Behiye geçirdiği sinir krizi yüzünden hastane odasında yatarken, bir yandan da hıçkırarak gözyaşı döküyordu. Onu yatıştırmaya çalışan Ayhan ve Gülseren'e, belki yirminci kez, "Ya Nilda'nın kızım olduğunu biliyorlarsa, kim bilir ona ne tür kötülükler yapıyorlardır? Ya babam ve ağabeyim de öğrendiyse?" diye korkuyla söyleniyordu.
Ayhan, onu rahatlatmak için bir kere daha, bunun mümkün olmadığını, doğum belgelerinde anne ve babasının kendileri olarak göründüğünü anlattı. "Onun senin kızın olduğunu sadece ağabeyin ve biz biliyoruz. Bu mümkün değil. Bence ikisinin bir araya gelmesi kötü bir tesadüften başka bir şey değil," derken tam bu sırada Gülseren'in telefonu çaldı. Arayan numara rehberde kayıtlı değildi. Merakla cevap verdiğinde, "Nilda!" dedi. "Kızım günlerdir sana ulaşmaya çalışıyoruz! Neredesin? Bu numara kimin?"
Odada nefesler tutuldu, herkes heyecanla Gülseren'e odaklandı. Nilda telefonunu kaybettiğini, o nedenle yeni hat ve telefon aldığını söyledi. Gülseren, Ayhan ve Behiye'nin de konuşmaları duyması için sesi dışarı verecek şekilde hoparlörü açıp konuşmaya devam etti. "Başına bir şey geldi sandık! Öldük meraktan!"
Nilda, vermiş olduğu kararın doğurduğu sonuçlar yüzünden neredeyse ağlamak üzereydi. Fakat bunu telefonun ucundaki kadına hissettirmemek için kendisiyle mücadele ediyordu. "Öğrendiniz mi?" diye sordu sadece.
"Eğer sorduğun evliliğinse evet, biliyoruz."
Bir an sustuktan sonra, "Özür dilerim, anne," dedi. Nilda'nın özür dilemesi, hayra alamet değildi. Bu özrü duyan üç kişi de bunu biliyordu. Ayhan daha fazla dayanamayıp telefonu Gülseren'in elinden aldı. "Yolunda gitmeyen bir şeyler mi var, kızım? Sen iyi misin?"
Babasının sesini duymayı beklemeyen genç kız, "Baba!" dediğinde orta yaşlı adam, "Neler oluyor, Nilda?" diye sordu. "Merak edilecek bir şey yok, baba. Her şey yolunda... Ben çok iyi ve çok mutluyum. Sadece sizi özledim. Sahi, barıştınız mı siz?"
Ayhan'ın gözleri, onları gözyaşlarıyla dinleyen Behiye'nin üzerindeydi. Nilda'nın umutla sorduğu soruya cevap vermek yerine, "Behiye teyzen yanımızda. O da seni çok merak ediyor, bir sesini duysun," dedi.
Kendi canından, kanından olan kızının daima bir adım uzağında kalmaya mahkûm olan Behiye, gözlerini silerek Nilda'yla konuşmak için kendini hazırladı. Fakat konuşamadı. Tam konuşacakken Nilda'nın odasının kapısı çaldı ve gelen kişiyi Mehmet sandığından, "Sizi tekrar arayacağım, beni merak etmeyin. Sizleri çok seviyorum," diyerek telefonu hızlıca kapattı.
Teyzesi olarak bile olsa kızıyla konuşamayan Behiye, dizlerinin üzerine yere düşerken yüzü daha da soldu. Donuk gözlerle seramik zemine bakarken Gülseren ve Ayhan onu ayağa kaldırmak için bir yandan kolunu tutuyorlar, bir yandan da kadını teselli edecek sözler söylüyorlardı. Ancak Behiye, vücudu tonlarca ağırlıktaymış gibi yerinden kıpırdayamıyordu. Diğerleri onun yeni bir kriz geçirdiğini düşünmeye başladıkları anda konuşmaya başladı. "Yıllar önce annesi olma şansımı yitirdim. Onun yaşaması için ondan vazgeçerek teyzesi olmaya razı oldum. Ama şimdi... Ama şimdi benim, onların tanıdığı Behiye olduğumu öğrendilerse asıl o zaman kızımı sonsuza dek kaybederim."
Ayhan böyle bir şeyin söz konusu bile olmadığını söylerken Gülseren de eski kocasını onayladı. "Böyle şeyleri düşünme artık! Merak etme, kimse hiçbir şey öğrenemeyecek. Hem duymadın mı? Nilda bizi hâlâ öz anne ve babası sanıyor. Eğer gerçeği biliyor olsalardı ve senin düşündüğün gibi ona kötülük yapmak isteselerdi, şimdiye kadar bildiklerini ona anlatırlardı. Anlatmakla kalmaz, ailene bile duyururlardı."
Behiye onlara inanmak istese de yaşadıklarının bunlarla sınırlı kalmayacağını hissediyordu. Çünkü bir zamanlar sevdiği adamın ölümüne neden olan ailenin ne kadar tehlikeli ve sinsi olduğunu çok iyi biliyordu. Öte yandan, en az onlar kadar tehlikeli olan başka birileri daha vardı. Çok kindar olduğunu bildiği babası, yaşadığını ya da Nilda'nın kızı olduğunu öğrenirse ikisinin de hayatı tehlikeye girecekti. Ağabeyi İlter'e ulaşamayan Behiye'nin anne yüreği kuş gibi çırpınırken, kızı içi dua etmekten başka yapabileceği bir şey yoktu.
Nilda, aceleyle telefonu kapattıktan sonra kapıdaki kişiye gelmesini söyledi. Müzeyyen önce kapı aralığından başını uzatarak, "Müsaitsen girebilir miyim?" dedi.
Nilda, üzerini düzelterek oturduğu yataktan ayağa kalktı. "Tabii ki gelebilirsin."
Müzeyyen ona abla sevecenliğiyle yaklaşırken yanında getirdiği kataloğu uzattı. "Ben düğün organizasyonunu hallederken sen de gelinliğine karar ver. Ama akşama kadar süren var. Buradakileri beğenmezsen, istediğin bir model varsa onu da diktirebiliriz. Yalnız biraz acele etmemiz gerekiyor."
Müzeyyen'in heyecanla soluk almadan arka arkaya söyledikleri şaşırmasına neden oldu. "Ama ben gelinlik istemiyorum ki..."
"Gelinlik giymeyen gelin olur mu? Lütfen babaannem ve Mehmet'ten sonra bir de sen kırma beni."
Nilda, onun ne kadar hevesli olduğunu gördüğü için üzmek istemedi. Zaten kahvaltıda Cahide tarafından yeteri kadar üzülmüştü. Hem Müzeyyen diğerleri gibi değildi. Ona daha içten ve sıcak davranıyordu. Gönülsüzce derginin rastgele bir sayfasını açıp önüne çıkan ilk modeli gösterdi. "Tamam, bu olsun."
Onun isteksiz olduğunun farkında olan Müzeyyen, "Emin misin?" diye sorduğunda başıyla onayladı. "Evet, eminim."
"Tamam, o zaman. Ben terziyi öğleden sonra eve gönderirim."
Hızla geçen günlerin arasında Nilda, bütün gününü odasında geçiriyordu. Arada bir ailesini aramanın ya da alışveriş için Müzeyyen'le dışarı çıkmalarının dışında hayatında hiçbir hareketlilik yoktu. Sadece Mehmet'i çözmeye çalışarak korkuyla bekliyordu. Onun kendisinden neden nefret ettiğini, neyin intikamını almaya çalıştığını bilmemek, dipsiz bir kuyuda çaresiz kalmak gibiydi.
Mehmet ise işini bahane ederek her gün eve geç geliyordu. Nilda'yla çoğu zaman sabah kahvaltılarında bile yüz yüze gelmedikleri oluyordu. Kendini düğün hazırlıklarına kaptıran Müzeyyen, kızıyla ilgilendiği saatlerin dışında vaktinin çoğunu dışarıda geçiriyor; Oktay'ın ise otel gibi kullandığı eve zaman zaman gelmediği oluyordu. Cahide her zamanki gibi hayalet misali evde arada bir görünüyor, yemek saatlerinde bir araya geldikleri zamanda Nilda'yla konuşmasa bile tehditkâr bakışlarıyla huzursuz ediyordu.
Gülseren ve Ayhan, birkaç gün daha Behiye'ye destek olduktan sonra hayatlarına kaldıkları yerden devam etmek için Eskişehir'e dönmüşlerdi. Onların yanında kaldığı süre içinde, Behiye bir kere Nilda'yla konuşmuş olsa da kızının sesindeki mutsuzluğu hissetmişti. Bir bahane bulup onu görmek için yanına gitmek istese de o aileden birisiyle yüz yüze gelmekten, tanınmaktan korkuyordu. Korumak isterken kızına daha büyük bir zarar vermek, onun için her şeyin sonu olurdu.
Düğüne iki gün kala, gece yarısı uykusu kaçan Nilda, su almak için mutfağa gittiğinde Oktay ile karşılaştı. Genç adam onu gördüğünde gülümsedi. "Bu gece uykusu kaçan sadece ben değilmişim," dediğinde genç kız da aynı şekilde gülümseyerek, tezgâhın üzerindeki sürahiyi alıp bardağını doldurdu. Sonra da duvardaki saate baktı. "Sabah uçağın olduğunu sanıyordum." Kahvaltıda Oktay'ın ertesi sabah bir günlüğüne iş nedeniyle Kıbrıs'a gideceğini duymuştu.
"Uykumun kaçma sebebi de bu ya zaten. Seyahate gideceğim günler genellikle uyku tutmaz."
Nilda, suyu içtikten sonra bardağa bir yenisini doldururken, "En azından bir işin var ve kendine yeni bir şeyler katmak için gidiyorsun," dedi.
Oktay, onun bunları söylerken ne kadar hüzünlü olduğunu görebiliyordu. Yoksa bu evde, ağabeyiyle yaşamaktan dolayı mutlu değil miydi? Belki de evliliğe alışmakta zorluk çekiyordu, kim bilir? Nilda'ya yaklaşarak, "Sıkılıyorsun, öyle değil mi?" dedi.
"Anlamadım?"
Oktay mutfağın içinde gözlerini gezdirerek, "Yani bütün gün evde olduğun için sıkılıyor olmalısın," dedi. Onun söyledikleriyle Nilda'nın yüzü daha da düştü. Bir hayali vardı. Tek isteği, bütün gününü çocuklarla geçireceği bir okulda çalışmaktı. Onun üzüldüğünü gören Oktay neşelendirmek için, "Yoksa Gargamel ile Azman çalışmana engel mi oluyorlar?" dedi.
Genç kız, şaşkın şaşkın bakarak tekrar, "Anlamadım?" deyince, Oktay onun saflığına sesli bir şekilde gülmeye başladı. Gülerken, "Gargamel ve Azman! Yani babaannem ve ağabeyimden bahsediyorum," dedi. Onun cevabı, sonunda Nilda'yı güldürmeyi başardı. Hatta gülmekten öte, ikisi birbirine bakarak kahkahalarla gülerken, gece gece sesleri duyulmasın diye elleriyle ağızlarını kapattılar. İkisi kıkırdayarak, çıkmak için aynı anda mutfak kapısına yöneldiklerinde karşılarında Mehmet'i görmeyi beklemiyorlardı.
"Babaannem onu Gargamel'e benzettiğini duysa acaba bu şekilde gülebilir miydin? Bence hiç komik değil!"
Nilda, Mehmet'in sert çıkan ses tonuna aldırmadan, ciddileşerek odasına yönelirken Oktay dalga geçer gibi konuşmaya devam etti. "Uyandığında, karını yanında göremeyince aramaya mı çıkmıştın?"
Genç adam, sıktığı dişlerinin arasından kardeşine zoraki tebessüm edip, mutfaktan çıkarken, kardeşi arkasından garipseyerek baktı. Ağabeyi onu kıskanmış mıydı yoksa kendisi mi yanlış anlamıştı? Çünkü ilk kez onu kendisine karşı bu kadar ciddi bakarken görmüştü. Bir kardeşe değil de rakibe bakar gibi.