Tatil dönüşünün sabahı Nilda kahvaltıya inerken merdivenlerin başında onu bekleyen Oktay'la karşılaştı. "Seni bugün kreşe ben bırakırım," diyen genç adamın teklifinin sebebini bildiğinden gülümsedi. "Hiç vazgeçmeyeceksin, öyle değil mi?"
Oktay, en şirin yüz ifadesiyle Avukat Tuğba'yı düşünürken dudaklarından cık sesi çıktı. Son zamanlarda ara ara Nilda'yı kreşe bıraksa da bir daha onunla karşılaşmamışlardı. Belki tanıştıkları gün verdiği kartı bulsaydı, bir bahane bulup onu arayabilirdi. Ama ne yazık ki kaybetmişti. Onun daldığını fark eden Nilda, "Belki evlidir, kıskanç psikopat bir kocası vardır. Belki de çocuk kendi çocuğudur. Bunları düşünüyor musun hiç?" diye sordu.
Oktay ellerini ceplerine sokup, göğsünü kabartarak gülümsedi. "Parmağında yüzük yoktu. Hem ayrıca bekâr bir anne olmasının benim için önemi yok. Şimdi bunları öğrendiğine göre artık bana yardımcı olacak mısın?"
Nilda, onun hangi ara kadının parmağına dikkat ettiğini anlamadı. Bu erkekler gerçekten çok ilginç yaratıklardı. "Nasıl yardımcı olabilirim ki?"
Genç adam düşünüyor gibi yaptıktan sonra, "Mesela Tarçın'la konuşabilirsin. Hatta işe ona annesini sorarak başlayabilirsin," dedi.
Şimdi gülme sırası Nilda'ya gelmişti. "Çocuğun yüzünü ah bir hatırlayabilsem! Sen söylemeden ben baktım bile ama kreşte Tarçın isimli bir çocuk yok."
Onlar konuşurken merdivenlerin başında Mehmet belirdi. İkisinin kısık sesle birbirlerine gülümseyerek, bir şeyler anlattığını görünce son iki gündür bastırdığı öfkesi tekrar kabardı. Yüksek sesle, "Nilda!" diye seslendi.
Nilda, bir anda duyduğu sesle korkuyla yerinde sıçrarken rengi anında sarardı. Oktay bir ağabeyine bir de karşısında tedirgin olan kıza baktı. O an emin oldu. Bu ikisinin arasında bilmediği bir şey vardı. Zaten evlendiği günden beri Mehmet, her zamankinden daha bir aksi olmuştu. İnsan karısına sürekli olarak neden bir çalışanıymış gibi davranırdı ki? Üstelik evleneli bu kadar kısa bir süre olmuşken! Şüphelerini şimdilik bir kenara bırakan Oktay, "Sana da günaydın ağabeyciğim," dedi alay eder gibi.
Mehmet yanlarına geldiğinde sanki kardeşinin ne dediğini duymamış gibi yaptı. "Bugün bir ara bana uğra. Birkaç imza atman gerekiyor, seninle konuşacaklarım var."
Oktay aile işleriyle hiçbir zaman ilgilenmemişti. Özgürlüğüne düşkün bir adamken, ağabeyi ve ablasıyla birlikte çalışması, üzerine alacağı sorumluluk, tıpkı kurtulamayacağı bir zincir gibi onun yaşam alanını kısıtlayacaktı. Her gün takım elbiseyle dolaşıp sürekli bir toplantıdan diğerine girmek, yorucu iş seyahatleri, hiç de ona göre değildi. Eğer seyahat edecekse sebebi tatil olmalıydı, iş değil. O, tüm gününü hasta da olsalar çocuklarla geçirmekten, onları iyileştirmekten mutluydu. Mesleğini çok seviyordu. Kısa bir an bunları düşündükten sonra, "Beni o kasvetli ortama sokmasan olmaz mı?
Bu söylediklerini akşam evde de halledebiliriz," diye cevap verdi. Fakat Mehmet yine onu duymuyormuş gibi yapıp, "Bütün gün holdingde olacağım," diyerek karısına döndü. "Kahvaltıdan sonra seni ben bırakırım."
Nilda, Oktay'a mahcup bir ifadeyle bakarken genç adam ağabeyine, "Nilda'yla küçük bir işimiz var ağabey, onu ben bırakırım. Zaten kreş yolumun üstü," dedi. Mehmet sinirlenip, tam itiraz edecekken Cahide'nin sesini duydular. "Ne bekliyorsunuz burada? Hadi kahvaltıya geçsenize!"
Kahvaltıdan sonra Nilda, Oktay'ın arabasına tereddütle bindi. Çünkü Mehmet'in bu durumdan memnun olmadığı ortadaydı. Onunla sorun yaşamaktan, azarlarından çekiniyordu. Tabii yanlış anlamasından da ayrıca korkuyordu. Yolda giderken daha fazla dayanamayan Oktay, "Ağabeyimle neden evlendin, Nilda? Çünkü ikinizin de çok mutlu olmadığı anlaşılmayacak gibi değil. Hep bir mesafe var sanki aranızda," dedi.
Nilda gelen soruyla bocaladı. Ne cevap vereceğini bilemeyerek kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra sadece, "Ona âşık oldum. Aslında normalde sizin gördüğünüz gibi değil, aramızda açıklanamayacak bambaşka bir şey var," dedi. Oktay, onun ne demek istediğini tam olarak anlamasa da konuşmadı. Nilda'nın daha fazlasını anlatmayacağını tahmin edebiliyordu. Birlikte kreşin önüne geldiklerinde, Oktay kreşin sahibi olan arkadaşına selam vermek istediği için birlikte arabadan indiler. Gözleri sürekli olarak çevresinde Tuğba'yı arıyordu ama öyle bir tesadüf kreş önünde bir daha olmayacaktı. Kendilerini takip eden Mehmet tarafından izlenildiklerini bilmeyen ikili, içeriye ilk adımlarını atarken Nilda'nın içinde tarifsiz bir huzursuzluk oluştu.
Öğle saatlerinde Mehmet'le görüşmek için holdinge giden Oktay, ağabeyinin odasına girdiğinde hayatının en büyük sürprizini yaşadı. Günlerdir bulmak için aradığı Tuğba tam da ağabeyinin yanında duruyordu.
"Bu davayı alabileceğimize emin misiniz?" dedi Mehmet.
Kadın, kendinden emin bir şekilde cevap verdi. "Hiç şüpheniz olmasın."
Oktay onlara yaklaşırken, Tuğba dosyasını toparlayıp çıkmak için kapıya yöneldi. Oktay'ı görünce adımları duraksadı, yüzünde ilk önce bir şey düşünüyormuş gibi bir ifade belirdi. Sonra gülümseyerek, Oktay'a yaklaşıp, "Beni aramadınız, hasar ne durumdaydı? O gün aceleden sizin telefon numaranızı almamışım, ben de arayamadım," dedi.
Oktay fırsatın ayağına gelmesinin sevinciyle sırıtarak, "Çok önemli bir hasar yoktu, dert etmeyin," diyerek, Tuğba'ya bir adım daha yaklaşıp elini uzattı. "Bu arada tam olarak tanışamadık, ben Oktay."
Tuğba gülümseyerek, "Kartımı verdiğim için siz zaten adımı biliyorsunuz, memnun oldum," diyerek genç adamla tokalaştı. Ve iyi günler diyerek odadan çıktı.
Mehmet, kızın arkasından bakakalan kardeşini izliyordu. "Hayırdır, birader? Ne hasarı bu?"
Oktay iç çekerek kapanan kapıdan gözlerini ayıramıyordu. "Kalp hasarı, ağabey," deyip, kendini Mehmet'in masasının önünde bulunan koltuklardan birine bırakarak yayıldı.
Başını koltuğun arkasına yaslarken Mehmet'i rahatlatacak açıklamayı yaptı. "Ağabey, ben bu hatunu bulmak için günlerdir karınla kreşe gidiyorum. Onu gökte ararken yerde buldum."
Mehmet, onun söylediklerinden bir şey anlamasa da Nilda'yla ilgisinin olmamasından dolayı mutluydu. Ama mutlu olsa da bir yandan günlerdir boş yere aptalca şeyler düşündüğü için kendini rahatsız hissetti. Demek onların sürekli gizli saklı konuştukları konu yeni avukatıydı? Ama nasıl? "Şunu bana baştan anlatsana," dedi merakla.
Oktay, Tuğba'yla ilk karşılaştıkları anı anlatırken yerinde duramayan küçük bir çocuk gibi görünüyordu. Mehmet, onu dinlerken kardeşindeki mutluluğun bulaşıcı olduğunu düşündü. Oktay enerjisiyle çevresindeki insanlar için terapi niteliğinde bir adamdı. Onlar keyifle sohbete başladıklarında Mehmet'in cep telefonu çaldı. Arayan Cahide'ydi. Genç adam, telefona cevap verdiğinde babaannesinin ağlamaklı çıkan sesini duydu. "Oğlum, Tuncay dayınız vefat etmiş. Memlekete gitmemiz gerekiyor."
Vefat eden kişi, Cahide'nin son üç aydır yatalak olan erkek kardeşiydi. Yani Mehmet ve Oktay'ın babalarının dayısı oluyordu.
Ertesi sabah Mehmet'in Fransa'dan gelecek olan iş ortaklarıyla görüşmesi vardı. Yeni proje için imza atacak olmalarından dolayı cenazeye katılması mümkün değildi. Haftalar öncesinden bu toplantının planı yapılmış, adamlar çoktan yola çıkmıştı, ertelenemezdi. Oktay hemen hastaneyi arayıp, cenaze bilgisini verirken iki kardeş eve gitmek için birlikte yola çıktılar. Müzeyyen gün içinde Nilda'yı arayıp cenazeden bahsetmiş, Hazal'ın ortamdan etkilenmemesi için onu götürmeyeceklerini söyleyerek çocukla ilgilenmesini rica etmişti.
Genç kız eve girdiğinde Hazal bakıcısının gözetimi altında, piyanonun başında daha önce yaptığı gibi tuşlara hırsla gelişigüzel dokunuyordu. Her zamankinden daha mutsuz görünen çocuğa yaklaşıp yanına oturdu. "Bence ona bu kadar kötü davranmamalısın, bebeğim. Onun amacı seni mutlu etmek," dediğinde, çocuk iri mavi gözlerini açarak cevap bekler gibi baktı. Nilda gülümseyerek, "Benim çalmama izin verir misin?" diye sordu. Hazal'ın onayını aldıktan sonra piyanoyu çalmaya başladı. "Hazalcığım, beni dinlerken gözlerini kapatır mısın?" Çocuk, kızın bunu neden istediğini bilmese de gözlerini kapattı. Çünkü farkında olmadan ona güven duymaya başlamıştı.
Nilda ise yanındaki gözleri kapalı küçük meleğe tebessüm ederek, "Şimdi, beni dinlerken nerede olmak istediğini hayal etmeni istiyorum. Ne olsa seni mutlu ederdi, lütfen bunu hayal et," dedi.
Hazal, Nilda'nın çaldığı parça eşliğinde babasını düşündü. Yatağında uyurken, babasının alnını öperek ben geldim, bal kızım dediğini hayal etti. Sonra annesinin kapıda belirip, yanlarına gelerek ikisine sarıldığını... Nilda'nın parmakları tuşlara dokunurken gözleri Hazal'ın üzerindeydi. Küçük kız, kapalı gözlerine rağmen hayalini kurduklarıyla o kadar mutlu ve huzurlu görünüyordu ki... Hatta bir ara sesli gülücükler bile atmıştı. Ve onun neyi hayal ettiğini tahmin etmek hiç de zor değildi. Şarkı bittiğinde, Hazal gözlerini açar açmaz hemen gülen yüzü soldu ama kısa bir an için de olsa kendini çok mutlu hissetmişti. Genç kız, elini hüzünle bakan çocuğun küçücük bedeninde taşıdığı heyecanla atan kalbinin üzerine koydu. "İşte müziğin sana hissettirdikleri bu. Bu nedenle piyanona iyi davranmalısın."
Hazal, çok uzun zamandır yapmadığı bir şeyi yaptı. Odanın kapısında onları izleyen dayısının bakışları eşliğinde Nilda'ya sımsıkı sarıldı. Mehmet daha fazla dayanamayarak, odasına çıkıp, yatağa uzandığında son aylarda yaşadıklarını düşündü. Her şeyi babasını kaybettikleri kaza sonrasında öğrenmişti.
Cahide bir gün, babasının en güvenilir adamı olan Ferdi'yi yanına alarak torununun karşısına geçmiş, "Oğlum, Ferdi'nin sana anlatacakları var," demişti. Nilda ve Behiye'nin varlığını o gün öğrenmişti.
"Mehmet Bey, babanız, yıllar önce kadının yaşadığını öğrendi. Zaten intihar ettiğine hiçbir zaman ihtimal vermemiş. Hatta ona ulaşması da kadının ağabeyi sayesinde olmuş. Kadını bizzat yakın çevrelerine ben soruşturdum. Neredeyse bir yıla yakın takip ettik. Kaldığı ilk adreste yaşarken hamile olduğunu öğrendik. Sonrasında çocukla ilgili bir ipucu bulamadık. Ama biliyorsunuz, Eskişehir o kadar da büyük bir şehir değil. Kadının yakınlık kurduğu aileyi araştırdığımızda bazı şüpheler ortaya çıktı. Gittiği kuaförden küçük bir ücret karşılığı saç örneğini aldık. O zamanlar kız çok küçüktü. Kadına sürekli teyze diye seslense ve kadın onun bakıcısı gibi görünse de emin olmak için çocuğun parkta oynadığı bir gün, bir şekilde saç örneğini aldık ve ikisini karşılaştırdığımızda sonuca ulaştık. Babanız kadını sürekli olarak uzaktan izledi. Hiçbir zaman karşısına çıkmadı. Hatta kadın yaşadığı şehri değiştirdiğinde bile peşini bırakmadığı gibi yaşadığı evin tam karşısındaki evi satın aldı. Sık sık oraya gidip, yıllarca kadını uzaktan varlığını belli etmeden izledi. Yine bir gün ona giderken de hayatını kaybettiği kazayı yaptı."
Adamın anlattıklarından sonra Cahide çıkabileceğini söylemiş, sonra da torununun karşısına geçmişti. "Annenin ölümünün sebebi olan kadının hikâyesini dinledin, oğlum. Bu kadın o kadar ahlaksız ki babanı elde ettiği sıralarda başka bir adamın yatağına girerek ondan bir de çocuk peydahlamış. Baktı karnındakiyle işin içinden çıkamayacak, kendine intihar etti süsü verdirmiş. Zavallı annenin babandan boşanmasını sağlamak için türlü türlü oyunlar yaptı. Babanın aklını, kalbini zehirleyerek yuvasını darmadağın etti. Sonunda annen yaşadığı acıyı kaldıramadığı için sizi öksüz bıraktı. Şimdi annenin yaşadığı acıların bedelini o kadına ödetme zamanı. Onu kalbinin en derin yerinden, kızıyla vuracağız."
Genç adam, o an ağzını açmaya çalıştığında babaannesi tekrar susturmuştu. "Sakın bana kızın günahı ne demeye kalkma! Ablanın, senin, kardeşinin günahı neydi? Bu işi sadece ikimiz halledeceğiz. Ablan ve Oktay senin kadar güçlü ve kararlı değiller."
Mehmet, babaannesinin söylediklerini, Ferdi'nin anlattıklarını düşündükçe yatakta bir sağa bir sola döndü. Kendini çıkış yolunu aradığı bir labirentin içinde hissediyordu. Gün geçtikçe kalbini kaplayan kinin, öfkenin yerini başka bir şey almaya başlamıştı. Bunu gittikleri Kıbrıs tatilinde daha çok anlamıştı. Başka bir adamın Nilda'ya dokunduğunu düşünmek bile aklını oynatmasına kâfiydi. Kıskanıyordu, hem de çok! Öyle ki, kardeşinden bile şüphe duymuştu. Ama olmazdı, ikisi olamazdı. O, annesinin ölümüne neden olan kadının kızıydı. Unutması mümkün değildi. Kendisi unutsa bile babaannesi daima hatırlatacaktı. Öte yandan tanıştıkları günden beri Nilda'ya yaptıkları vardı. Hangi kadın kendini tehdit eden, aşağılayan adamı severdi? Gerçi otel odasında o an için kendisinden nefret ettiğini unutmasını istememiş miydi? Sabaha kadar göğsünde uyuyan kadın, onu hâlâ seviyor olabilir miydi? Bütün bunları düşündükçe yattığı yatağa sığamıyormuş gibi oldu. Yerinden kalkıp odanın içinde dolanmaya başladı.
Bir çıkış yolu, bir aydınlık arıyordu ama yoktu. Nefesinin sıkıştığını hissederek üzerindeki gömleğin yakasından bir düğme daha açtı. Hayatındaki her şey karmakarışıktı. Duyguları, düşünceleri artık kendinden bağımsız hareket eder olmuştu.
Mehmet, aldığı soğuk duştan sonra yemek için aşağı indiğinde Hazal ve Nilda onu bekliyordu. Genç adam, küçük kızın saçına kondurduğu öpücükten sonra yerine geçti. Bir süre masada sessizce yemeklerini yediler. Nilda, her ne kadar ona bakmak istemese de gözleri sürekli Mehmet'e kayıyordu. Arada gizli saklı kaçamak bakışlarla süzdüğü adam, onun için tehlike olsa da elinde değildi. O, kendisiyle savaşırken, Mehmet Hazal'a bakarak, "Yemekten sonra dışarıya çıkalım mı dayıcığım? Çok güzel bir animasyon filmi varmış," dedi.
Hazal kısa bir süreliğine düşündü. Çok uzun zaman olmuştu sinemaya gitmeyeli. Aklına, anne ve babasıyla gittikleri filmler ve filmin çocuk için uygun olup olmaması konusunda yaptıkları küçük atışmalar geldi. O zamanlarda o kadar mutluydular ki... O günleri daha canlı hatırlayabilmek için dayısını başıyla onayladı. Mehmet, Hazal'la nasıl ilgilenmesi gerektiğini bilmediğinden, "Sen de bizimle gelir misin?" diye Nilda'ya sordu.
Genç kız, evlendikleri günden beri onu ilk kez bu kadar kibar görüyordu. Genellikle Mehmet emreder, kendisi de uygulardı. Genç adamın teklifinin yarattığı mutluluğu gizlemeye çalışarak, "Elbette," dedi.
Arabaya bindiklerinde Nilda arka koltuğa, Hazal'ın yanına yerleşti. Genç adam aracı hareket ettirirken, dikiz aynasından onlara baktığında kara gözleri özellikle Nilda'nın gözlerinde durdu. Ancak hemen bakışlarını geri çekti. Mehmet, aklı karmakarışık bir şekilde arabayı sürerek sinemaya doğru yol aldı.
Filmin başlamasına dakikalar kala, patlamış mısırlarını ve içeceklerini alıp ortada Hazal olmak üzere üçü yan yana oturdular. Mehmet, küçük kızla ara ara sohbet etmeye çalışırken ışıklar kapandı, gösterim başladı. İlk dakikalar filmin müzikal kısmıyla geçti. İlerleyen kısımlarda, karakterlerin birbirlerini yanlış anlamalarından kaynaklanan komik olaylar, hem Hazal'ı hem de Nilda'yı çok güldürdü. Ancak genç adam, onlar kadar eğlenmiyordu. Çünkü o filmden çok, yanında oturan yeğenini ve karısını izliyordu. Onları izlemek ona öylesine huzur veriyordu ki, bir an için zamanın durmasını istedi. Dursa da bir parçası oldukları karanlık geçmişlerinden uzakta, sonsuza dek öylece kalsalardı. Mehmet bunları düşünürken, Nilda gülümseyerek bir şeyler söylemek için Hazal'a döndü. Mehmet'in kendisini izlediğini fark ettiğinde birden ciddileşti. Son zamanlarda ondaki değişim, bakışları içini ısıtsa da temkinli olmalıydı. Daha birkaç hafta önce karşısındaki adam değil miydi tehditlerle hayatını cehenneme çeviren? Şimdi neden böyle güzel bakıyordu, anlamıyordu. Gözü, dev ekranda olsa da onun aklı da en az Mehmet kadar karmaşıktı.
Hazal'ın uyku saati geldiği için film sonrası eve döndüler. Nilda elini tuttuğu kızla çocuğun odasına doğru giderken Mehmet, "Dayıya öpücük yok mu prenses?" diye sordu.
Küçük kız geri dönüp, hafif tebessüm ederek genç adamın yanına gitti; yanağını öptü. Sonra da hiçbir şey söylemeden odasına gitmek için tekrar Nilda'nın elini tuttu.Odaya girer girmez Nilda, onun üzerini değiştirmesine yardımcı olup örgülü saçlarını açtı. Elini yüzünü yıkayıp, yatağa girmesini bekledikten sonra üzerini örterek karşısındaki sallanan ahşap sandalyeye oturdu. "Sana masal anlatmamı ister misin?" diye sordu. Hazal gözlerini bir kere kapatıp, açarak onu onayladıktan sonra yanına gelmesi için elini uzattı.
Nilda evet anlamında olan bu harekete gülümsedi. "Yanına mı gelmemi istiyorsun?" Küçük kız, bu sefer başını evet anlamında sallayarak, onu cevapladığında, yatağa girip Hazal'ı yanına çekti. Saçlarını okşayarak masalı anlatmaya başladı. Çocuk onu dinlerken gözleri yavaş yavaş kapanmaya başladı. Bir süre sonra ise tamamen uykuya daldı. Nilda, onun ağırlaşan bedeninden uyuduğunu anlayabiliyordu. Usulca yataktan çıktı, uyandırmamak için alnına tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı. Kendisi de gün içinde fazlasıyla yorulmuştu. Odasının bulunduğu koridora çıktığında Mehmet'i merak etti. Acaba uyumuş muydu? Kendi odasının kapısını açarken, karşı odanın kapalı kapısına baktığında heyecanlandı. Ama bunlar yanlış duygulardı, biliyordu. Mehmet için hiçbir değeri yoktu. Nedenini bilmese de onu sadece düşmanı olarak görüyordu. Kapının arkasındaki Barbaros'un ayak tıkırtılarını duyduğunda, gülümseyerek içeriye girdi.
Bir yandan Barbaros'la konuşup diğer yandan üzerini değiştirdi. Pijamalarını giyip banyoya geçti. Makyajını temizleyip dişlerini fırçaladıktan sonra saçlarını taradı. Odasına tekrar döndüğünde, uyumadan önce yaramaz köpeğiyle oynamaya başladı.
Nilda'nın köpeğiyle oynadığı dakikalarda, Mehmet odasında uykuya çoktan dalmıştı.Rüyasında kendini bulundukları evin içinde Nilda'yı ararken görüyordu. Ev şimdiki hâlinden çok daha farklıydı. Tıpkı bir harabeye benziyordu. Duvarlara çeşitli maskeler asılmış, kulağında kadın, erkek birçok insanın kahkahaları yankılanıyordu. Korkuyordu.
O kadar çok korkuyordu ki odaları tek tek dolaşarak, "Nilda!" diye her kapıyı açıyordu. Ama yoktu. Sonra kapısına zincir vurulmuş bir odanın önünde durdu. Açılması mümkün değildi. O an yanında Hazal belirdi ve elindeki anahtarı dayısına uzattı. Genç adam, anahtarı almak için çocuğun eline uzandığı an küçük kızın yüzünü fark etti. Gözlerinden yaş yerine kan damlıyordu. Anahtarı alıp, gözlerini silmek için ona yaklaştığında Hazal, "Geç kaldın!" diyerek yok oldu. Mehmet daha çok korktu. Anahtarla zincirin üzerindeki kilidi açarken soluk soluğaydı. Sonunda zinciri çıkartıp kapıyı açtı ama gerçekten geç kalmıştı. Çünkü sevdiği kadın evin ortasında kendini asmıştı. Bağırmak istiyordu, ancak sesi çıkmıyordu. Onun hâlâ yaşıyor olabileceğini düşünerek, kurtarmak için bacaklarına sarılıp yukarı kaldırmak istedi. Ama kızın vücudunun soğukluğu hissedilmeyecek gibi değildi. Bu olamazdı. Karısı annesiyle aynı kaderi yaşayamazdı.
Korku ve çaresizlikle, "Nildaaa!" diyerek haykırdığında yatağında doğruldu. Mehmet gördüğü kâbus yüzünden kan ter içinde nefesini düzenlemeye çalışırken onun acı dolu çıkan sesini, karşı odasındaki Nilda duydu. Kucağındaki köpeğini yere indirerek hemen karşı odaya koştu. İçeriye girdiğinde Mehmet yarı çıplak yatağının içinde oturuyordu. Genç kızı gördüğünde, hızla yatağından çıkıp kendinden beklenmedik bir hareketle ona sarıldı. Soluk soluğa, "Buradasın!" dedi.
Nilda, hiçbir şey anlamazken aklına onun kâbus görmüş olabileceği geldi. "Sanırım kötü bir rüyaydı."
Genç adam hiçbir şey söylemeden daha sıkı sarıldı. Öyle ki, neredeyse kızın bütün kaburgaları kırılacakmış gibi oldu. Kısa bir süre daha öyle kaldılar. Fakat onun bu hâlinden ürken Nilda için gitme vakti gelmişti. Kendini saran kollardan kurtulmaya çalışarak, ellerini onun çıplak olan göğsüne yerleştirip itmeye çalıştı. "Gitmeliyim!"
Mehmet kollarını gevşeterek, titreyen ellerini kızın yanaklarına yerleştirip avuçlarının içindeki yüze baktı. Hala kabusun etkisindeydi. Sanki giderse bir daha onu görmeyecekmiş, kaybedecekmiş gibi hissediyordu. "Lütfen gitme!" dedi yalvarır gibi. "Kıbrıs'ta benden bir şey istemiştin, hatırlıyor musun? Şimdi aynı şeyi ben de senden istiyorum. Ne olur, şu an kim olduğumuzu unutalım! Sadece yanımda kalmanı istiyorum."
Nilda onu ilk kez bu kadar savunmasız, bir o kadar da samimi görüyordu. Gözlerindeki karanlığın yerinde anlamlandıramadığı çok daha başka bir şey vardı. Yine de onun dengesizliklerinin hedefi olmaktan korkuyordu. Kalbi kal derken aklı uzak dur diyordu. Onu bu noktaya getiren kalbine karşı çıkıp kekeleyerek, "Be-ben gitmeliyim," derken genç adam bir kez daha sarıldı. Nilda'nın saçlarının kokusunu ciğerlerine hapsederken, gözlerini kapatarak kulağına fısıldadı. "Söz veriyorum, sana dokunmayacağım. Sadece yanımda olmana ihtiyacım var!"
Mehmet'in sarhoş edici varlığı yetmezmiş gibi, üstüne bir de ısrarla ona ihtiyacı olduğunu söylemesiyle altüst oldu. Daha önce defalarca onun acı çekmesinden mutlu olacağını söyleyen, intikam delisi adamı değiştiren yalnızca bir kâbus muydu? Ne yapacağını şaşırmışken genç adam bir kere daha fısıldadı. "Lütfen!"
Yanlış olduğunu bilse de kabul etmekten başka çaresi yokmuş gibi hissetti. Çünkü bu defaki isteği her zamanki emrivakilerin dışında, bir tür yakarıştı. Konuşmak yerine başıyla isteğini kabul ettiğini belirttiğinde birlikte yatağa yürüdüler. Sanki yıllardır aynı odayı paylaşıyorlarmış gibi yatağa önce Mehmet girdi. Fakat Nilda hâlâ ayakta durmaya devam ediyordu. Genç adam elini yatağa vurarak ona tedirgin bakan kıza yanına gelmesini işaret etti. Nilda, ona tam olarak güven duymasa da uslu bir kız gibi yatağa girdi. Genç adamın kolunu tutup, incitmeden kendine yakınlaştırmasıyla göğsüne yattı. İşte ilk kez o zaman duydu kocasının kalbinin atışını. O kadar hızlı çarpıyordu ki...
Sessizce yatakta uzansalar da Mehmet de tıpkı Nilda gibi neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünemeyecek durumdaydı. Bildiği tek bir şey vardı. O da yanında yatan kızın varlığına olan ihtiyacıydı. Aslında sadece varlığına değil, bedenine de garip bir şekilde istek duyuyordu. Mor elbisesiyle ilk gördüğü günden beri onu istiyordu. Defalarca bunu kendi içinde reddetmeye çalışsa da Nilda'ya sarılmak, bastırmak istediği erkeksi duyguları gün ışığına çıkartmaya yetmişti. Gördüğü kâbusta, yaşadığı kaybetme korkusunu iliklerine kadar hissettiğinde emin olmuştu. En başından beri ona karşı adlandıramadığı duygular besliyordu. Bu, öylesi güçlü bir duyguydu ki kendine engel olabilmek için yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı. Ve emin olduğu başka bir gerçek daha vardı, o da bu intikam oyununun bir galibi olmayacağıydı. Annesinin ölümünden sonra ilk kez dolan gözlerini, kısa süreli kapattıktan sonra tekrar açtı. Pozisyon değiştirmek için kolunu Nilda'nın boynunun altından çekip, bedenini aşağı kaydırdıktan sonra kendi başını onun göğsüne yasladı. İşte şimdi olmuştu. Çünkü onun kalbinin atışını dinlemeye, kokusunu hissetmeye, yanında olduğunu bilmeye ihtiyacı vardı.
Ve bu ihtiyaç başka ihtiyaçlardan çok daha değerliydi.