sahipti ki, mantığını bir türlü toparlayamıyor dahası doğru düzgün düşünemiyordu.
Koskoca kumarhaneler sahibi Song bir kadını düşünüyordu. Dahası o kadını istiyordu. Öptüğü dudakları tekrar öpmek için yanmaya, kavrulmaya bile razı olurdu.
Düşünceleri gene onu öptüğü güne kaymıştı. Bu zamana kadar çok kadınla birlikte olmuştu. Fakat Miya'nın dudaklarından aldığı tadı hiç bir kadında almamıştı. Dahası tamamen birlikte olurken bile!
Hızla gelmek istediği yere geldi. Arabayı park edip hırsla çıktı. İşte şimdi istediği yerdeydi. Uzun süreli yatak arkadaşı Lia'nın kapısının önünde. Lia'nın babası Amerikalı annesi Koreliydi. Uzun yıllar Amerika'da yaşamış sonra Kore'ye yerleşmişti. Çok hırslı, paraya düşkün biriydi Lia, ailesiyle görüşmüyordu bile. Resti çekmiş başka bir ülkede kendi hayatını yaşıyordu. Aslında buraya gezmek için gelmişti. Song'la karşılaşınca da avını görmüş tilki gibi yaklaşmıştı adama. Oturduğu ev, altındaki araba ve bankasındaki tüm hesap Song'un marifetiydi.
Song sabırsız bir tavırla zile basmış, kapı açılıp da Lia'yı gördüğü an yapışmıştı kadının dudaklarına. Lia çoktan kollarını boynuna dolamıştı.
Lia her şeyini bu adama borçluydu zaten. Arada aşk yoktu, bağlılık yoktu ve sadakat, o hiç bir zaman olamazdı bu ikili arasında. İkisi de ayda bir bir araya gelirdi. Onlarınki sadece yatakta süregelen bir birliktelikti. Ne Song bağlıydı Lia'ya ne de Lia Song'a. Hani bazı çıkar ilişkileri vardır ya hayatta. İkisinin ilişkisi bundan ibaretti. Biri istediği hayatı yaşıyor, diğeri doyumsuzluğunu gideriyordu.
Miya bu ilişkiyi bilse diyeceği tek şey "Adi pislik, yontulmamış odun," olurdu sanırım. Midesi bulanır, adamın üstüne kusardı. Çenesi hiç susmazdı. Miya Song yüzünden ucube bir depoya götürülürken, Song geceyi Lia'nın kollarında derin bir şevkle geçiriyordu. Ama gözleri kapalı, tek hayal ettiği Miya'ydı. Kalbi de, aklı da ve bedeni de o gece sadece Miya'ya aitti.
Miya gözlerini açtığında kendisini karanlık bir odada buldu. Tek ışık camdan yansıyan ay ışığıydı. Bir sandalyeye bağlanmıştı. İlk önce neler olduğunu düşündü. Ağzına kapatan ele kadar her şey canlandı gözünün önünde, idrak ettiği anda "Şimdi bittim," kurduğu ilk cümleydi.
***
Miya’nın Ağzından
Gözlerimi izbe, gözün tozu dumanı görmediği bir yerde açtım. Bugünü düşünürken zavallı güzel beynimi zorlamadım değil. Dükkandan çıktım ve ağzıma bir el kapandı pardon abandı yani direk. Salak zati muhterem her kimse derin derin saygılarımı yolladım ona. Nazikçe kaçırsa ne olurdu sanki! Kaçırıldığımı anladığım anda şimdi bittim diye seslice söylendim. Sonra bir şey dank etti beynime, odada tek miyim ben?
"Hey! Gerizekalı herifler, nerdesiniz? Kime diyorum?" diye resmen yırttım bir yerlerimi! Ama ne sesime ses! ne nefesime nefes!
Hah! Çok da umurunda sanki bu it sürüleri ama bir görünseler ben onlara neler söyleyeceğimi biliyorum. Kaçıra kaçıra beni mi kaçırdılar* Ah! Şimdiden acıyorum onlara! Sizce de öyle değil mi ama? Beni, Laf sokanlar kraliçesi Miya'yı! Benim elimden, çok pardon çenemden ne zavallı insanlar intihara kadar sürüklendi yani!
Canım gözüm turtalarımın bile dili olsa "Bir sus be lanet Miya," derlerdi. Yani derlerdi herhalde her neyse!
Baş belası, Buzlar lordu, yontulmamış odun Song olsa şimdi o güçlü kasları ile kurtarırdı beni buradan. Ah hayır! dediğinizi duyar gibiyim.
Yapmayın ama o kadar kötü biri değilim ben! Değilim dimi! Her neyse yine çok konuştum. Turtalarım burada olsa Öküz Song'u çekiştirirdik!
Biliyor musunuz? Kendisi pisliğin tekidir. Öptü beni adi herif, ayş gene geldi aklıma. Şimdi burada olsa. Of her neyse kimle konuşuyorum ben? Turtalarımda yok. Song denen herif bünyeme zarar verdi, lanet buzlar lordu.
Şimdi buzlar lordunu düşünmeyi bırakıp, güzel beynimi çalıştırmalıyım. Kimse yokken kurtulmam lazım buradan! Yani adamlara iki çift laf söyleyeceğim diye bekleyemem kimseyi, tweet olmadı mail atarım. Kaçıncı yüzyıldı yaşıyoruz canım!
Yüzyıl demişken getire getire buraya mı getirdiler beni? Bende mafyaları zeki sanırdım. Yani böyle güzel olmasa da, genç bir kadın buraya mı layık görülür. Tweete bunu da yazayım. Bir dahakine doğru düzgün bir yere getirsinler. Neyse iş başına şimdi!
Oturduğum sandalyeye öyle bir bağlamışlar ki çözmek mümkün değil yani. Zavallı, minicik ayaklarımı sandalyeye çivilemişler resmen. Bağlayan kişi gemici sanırım. Resmen gemici düğümü atmış, çözülmüyor bunlar be! Ayaklarımı bırakıp, zarif ellerimi çözmeye çalıştım. Arkadan bağlamışlar, diyorum size zeki bu mafya milleti. Önden bağlasalar, inci gibi dişlerime zarar vermek pahasına dişlerimle çözerdim. Salak herifler biraz nazik davransanız olmuyor dimi? Karizmaları bozulur yoksa! Song denen odun bile sizden daha nazik yani! Song demişken ne geldi aklıma, o lanet pislik karşıma çıktığından beri başımdan bela eksik olmuyor. Yoksa bu işte bir parmağı olabilir mi?
Yok canım daha neler? Ne demişti o en son! Beynimi zorluyorum, evet buldum. Bir daha karşıma çıkma demişti. Çok meraklıyım sanki onun karşısına çıkmaya. Bu lafı dediğinden beri o karizmatik yüzünü, buz gibi bakan gözlerini göremedim Yedi gün on iki saat falan oldu. Dakika da söylerdim de, yapmayın ama!
Göz gözü görmüyor, pardon kimse yoktu ki burada!
Hiçbir şey göremiyorum anlayın işte, yormayın beni! Daha bu iplerden kurtulmam lazım. Hadi! dediğinizi duyar gibiyim. Merak etmeyin benim ellerimde, çenemde on marifet. Hem konuşup, hem plan yapıp hem de ipleri çözmeye çalışıyorum. Evlenilecek kızım canım!
Evlilik demişken, isteyen çok var. Ben kimseyi beğenmiyorum. Ukala değilim yahu ama ne demiş adamın biri, kim demiş hatırlayamadım şimdi. Aşk istiyorum Aşk. Evet işte bende ondan istiyorum. Ama henüz çıkmadı karşıma aşık olacak biri.
Aşk demişken Song geldi gözümün önüne ah! her neyse. Artık anladım ki bu iplerden kurtuluş yok! Ellerim acıdı oynatmaktan, canım yanıyor yahu! Yok mu beni buradan kurtaracak biri?
Kendi kendime olan konuşma, cevaplama işini bir kenara bırakıp iyice konsantre oldum. Yavaş yavaş ellerim rahatlamaya başladı. Zaten incecikler, moron herifler sıkmış da sıkmışlar. Hah işte şimdi oldu. Sevinçten ağlayabilirim. Ağlamak bana göre değil ama! On yıldır hiç ağlamadım ben!
Hanah'a söz verdim çünkü. Ağlamak yok hayır ağlamıyorum. Hanah benim tek dostumdu, on yıl önce onu kaybettiğimde ağladım bir tek!
Sözümü şu zamana kadar bir defa bozdum. Affet beni Hanah.
Geçmişi kenara bırakıp -yoksa sözümü tutamayacağım- ellerimi iplerden kurtardım. Tanrım çok teşekkürler. Hemen ayaklarımı da çözerek, ellerimi ovalamaya başladım. Morarmış tamamen sıçan suratlı pislikler. Elime geçerlerse öldüreceğim onları.
Biraz daha vücudumun kendisine gelmesini bekledim. Çenem yerinde olsa bile, ellerim, ayaklarım ve oturmaktan uyuşmuş kıçım için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Tamamen vücudum rahatlayınca ayağa kalktım. Eee ben kendimi çözdüm ama nereden çıkacağım? Kapının oraya kadar yürüdüm, ay ışığı olmasa önümü bile göremeyeceğim. Teşekkürler ay dede!
Kapının kilitli olduğunu anladığım anda devamlı çalışan beynime bir küfür ettim. Ellerimi hevesle çözmeye çalışırken, bunu neden akıl edemedim ki ben! Lanet olsun! Büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Kendimi etrafı görmeye zorladım. Bir pencere falan vardır herhalde, yani umarım. Etrafı gezmeye başladım, pencere vardı evet ama demir parmaklıkları da vardı.
Hemen muhteşem zekamla oradan çıkabilmemin imkanını hesapladım sonuç hüsran. Tanrı aşkına! Kıçımı bırakın kafam geçmez oradan. Bir kez daha Lanet olsun!
Ben düşüncelerle boğuşurken kapı büyük bir gürültüyle açıldı arkamı döndüm direk, dönmez olaydım. Karşımda balta girmemiş ormanlardan kesilmemiş, direk sökülmüş 5 tane kavak ağacı boyunda herif, bir de pişmiş kelle gibi sırıtıyorlar. Tanrım yardım et!
Onların o iğrenç kahkahalarını dinlerken, Tanrıya yalvarıyorum bir yandan da. Ölmek için çok gencim lütfen. Adamlar bana doğru yürürken tek aklıma gelen şu cümle oldu.
"Lanet olsun Song! Buzlar Lordu lütfen gel kurtar beni!"
Neden Song’u düşündüğümü inanın bende bilmiyorum. Sanırım karşımdaki adamların dev cüsseleri bana onu hatırlatmıştı. Hepsinin geldiği yer sonuçta aynıydı. Hepsi balta girmemiş ormanlardan kopup gelmişti. Ne yapacağımı, buradan nasıl kurtulacağımı hiç bilmiyordum.
Song Lia'nın kollarında Miya'yı sayıklamıştı gece boyunca. Lia buna sinirlense de umurunda olmamıştı doğrusu. O sadece bankadaki hesabına bakardı. Ama her şeye rağmen bu adamla beraber olmakta doyumsuz bir zevkti gözünde.
Song rahatlamış bir şekilde bedenini yan tarafa attı Uzun zamandır böyle bir ilişki yaşamamıştı. Yavaşça gözlerini açtı. Kendine bakan yeşil gözleri gördü. Çekik gözleri büyüdü. Gece boyu Miya'yı hayal etmiş, karşısında Lia'yı görünce kendini çölde kalmış kutup ayısı gibi hissetmişti.