Nilda yemek boyunca gerekmedikçe konuşmadı. Aklında, karşısında oturan adama dair birçok soru işareti olsa da hiçbirisini dile getirmedi. Çünkü soru ve cevaplar sohbet ortamı yaratacağı için insanları birbirine yaklaştırırdı. Kafasındaki düşüncelerle önce saatine sonra karşısındaki adama baktı. "Gezimize yarın devam edebilir miyiz? Bugün halletmem gereken başka önemli işlerim var."
Mehmet her zamanki ciddiyetiyle, "Elbette. Nasıl olsa bir süre daha buralardayım. Bolca vaktim var," diye cevap verdiğinde, Nilda'nın aklındaki sorulardan bir tanesi cevabını bulmuş oldu. Demek ki, ileriki günlerde onu görmeye devam edecekti.
Genç adamla vedalaştıktan sonra Behiye'nin pastanesine doğru yürümeye başladı. Ama öncesinde, birkaç gün önce keşfettiği sahafa uğrayıp geceleri ona eşlik edebilecek birkaç kitap almak istedi. Dükkânın kapısından içeriye adım attığında duyduğu konuşmalarla olduğu yerde kalakaldı. Dükkân sahibi yaşlı adam, karşısındaki başka bir adamla yalvarırcasına konuşuyordu. "Bakın, ben o kadar para kazanmıyorum ki size vereyim. Yapmayın ne olur!"
Diğer adam sert ve taviz vermiyordu. "Sana yirmi dört saat süre. Vakit dolduğunda tahsilat için burada olacağım!"
Duyduklarıyla öfkeye kapıldığında, parayı isteyen adam onu fark edince hızla dışarıya çıktı. Son yarım saattir, sıkıntıdan ter döken dükkân sahibi, derin bir nefes alarak hiçbir şey olmamış gibi tebessüm etmeye çalıştı. "Hoş geldin, kızım. Sana nasıl yardımcı olabilirim?"
Nilda yolda gelirken, aldığı suyu çantasından çıkartıp yaşlı adama uzattı. "İyi görünmüyorsunuz. Bir yudum almak ister misiniz?"
Yaşlı adam, o an ellerinin titrediğini hissetti. Sinirden bütün vücudu da elleriyle birlikte titriyordu. "Çok mu belli oluyor?" diyerek genç kızın uzattığı suyu alıp dediği gibi bir yudum içti.
"O adam kimdi? Sizden ne istiyordu?" Aslında ne döndüğünü az çok tahmin edebiliyordu. Dükkân sahibi ufak tefek bir adamdı. Cılız gövdesini yakınındaki sandalyeye bezgince bırakıp alnını ovuşturdu. "Ne olacak, haraç istiyorlar, kızım. Sanki şu ufacık yerden çok para kazanıyormuşum gibi."
Nilda aldığı cevapla daha da öfkelendi. "Ama burası dağbaşı değil ki! Bu haydutları neden şikâyet etmiyorsunuz?"
Adam acı acı tebessüm etti. "Kızım, bunlar bir kişi değil ki. Tehlikeli adamlar. Geçen gün, para alamadıkları için yan taraftaki manifaturacının dükkânını yaktılar. Çok acımasızlar."
Adamın hâline çok üzüldü ama yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bir süre kitaplara bakıp, içlerinden iki tane seçtikten sonra isminin Necdet olduğunu öğrendiği sahafa veda ederek Behiye'nin pastanesine gitti. Annesi gibi sevdiği kadın onu sevgiyle karşılayıp, üzerindeki mutfak önlüğünü çıkartarak yanına yaklaştı. "Eee anlat bakalım, iki gündür nerelere kayboluyorsun?"
Nilda ne söyleyeceğini bilemedi. Ona Mehmet'ten bahsetmek istemedi. Çünkü yarım saat önce sahafta yaşadıkları yüzünden zaten çok gergindi. "Her zamanki gibi geziyorum. Değişik bir şey yok." Onlar sıradan konular üzerinde sohbet ederken yanlarına elindeki küçük not defteriyle çalışanlardan birisi yaklaştı. "Behiye Hanım, listeye elmalı turtayı ekleyecek miyiz?"
Behiye, gözlerini açıp kapatarak çalışanına onay verdikten sonra göz kırptı. "Evet, ekleyeceğiz. Hatta elmalı turtanın yanına profiterol de ekleyebilirsin."
Profiterolü duyan genç kızın ağzı, iştahla sulandı. "Bu aralar buradan çıkamamanın nedenini şimdi anlıyorum. Siparişlerin bu kadar yoğun olduğunu bilmiyordum," diye yorum getirdi. Behiye karşısında oturan kızın ellerine uzanıp sıkıca tuttu. "Bu, müşteri siparişi değil, bebeğim. Belediyenin yardım amaçlı düzenlediği kermes için hazırlık yapıyoruz. Sen de bize katılmak istersen, stantta yardıma ihtiyacımız olacak."
Nilda heyecanla, "Tabii ki!" dedi. Sonra da aklına Mehmet geldi. Gerçi gezi planlarını bir günlüğüne erteleyebilirlerdi.
Pastanenin kapanış saatine kadar orada vakit geçiren Nilda, çıkışta Behiye ile eve dönerken Mehmet'in evinin ışıklarının yandığını fark etti. Aynı anda o yöne bakan Behiye şaşırdı. Çünkü on yıldır kimsenin yaşamadığı evde, hayat belirtileri görmeyi beklemiyordu. "Demek ev sahipleri döndü," deyince Nilda soru sorar gibi onun söylediklerini tekrarlayarak, "Ev sahipleri döndü derken?" dedi.
"Yıllardır o evde kimse yaşamıyordu. Ev sahiplerinin yurt dışında yaşadığını duymuştum."
Aldığı cevapla genç kızın kafasındaki başka bir soru daha cevabını bulmuştu. Behiye, genç adamı tanımıyordu. O zaman ona Mehmet ile yaptıkları anlaşmadan bahsetmek, telaşlanmasına neden olabilirdi. Nasıl tepki vereceğini bilmediği için şimdilik bu konuyu açmamaya karar verdi.
Ertesi gün, Mehmet'in şehir merkezinde işi olduğundan, öğleden sonra buluşmak üzere sözleştiler. Günün planında, yine şehir merkezinde bulunan iki müzeyi gezmek vardı. Saatine göz atan Nilda, daha buluşmalarına iki saat olduğunu görünce sahafa uğramaya karar verdi. Sipariş ettiği kitapları soracaktı. Dükkâna girdiğinde bir önceki gün olduğu gibi, haraç isteyen adamın yine orada olduğunu gördü. Bu sefer durum, bir öncekine göre daha ciddi görünüyordu. Adam, Necdet amcasının yakasına yapışmış, "Sen benimle kafa mı buluyorsun!" diye bağırıyordu. Hiç düşünmeden onu kurtarmak için haraç isteyen adamın üzerine atladı. "Seni manyak, bırak onu!"
Fakat adam, hem yaşlı sahafa hem de genç bir kıza göre fazlasıyla güçlüydü. Bir anda üzerine atlayıp güçsüz yumruklarını omzuna indiren kızı, hafif bir silkelenmeyle üzerinden savurdu. Nilda yere düşerken adam, yaşlı sahafa vurmak için elini havaya kaldırmıştı ki bir anda ortamda beliren Mehmet, adamın yumruğunu havada yakaladı ve kafasını suratına indirerek yere düşürdü. Sonra da Nilda'yı ayağa kaldırmak için elini uzattı. "İyi misin?"
Genç kız, çok hızlı gelişen olayın şaşkınlığıyla toparlanmaya çalışırken, haraç isteyen adam cebindeki bıçağı çıkartıp Mehmet'in üzerine saldırdı. Sahafın, "Oğlum dikkat et!" diye bağırması sayesinde son anda hareket etse de bıçak böbreğinin üst tarafında kalan bölgeyi sıyırarak boşluğa gitti. Böylece ani refleksi sayesinde ciddi bir yara almaktan kurtulmuş oldu.
Adamla yumruk yumruğa kavga eden Mehmet, Nilda ve Necdet'in araya girme çalışmaları ve yan dükkânlardaki esnafların duydukları gürültüyle içeriye girmeleri, bir anda ortamı kalabalıklaştırdı. İşin içinden çıkamayacağını anlayan haraççı adam, bir fırsatını bulup, dükkândan kaçarken Mehmet de arkasından hareket etti ama Nilda onu durdurdu.
"Yaralanmışsın!" Genç adam beyaz gömleğindeki kanı o zaman fark etti. Bıçak sol böbreğine saplanmasa da üst bölgenin derisini çizip kanamasına sebep olmuştu.
Yarım saat sonra, polis dükkânda olanları soruştururken yaşlı sahaf da Mehmet'in aldığı yaraya pansuman yapıyordu. Bir yandan ona hastaneye gitmesi gerektiğini söylerken diğer yandan da polise saldırganı tanımadığını söyledi. Nilda itiraz etti. "Ama Necdet amca! O adam sürekli gelip gidiyor. Tanımaman imkânsız!"
Sahaf, korku dolu bakışlarını genç kıza çevirdi. Yılların çizgisiyle dolu çaresiz gözleri, sus der gibi bakıyordu. Biliyordu ki konuşursa başına daha büyük bela gelecekti. "Lütfen kızım, tanımıyorum dedim ya! Benim yüzümden başınıza gelenler için çok özür dilerim ama durum bu. Adamı tanımıyorum."
Mehmet ve Nilda, dükkândan çıktıklarında konuşmuyorlardı. Birlikte yakınlarında bulunan çınar ağacının altındaki banka oturdular. Genç kız, aralarında hüküm süren sessizliğe daha fazla dayanamadı. "Yani anlamıyorum! Bu insanları nasıl böyle sindirebiliyorlar? Hem sen beni nasıl buldun bakalım?"
Mehmet eliyle yarasının üzerine dokunurken, "Çünkü zayıf olan daima ezilmeye mahkûmdur. Tesadüfen buraya girdiğini gördüm. Karşıdaki hırdavatçıda işim vardı," dedi.
Kendisi yüzünden yaralanmış olan birine, sorulacak soru muydu bu? Bazen saçmaladığını düşünerek sorduğu sorudan pişman oldu. Ya kavga ettiği adam, bıçağı daha derine, daha hayati bir bölgeye saplasaydı? Ya aldığı yarayla gözlerinin önünde, oracıkta ölseydi? Bir an için genç adamın kanlar içindeki görüntüsü hafızasında canlandığında yüzünü Mehmet'e döndü. Yaptığı eylemin bilincinde olmadan elini kan lekesinin olduğu bölgeye hafifçe dokundurdu. "Canın çok acıyor mu?"
Mehmet, onun beklenmedik ani hareketiyle irkilirken göz göze geldiler. Birbirlerine baktıkları o birkaç saniye boyunca Nilda için zaman durmuş gibiydi. Ancak kendini toparlaması çok uzun sürmedi. Utanarak önce elini genç adamın vücudundan çekti, sonra gözlerini kaçırdı.
Mehmet, onun saf bakışları ve kalp ritmini bozan yumuşak dokunuşuyla etkilendi. Ama buna izin veremezdi. Bu şekilde hissetmesi doğru değildi. Damarlarındaki öfke tekrar kabarmaya başlarken, içinden "Bu kadar kolay olamaz!" diyerek en duygusuz yüz ifadesini takındı. "Sadece bir sıyrık, abartılacak bir şey yok!" dedi ve acısına rağmen ayağa kalktı.
"Hadi şu gezi turumuza devam edelim."
Nilda, onunla beraber hareket ederken itiraz etti. "Şaka mı yapıyorsun? Bu hâlde gezemezsin! Ya yaran enfeksiyon kaparsa? Yarın devam ederiz."
Genç adam ondan uzaklaşırken yüzünü döndü. "Bu şekilde benden kurtulacağını sanıyorsan yanılıyorsun. Bir anlaşmamız olduğunu unutma!" dediğinde Nilda'nın ona inanamıyormuş gibi bakmasına karşılık devam etti. "Hani, tur saatlerimizi azaltmak için her seferinde bir mazeret buluyorsun ya! O nedenle hatırlatayım istedim."
Nilda, şaşkınlıkla ağzından çıkan sözlere engel olamadı. "Bunları nasıl söylersin? Gerçi kabahat sende değil, seni düşünende!"
Bir süre sonra ikisi birlikte, yakınlardaki bir giyim mağazasından Mehmet için yeni bir gömlek alıp müzeyi gezmeye gittiler. Müzedeki tarihî eserleri incelerken zaman zaman Nilda'nın gözleri yanındaki tanımadığı adama kaydı. Onun hakkında hiçbir şey bilmezken kişiliğiyle ilgili düşünceler kafasında yavaş yavaş oturmaya başlamıştı. Güçlü görüntüsünün yanında cesur, gözü kara bir adamdı. Yoksa kim tanımadığı yaşlı bir sahaf ve birkaç gündür tanıdığı kız için hayatını riske atardı? Fakat Nilda'nın bilmediği, hayranlık duymaya başladığı adamın sadece gözünün değil; kalbinin de kara olduğuydu.