Kapının üzerine kilitlenmesinden sonra bir süre daha yığıldığı yerde kaldı. Kulaklarında Mehmet'in nefret kusan sözleri yankılanıyor, beynindeki basınç yüzünden kendini toparlayamıyordu. Dizlerinin tutmadığını hissederek ayağa kalkmaya çalıştı ancak gücü tamamen bitmiş, ayakta durmayı unutmuş gibi yerden bir karış bile yükselemeden tekrar dizlerinin üzerine düştü. Hayal ettiği bu değildi. Ona inanarak, evet dediğinde istediği tek şey âşık olduğu adamla mutlu olmaktı. Mantığı baştan beri yanlış olduğunu söylese de böylesi kötü bir son tahmin edememişti. Neden onun acı çekmesini istiyordu? Sebep neydi ki evlendikleri ilk gün hayatı mahvolmuştu? Canı yanıyor, kalbi dayanılmaz bir acıyla sızlıyordu. Gözlerini silerek odanın içine baktı. Yerde emeklemeye çalışarak, yarım metre ilerisindeki yatağa güçlükle tırmanıp yine aynı güçlükle bedenini yatağa bıraktı. Duyduklarının ve yaşadıklarının bir kâbus olmasını dileyerek, gözlerini kısa süreliğine kapatıp tekrar açtı ama her şey kâbus olamayacak kadar gerçekti.
O, kapalı olduğu odada başına gelenler yüzünden neredeyse delirmek üzereyken, Mehmet de çalışma odasının camından dışarıyı izliyordu. Gözleri, sonbahar nedeniyle rüzgârın savurduğu kuru yaprakları takip etse de aslında aklı tamamen üst kattaydı. Bugüne kadar olanlar, babaannesiyle birlikte yaptıkları plan doğrultusunda ilerlemişti. Ya bundan sonra ne olacaktı? Aslında nelerin olacağı haftalar öncesinden tasarlanmıştı tasarlanmasına da düşünmeye gerek bile yoktu ama onun içine sinmeyen bir şeyler vardı.
"Az önce karım dediğin kız, aklımın bana sahnelediği bir oyunu muydu?"
Mehmet dışarıyı izlerken o kadar dalmıştı ki kardeşi Oktay'ın içeriye girdiğini o sesleninceye kadar fark etmemişti. Kirli sakalını hafifçe kaşıyarak, yüzünü kapıya döndüğünde kardeşi açıklama yaptı. "Kapıyı iki kere çaldım ama duymadın sanırım. Hayırdır, yoksa karın seni ilk günden terk mi etti?"
Oktay'ın dalga geçer gibi sorduğu soruya kaşlarını çatarak cevap verdi. "Yol onu yorduğu için şu an dinleniyor."
Babaannesiyle Nilda üzerinden plan yapsalar da diğer aile fertlerinin konunun ne kadarını bilmeleri gerektiği hakkında henüz konuşmamışlardı.
"Yani sen şimdi ciddi ciddi evlendin? Buna inanmak gerçekten çok zor. Bugüne kadar bir kız arkadaşın olduğunu bile görmediğim için seninle ilgili şüphelerim vardı. Sanırım bu duruma sevinmeliyim."
Oktay'ın esprili sözleri Mehmet'i daha da gerdi. "Benimle düzgün konuş, Oktay! Karşındaki ağabeyin, herhangi bir arkadaşın değil!"
Aldığı uyarıya rağmen kardeşi sırıtmaya devam etti. Çünkü ağabeyinin ağır ağabey hâllerine, çocukluğundan beri alışkın olduğu için takmamayı yıllar içinde öğrenmişti. "Hangi ara, nerede tanıştınız? Bir anda evlenmeye karar verdiğine göre ani gelişen bir aşk olmalı?"
Oktay sordukça Mehmet'in sinirleri daha da bozuldu. İşte tam bu sırada odaya babaanneleri girdi. Büyük torununa bakan yaşlı kadın, "Demek dönebildin, oğlum?" dedi ve bakışlarını en küçük torununa çevirdi. "Evladım, bizi ağabeyinle yalnız bırakabilir misin?"
Oktay, babaannesi Cahide'nin gelişiyle odadaki gergin havayı hissederek dışarıya çıktı.
"Kız nerede?"
Mehmet, Cahide Hanım'ın elini öpüp, ona sarılırken, "Odada," dedi.
Yaşlı kadın gülümsedi. "Aferin oğlum, yüzümü kara çıkartmadın!"
Aldığı takdirden sonra geri çekilip odadaki kahverengi deri koltuğa oturdu. "Bundan sonra ne olacak? Ne yapmamı istiyorsun?"
Cahide, Mehmet'in sorusuyla torununun gözlerinin içine bakarak, "Onu boğmanı istiyorum," dedi. "Hatta öncesinde birkaç gün aç bırakıp, saçlarından tutarak başını duvarlara falan vurmalısın!"
Genç adam duyduklarına inanamayarak, kendi ellerine bakarken babaannesi gülmeye başladı. "Söylediklerimi ciddiye aldığına inanamıyorum, çocuğum! Biz o kadar cani miyiz?
Evet, onu boğmanı istiyorum. Ama ellerinle değil, sevgisizliğinle. Çünkü bir kadına verilecek en büyük ceza onu sevgisiz bırakmaktır. Hazır sana bu kadar inanıp, bağlanmışken bunu yapmak senin için zor olmayacak. Hissettiği mutsuzluktan, gördüğü değersizlikten kahrolsun ki, onunla birlikte aynı ateşte anası da yansın."
Babaannesinin söyledikleri içinde nedensiz bir huzursuzluk uyandırsa da "Tamam. Peki, evdekilere her şeyi anlatacak mıyız?" diye sordu.
Babaannesi saçlarının bir kısmını örten eşarbını düzeltirken torununun yanına oturdu. "Neler olacağını seninle daha önce konuşmuştuk zaten. Şimdilik ablanı ve kardeşini bu evliliğin normal bir evlilik olduğuna inandıracağız. Zamanı gelince her şeyi onlar da öğrenecek. Şimdi öğrenmeleri bizim için sorun yaratabilir. Ablan ve kardeşin tabiatları gereği olaya duygusal bakacaklar. Özellikle de Oktay'ın huyunu biliyorsun."
Mehmet, yaşlı kadını başıyla onaylayan hareket yaptıktan sonra aklına yatmayan bir şey varmış gibi gözleri daldı. Babaannesi, torununu büyüten kadın olarak onu çok iyi tanıyordu. "Bana anlatmadığın, yolunda gitmeyen bir şey mi var?"
Hayır anlamında tekrar başını salladı. "Her şey yolunda, merak edecek bir şey yok. Sadece ablam ve Oktay'dan gizlediklerimiz beni rahatsız ediyor."
Onun yaptığı açıklama babaannesi için ikna edici olmadı. "Kafana takılan şeyin sadece bu olduğuna emin misin? Çünkü bu noktaya gelmemizin seni mutlu etmesi gerekiyor ama sen hiç de kazanmış gibi görünmüyorsun."
"Sadece çok yorgunum, babaanne," diyen Mehmet, dinlenmek istediğini söyleyerek, odadan ayrılırken yaşlı kadın torununun kolunu tuttu. "Onunla aynı odada kalmayı düşünmüyorsun, öyle değil mi? Bana ettiğin yemini unutmadığını umuyorum. O şeytana dokunmadın, dokunmayacaksın!"
Babaannesinin endişelerine karşılık, "Sence nefret ettiğim birisine karşı fiziksel ya da duygusal bir şey hissedebilir miyim?" diye cevap verdi.
Yaşlı kadın, torunuyla gururlanarak sırtını okşadı. "İşte benim torunum! Biraz dinlendikten sonra kızla konuş, Oktay ve Müzeyyen'in yanında renk vermesin. Bunun için elinde çok güzel kozların var. Sonra onu bana getir, görmek istiyorum."
Mehmet, çalışma odasından ayrıldıktan sonra Nilda'nın bulunduğu kata çıktı. Kalacağı oda onun odasıyla yan yanaydı. Dinlenmek için huzursuzca kendi odasının kapısını açarken bitişik odadan gelen hıçkırık seslerini duydu. Ağlıyordu. Karısının döktüğü gözyaşlarına sevinmesi gerekirken nedensizce kendini kötü hissetti. Elini cebine sokup titreyen parmaklarıyla küçük anahtarı kavradı. Gözleri ve dişlerini aynı anda sıkıp bir süre bekledikten sonra tekrar açtı. Ne yapacaktı? Gidip onu teselli mi edecekti yani? Nilda'yla aynı çatı altında olmasının bir amacı vardı. Düşmanının, kızıyla birlikte acı çekmesi... Anahtarı cebinden çıkartmadan, olduğu yerde bırakıp, dinlenmek için odasına girerken, "Asla acımak yok," dedi kendi kendine. Fakat iç sesi onunla aynı fikirde değildi. Dudaklarının söylediklerinin aksine onunla dalga geçer gibi, "Sence sadece ona acıyor musun? Sürekli tekrarladığın bu saçmalıklarla ancak babaanneni kandırırsın! O acı çekiyor diye kahroluyorsun!" diyordu. Beyninin içinde yankılanan sesi duymamak için elleriyle kulaklarını kapattı. "Hayır! Bu söylediklerin doğru değil! Ondan nefret ediyorum!"
İç sesiyle yaptığı savaştan yorgun çıkan Mehmet, rahatlamak için soğuk duş alsa da kronikleşen mutsuzluğuna çare olmadı. Olanları daha fazla düşünmemek için komodinin çekmecesinde bulunan annesinin fotoğrafını çıkarttı. Öfkesini ne kadar sıcak tutarsa kafasının içindeki sesi susturması o kadar kolay olurdu. Bir süre parmakları annesinin hüzünlü yüzünde gezindi. Çoğu zaman onun yüzünü unutmaya başladığında yaptığı gibi dakikalarca elindeki fotoğrafa baktı. Baktıkça aklına çocukluğunun silik hatıraları geldi.
Hava kararmaya başlarken, evin çalışanlarından birisi Mehmet'in odasına gelip Cahide Hanım'ın akşam yemeği için beklediğini söyledi. Demek vakit gelmişti. Hemen üzerini değiştirdikten sonra Nilda'nın bulunduğu odaya gitti, kilitli kapısını açtı. Onu yatakta uyurken buldu. Derin bir uykuda olmasına rağmen hâlâ hıçkırıyordu. Nefesinin sıkıştığını hissederek yapması gereken şeyi yaptı. Eliyle onun omzuna hafifçe vurarak, "Kalk hadi!" dedi.
Nilda yerinde sıçrayarak korkuyla uyandı. Sırtını yatağın başlığına dayayarak üzerindeki örtüyü çenesine kadar çekti. Onun ürkmüş hâli Mehmet'i hem şaşırttı hem de yüreğini parçalara böldü. Ama önemsemiyormuş gibi davrandı. "Hadi kalk, elini yüzünü yıka, yemek için bekliyorlar."
"Aç değilim."
Mehmet onun cevabına sinirlenerek, örtüyü aldığı gibi üzerinden çekip yere attı. "Sana aç olup olmadığını sormadım! Şimdi birlikte aşağıya ineceğiz ve sen benimle birlikte yeni evli, mutlu kızı oynayacaksın. Aksi şekilde davranırsan yapacaklarımla şu anki yaşadıklarını mumla ararsın. Beni biraz tanısaydın ne demek istediğimi anlardın!"
Nilda, cesaretini ve gücünü toplayıp yataktan çıktı. Mehmet'in burnunun dibine kadar girerek bir kere daha, "Bana bunu neden yapıyorsun? Ne istiyorsun benden?" diye sordu.
"Zamanı geldiğinde hepsini öğreneceksin. Şimdi daha fazla üzülmek istemiyorsan sadece sana söylenenleri uygula!"
Tekrar akmaya başlayan gözyaşlarını durduramayan kız, çaresizce gözlerini sildi. "Ne kadar aptalmışım! Sana inandığım için kendimi asla affetmeyeceğim! Bana âşık olduğunu düşünecek kadar saf olduğuma, seninle evlendiğime inanamıyorum!"
Mehmet, onu küçümser gibi güldü. "Sana, seni sevdiğimi söylediğimi hatırlamıyorum. Ya da seni kandıracak vaatlerde bulunduğumu da. Dediğin gibi bu senin kendi aptallığındı. Senin gibi birine âşık olacak kadar aklımı kaybetmedim ben," dedi ve ciddileşerek sol bileğinden tutup elini havaya kaldırdı.
"Seni karım olarak görseydim, şu an parmağında alyans olurdu. Ama şüphelenmedin bile. Bu da başka bir aptallığındı!"
Duyduğu her cümle, Nilda'nın canını daha çok acıttı. Fakat zafer sarhoşu olan adama daha fazla eğlence malzemesi olmamak için elini çekerek banyoya koştu. Kapıyı kapattığında durmaksızın ağlıyordu. Sesi duyulmasın diye, bir eliyle ağzını kapatırken yüzünü tavana çevirdi. "Allah'ım, ne olur yardım et bana!" Sonra boşta kalan elini yumruk yaparak arka arkaya kalbine vurdu. "Neden durmuyorsun? Ruhum gibi neden sen de ölmüyorsun?"
On dakika sonra az da olsa yatıştığında, yüzünü temizleyip dışarıya çıktı. Bulunduğu evden ve adamdan kurtulmak için bir çare ararken güçlü olmalı, ağlayarak onu mutlu etmemeliydi.
İkisi birlikte yemek salonuna indiklerinde masada oturan iki kadın, bir erkek olmak üzere üç kişi vardı. Genç olan kadın, yaşlı olanına, "Bu söylediğin şaka gibi! Mehmet ve evlilik... Gözümle görmeden inanmam!" diyordu.
Mehmet kendisi hakkında yorum yapan ablasına doğru Nilda'yla birlikte yürürken, "Böyle düşündüğünü bilseydim nikâh defterini yanımda getirirdim," diye cevap verdi.
Müzeyyen, kardeşi ve yanındaki kızı görünce gülümseyerek, ayağa kalkıp onları sevecenlikle karşıladı. "Demek bizim oğlanı nikâh masasına oturtan kız sensin?"
Nilda, ağlamamak için kendini zor tutarken rolü gereği tebessüm etmeye çabaladı. Ama onu tanıyan birisi, ağlamaktan şişen gözlerindeki hüznü çok rahat seçebilirdi. Neyse ki ilk kez gördüğü bu kadın, onu tanımıyordu. Müzeyyen kendisini tanıttıktan sonra Oktay da ikinci kez selam verdi. Fakat Cahide Hanım onlar tanışırken sert bakışlarıyla olduğu yerden kıpırdamadı. Varlığını odadakilere hissettirmek için genzini temizlerken tüm bakışlar yaşlı kadına çevrildi. Mehmet, Nilda'ya bakarak, "Babaannem," dedi.
Kadın otoritesini göstermek için yerinden kalkmadan öpmesi için elini uzattı. Nilda bir çevresindeki insanlara bir de karşısındaki yaşlı kadının uzattığı eline baktı. Müzeyyen ve Oktay ne kadar içten görünse de bu kadında tüylerini diken diken eden bir şeyler vardı. Kendisine uzatılan eli isteksizce öptükten sonra geri çekildi. "Memnun oldum." Yaşlı kadın, onunla konuşmaktan kaçınarak ekşittiği suratıyla masadakilere eliyle oturmalarını işaret etti.
Cahide Hanım masanın başında, Oktay ve Müzeyyen karşılıklı olarak hemen onun önünde oturuyorlardı. Mehmet, erkek kardeşinin yanındaki yeri alırken, Nilda da karşısına geçip Müzeyyen'in yanına oturdu.
Yemek servisi başladığında beklenen soru da Mehmet'in ablasından geldi. "Eee anlatın bakalım! Nerede, nasıl tanıştınız? Bir anda evlenmeye nasıl karar verdiniz? Detayları öğrenmek istiyorum."
Mehmet ve Nilda, şaşkınlıkla birbirlerine bakarken yaşlı kadının sert çıkan gür sesi duyuldu. "Yemekte sessiz olmanız gerektiğini öğretemedim mi size!"
Oktay, babaannesinin tepkisine karşılık, Nilda'ya bakarak, "Yengeciğim, babaannemin normal hâli bu. Büyüdüğümüzü kabullenemiyor. Zamanla sen de alışırsın," deyip göz kırptı.
Cahide dişlerini sıkarak, "Oktaaay!" dese de genç adam onu duymuyormuş gibi yaparak yemeğini yemeye başladı. Yıllardır torunlarına aynı zamanda annelik yapan kadın, Mehmet ve Müzeyyen üzerinde istediği gibi hâkimiyet kursa da söz konusu evin küçük çocuğu Oktay olduğunda eli kolu bağlanıyordu. O, ağabeyi ve ablasının aksine asi, aykırı bir karakter olmuştu. Cahide ne zaman onun üzerine gitse Oktay birkaç gün eve gelmez, nerede olduğunu da kimseye bildirmezdi. Hatta zaman zaman ayrı eve çıkıp, tek başına yaşamak istediğini dile getirdiği için babaannesi onun karşısında çok fazla etkili olamıyordu. Biliyordu ki torunlarını bir arada tutmak için sessiz kalıp bazı şeylere göz yummak zorundaydı.
Sessiz geçen yemek sonrası hep birlikte salonda oturup, kahvelerini içerlerken Müzeyyen Nilda'ya ne iş yaptığını sordu. Genç kız isteksizce, üniversiteden yeni mezun olduğunu, anaokulu öğretmenliği yapmak istediğini söyledi. Allah biliyor ya, Mehmet tarafından tehdit edilmeseydi, kimse ağzından tek kelime alamazdı.
Müzeyyen ellerini çene hizasında birleştirerek, "Oktay gibi sen de çocukları çok seviyor olmalısın. Evde bir çocuk doktorumuz vardı, şimdi bir de anaokulu öğretmenimiz oldu. Bu çok güzel! Sahi, böyle yıldırım hızıyla evlenmenizi senin ailen nasıl karşıladı? Eminim onlar da çok şaşırmışlardır," dedi.
Onları izleyen Mehmet ve Cahide, sinirlenseler de mümkün olduğunca belli etmemeye çalıştılar. Hatta yaşlı kadın, konuyu değiştirmek için gittiği düğünden bahsetmeye başladı. İşte Nilda o an anladı ki, bu kadın evliliklerinin gerçek yüzünü biliyordu. Sadece ses tonu ya da vücut dilinden değil, gözlerinde gördüğü nefretten anlamıştı. O an kendini siyah ve beyazın arasında kalmış gibi bir hisse kapıldı. Mehmet ve Cahide siyah, Oktay ve Müzeyyen beyazdı. Aklından bunları geçirirken, bir an gözleri Mehmet'le kesiştiğinde bakışlarını hemen yere indirdi. Çok kötü kapana sıkışmıştı ve bir an önce bu evden kurtulacak bir yol bulmalıydı.
Oktay, babaannesinin düğün muhabbetinden sıkılıp, dışarıya çıkarken, Nilda da lavabo bahanesiyle müsaade isteyerek ayağa kalktı. Müzeyyen neler olduğunu, onların nasıl evlendiğini öğrenmeden rahat etmeyecekti. Mehmet gibi aşk ve evlilik düşmanı kardeşi böyle bir anda evlenemezdi. Hazır fırsatını yakalamışken sanki evde yardımcı olabilecek çalışan birisi yokmuş gibi harekete geçti. Nilda'ya lavaboyu göstermek için onunla birlikte salondan çıktı.
Genç kız, ortamdan uzaklaşır uzaklaşmaz nefes aldığını hissetti. Mehmet'in soğuk bakışları, Cahide'nin küçümseyen rahatsız edici tavırları katlanılacak gibi değildi.
İkisi birlikte holde ilerlerken, Müzeyyen kolunu tutarak durmasını sağladı. "Bana neler olduğunu anlatır mısın yoksa babaannem ve kardeşimle mi konuşmalıyım?"
Nilda bakışlarını kaçırmaya çalıştı. "Ne demek istediğinizi anlamıyorum."
"Hayır, anlıyorsun. Sanki bu eve zorla getirilmiş gibi davranıyorsun. Gözlerindeki mutsuzluğu görebiliyorum."
Tanımadığı kadının yaptığı yorumla gözleri doldu. Tam gözlerinde biriken yaşlar akmak üzereyken arkalarından gelen Mehmet'in sesini duydular."Hayırdır, ablacığım? İlk günden karıma görümcelik mi yapmaya çalışıyorsun?"
Genç kız, onu umursamadan, kaçar gibi lavaboya girip, kapıyı kilitlediğinde Müzeyyen ve Mehmet yüz yüze geldiler.
"Mehmet, bana bu evlilik hakkında anlatmadığın ne var? Kızcağız sanki bir şeylerden korkmuş gibi titriyordu. Ayrıca sen gelince şeytan görmüş gibi kaçtı. Bunu anlamamak için aptal olmak gerek!"
Ablasına gerçeği anlatmak istese de doğru zaman değildi. Onun yerine bulduğu bahaneleri sıralamaya başladı. "Babaannemin tavırlarından dolayı gerilmiş olmalı. Gizli saklı evlendiğimiz için bize hâlâ çok öfkeli ve ister istemez farkındaysan soğuk davranıyor. Nilda da alıngan biraz. Ailelerimizin onayını almadan, bana evlenmememizi söylediğinde onu dinlemediğim için tavır yapıyor."
"Emin misin kardeşim? Bana hiç de öyleymiş gibi gelmiyor. Hatta daha da fazlası, bir şeyler gizliyormuşsun gibi bir his var içimde."
Mehmet onu ikna etmekle ilgili zorlanacağını bilse de bu kadar zor olacağını tahmin etmemişti. "Eminim abla, gizli saklı bir şey yok. Bu evlilikten sizin nasıl son anda haberiniz olduysa aynı durum onun ailesi için de geçerli. Tabii hâliyle onlar da tepki gösterdi."
Müzeyyen, kardeşine çok güvendiği için onun anlattıklarına inandı. Taze gelinlerinin ailevi durumlar yüzünden kendini kötü hissetmesine de çok üzüldü. Konuyu uzatmak yerine değiştirmeyi tercih etti. Nasıl olsa yakında her şey yoluna girerdi. Kardeşi hazır evlenmişken, mutluluğunun keyfini çıkartmaya karar vererek, "O zaman söyle bakalım, bu kızı çok mu seviyorsun?" dedi.
İşte en zor soru da böylece gelmiş oldu. Yalan söylemekten nefret eden genç adam, köşeye sıkıştığı an imdadına babaannesi yetişti. "Çocuklar, ben çok yorgunum, yatmaya gidiyorum. Hadi kızım, sen de yeni evlileri rahat bırak, eminim onlar da en az benim kadar yorgundur."
Müzeyyen, babaannesi ve erkek kardeşiyle vedalaşıp, odasına giderken Nilda misafir banyosundan çıktı. Mehmet tam karşısında onu bekliyordu. Ona hiçbir şey söylemeden odasına doğru yürümeye başladı. Onu birkaç adım geriden takip eden Mehmet'le odalarının önüne geldiğinde genç adam cebinden anahtarı çıkarttı. Nilda tam konuşmak için ağzını açacakken son anda vazgeçti. Âşık olduğunu düşündüğü adam, ona böyle duygusuz bakarken, onun için sarf edeceği hiçbir söze değmeyeceğini düşünerek odaya girdi. Arkasından kapının kilitlendiğini duyduğunda ise tekrar ağlamaya başlayıp kendini yatağa attı.
Mehmet bir süre odanın kapısında bekledi. Onu uzaktan izleyen Cahide, torununun kendi odasına girmesinden sonra rahat bir nefes aldı. Ateşle barutu yan yana tutmak çok zor olacaktı.
Gece yatağında uyuyan genç adam, yıllar sonra o günü kâbus olarak tekrar yaşıyordu. O zamanlar daha yedi yaşında, küçücük bir çocuktu. İlk karnesini annesine göstermek için heyecanla yatak odasının kapısından içeriye girdiğinde ömrünün sonuna kadar unutmayacağı manzarayla karşılaştı. Annesi boğazına geçirdiği bir ipin ucunda odanın ortasında asılı hâlde dururken elindeki karnesi yere düştü. Annesinin buz gibi ayaklarına sarılarak, bağırmaya başladığında oda bir anda kalabalıklaştı. O günü ilk kez rüyasında gören Mehmet, kan ter içinde uyandığında güneş doğmak üzereydi