Sabah boş yatakta gözlerini açan Nilda, Mehmet'i göremeyince korkuya kapıldı. Neden yoktu? Nereye gitmişti? Onun odasında uyanmış olmasa gece yaşadıklarının kendi rüyası olduğuna inanabilirdi. Ama onun odasındaydı ve Mehmet yoktu. Aksini beklediği için, bunca zamandır intikam uğruna hayatını altüst eden adamın bir gecede değişebileceğine inandığı için kendine kızdı, yine aptallık etmişti. Kıbrıs'ta kendisi sarhoşken yaşadığı duygusal patlamada olduğu gibi, bu sefer Mehmet ondan birlikte uyumayı istemişti ve sabah olduğunda her şey eski hâlini almıştı demek ki! Yataktan çıkmak için hareketlendiğinde komodinin üzerindeki küçük kâğıt dikkatini çekti.
"Çok önemli bir toplantım olduğu için erken çıkmak zorundaydım."
Notu okurken önce derin bir nefes aldı. Kendisine not bırakmış olmasına şaşırdı. Sonra elindeki kâğıdı tekrar okudu. Bu yazıyı yazan ellerin sahibi, gece göğsünde uyuyan adam mıydı yani? Notta kötü bir şey yazmasa da kelimeler o kadar soğuktu ki... Tabii ki cümlenin sonunda aşkım, bebeğim, güzelim gibi kelimeler beklemiyordu. Sonuçta karşısındaki adam her zaman çok ciddi olan, çok nadir güldüğü görünen Mehmet'ti. Ondan öyle sıcak kelimeler bekleyemezdi. Peki, bundan sonra ne olacaktı? O an Mehmet'in tutarsızlığının bulaşıcı olduğunu düşündü. Önce onu odada yanında göremediği için korkmuş, sonrasında ise bıraktığı nottan bir sürü anlam çıkarmış, hatta kendi içinde Mehmet'e trip bile atmıştı. Bunları düşünerek daha fazla vakit kaybetmemeye karar verdi. Hemen odasına gidip duşunu aldıktan sonra kahvaltı yapan Hazal'a öpücük verdi. Bir an önce evden çıkmazsa işe geç kalabilirdi. Kapıdan tam çıkacağı sırada evin şoförü, "Nilda Hanım, Mehmet Bey'in emri, sizi kreşe ben bırakacağım," dedi. Karşısındaki adam, evdeki herkes kendi arabasını kullandığı için çoğunlukla Cahide'ye hizmet ediyordu. Kocasının kendisini düşünmesinden memnun olsa da babaannesinin bu durumdan memnun olacağı şüpheliydi. O, cenaze için memlekete gitmişken, üstelik kreşe gecikirken şoföre hayır diyemezdi.
Diğer tarafta Mehmet, yeni ortaklarıyla yaptığı toplantıda çok dalgındı. Gece gördüğü kâbustan sonra onu kaybetmeyi göze alamazdı. Nilda'yı öldü sandığı birkaç saniyede yaşadığı acıyı unutabilmesi mümkün değildi. Artık sevdiğinden emin olsa da yaşadıklarının yanlış olduğuna dair şüpheleri vardı.
Kendi adına zerre korku taşımıyordu fakat aynı şey sevdiği kadın için geçerli değildi. Yaşanacakların onu daha fazla kırmasından, hırpalamasından korkuyordu. Çünkü duyguları ne kadar derin ise kontrol edemediği öfkesi de o denli güçlüydü. Annesinin yaptıklarının bedelini, ona ödetmeye çalışması baştan beri yanlıştı zaten. Hazal'ı bile sabrı ve sevgisiyle bu kadar etkilemeye başlamışken kötü birisi olduğunu nasıl düşünürdü? Aklından geçenlerle koltuğunda geriye yaslanmış, boş gözlerle yapılan sunumu izlerken babaannesinin söylediklerini hatırladı. Sevdiği kadını onun nefretinden koruması çok zor olacaktı. Zor olacaktı ama mutlaka bir yol bulacaktı. Peki, kendi gelgitlerinden onu koruyabilecek miydi? Bunları düşünürken birden hafızasında gece yatağında yaşadıkları canlandı. Sevdiği kadının göğsünde yatarken kalbinin nasıl attığını duymuştu. Nilda'nın parmakları saçlarını şefkatle okşarken sıcaklığını hissetmişti. O da kendisine karşı kayıtsız değildi. Hem de yaşattığı o kadar berbat güne, onca acıya rağmen! Nilda'yla ikisini çok zor günlerin beklediğinin bilincinde olsa da artık ayrılmaları söz konusu olamazdı. O; karısı, âşık olduğu kadın, bundan sonra diğer yarısıydı. Nasıl olmuştu da bunları daha önce fark edememişti. İlk defa duygularını kendine itiraf ederken tebessüm etti. "Meğer ne güzel şeymiş âşık olmak," dedi ve yüksek sesli düşündüğünü, toplantı masasındakilerin bakışlarını üzerinde hissettiği an fark etti. "Devam edin, beyler!"
Gün hem Nilda hem de Mehmet için geçmek bilmezken, ikisi de defalarca telefonlarını ellerine alıp bir şeyler yazmaya niyetlendiler. Ama ne yazacaklarını bilemediler.
Cenaze sonrası Oktay ve Müzeyyen, akşamüzeri şehre dönmüşlerdi. Fakat bir eksikle... Cahide cenaze nedeniyle yas evini bırakamazdı. En az bir hafta ailesiyle birlikte taziyeleri kabul etmezse çevresi tarafından ayıplanması kaçınılmazdı.
Nilda, Cahide'nin evde olmamasından dolayı daha rahat hareket ediyordu. Hatta geceleri dışında ilk kez mutfağa gidip yemek seçmese de menüde ne olduğuna baktı. Aslında yemekten ziyade odasında duramamıştı. Aklında tek bir şey vardı. O da Mehmet'in kendisine nasıl davranacağı... Onun tekrar eski ruh hâline bürünmesinden ödü kopuyordu. Akşama kadar defalarca içinden, "Ya eskisi gibi olduysa?" demişti. Varsayımı bile onu bu kadar sarsarken yüzleşeceği gerçek olumsuz olursa ne yapar, nasıl davranırdı, bilemiyordu.
Mehmet ise akşam eve dönerken Nilda'yı göreceği için heyecanlıydı. Tabii heyecanı yarım kaldı. Çünkü yolda babaannesi aradı. "Seni defalarca aradım! Telefonuna neden bakmadın?" diyen kadının ses tonu sertti.
Mehmet telefonu kapatmak istese de böyle bir saygısızlık yapamazdı. Ama sürekli babaannesine hesap vermekten usanmıştı artık. Sakin kalmaya çalışarak, "Sana yurt dışından gelen misafirlerim olduğunu dün söylemiştim, babaanne. Unuttun mu? Bütün gün toplantıdaydım," dedi.
Cahide ters bir şeyler olduğunu hemen anladı. Akşamdan beri evde neler olup bittiğini çok merak ediyordu. Tekrar tekrar kızdan uzak durmasını dile getirmesinin torununu ona
daha çok iteceğini düşündüğünden, "Gece de aradım ama uyuyordun herhâlde? Merak ettim, oğlum," dedi. Bu ikisini yan yana getirmekle zaten hata ettiğini düşünmeye başlamıştı. Bir de onların birlikte olabileceklerini ima etmekten sakındı. Şüphelerinden bahsederse torununun aklına başka şeyler düşürüp kendi dili yüzünden o kızı koynuna almasına neden olabilirdi.
Mehmet kırmızı ışıkta dururken, "Aynen dediğin gibi uyuyordum," dedi. Bu arada gözü yol üzerindeki manava kaydı. Gördüğü şeye inanamıyordu. Çünkü kış ayına girdikleri günlerde erik bulunması çok zordu ve manav tezgâhında erik vardı. Yeşil ışık yandığında, arabasını ileride sağa çekip babaannesiyle konuşmasını sonlandırdı. Aklına Nilda'yı ilk gördüğü gün geldi. Ağaçtan kucağına düştüğünde, cebinden dökülen erikleri hatırlarken gülümsedi. Manava girdiğinde, "Erikten bir kilo alabilir miyim?" dedi. Manav tarttığı erikleri poşete koyarken kendi kendine gülen genç adamın ya deli ya da çok mutlu olduğunu düşündü. Belki de erikler aşeren karısı içindi, kim bilir?
Mehmet elindeki poşetle eve girdiğinde ortalarda kimse görünmüyordu. Sonra çalan piyanonun sesini duydu. O saatte müzik öğretmeninin evde olması mümkün olmadığı için çalan kişiyi tahmin ederek odanın kapısına gitti. Doğru tahmin etmişti. Nilda kendini o kadar kaptırmıştı ki onun geldiğini fark etmedi. Çaldığı parçayı bitirip, ayağa kalktığında, Mehmet arkasından yaklaşıp boş olan eliyle beline sarıldı ve kokusunu içine çekerek boynunu öptü. İkisi de gözlerini kapatarak bir süre öylece kaldılar. Sonra Nilda yüzünü sevdiği adama dönerken, "Ben, bana kızgın olduğunu sanmıştım," dedi utanarak. Genç adam, onu duymamış gibi yaparak poşeti uzattı. "Bunlar senin için."
Nilda, Mehmet'in gözlerine bakarak, poşeti alıp, merakla içine baktığında gözleri doldu. İki üç tane erik değil miydi zaten her şeyi başlatan? Onun hüzünlendiğini anlayan Mehmet, erikleri aldığına pişman oldu. Geçmişi hatırlamasına neden olarak yanlış yapmıştı. "Affedilmesi çok zor olan hatalar yaptığımı biliyorum. Ama hepsi geride kaldı. Söz veriyorum, kendimi sana affettireceğim!"Nilda kısa bir süre düşündü. Mutluluk sarhoşu olsa da bu kadar çok şeyi yaşamasının nedenini öğrenmesinin vakti gelmişti. Karşısındaki adamla hazır yakınlık kurmuşken daha fazla bekleyemezdi. "O zaman, bugüne kadar bana neden kötü davrandığını açıklar mısın? Sana inanabilmem için her şeyi bilmeye hakkım var, öyle değil mi?"
Genç adam gözlerini kaçırdı. Ona aslında gerçek annesinin Behiye olduğunu anlatamazdı. Her şey daha bu kadar yeniyken, onun tekrar üzülmesine dayanamazdı. Nilda'yı kendine çekip sarılırken, "Lütfen bana zaman ver. Sana her şeyi anlatacağım ama şimdi olmaz. Biraz daha beklemen gerekiyor," dedi.
Nilda'ya bunları söylemişti ama doğru zamanın ne zaman olduğunu kendisi de bilmiyordu. Onlar konuşulmayanların ağırlığı altında ezilirken Müzeyyen'in sesini duydular.
"Ha şöyle! Sizi böyle gördüğüm için ne kadar mutlu oldum, anlatamam!"
Hep birlikte salona geçtiklerinde Oktay da onlara katıldı. Birlikte cenazeyle ilgili konuşmaya başlayacaklardı ki Hazal'ın varlığından dolayı susmak zorunda kaldılar. Çünkü küçük kızın yanında olumsuz bir konuda konuşmayı kendilerine yasaklamışlardı. Durumu anlayan Nilda, Hazal'ın elinden tutarak, "Hadi bebeğim, birlikte resim yapalım," dedi ve onunla birlikte odasına gittiler.
Hazal keyifle boya kalemlerini çıkartırken Nilda da resim defterinde boş bir sayfa arıyordu. Dolu sayfaları geçerken gördüğü resimle dondu kaldı. Resimde bir adam, başka bir adamın boğazını sıkıyordu. Yanlarındaki başı örtülü kadın da onları izliyordu. Bütün vücudu ürpererek, bakışlarını Hazal'a çevirdiğinde küçük kızı yanında buldu. Çocuk gözlerinin içine bakıyordu. Onun hangi ara kendisine bu kadar yaklaştığını fark edemediğinden yerinde sıçradı. Fakat kendini toparlaması çabuk oldu. Elinde tuttuğu resmi ona çevirerek, "Bebeğim, bunu sen mi çizdin?" diye sordu. Hazal cevap vermek yerine robot gibi gözlerini dahi kırpmadan bakıyordu.
Nilda, onun gördüğü bir kâbustan etkilenerek bu resmi çizdiğini düşündü. Hemen temiz bir sayfa bulup, "Hadi şöyle eğlenceli bir şeyler çizelim," dedi. Çocukla resim çizerken, Hazal'a hissettirmeden bir süre onu inceledi. Aklı hâlâ defterdeki görüntüdeydi.
Yarım saat sonra odaya gelen Müzeyyen, yemek saatini hatırlattığında onunla bu konuyu konuşmak istedi. Lakin Hazal'ın gözleri sürekli olarak onun üzerindeydi. Küçük kız, annesi arkasını döndüğünde, işaret parmağını kendi dudağının üzerine koyup donuk gözlerle Nilda'ya susmasını işaret etti.