Saatler sonra yeni yaşayacakları şehirde uçaktan indiklerinde onları Mehmet'in şoförü karşıladı. Nilda yol boyunca sessiz kalmıştı. Behiye'nin karşısında güçlü görünmeye çalışan kızın yerinde, şimdi küçük bir kız çocuğu vardı. Nilda en azından Barbaros'u yanına almayı istemiş fakat Mehmet onu daha sonra alabileceklerini söylemişti. Onun bu aceleci hâlini tuhaf bulsa da nedenini sormamıştı. Kırk beş dakika sonra görkemli bir evin önünde arabadan indiklerinde kendini tedirgin hissetti. Az sonra kocasının ailesiyle tanışacaktı ve onların kendisini nasıl karşılayacağına dair en ufak bir fikri yoktu. Mehmet onun çekingen hâlini fark ederek elini uzattı. "Hazırsan hadi inelim."
Nilda, evde onları karşılayacak birilerinin olduğunu hayal etse de Mehmet evde kimsenin olmadığını biliyordu. Çünkü bir gün önce babaannesiyle konuştuklarında bir akraba düğünü için şehir dışında olacaklarını, akşama döneceklerini öğrenmişti. Genç adam anahtarıyla kapıyı açıp, önce Nilda'nın girmesini sağladıktan sonra bir adım gerisinde içeriye doğru hareket etti. İkisi eve tam girdiklerinde karşılarına yarı çıplak, yirmilerinde genç bir kadın çıktı. Arkasından ise "Gel kız buraya!" diyen bir erkeğin sesi duyuldu ve ardından koridordan çıkan Mehmet'in küçük kardeşi Oktay, beline doladığı havluyla görüş alanlarına girdi. "Ağabey!"
Kız utancından çığlık atarak, ortadan kaybolurken, Oktay rahatlığını bozmadan, "Demek sonunda dönebildin?" dedi.
Mehmet önce eliyle yanındaki Nilda'nın gözlerini kapatıp, kaşlarını çatarak kardeşine ters ters baktı. "Ve sen de hazır kimse yokken eve kız attın? Seni fırsatçı!"
"Ayıp oluyor, ağabey! Hem bu küçük hanım da kim?"
Nilda, gözlerini kapatan eller yüzünden bir şey göremese de konuşmalarından onların kardeş olduğunu anlayabiliyordu. Oktay'ın sorusuna, "Karım!" diye cevap vermesi üzerine gelen cevabı duydu.
"Karın mı? Hangi ara evlendin? Evlilik ve sen!"
"Sen şimdi benim hangi ara evlendiğimi boş ver de git üzerine bir şeyler giyinip kızı evden gönder. Babaannemler birkaç saate kadar gelirler."
Oktay'ın ortadan kaybolmasının ardından Mehmet elini Nilda'nın gözlerinden indirdi. "Kardeşim sürprizlerle doludur. Hadi sana odamızı göstereyim," derken ses tonu her zamankinden daha katı ve soğuktu.
Genç kızın sorduğu birkaç soruyu duymazdan gelerek, cevapsız bıraktığında Nilda bir acayiplik olduğunu hissetti. Sonra bunu iki kardeşin uygunsuz karşılaşmalarına bağladı. "Belki de iyi anlaşamıyorlardır," diye geçirdi içinden. Çünkü Mehmet ve Oktay, yüz ve tip olarak birbirlerini anımsatsalar da birbirlerinden çok farklı görünüyorlardı. Birkaç saniyeliğine görmüş olsa da Oktay'ın meme ucuna taktırdığı piercing ve kulağındaki küpeye hemen gözü çarpmıştı. Omuzlarına dökülen kumral saçlarıyla ağabeyine göre sıra dışı bir karakter olduğu her hâlinden belliydi.
Birlikte el ele üst kata çıkıp koridordaki ikinci odaya yöneldiler. Nilda'nın kalbi göğüs kafesini delip çıkacakmış gibi çarparken kapıyı açan Mehmet, onu savurur gibi odanın ortasına itti. Nilda beklemediği bu kaba hareketle şoka uğradığında, daha ne olduğunu soramadan, "Burası senin cehennemin!" cevabını aldı.
Duyduklarına inanamıyordu. "S-sen... Ne demek istiyorsun? Ben anlamıyorum!"
Mehmet, tıpkı takı fuarındaki çocuğun Nilda'ya çarptığı andaki gibi öfkeyle bakıyordu. Öfkeli ve ürkütücü... Hatta daha da fazlası korkutucu! "Dediğimi duydun. Burası senin cehennemin. Ben çık demeden bu odadan burnunu bile çıkartmayacak, kimseyle iletişime geçmeyeceksin. Şimdi cep telefonunu ver bana!"
Nilda, o an aklını kaçıracakmış gibi hissetti. Neler oluyordu böyle? Bu yaşadığı, gerçek olamazdı. Duydukları, âşık olduğu adamın sözleri de olamazdı. Bir elinde tuttuğu çantasına bir de Mehmet'in telefonunu almak için uzattığı eline baktı. "Bu bir şakaysa hiç komik değil!" diyerek odadan çıkmak için hareket etti. Ancak Mehmet onun kolunu öyle sıkı kavradı ki, öldürücü bakışlarını onun gözlerine dikerek, "Şaka yapıyor gibi bir hâlim mi var?" dedi.
Nilda, korkuyla titrerken olanlara bir anlam veremiyordu. Sanki bir kâbusun içinde yaşıyordu. "Neler oluyor? Bana neden böyle davranıyorsun?" diyerek kolunu çekti ama kurtulamadı. "Beni korkutuyorsun! Gitmek istiyorum! Bırak beni!"
Mehmet, onu iyice kendine çektiğinde genç kız onun nefesini yüzünde hissetti. "Hayır, gidemezsin! Artık çok geç. Eğer uslu bir kız gibi söylediklerimi uygulamazsan o çok sevgili aileni hiç düşünmeden bitiririm. Mesela, babanın nakliye kamyonlarında uyuşturucu taşıdığını bir telefonla ispatlayıp ömür boyu hapishanede kalmasını sağlayabilirim."
Nilda duyduklarıyla daha da sarsıldı. Karşısındaki adamın nefretle kurduğu her cümle, yüreğine sıkılan başka bir kurşundu. Babası ve uyuşturucu! Bu mümkün değildi. "Yalan söylüyorsun!" diye haykırdı.
Mehmet dalga geçer gibi dişlerini sıkarak güldü. "Fotoğraflı delillerim ve şahitlerim var desem, senin için yeterli mi?"
Duydukları nedeniyle başı dönerek dizlerinin üzerinde yere yığıldı. Artık öyle bir hâle gelmişti ki kendi bedenini taşıyamıyordu. O an için bir zavallı gibi göründüğünün farkında olsa da bu umurunda değildi. Elleri ve dizleriyle birlikte yere kapanıp, hıçkırarak ağlamaya başladığında, "Bana bunu neden yapıyorsun? Ne istiyorsun benden?" diye sordu.
Genç adam, kızın hâlinden eğlenerek tam önünde duruyordu. "Geçmişten kalan bir hesap diyelim. Zamanı geldiğinde öğreneceksin ama şimdi değil. Çok merak ettiysen nedenini söyleyeyim. Üzülmeni, hatta kahrolmanı istiyorum. Şimdi kes sesini!"
Nilda'nın yere düşen çantasını alan Mehmet, odadan çıkıp kapıyı üzerine kilitledi. Nilda olanlara bir anlam veremiyordu. Başı ağrıyor, kulaklarındaki uğultu mantıklı düşünmesini engelliyordu. Neler oluyordu? Neyin içine düşmüştü böyle? Nasıl bir cehennemdi burası?