Mehmet, Nilda'dan kimliğini alıp, birkaç telefon görüşmesiyle nüfuzunu kullanıp öğleden sonraya kadar tüm işlemleri halletti. Akşamüzeri birlikte nikâh dairesine gidip, imzalarını atarlarken genç kız her şeyin bir rüya olduğunu düşündü. Hayatı hızla şekil değiştirirken kendini sadece seyirci gibi hissetti. Birileri etrafında bir şeyler söylüyor, o ise sadece kabul ediyordu. Evlendiği adamın soyadını bile nikâh memurunun sorduğu soruyla öğrenmişti. Mehmet AKHİSARLI
Nikâhtan sonra Nilda elinde tuttuğu nikâh cüzdanına baktı. Hâlâ inanamıyordu. Daha birkaç hafta önce tanıştığı, soyadını bile yeni öğrendiği adamla bilinmeyen bir hayata ilk adımını atmıştı. Peki, onu nasıl bir yaşam bekliyordu? Kendi ailesinin bu evliliği öğrendiği zaman az çok ne tepki vereceğini tahmin etse de kocasının ailesi bu sürpriz nikâh karşısında nasıl davranacaklardı, işte bunu çok merak ediyordu. Nikâh dairesinden çıktıklarında, daha fazla dayanamayıp kafasındaki soruyu sordu. "Peki, senin ailen gizlice evlendiğin için kızmazlar mı?"
Mehmet arabayı kullanırken, gözünü yoldan ayırmadan, "Onlar benim kararlarımı sorgulamazlar. Çünkü yanlış bir şey yapmayacağımı bilirler. Hatta ablam ve erkek kardeşim bu habere sevinebilirler. Özellikle de babaannem," dedi.
"Peki ya baban?"
Babasından bahsedilmesiyle aniden frene basıp arabayı durdurdu. Sinirle dişlerini sıksa da hassas olduğu bu konuda öfkesini belli etmemeliydi. Önlerindeki yoldan gözlerini ayırmadan cevap bekleyen karısına, "Yaşasaydı nasıl karşılardı, bilemiyorum," dedi ve arabayı tekrar çalıştırdı.
Genç kız, babasının öldüğünü daha önce söylememesini garipsese de irdelememesi gerektiğine karar vererek sustu. Nasıl olsa zamanı geldiğinde anlatırdı. Nilda ve Mehmet, yeni yaşayacakları şehre doğru yola çıkmadan önce evlendiklerini haber vermek için Behiye'nin pastanesine uğradılar. El ele kapıdan girdiklerinde Behiye, müşterilerinden birisiyle ayaküstü sohbet ediyordu. Kendine doğru yürüyen çifti fark ettiğinde önce onların birleşen ellerine sonra yüzlerine baktı. Bir tuhaflık hissederek, müşterisine afiyet olsun dileklerinde bulunup Mehmet ve Nilda'yı karşıladı. Onların yakınlığı karşısında söyleyecek bir şey bulamadığı için sadece, "Siz?" diyebildi ancak cümlesini tamamlayamadı. Genç kız, sıradan bir şeyden bahseder gibi çantasından nikâh cüzdanını çıkartıp kadına uzattı. "Biz evlendik."
Behiye'nin ağzı şaşkınlıkla açılırken, defteri alıp içini açtı. Mehmet AKHİSARLI ismini okuduğu an, kalbi korkuyla atmaya başladı. İçinden sadece bir soyadı benzerliği derken genç adam, "Bizi tebrik etmeyecek misiniz?" diye sordu. Behiye olanları anlamaya çalışarak, "Demek evlendiniz?" dedi.
Genç kız, karşısındaki kadına sıkıca sarılıp, çok mutlu olduğunu dile getirdiğinde Behiye için söyleyecek bir şey kalmamıştı. Yerle bir olan ruh hâliyle tebessüm etmeye çalışarak Nilda'yı kutladıktan sonra elini Mehmet'e uzattı. "Umarım yanlış bir karar vermemişsinizdir, çocuklar."
Mehmet, Behiye'nin gözlerinin içine bakarak, "Bence çok doğru bir karar verdik," dedi ve sanki tebriğini kabul edermiş gibi kadının kulağına eğilerek Nilda'nın duyamayacağı fısıltısıyla, "Yoksa şüpheniz mi var, kayınvalideciğim?" dedi.
24 YIL ÖNCE
Kayalıkların üzerinde, sel sularıyla her zamankinden daha coşkun akan dereye bakan genç kadın, saatlerdir tuttuğu gözyaşlarını nihayet özgür bıraktı. Son kez ellerini karnının üzerinde birleştirirken yapmak zorunda olduğu şeyin dışında, sevdiği adamın artık hayatta olmamasına ağlıyordu. Sadece kendisine verilen sözün tutulmamasından değil, evlenmek için zorlandığı kötü kalpli adamın gözlerindeki zaferde görmüştü. O artık gelmeyecekti. Gözlerindeki yaşları silerken daha dünyaya gelmemiş bebeğine ilk ve son kez seslendi. "Beni affet, bebeğim!" Sonra sonsuzluğa ulaşmak için bir adım attığında arkasından küçük ağabeyi İlter'in sesini duydu. "Dur Behiye! Yapma!"
Arkasını dönecek, ağabeyinin yüzüne bakacak cesareti yoktu. "Neden?" diye sordu yönünü çevirmeden. "Artık yaşamak için bir nedenim yok ki!"
"Hayır, var! Bebeğin var!"
Duydukları inanılacak gibi değildi. Eğer sesin sahibi diğer ağabeyi olsaydı, değil onu durdurmak, hiç acımadan arkasından derin sulara iterdi. Hıçkırıklar boğazından yükselirken ağabeyi İlter'e döndü. "Ama..." dedi güçlükle ancak cümlenin devamını getiremedi.İlter elini uzatarak Behiye'ye yaklaştı. "Ne olur bana kardeş acısı yaşatma, dayanamam! Hadi ver elini! Bak, her şey yoluna girecek, sana söz veriyorum!"
Genç kadın, onun sözlerine inanmak istese de hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu. Karnında sevdiği adamın son hatırasını taşıyarak nefret ettiği başka bir adamın karısı olamazdı. Zaten gerçekler ortaya çıktığında hayatına son verecek kişi muhtemelen babası olacaktı. Gözyaşlarıyla karışık, zoraki gülümsemesiyle, "Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ikimiz de biliyoruz. Ben mutlu olma şansımı kaybettim, o adamla evlenemem. Evlensem de gerçek ortaya çıkmayacak mı? Bunun başka yolu yok!" dedi.
"Hayır, kaybetmedin! Başka bir yol var. Bebeğinle başka bir şehirde, başka bir hayat kurman için sana ben yardımcı olacağım, söz veriyorum. O adamla evlenmek zorunda değilsin. İlk günden beri bu evliliğe karşı olduğumu sen de biliyorsun."
Ağabeyinin söyledikleri yalan değildi. Baştan beri bu evliliği engellemek için annesiyle birlikte, babasını ve erkek kardeşini ikna etmeye çalışmış fakat başarılı olamamışlardı. İşin içine menfaat girince, babası Nuh demiş peygamber dememiş, kızını toprak karşılığı kendisinden en az on yaş büyük, üç çocuklu bir adama vermeye gönüllü olmuştu. Behiye duyduklarına karşılık, "Bebeği duyduğuna göre benden nefret etmiyor musun? Babasının kim olduğunu sormayacak mısın?" dedi.
"Yaptığın yanlış olsa da olan olmuş, kabul etmekten başka çare var mı ki? Hem sen ismini söylemesen de ben zaten babasının kim olduğunu tahmin edebiliyorum. Senin Reha ile gizli saklı buluştuğunu biliyordum."
İlter, bunları açıklarken akşamüzeri aldığı haberi kardeşine söylemeye dili varmadı. Reha'nın cesedinin bulunduğunu kardeşine söylese onu bu intihardan döndürmesi mümkün olmayacaktı. Son bir umutla uzattığı eline bakarak, "Kendini, beni düşünmüyorsan, karnındaki masumu düşün. Onun yaşamaya hakkı var, öyle değil mi?" dedi.
Behiye, sonunda daha fazla dayanamayıp annelik içgüdüsüyle kendini ağabeyinin kollarına attı. "Canım çok acıyor, ağabey!" diyerek ağlamaya devam etti.
Birkaç dakika kardeşinin hıçkırıklarının dinmesini bekleyen adam, onun saçlarındaki duvağı elleriyle çıkartarak dere kenarına attı ve planını anlattı. "Şimdi önce senin intihar ettiğine inanmalarını sağlamamız gerekiyor. Öldüğünü düşünmeleri işimizi kolaylaştıracak. Bu gece sana kalacak bir yer bulalım, yarın seni Eskişehir'de yaşayan, kardeşim saydığım askerlik arkadaşıma göndereceğim. Karı koca çok iyi insanlardır, mutlaka bize yardımcı olacaklardır."
O geceden sonra her şey planladıkları gibi gitti. Behiye'nin cesedi bulunamasa da dere kenarında bıraktıkları işaretler, herkesi intihar ettiğine inandırmaya yetmişti. Gerçek ise sadece ikisi arasında sır olarak kalacaktı. Behiye, Eskişehir'e ulaştığında ağabeyinin yazdığı mektubu askerlik arkadaşı Ayhan'a verdi. Ayhan ve eşi Gülseren, onu sevgiyle karşıladılar. Hatta o anlatıncaya kadar bebeğiyle ilgili hiçbir şey sormadılar, onu yargılamadılar. Behiye'nin Eskişehir'e gitmesinden yaklaşık bir ay sonra ağabeyi ziyaretine geldi. İki kardeş yalnız kalıp, gerçekleri konuşma zamanı geldiğinde genç kadın boğazına oturan yumru yüzünden birkaç kez yutkunmak zorunda kaldı. "Seni dinliyorum, ağabey."
Ağabeyi, kardeşinin gözlerine bakamadığı için bakışlarını yerdeki halıya sabitledi. "Konu Reha ile ilgili."
O, sevdiği adamın ölüm haberini daha vermeden Behiye, "O artık yaşamıyor, öyle değil mi?" dedi.
İlter başını sallayarak, onu doğruladığında Behiye sessizce ağladı. "Biliyordum. Peki, nasıl ölmüş?"
"Şehirde barda birkaç serseriyle kavga ederken bıçaklanmış."
Yalan da değildi. Sarhoş birkaç kişinin başlattığı, sıradan bir bar kavgası gibi gösterilmişti olay. Hatta bıçaklandıktan sonra kan kaybından ölmesi için, sözde barın olduğu semtteki karanlık bir sokağa terk edilmişti. Fakat genç kadın biliyordu ki Reha alkolden nefret ederdi.
Zamanla Behiye sevdiği adamın acısını kalbine gömüp, onu hiçbir zaman unutmayarak Ayhan ve Gülseren'e kardeş oldu. Onlarla çok mutlu olsa da sonsuza dek bir arada yaşayamazlardı. Ağabeyinin maddi yardımlarıyla, genç kadına aynı apartmandaki dairelerden birisi satın alınıp oraya yerleştirildi. Böylece doğuma az bir zaman kala yalnız kalmayacak, Ayhan ve eşi genç kadına göz kulak olacaklardı. Bebeğin gelmesine günler kala, Behiye'nin içindeki korkular daha da artmaya başladı. Babasının ve büyük ağabeyinin onun varlığını öğrenmesinden korkuyordu. Her geçen gün bu korkular öyle büyüdü ki, bebeğiyle ilgili birbirinden korkunç kâbuslar görmeye başladı. Bir gün Gülseren'le birlikte otururken kadının her zamankinden daha mutlu olduğunu fark etti. Nedenini sorduğunda,"Ayhan'ı evlat edinme konusunda sonunda ikna etmeyi başardım. Bugün başvuruyu yapacağız," cevabını aldı. Ayhan ve Gülseren'in sekiz yıllık mutlu bir evlilikleri olsa da bebekleri olmuyordu. İşte o an, Behiye bebeğini ailesinin kötülüklerinden koruyabilmek için bir karar verdi. "İsterseniz bebeğimi size verebilirim!"
Gülseren şaşırdı. "Ama bu nasıl olur?"
Genç kadın, çaresizce karşısındaki kadının gözlerine yalvarır gibi baktı. "Sizin yanınızda daha güvende olacak. Eğer onun varlığı ortaya çıkarsa babam ve diğer ağabeyim hiç düşünmeden ikimize de zarar verebilir."
Böylece yıllar içinde Behiye kızının annesi değil, annesinin en yakın arkadaşı, Behiye teyzesi oldu. Doğumdan sonra hastanede, onu ilk ve son kez annesi olarak kokladığında, anlamı savaşçı olan ismi kulağına fısıldadı. "NİLDA. Umarım sana verdiğim ismin anlamı gibi hayata karşı daima güçlü ve savaşçı bir kadın olursun, küçüğüm."
Kızının hayatının kendi hayatı gibi acılarla değil, onu mutlu edecek mucizelerle dolu olmasını dileyerek hastane çıkışı bebeğini Gülseren'in kucağına bıraktı. Yıllarca onu bir yabancı gibi bir adım uzaktan sevdi. Sevdiği adamın hatırasının Gülseren'e her anne diye seslenişinde, kalbi parçalara bölünse de gözyaşlarını daima içine akıttı. Çünkü onu korumak için bu acıya katlanmak zorundaydı, başka çaresi yoktu. Hem kızını emanet edeceği en doğru aile onlardı. Yanılmadı da. Karı koca Nilda'yı kendi kızları gibi sevip değer verdiler. Sırf onu ve Behiye'yi güvence altına almak adına, bebeğin gerçek ailesi gibi görünmek için oturdukları semti, çevrelerini değiştirdiler. Böylece dedikoduların önüne geçmiş oldular. Gülseren ve Ayhan, zaten işleri gereği ailelerinden uzak bir şehirde yaşadıklarından kimse gerçeği öğrenemedi.
Son on yıla kadar hayatta olduğu bir sır olsa da İlter'in Behiye ile olan bağlantısı babası ve büyük ağabeyinin şüphelenmesine neden oldu. Bu durumda olduğu şehri değiştirme, kızından uzaklaşma vakti gelmişti. Gülseren ve Ayhan, Nilda ile birlikte onu sık sık ziyaret etseler de bu ayrılık onu çok yıprattı. Eskişehir'de yaptığı işi devam ettirerek, pastanesini yeni yaşadığı şehre taşıyıp kendini işlerine vermeye çalıştı. Fakat evlat hasreti o kadar ağırdı ki, Behiye taşıdığı acıların altında yıllarca ezildi. Sonra bir gece, Gülseren ağlayarak Behiye'yi aradı. "Nilda, Ayhan'la boşanacağımızı öğrenince evi terk etti. Büyük ihtimalle sana geliyor olmalı, başka gidecek yeri yok."
Aslında Ayhan ve Gülseren, Nilda'nın üniversiteye başladığı yıl aralarındaki sevgi bittiği için boşanmaya karar vermişlerdi. Ancak öz kızları gibi sevdikleri kızın bu haberden etkilenmesini istemediklerinden mezuniyetini beklemişler, sonunda da korktukları başlarına gelmişti. Nilda'nın ağlayarak Behiye'nin kapısını çaldığı gün ise anne kız için yeni bir dönem başlamış oldu. Acı ve intikamın etraflarında kol gezdiği bu süreçte bütün dengeler değişecek, geçmişin karanlığında kalan sırlar, yerlerinden oynayan taşlarla birlikte teker teker ortaya çıkacaktı...
Mehmet'in dudaklarından çıkan kayınvalide sözcüğüyle ürperen Behiye, geri çekilirken genç adam, "Nilda sizi kendisine annesi kadar yakın gördüğü için ikinci bir kayınvalidem sayılırsınız," dedi. Ama duydukları Behiye'yi rahatlatmak için yeterli değildi. Çünkü karşısındaki adamın bakışlarındaki karanlığı görebilecek kadar iyi tanıyordu insanları. Kızının bir anda nikâh cüzdanıyla karşısına çıkıp, evlendiğini söylemesini hazmedememişken bir de evlendiği kişide yanlış bir şeyler olduğunu seziyordu. Yolunda gitmeyen, anormal bir durum söz konusuydu ama neydi? Nilda'nın bir anda bu derece değişmesine inanamıyordu. Mehmet'ten müsaade isteyerek, Nilda'nın kolundan tutup bir kenara çekti. "Bu da ne demek oluyor? Kim bu adam? Hakkında ne biliyorsun? Evlilik öyle bir anda karar verilebilecek bir şey değil. Bunu nasıl yaparsın! İnsan bir danışır, sorar! Öyle değil mi? Hadi beni önemsemedin, anlarım. Sonuçta sadece annenin arkadaşıyım da ailene ne deriz?"
Behiye'nin sitem dolu sözlerini haklı bulsa da paniklemiş hâli karşısında gayet normal bir şeyden bahsedermiş gibi konuştu. "Sana ne kadar değer verdiğimi biliyorsun. Her şey bir anda gelişti. Haber vermediğim için üzgünüm. Amacım seni incitmek değildi. Kırdıysam affet beni. Ancak anne ve babam konusunda seninle aynı fikirde değilim. Onlar kendilerine nasıl başka bir hayat kuruyorlarsa bu benim de en doğal hakkım, öyle değil mi? Üstelik Mehmet iyi bir adam ve ben onunla çok mutlu olacağıma inanıyorum. Bana evinin kapılarını açtığın, üzüntülerime ortak olduğun için sana ne kadar teşekkür etsem az. Biraz önce Mehmet'in de dediği gibi sen benim ikinci annemsin. Lütfen evliliğimi sorgulamak yerine benim adıma mutlu ol." Genç kız, her ne kadar kendinden ve evlendiği adamdan eminmiş gibi görünse de aslında değildi. Mantığı ve duyguları çelişki içindeydi. Dahası bir anda Mehmet'e nasıl kapıldığını, hislerini nasıl adlandıracağını bilemiyordu.
Nilda'nın özellikle son söyledikleri, Behiye'ye söyleyecek başka söz bırakmamıştı. Kızına sıkıca sarılıp, "Ömür boyu mutlu olmanı diliyorum, bebeğim. Ani verdiğin bu karardan dolayı umarım pişman olmazsın," demek zorunda kaldı. Onları izleyen Mehmet, yanlarına yaklaştı. "Eğer vedalaşmanız bittiyse artık gidebilir miyiz?"
Behiye veda kelimesiyle daha da tedirgin oldu. "Veda derken? Nereye gidiyorsunuz?"
Genç adam, Nilda'nın beline sarılarak, onu kendine çekip alnından öptü. "Tabii ki birlikte yaşayacağımız evimize," dedi ve saatine baktı. "Uçağımız iki saat sonra."
Behiye kızıyla bu kadar yakınlaşmışken, onu tekrar kaybettiğini hissederek korkuya kapıldı. Ancak iş işten geçmişti. Onlara engel olabilmesi mümkün değildi. Son zamanlarda pastanenin işlerinin yoğunluğu yüzünden onunla yeteri kadar ilgilenemediği için pişmanlık duydu. Eğer kızına daha fazla zaman ayırabilseydi, belki de böylesi önemli bir karar vermesini önlemiş olabilirdi.