Bütün geceyi uykusuz geçiren Nilda, sabah yatağında otururken odanın kapısı açıldı. Mehmet'i gördüğünde, "En azından kapıyı çalmayı deneyebilirsin," dedi.
Ama o, onun uyarısına cevap vermek yerine, "Hadi kahvaltıya iniyoruz," diye cevap verdi.
Birkaç dakika sonra kahvaltı için aşağıya indiklerinde Oktay, Müzeyyen ve Cahide Hanım, kahvaltı için onları bekliyorlardı. İçeriye ilk girdiklerinde Nilda'nın dikkatini çeken, Müzeyyen'in yanında oturan altı yaşlarındaki kız çocuğu oldu. Mehmet, küçük kızın yanına giderek saçlarına küçücük bir öpücük bıraktı. "Küçük prenses dayısını özlememiş sanırım?"
Genç adamın sözlerine karşılık, çocuk herhangi bir tepki vermezken, Müzeyyen kızına Nilda'yı göstererek, "Meleğim, seni Nilda'yla tanıştırayım. Nilda, dayının karısı ve artık bizimle birlikte yaşayacak," dedi.
Çocuk, göz ucuyla genç kıza baktıktan sonra mutsuz bakışlarını tekrar önündeki tabağa çevirdi. Nilda tanışmalarından dolayı memnun olduğunu söylese de küçük kız ona bir daha bakmadı.
Akşamki yemek gibi kahvaltı da sessiz geçmiş, sonrasında çocuğun bakıcısı gelip küçük kızın ellerini yıkamak için lavaboya götürmüştü. Müzeyyen, Nilda'ya açıklama gereği duyarmış gibi, "Hazal, biraz içine kapanık bir çocuk. Babasıyla boşanmamızı bir türlü kabullenemiyor," dedi. Söz konusu boşanma davası olunca aklına kendi ailesi geldi. Yirmi üç yaşında olmasına rağmen, kendisi bile ailesinin dağılmasını kabullenemezken küçücük çocuğun dünyasında kim bilir ne fırtınalar kopuyordu? "Onu çok iyi anlıyorum."
Nilda, Müzeyyen'e bir pedagogdan yardım alıp almadıklarını sorarken Mehmet'in cep telefonu çaldı. Genç adam karşısındaki kişiye, "Teşekkür ederim," dedikten sonra telefonu kapattığında burnundan soluyordu.
Cahide meraklanarak, "Can sıkıcı bir durum mu var, oğlum?" dedi.
"Birisi evlilik haberimizi medyaya duyurmuş!"
Onun bu hâline anlam veremeyen Müzeyyen keyiflenerek, "Ah, işte bu çok güzel bir haber! Demek haberi bugünkü baskıya yetiştirebilmişler," dedi.
Nilda ve Mehmet'in evlilik haberlerinin medyaya yansıtılması, Cahide'nin moralini bozdu. Çünkü planlarına göre kısa sürecek olan bu evliliğin dillendirilmesi aklında yoktu. Nasıl gizli saklı yapıldıysa aynı gizlilikle günü geldiğinde sona erecekti. Ancak yapılan haber yüzünden şimdi bir de memleketteki akrabalarına açıklama yapması gerekecekti. Torununu kimselere duyurmadan nikâhlandırması, dedikodulara neden olacağı gibi ayıplanacaktı da. Özellikle de gösterişte yarış hâlinde olduğu eltisi Suzan, eline geçen koz sayesinde onunla uğraşmak için elinden geleni ardına koymayacaktı.
Onun düşünceli hâline aldırmayan Müzeyyen, yaşlı kadının aklından geçenlere inat yaparmış gibi sessizliği bozdu. Önce Nilda'ya gülümsedikten sonra bakışlarını en az babaannesi kadar huzursuz görünen Mehmet'e çevirdi. "Düğün organizasyonunuz bana ait kardeşim!"
Cahide, torununun kurduğu cümleyle sinirlenip ayağa kalktı. "Ne düğünüymüş? Senden böyle bir şey isteyen oldu mu ki kafana göre iş yapıyorsun? Hem sen nasıl olur da ailemiz hakkında haber yaptırırsın? Size kaç defa ailemizi basından uzak tutmanızı söyledim ama görüyorum ki kalın kafanız anlamamış!"
Cahide'nin ani çıkışıyla Müzeyyen'in gözleri dolarak ayağa kalktı ve koşarak bulundukları odadan çıktı. Duruma daha fazla dayanamayan Oktay için artık müdahale vakti gelmişti. Ablasının incinmesine hiçbir zaman müsaade etmeyen genç adam, elindeki çatalı masaya çarparak, ayağa kalkıp babaannesinin karşısında durdu. "Her zamanki gibi yakıp yıkmakta üzerine yok. Ablamın ne kadar zor günler yaşadığını bilmezmiş gibi böylesi üzerine gitmen çok çirkin, babaanne. Bugün, aylardır ilk defa heyecanlandığını gördüm. Kardeşi evlendiği için dünden beri neşe saçıyor ve sen onun mutluluğunu yok sayarak hevesini kursağında bıraktın. Bravo sana!"
Cahide'den sonra Oktay'ın hedefinde Mehmet vardı. Ağabeyine bakan genç adam, "Hayırdır, ağabey? Bilmemiz gereken bir şey var mı? Gören de seni silah zoruyla evlendirilmiş sanır!" dedi.
Olanları şaşkınlıkla izleyen Nilda, bir şeyler söylemek için ağzını her açmaya çalıştığında, tanımadığı bu insanlar karşısında susmak zorunda olduğunu düşündüğünden tek kelime etmedi. Onun yerine görünmez bir seyirci gibi iki kardeşin konuşmalarını izledi.
Mehmet, kendisine yöneltilen soru nedeniyle sinirden kızarırken, öfkesini gizlemeye çalışarak, "Ne saçmalıyorsun sen?" diye sordu.
"Hadi ama ağabey! Saf rolü yapma bana! Ablamın evliliğinizi haber yaptırmasından neden bu kadar rahatsız olduğunuzu öğrenmek istiyorum?"
Oktay'ın sorusuyla Nilda başını yere eğerek Mehmet'in vereceği cevabı bekledi.
Mehmet ise haber olayına sinirlense de kardeşine bir noktada hak veriyordu. Ablası aylar sonra ilk defa mutlu görünüyordu. Ama şimdi asıl konu bu değildi. Ondan beklenmedik bir hareket yaparak Nilda'nın elini tuttu. "Biz birbirimize âşık olup evlendik. Önce ablam, şimdi de sen! Sürekli olarak neden evliliğimiz sorgulanıyor!"
Nilda'nın elleri buz gibi olmuş, mutlu görünmeye çalışırken Oktay, "O zaman şu garip tavırlarınızdan vazgeçin artık!" diyerek odadan çıktı.
Behiye, iki gündür aradığı kızına ulaşamadığı için neredeyse delirmek üzereydi. Her seferinde telesekretere bağlanan telefonuna defalarca mesaj bıraksa da Nilda'ya bir türlü ulaşamıyordu. Gülseren ve Ayhan da apar topar gerçekleşen evlilik karşısında en az onun kadar şaşkınlardı. Dolayısıyla haberi alır almaz soluğu Behiye'nin yanında aldılar. Her ne kadar biyolojik ailesi olmasalar da kızları olarak büyüttükleri genç kız için onlar da çok endişeliydi. Ayhan yeni boşandığı karısına bakarak, "Hepsi senin yüzünden! Eğer kızımız birkaç gündür tanıdığı bir adama sığınıp, onunla düşünmeden evlendiyse bunun suçlusu sensin!" dedi.
Gülseren kendini savunmaya geçtiğinde Behiye onları duymuyormuş gibi konuşmaya başladı. Bir yandan da sanki nefes alamıyormuş gibi bluzunun yakısını çekiştirdi. "Kötü bir şeyler oluyor, hissediyorum bunu!"
Behiye'nin sayıklamaları karşısında Gülseren, odanın içinde ileri geri yürüyen kadının yanına gidip koluna girdi. "Hadi biraz otur artık. Böyle kendini harap ettin."
Onun desteğine karşılık Behiye cevap vermeden, gözyaşı dökerek yöneltildiği koltuğa yerleşti. Tıpkı söylediği gibi kötü bir şeyler oluyordu. Mehmet AKHİSAR isminin sadece isim benzerliği olduğuna inanmak istiyordu. Bir zamanlar zorla evlendirilmek istendiği adamın oğlu, yıllar sonra kızının hayatına girecek değildi ya! Tamamen isim benzerliği olmalıydı. Hem ağabeyi hariç herkes onun öldüğünü biliyordu. Bunları düşünerek kendini rahatlatmaya çalışsa da olmuyordu.
Behiye, Gülseren ve Ayhan'la birlikte Nilda'ya nasıl ulaşacaklarını düşünürken evin kapısı çaldı. Gelen, pastanede çalışan personelden birisiydi. Orta yaşlı kadın, misafirleri olduğu ve yaşadıkları yüzünden dükkâna gidemediği için öncelikle çocuğun sadece gazeteyi getirdiğini sandı. Çünkü her sabah pastaneye gider gitmez, işinin başına geçmeden önce kahvesini yudumlayarak günlük haberleri okumak, onun alışkanlığıydı. Yanında çalışan herkes bu alışkanlığını çok iyi bilirdi. Elindeki gazeteyi uzatan çocuk, "Abla, gazetedeki habere bakman lazımmış," dediğinde şaşırdı.
Merakla ve hızlı hareketlerle gazetenin sayfalarını açarken Ayhan ve Gülseren de yanına gelmiş, onun neye baktığını aynı merakla izliyorlardı. Ve sonunda aradıkları haberin başlığı tam karşılarında duruyordu.
"AKHİSAR HOLDİNG YÖNETİM KURULU BAŞKANI
MEHMET ALPTUĞ'UN SÜRPRİZ EVLİLİĞİ."
Haberin sonrasında gelinin kim olduğunun bir sır gibi saklandığından, genç iş adamının aşkını gözlerden ırak yaşamayı tercih ettiğinden bahsediliyordu. Ve tabii ki haberin yanında Cahide'nin üç torunuyla birlikte çekilmiş aile fotoğrafı duruyordu.
Behiye, "Ama bu imkânsız!" derken dünyanın sonu gelmiş gibi hissetti. Hafızasında canlanan geçmiş, kapandığını sandığı sayfaları tekrar açarken gözleri karardı. Onun sarsıldığını gören Ayhan ve Gülseren, bilincini kaybeden kadının kollarına girerken ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.
Müzeyyen odasında kızının saçlarını tararken, aklı babaannesi ve Mehmet'in gizemli davranışlarına kaydı. Anlayamadığı, garip bir şeyler dönüyordu ama neydi? Babaannesinin zaman zaman sinirlendiğine tanık olsa da bu sefer onun gözlerinde gördüğü bambaşka bir şeydi. Öfke... Hem de daha önce hiç görmediği kadar büyük bir öfke. Ve bu öfke onu öylesine kırmıştı ki, duyduğu üzüntüyü saçlarını ördüğü kızına yansıtmamak için normal görünmeye çalıştı. "Yarın piyano öğretmenin gelecek. Tekrar çalmak için hazır mısın bebeğim?"
Küçük kız, başını olumsuz anlamda sağa sola sallarken odanın kapısında Oktay belirdi. İçeriye giren genç adam, önce iki elini arkasına sakladıktan sonra yumruk yapmış hâlde tekrar çıkartıp Hazal'a uzattı. Kapalı avuçlarını işaret ederek, "İkisinden birinde seni çok mutlu edecek bir sürpriz saklı. Bil bakalım, hangisinde?" dedi.
Çocuk önce umursamıyormuş gibi yapsa da en büyük zaafı elmalı şekerlerdi. Ve kendisine uzatılan kapalı avuçların içindeki armağanı tahmin etmesi hiç de zor değildi. Çünkü dayısıyla bu oyunu ara sıra oynarlardı. Mutsuz görünen yüzünde en ufak bir ifade değişikliği olmadan eliyle Oktay'ın sağ elini işaret etti. Müzeyyen onları izlerken her seferinde olduğu gibi bir kere daha hayal kırıklığına uğradı. Aylardır, kızının tekrar aralarına dönmesini bekleyen bir anne olarak onun suskunluğunun aksine, içinde çığlık çığlığa feryatlar kopuyordu. Hazal'ın doktoru, çocuğun zamanla yaşadıkları durumu kabullenip bu dönemi atlatacağını söylese de her geçen gün inancını kaybetmeye başlamıştı.
O, hüzünlü gözlerle kardeşi ve kızını izlerken, Oktay Hazal'ın yanağını öpüp, "Aferin sana fıstık! Beni hiç şaşırtmıyorsun," dedi ve sağ elindeki şekeri küçük kıza verirken, sol elindekini çaktırmadan arka cebine attı. Hazal elindeki şekeri yemeye başladığında, ablasına kaş göz işareti yaparak, "İki dakika gelebilir misin?" diye sordu.
İki kardeş kapının önüne çıktıklarında genç adam ablasına sıkıca sarıldı. "Babaannemin seni üzdüğünü biliyorum. Ama huyunu biliyorsun işte. Sen ona aldırma."
Müzeyyen ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Tebessüm etmeye çalışarak, geri çekildiğinde dolan gözlerini parmak uçlarıyla sildi. "Aldırmıyorum. Hatta unuttum bile."
Genç adam, ablasını çok iyi tanıyordu. Dili öyle söylese de gözlerindeki gerçekleri görebiliyordu. Zaten üç kardeşin içinde en hassası, en kırılganı daima o olmamış mıydı? Müzeyyen'in kaybettiği neşesini yerine getirmek için, "Yahu senin düğün organizasyonu yapman gerekmiyor muydu?" dedi.
Genç kadın, Cahide'nin söylediklerini hatırlayınca umutsuzca, "Ama..." derken Oktay daha fazla konuşmaması için sözünü kesti. "Aman yaşlı kadın işte! Hani onun söylediklerini takmayacaktın, anlaştığımızı sanıyordum?"
Yaşlı kelimesini duyan ablası gülmeye başladı. İşaret parmağını kendi dudaklarının üzerine kapatarak, "Şişt aman ha! Yaşlı dediğini duyar falan, vallahi canımıza okur!" dedi.
Oktay da en az onun kadar neşelenmişti. "On beş senedir, altmış yaşında olan birisi için çenesi fazla dinç. Haklısın galiba," dedi ve iki kardeş kıkır kıkır gülmeye başladı. Tam bu sırada aklına gelen şeyle Müzeyyen birden durdu. "Peki ya Mehmet? Düğün konusunda o da pek gönüllü değil."
"Sen o konuyu hiç merak etme. Eğer canını sıkacak bir şey söylerse hemen beni ara. Gerçi gerekli mesajı az önce aldı. Karşı çıkacağını hiç sanmıyorum."
Müzeyyen ıslık çalarak, kendisinden uzaklaşan kardeşinin arkasından bakarken tekrar gülmeye başladı. "Bu çocuk gerçekten deli!"
Oktay ve Müzeyyen'le yaşadıkları gerilim yüzünden iştahı kaçan Cahide, burnundan soluyarak ayağa kalktı. Mehmet'e dişlerini sıkarak bakarken, "Ben odama gidiyorum. Hemen gel, konuşmamız gerekiyor," dedi.
Nilda, son on beş dakikadır, kendini kasmaktan neredeyse nefes almayı unutmuş gibiydi. Yüzüne bile bakmayan yaşlı kadının yanından geçip gitmesiyle, kendisine saatlermiş gibi gelen dakikalardan sonra ilk kez rahat bir nefes aldı. Ama aldığı nefesi daha dışarıya veremeden Mehmet'in sert çıkan sesini işitti. "Doymuş olmalısın. Hadi odana!"
Genç kız cevap verme gereği bile duymadan, ayağa kalkıp arkasından kendisini takip eden adam eşliğinde odasının olduğu kata çıktı. Geleli iki gün olmasına rağmen hâlâ bir çıkış yolu bulamamıştı. Hapsedildiği bu zindandan kurtulmak şimdilik mucize gibi görünse de mutlaka o yolu bulacaktı.Nilda çaresizlikle bir mucize olmasını dilerken, Mehmet de ailesinin her geçen gün daha fazla karışmasından dolayı tedirgindi. Ablasının üzülmesinin nedeni olduğunu bilmek, özellikle canını acıtıyordu. O an içindeki öfke daha da büyüdü. Her şeyin sebebi önünde yürüyen bu kız değil miydi?
Daha geldiği ilk günden ortalığı karıştırmayı başarmış, varlığı herkesi birbirine düşürmüştü. Onun acı çekmesini planlasalar da asıl üzülen kendileriydi. Babaannesiyle bir an önce bu konuyu konuşup harekete geçmeli, üzerinde yük hâline gelen bu nikâhtan ve kızdan kurtulmalıydılar. Mehmet ailesindeki huzursuzluğu Nilda'nın varlığına bağlarken iç sesi yine kulaklarını tırmaladı. "Hayatındaki mutsuzluğu şu günahsız kıza bağlıyorsun ya, iflah olmayacaksın, Mehmet! O gittiğinde sanki daha önceki hayatın çok normalmiş gibi düzelecek sanıyorsun ya, sen gerçek bir ahmaksın!" Kafasının içindeki ses öfkesini arttırırken dişlerini sıktı. Sakin olmalıydı. Nilda odasına girdikten sonra cebinden anahtarını çıkartan Mehmet, kapıyı çarparak üzerine kapattı. Ve tam anahtarı kilide takarken arkasında duran ablasının sesini duydu.
"Sakın bana karının üzerine kapıyı kilitlediğini söyleme!"
Ablasının sesini duyduğu an olduğu yerde hareketsiz kaldı. Arkasını dönmeden, ona nasıl bir açıklama yapacağını düşünürken gerilerden babaannesinin sesi duyuldu. "Oğlum, kapı hâlâ tutukluk mu yapıyor?" Mehmet, arkasında duran ablası ve onun yanına yaklaşan babaannesine yüzünü çevirirken, önce yaşlı kadının ne demek istediğini anlayamadı.
Durumu fark eden babaannesi, "Kapı kilidinin tutukluk yaptığını söylüyordun. Onu mu deniyordun, evladım?" dedi kaş göz işareti yaparak.
Genç adam, babaannesine minnetle bakarken olumlu anlamda başını salladı. "Evet, babaanne. Anahtar dışarıdan kilitliyor ama içeriden kilitlemiyor."
Müzeyyen garipseyen bakışlarla kardeşini anlamaya çalışırken, "İyi de sizin odanıza kim girecek ki kapıyı kilitleme gereği duyuyorsunuz?" dedi.
Mehmet sorulardan bunalmıştı artık. Ama sakin görünmeli, sinirlendiğini belli etmemeliydi. "Nilda henüz eve alışamadı maalesef," dedi ve ablasının kulağına fısıldadı. "Malum yeni evliyiz. Kapıyı kilitleyince kendini daha rahat hissediyor."
Cahide, başka bir sorunun daha gelmesini engellemek için Müzeyyen'e sokuldu. "Bugün seni kırdığım için kusura bakma, güzel kızım. Ama medya konusundaki hassasiyetimi biliyorsun. Söz konusu ailemiz olduğu zaman bazen aşırı tepki verebiliyorum. Amacım sadece sizi korumaya çalışmak. Lütfen yılların yorduğu bu kadını affet."
Cahide'nin sözleri amacına ulaşıp Müzeyyen'de istediği etkiyi yarattı. Kahvaltı masasında olanları unutarak babaannesinin boynuna sarıldı. "Bu söylediklerin düğün hazırlıklarına başlayabileceğim anlamına mı geliyor?"
Yaşlı kadın, onun vazgeçmeyeceğini biliyordu. Ve kabul etmekten başka çaresi yoktu. "Tamam tamam. Nasıl biliyorsan öyle yap," dedi ve gülümseyerek bir eliyle torununun sırtını sıvazladı. "Ama olmuşken şöyle dillere destan bir düğün olsun."
Onları izleyen Mehmet şaşkın, bir o kadar da sinirliydi. Ne olmuştu da babaannesi bir anda fikir değiştirmişti, çok merak ediyordu. Defalarca teşekkür eden Müzeyyen'in küçük bir çocuk gibi neşelenerek onlardan uzaklaşmasıyla Cahide, Mehmet'e onu odasında beklediğini söyledi. Babaannesinin arkasından onu takip eden genç adam, odaya girdikleri anda, "Şimdi ciddi ciddi bir de düğün mü yapacağız? Düşüncelerini değiştiren ne oldu?" diye sordu.
Yaşlı kadın, torunundan oturup onu dinlemesini istedi. "Şimdi biraz sakin ol! Ablanın evliliğinizi sağır sultana bile duyuracağını hesaba katmamıştık. Şimdi hem onun hem de Oktay'ın tepkisini çekmek istemiyorum. Ayrıca Oktay bugünkü söylediklerinde haklıydı. Ablan uzun zamandır ilk defa gülüyor. Bırakalım da kafasına göre düğün dernek kurarak biraz aklını dağıtsın. Böylece ayağımıza dolanmamış olur. Bir de şu kızın odasını kilitleme artık. Elindeki koz yüzünden gidemeyeceğini ikimiz de biliyoruz. Ablan ve kardeşinin odalarının üst katınızda olması, sizin kızla aynı odada kalmadığınızı öğrenemeyecekleri anlamına gelmiyor. Tıpkı bugün bir anda arkanda beliren Müzeyyen gibi. Çok dikkatli ol, yakalanma! Bir daha seni kurtaramayabilirim!"
Mehmet, Cahide ile yaptığı görüşmenin ardından önce çalışma odasına, sonra doğruca Nilda'nın kaldığı odaya gitti. Genç kız, kapıyı çalmadan bir anda içeriye dalan kocasına sinirlense de söyleyeceklerinin onun üzerinde herhangi bir etki yaratmayacağını biliyordu. Konuşmak yerine uzandığı yatakta gözlerini açmadan bekledi. Ayakkabı tıkırtılarından Mehmet'in yatağının kenarına kadar geldiğini duyabiliyordu. Hayal kırıklığı ve tehdidi yüzünden bir yanı ondan nefret etse de diğer yanı varlığıyla garip bir şekilde heyecanlanıyordu. O, bu ikilemden huzursuzluk duyarken üzerine küçük bir nesnenin atıldığını hissetti. İrkilerek gözlerini açtığında Mehmet'in kendine bakan kara gözleriyle karşılaştı.
"Uyumadığını biliyordum," diyen genç adam, yatağın üzerine attığı telefonu gözleriyle işaret etti. "İçindeki hat yeni. Yalnızca üç kişinin numarasını eklemen şartıyla kullanabilirsin. Dördüncü kişiyi eklersen geri alırım. Bir de akıllı durman karşılığında kapı kilitlenmeyecek. Eğer birilerine en küçük bir şeyden bahsedersen babanı yakarım!" dedi ve arkasını dönüp odadan çıktı.