ACINI GÖRÜYORUM

3111 Words
Hayat, bazen anlamsız veya bolca anlamı olan hislerin dünyana dahil olmasına her ne kadar istemesen bile olanak sağlardı. Aşk, bağlılık, inanmak ve bazı hisleri tatmak Hale’nin artık dünyasında olmayan ve olmasını istemediği duygulardı. Zamanında bu duyguların tesirinde kalmış ve kayıpları tarif edilemeyecek kadar büyük olmuştu. Ne olursa olsun, kim olursa olsun ki buna babası bile dahil güven duygusunu fazlasıyla kaybetmişti. Her duygunun temeli olan güven duygusu kaybolunca inançta ortadan kalkıyordu. Fakat, yaklaşık 6 saattir aynı evi paylaştığı baş döndürücü adama karşı hissettiği güven duygusuna bir türlü anlam veremiyordu. Adamın kendine has bir tavrı, karakteri vardı. Oldukça keski bir espri yeteneği, açık seçik konuşma özgürlüğü ve kendinden emin duruşu Hale’nin içindeki kalbinin varlığını yoklamasına neden oluyordu. Tamam adam fazlasıyla yakışıklı, özgüvenli ki yaptığı iş nedeni ile karakterindeki bu özellik belirgin olmalıydı. Fakat, her bir hareketinde bu kadar yanmasına bir türlü anlam veremiyordu. Onunla 1 hafta bu evin içinde kalacaktı. Üstelik, ona yaklaşmasına, onunla gerçek bir sevgili gibi davranmasına izin verecekti. Aklını nerede kaybettiğini bir ara hatırlarsa işlevini yerine getirmesi için kesin bir talimat vermeyi bir kenara not etti. Tamam, hayatında hiç yakışıklı, kaslı, bu kadar seksi bir erkek görmemiş değildi. Ya da kesinlikle görmemişti. Eski eşi Tolga, uzun boylu, kaslı ve kendine göre yakışıklıydı. Uzun yıllar hayatındaki tek erkek olmanın avantajlarını fazlasıyla kullanmış ve onu kıyaslayacağı bir erkek arkadaş sahibi olmamıştı. Buda onu hayatındaki tek yakışıklı, tek seksi, tek sevilecek adam kategorisine ulaştırmıştı. Şimdi ise içeride onun salonunda, her zaman onun uzandığı koltuğa uzanmış bir meteor ile kıyaslama şansı vardı. Bir kıyaslama yapmak için düşünmeye ihtiyacı bile yoktu. Çünkü Ateş, Tolga’yı açık ara farkla geride bırakırdı. Evinin mutfağında kendine oyalanacak işler çıkarmak için seçenekleri zorlayan Hale, çalan telefonu ile bir an yerinde sıçradı. Mutfak masasının üzerinde duran telefonunu eline aldığında arayanın Dağhan olduğunu göründe derin bir nefes verdi. Çünkü Serap ve diğer arkadaşlarının bu saate kadar bekleyebilmelerine cidden şaşırmıştı. Çoktan binlerce mesaj çekmiş, deli gibi soru soruyor olmaları gerekiyordu. Kendini toparlayarak aramayı cevaplamak adına telefonun ekranına dokundu ve “Akşam geleceğim evet” dediğinde telefonun diğer ucunda gülen arkadaşı, “O yanındaki terminatörü de getir.” Dediğinde ise Hale bir anda donup kalmıştı. Sonra tabi ki haberi vardı. Bu adamlar adaya ayak basan herkesten, nereye gittiğinden ve nerede olduğundan anlam veremediği bir hızla haberdar oluyordu. Bunda korkması gerekiyordu ama adada bu adamların değer verdikleri kişiler arasındaysan kimseden korkmamanız gerektiğini anlıyordunuz. Hale buraya geleli çok olmamıştı ve kısa sürede bu güveni onlardan almıştı. “Neden kendin söylemiyorsun?” diye sorduğunda başka bir ses ki bu en tehlikeli olanı olduğu için duyduğunda yutkunmuştu. Zafer, “Senin sevgilin” dediğinde sesindeki ton gayet eğlendiğini gösteriyordu. Bu adam her konuda çok tehlikeliydi. Mesela herhangi bir durum yüzünden diline düşecekseniz kendinizi kesinlikle öleceğiniz bir yerden atın. Çünkü, cinnet geçirerek ölmeniz için elinden geleni yapardı. “Sahte sevgilim” diye söylenen Hale, her iki arkadaşının telefonun diğer ucunda kahkaha atmasına dayanamayıp telefonu kapattığında derin bir nefes aldı ve “Kesinlikle başım belada” diye mırıldandı. “Kesinlikle” diyerek yerinde sıçramasına neden olan sesle arkasını döndüğünde Ateş’in çıplak, demir gibi kaslı ve oldukça baş döndürücü göğsüne çarptı. O an dengesini kaybettiğinde kendini bir anda Ateş’in kolları arasında buldu ve tüm bedeni kor olurcasına yanmaya başladı. Bakışları, Ateş’in bakışlarında kaybolurken bedenleri fazlasıyla bir bütün olmuştu. Elleri, bir duvarı andıran sertlikteki göğsünde duruyordu ve adamın teninden avuçlarının yandığını hissedebiliyordu. Dudakları o kadar yakındaydı ki küçük bir yanlış harekette kesinlikle birleşecekti. İşte o anda bu evin bile yana bileceğine karar verdi. “Sakarız” dedikten hemen sonra başını geriye çekip gülümserken Hale kollarından hızla çıkarak çatık kaşlarla, “Kedi gibi sessiz olmasan korkmazdım” dediğinde kaşlarını alaycı bir tavırla havaya kaldıran Ateş, “Benim işim sessiz olmak. Alışsan iyi edersin” dediğinde Hale, buna neden alışması gerektiğini düşündü. Sonuçta sadece 2 hafta kadar hayatında olacaktı. Sonrasında işine geri dönecekti ve adaya geldikçe karşılaştıklarında arkadaş gibi selamlaşacaklardı. Ateş, “Benim duş almam gerekiyor. Sonra sanırım Salda Bar’a gidiyoruz.” Dediğinde Hale, başını evet anlamında salladı. Sonrasında, “Banyodaki dolabın sağ tarafı olası misafirleri için. Fakat bir erkek duş jelim yok” dediğinde Ateş ona birkaç adım yaklaştı ve yüzünü boynuna doğru eğip, derin bir nefes aldığı esnada gözlerini kapattı. Gözleri açık kalırsa dengesini kaybedebilirdi. Çünkü, genç kadın baş döndürücü derecede güzel portakal çiçeği kokuyordu. Birkaç saniye öylece kaldıktan hemen sonra, geri çekilip göz göze geldiği Hale’ye gülümseyerek, “Portakal çiçeği sadece senin tenine özel” dedi ve genç kadın şaşkınlıktan gözleri kocaman olmuş bir şekilde ona baktı. Sadece bir nefes alma ile hangi aromalı duş jelini kullandığını nasıl oluyordu da anlamıştı. Bu gerçekten şaşılacak, hatta korkulacak bir özellikmiş gibiydi ve Ateş, ona gülümseyerek, “Birkaç dakikaya hazır olurum.” Dedikten hemen sonra mutfağın hemen karşısında bulunan odaya yöneldi ve Hale anında, Ateş’in nereye gittiğini anlayarak panikle, “Soldaki kapı!” diye bağırdı fakat geç kalmıştı. Çünkü Ateş çoktan odanın kapısını açmıştı. Açar açmazda donup kalmıştı. Pembe bir bebek yatağı, yine aynı renkte bir elbise dolabı, küçük aynalı bir şifonyer ve birçok bebeğin olduğu raflarda bakışlarını gezdirdi. Odanın tüllerinden yerdeki halısına varıncaya kadar pembe hakimdi. Hemen dolabın yanındaki duçarda kocaman bir çerçeve vardı ve o çerçeve içinde ultrasın resmi olduğuna inandığı bir resim vardı. Damla’yı doğum kontrollerinde defalarca ultrasonda izlemişti. Ateş, kalbinin içinde acı ile atmaya başladığını hissetti. Sonrasında ise yutkundu. Hale, hemen arkasına kadar gelerek, “Henüz atlatamadım. Boşanınca eşyaları o hak etmeyen adam ile bırakmak istemedim” dediğinde kapının eşiğinde duran Ateş yavaşça dönüp Hale’nin dolmuş olan bakışları ile buluştuğunda hala tek kelime edememişti. Hale ise kapının girişinde açılan boşluktan odanın içine girdi ve gülümseyerek hemen karşısında duran resme baktı. Sadece 2 ayım kalmıştı. Onu kucağıma almak için iki ayım kalmıştı ve tüm hazırlığım tamamdı. Bunları henüz bir valize koymak veya kutulara kaldırmaya hazır değilim.” Dedikten sonra gözleri iyice doldu ve kalbinin içinde sıkıştığını hisseden Ateş, adım adım ona yaklaşıp hemen karşısında durdu. Bakışlarında acıma yoktu, alay yoktu, dalga geçme hiç yoktu. Sadece hüzün vardı. Hale, “Delirmiş olduğumu düşünebilirsin” dediği anda Ateş, “Öyle bir şey düşünmüyorum” diyerek genç kadını susturdu ve ona daha çok yaklaşarak, elini yüzüne yerleştirip acı dolu bakışlar ile bal rengi bakışlara baktı ve “Acını görüyorum.” Dediğinde genç kadın kalbinin içinde titrediğini hissetti. Daha önce bunu ona söyleyen olmamıştı. Daha çocuğunun acısını atlatamamışken, yas tutarken boşanma sürecine girmişti ve tüm ailesi bu davadan vaz geçmesi için bebeğinin katili olarak gördüğü kişi ile evliliğini bitirmemesi için yoğun bir çaba sarf etmişti. Herkes ona daha genç olduğunu ve yeniden çocuk sahibi olabileceğini söylüyordu. Fakat bebeklerinin neden öldüğünü hiçbirine açıklayamıyordu. Çünkü lanet olası pislik eski eşi, sorunsuz ve hızlı bir boşanma istiyorsa kimsenin bu ihanetten haberi olmaması gerektiğini tek şart olarak ortaya koymuştu. Ateş, karşısında acıdan ölen genç kadına sarılma isteği ile dolup taşıyordu. Kollarını bedenine dolayıp, onu sıkıca sarıp bundan sonraki süreçte artık yalnız olmadığını ona söylemek istiyordu. Tüm yaralarını, bu acısını söküp atmak ve onu şu andan itibaren dünyanın en mutlu kadını yapmak istiyordu. Fakat, genç kadının bunun için hazır olmadığını net bir şekilde görüyordu. Onun için mesafesini koruyarak, “Bu acı için hiçbir kelime yeterli değildir. Fakat, acıyı hafifletmek için bir yerden başlaman gerekiyor” dediğinde genç kadın güzünden süzülen yaşı önemsemeden, “Biliyorum. Bir gün geride kalacak fakat şimdi benimle olması gerekiyor. Bu oda böyle kaldığı zaman sanki hep yanımdaymış ve bu odada uyuyormuş, ya da oynuyormuş gibi hissediyorum” dediğinde genç adam, kalbinin neredeyse acı içinde kaldığını hissetti. Lanet olsun teselli vermekte hiç iyi değildi fakat şu anda azıcık kelime haznesi ile ne söyleyeceğini bile bilmiyordu. Genç kadının telefonu elinde titrediğinde elini yüzünden çekti ve telefonuna bakan Hale, derin bir nefes alarak, “Umarım şehir manzarasını seviyorsundur. Çünkü deniz manzarası mı? Yoksa şehir manzarası mı? Sevdiğini soruyor.” Dediğinde Ateş gülümseyerek “En güzel manzara ondanın içinde olacak. Pencerelerin nereye baktığı pek umurumda değil” dedi ve arkasını dönüp odadan çıktığında Hale şaşkınca arkasından baka kaldı. Tüm bedeni, uyuşmuş gibiydi ve Ateş’in ne dediğini pek anlamışta sayılmazdı. Onun için arkasından, “Yatak eminim güzeldir” diye bağırdığında ateş banyonun kapısını kapatmadan hemen önce “İçindeki daha çok ilgi alanıma giriyor” dediğinde ise hale gözleri kocaman olarak baktı ve hemen arkasındaki resme bakarak, “Nasıl bir ateşe düştüğüm hakkında eminim bir fikrin yoktur ufaklık. Başım fena belada” dedi ve başını sağa sola sallayarak ondanın kapısına kadar gidip, hüzünlü bakışları ile resme bir kere daha bakıp kapıyı yavaşça kapattı. Nasıl bir ateş ise tümüyle yanacaktı. Çünkü karşısındaki adamın duyguları vardı. Hale, hayatı boyunca duyguları olan bir adam ile karşılaşmak istemişti. Çünkü duyguları olan adamlar hayal kırıklığı yaratmazdı… Bazı dostluklar, arkadaşlıklar aile gibidir. Hale bunu adadaki bu mükemmel insanlarla tanışığında iliklerine kadar hissetmişti. İçinde büyüdüğü aile her zaman sıcaktı fakat her anı bir yarış içinde geçmişti. Hangisi daha iyi bir üniversite kazandı? Hangi üye iyi bir evlilik yaptı? Daha listenin sonu gelmeyecek birçok yarış vardı. Birbirlerinin hayatında olan olumsuzluklara üzülürlerdi elbet fakat bu hiçbir zaman Hale’ye samimi gelmemişti. Bazen aile üyelerinin duygudan yoksun olarak dünyaya geldiklerine inanırdı. Hatta buna çoğunlukla inanırdı. En acı kaybında bile “Üzülme gençsin yeniden denersiniz” diye bilen kuzenlere sahipti. Ya da boşanma kararı aldığında ona “Tek başına ne yapacaksın? Bir eşin olmadan” diye soran ama nedenini bir türlü merak etmeyen birçok aile üyesi vardı. Kuzeni Şule haricinde burada ne yaptığını, nasıl yaşadığını, acısını, onu merak eden arayan olmamıştı. Şule biraz deli doluydu fakat diğerlerinden daha fazla duygu barındırdığına emindi. Eşinden ayrılmasını istemediğini defalarca söylemişti fakat hiçbir şeyden haberi olmadığı içindi. Tolga2nın onu en yakın arkadaşı ile aldattığını öğrenmiş olsaydı Tolga’nın ölüm fermanını kendi imzalardı. Bundan adı gibi emindi çünkü Tolga, Berna ile birlikte olduğunu açıkladığında bu duruma en çok tepki gösteren kendiydi. Fakat bu duruma tepkisini fazla sürdürememişti. Çünkü, o zamanlar nişanlısı ve şu anda evlenmek için gün saydığı adam olan Alp, Tolga’nın abisiydi. Gerçi bu durum karşısında oda sessiz kalamayanlardandı. Hale, Tolga’nın onu aldattığını öğrense abisinin kesinlikle yaşamadığından emin olacağını biliyordu. Sırf bu iki iyi insan için o düğüne gitmeliydi. Bara geleli bir saati aşkın zaman olmuştu ve sahne Hale için hızla hazırlanıyordu. Bu geve Leman Sam gecesiydi ve şarkıların hepsini cidden söylemeyi, aynı zamanda dinlemeyide çok severdi. Fakat, bara girdiğinde beridir kardeşten öte gördüğü bu küçük topluluğun bakışları gerilmesine neden olmuştu. Herkes, sanki Ateş ile bir oyun içinde değil, gerçekten sevgiliymişler gibi davranıyordu. Ateş ise cidden kelimeler ile tarif edilemeyecek kadar sinir bozucuydu. Biri bu adam aklına gelen her şeyi söylememesi gerekiyor diye düşünüyordu. Gerçekten ağzı çok ama çok edepsizdi. Hale üzerine rahat bir elbise giymişti. Yaz ayında oldukları için her ne kadar adada nem olmasa bile sıcak bazen bunaltabiliyordu. Birazdan sahneye çıkacaktı ve tüm gözler onun üzerinde olacaktı. Her ne kadar uzun zamandır bu işi yapıyor olsa da hala tüm gözlerin üzerinde olmasına alışamamıştı. Üstelik bu gece gözü üzerinde olan sadece tanımadığı insanlar olmayacaktı. Ateş, onu rahatça görebileceği bir masaya oturmuş ve arkadaşlarının arasında bile olsa bakışlarını bir an olsun ondan ayırmayacaktı. Hale’nin bakışlarla problemi yoktu. Problemi o bakışların, bakışlarına değdiği anda bedeninin hissettikleriydi. Üzerindeki elbisenin şıklığı tartışılmazdı. Nazlı, her ne kadar tüm erkeklerin tepkisine maruz kalsada bunu önemsemeyerek, İstanbul’da olan arkadaşının tasarladığı kıyafetleri göndermesine ve onları bizim dolabımıza yerleştirmekten vazgeçmiyordu. Elbiseler cidden çok iyiydi ve düğünde giymesi için her geceye özel bir elbise bile ayarlamıştı. Her birine hayran kalmıştı. Her birinin dokusu, tasarımı, rengi ve tasarımı harikaydı. Birgün, bu elbiselerin tasarımcısı ile tanışma fırsatı olursa kesinlikle tebriklerini sunacaktı. Kadın cidden iyi iş çıkarıyordu. Şu anda üzerinde yine tasarım olan elbiselerden vardı. Elbisenin uzunluğu dizlerine ulaşmıyordu. Önden çok naif olsada sırt dekoltesi resmen kalp hoplatıyordu. Evden çıkmadan önce Ateş ile elbise üzerindeyken ilk karşılaşmasını hatırlayınca tüm bedeni titredi. Ateş’in adı gibi bir ateş topuna dönen bakışları Hale’nin neredeyse ürpermesine neden olmuştu. Hatta dayanamayarak, “Sorun mu var?” diye sormuştu. Ateş ise derin bir nefes aldıktan sonra toparlanmış ve seksi bir şekilde gülümseyerek, “Yanımdan ayrılmasan iyi edersin güzel kız” diye söylemişti. Hale, şaşkın bir sesle “Sahnede yanımda oturmayı düşünüyorsan düet için bir mikrofon vermeliyiz” dediğinde ise Ateş, içinde uyanmaya başlayan mağara adamına hâkim olamamaktan korktuğu için gülümsemeye devam ederek, “Ben daha çok senin sarhoş olmaman için çabalamayı düşünüyorum. Sonra can güvenliğim olmuyor” dediğinde Hale aynı anda dişlerini sıkmıştı. Lanet olası gecenin zihninin derinliklerinde kaybolduğuna inanamıyordu. Üstelik bu adamın onun bedenine dokunduğunu, onu öptüğünü, onunla birlikte olduğunu düşündükçe tüm bedeni alev alıyordu. Bunun zihninde hayali bir bu şekilde hissetmesine neden oluyorsa, nasıl oluyordu da tüm gerçeği hafızası silebiliyordu. Buna hiç anlam veremiyordu. “Seni nasıl öptüğümü mü hatırlamaya çalışıyorsun?” diye tam kulağının dibinde tüm bedenini yakan bir ses tonu ile soran Ateş’e Hale bakmadı bile. Bir ara buradaki tüm adamların aslında zihin okuma gibi bir özelliği olduğunu aklından çıkarmaması gerektiğini kendine not diye yazacaktı. Başını sesin geldiği yöne döndürmek istediğinde duraksadı. Çünkü genç adamın yüzü çok yakındaydı ve yüzünü döndürdüğü anda dudaklarına kendini bırakmamak için kendi ile savaşını kaybedebilirdi. Onun için dişlerini sıkarak, “Hayır!” diye söylendi. Şu anda masada hemen karşılarında oturan ve neyse ki onara hiç ama hiç bakmayan arkadaşlarına sesinin gitmemiş olmasına seviniyordu. Zaten bara girdiklerinden bu yana fazla işkenceci olmuşlardı. En azından bazı şeyleri duymamaları iyi bir şeydi. Ya da Hale, bu şekilde olduğunu umuyordu. Genç adam, hemen yanında oturan fakat sandalyesini bir adım arkaya çektiği için bedeninin önünde kalan genç kadına görmese bile sırıttı. O gecenin sabahında, otel odasında karşısındaki yatakta gözlerini açtığından beridir, bu sorunun cevabını aradığını biliyordu. O gece nasıl başladı, neler yaşandı ve ne hissettiğini deli gibi öğrenmek istiyordu. Fakat Ateş, bu konuda fazlaca acımasızdı. Bu durumu kullanmayı, anlatmaktan daha çok seviyordu. “Hatırlamadığım bir geceyi hayalde edemem” diyerek söylendi ve bedeninden uzaklaşmasını umdu. Fakat Ateş, hemen önünde duran ve sırt dekoltesi ile yüreğini hoplatan genç kadının açıkta kalan sırtında parmaklarını tam kuyruk sokumundan başlayarak yukarıya doğru acı verici bir yavaşlıkta sürterek çıkardığında Hale, bir an eridiğini hissetti. Gözleri kon trolü dışında kapanırken tüm bedeni titredi. O an içinden lanet okuyordu. Sadece bir dokunuş ile bu denli kendinden geçebiliyorsa o gecenin hissettirdiklerini düşünmeye kalbinin dayanmayacağına karar verdi. Ateş, mesafesini bir an olsun değiştirmeden tam kulağının üzerine yerleştirdiği dudaklarının arasında bedenini yakan nefesini verdi ve Hale o an sonunun geldiğini anladı. Gerçekten kalbi 2 hafta Ateş’e be onun bu yangınına dayanmayacaktı. Aşk, hayatında kesinlikle olamazdı. Bir kalbe daha hayatını mahvetmesi için izin veremezdi. Fakat hayatında hiç karşılaşmadığı duyguların ona savaş açmasına neden engel olamadığını anlayamıyordu. “Tamam, o zaman sana bir ip ucu vereyim” dediğinde Hale duraksadı. Ateş sırıtmaya devam ederek, “Mükemmeldi” dediğinde Hale yutkunmuştu. Onunla oynuyordu. Onun için derin bir nefes aldı ve fısıltı gibi çıkan sesi ile “O gece yaşanmadı” dediğinde Ateş daha çok sırıttı ve elini sırtına tekrar yerleştirerek bu sefer yukarıdan aşağıya çekerek genç kadının bedeninde kaybolmasını izleyerek, “Tam kalçanın altında küçük bir yara var. Muhtemelen dikiş izinden kalma, orada bir dövme yaptırmak istediğini fakat kimseye o pozisyonun zevkini yaşatmak istemediğini söylediğinde kahkahalar atıyordun.” Dediğinde ise genç kadın kalp krizinin ne demek olduğunu, nasıl hissettirdiğini ve ne kadar acı verici olduğunu anlamıştı. Bir gün ölecekse kesinlikle bunun kalp krizinden olmaması gerektiğine dair birçok dua etmeyi aklının bir köşesine yazdı. Henüz 15 yaşındayken bisikletten düşmüştü ve poposunun bittiği kalçasının kenarında derin bir yara açılmıştı. Yaraya 3 dikiş atılmıştı ve Hale uzun bir süre yüz üstü yatmak zorun kalmıştı. O zamanları hatırladığında Tolga’ya halen daha küfrederdi. Çünkü bisikleti o kadar hızlı kullanmasına ve önündeki taşa tekerin takılmasına o sebep olmuştu. Lanet olsun, adam doğru söylüyor diye düşündü. Gerçekten o geceyi yaşamamış olsalar o yarayı göremeyeceğini biliyordu. Bedeni kasıldı ve her şeyi göze alarak genç adamla göz göze gelebilmek adına başını bir anda çevirdi. Neyse ki ateş, yüzünü biraz ondan uzaklaştırmıştı ve dudakları birleşmemişti. Hale, bakışları kocaman olmuş bir şekilde ona bakarken Ateş hala sırıtıyordu. Söyleyecek tek kelime bulamıyordu. Fakat bakışlarını Ateş’in kahve rengi gözlerinden de bir an olsun çekemiyordu. Hemen önündeki masada duran içki bardağını eline aldığı anda Ateş, o büyük elini bardağın üzerine yerleştirerek onu durdurdu ve kaşlarını hayır dercesine havaya kaldırdığı esnada Hale, “Tekrarı olmayacak!” dediğinde Ateş sadece sırıtarak elini üzerine koyduğu bardağı alıp masanın diğer ucuna bıraktı ve sırıtmaya devam ederek, “O zaman bardaklarda su olmadığı sürece eline almıyorsun” dediğinde Hale, yerinden kalkıp sahneye doğru yürümeden hemen önce Ateş’e doğru eğildi ve Ateş arkasında sergilediği görüntünün hayali ile donup kaldı. Fakat hale sinsi bir sırıtma eşliğinde “Tekrarı olmayacak!” diye tekrarladı ve Ateş yine kalp krizi geçirecek ifade ile gülümseyerek ona baktı ve “Öyle diyorsan” dedi ve göz kırptığında Hale onu tokatlamak istedi. Hatta tekmelemek, yumruklamak, ısırmak ve lanet olsun öpmek… deli gibi öpmek istedi. Bakışları Ateş’in dudaklarına kaydığında Ateş anında dudaklarını birbirine bastırarak kapattı ve kaşlarını alayla yukarı kaldırdığında hale gözlerini kapatarak derin bir nefes verdi. “Senden nefret ediyorum” diye söylendi. Ateş ise sırıtarak, “Büyük aşklar nefretle başlar güzel kız” diye söylendiğinde Hale artık savaşmaktan pes edip sahneye doğru yürüdü. Bu arada Ateş derin bir nefes verdi çünkü genç kadının sırt dekoltesi cidden kalp krizi geçirmesine neden oluyordu. O anda hemen kulağının dibinde, “Bir aşk mı doğuyor?” diye soran Zafer’in yüzüne hiç bakmadan gözlerini genç kadına dikti ve “Doğmaması için bir neden göremiyorum” dediğinde arkadaşı kahkaha atarak “Bu çok hızlı bir kabulleniş oldu” dediğinde Ateş bakışlarını hemen yanında duran arkadaşının gözlerine dikti ve “Bazıları gibi bir kadına aşık olduğumu anlamak için 5 yıl harcamama gerek yok” diyerek verdiği karşılığa Zafer gözlerini kısarak “Âşık olduğunu kabul ediyorsun?” diye şaşkınlıkla sorduğunda ise tüm masadaki arkadaşlarının bir anda ona baktığını hissetti. 32 yaşındaydı ve aklı her zaman başında bir adam olarak bilinirdi. Tamam, zevkleri olurdu. Her erkeğin olduğu gibi ama aşka inanmayan, hayatında aşkı istemeyen, sevmesini bilmeyen bir karakter olmadığını biliyordu. Sonuçta bir kızı vardı ve hiçbir duyguya kalbinde yer olmaması garip olurdu. Âşık olduğunda veya hayatına değer vereceği bir kadın girmeye başladığında bunu fark edemeyecek ve bunu zevk sanacak kadar ergende olmadığını düşünüyordu. Bu kadını istiyordu. Bu kadını kalbinde, evinde, yanında, yatağında ve hayatında tam anlamıyla istiyordu. Kalbi ile onu sevmesini, ona âşık olmasını ve tüm yaralarını unutmasını istiyordu. Bunu inkâr etmek gibi bir gereksinimi yoktu onun için, “Âşık olmamam için bir neden göremiyorum” diye arkadaşlarına söylediğinde her birinin gülümsemesine sadece sırıtmıştı. Nazlı, “Kızından haberi var mı?” diye sorduğunda Ateş başını sağa sola sallayarak “Hayır” dedi ve derin bir nefes alarak, “Acısını henüz atlatamamış. Evinde bir bebek odası olduğunu biliyor muydunuz? Duvarında da kocaman ultrason çekimi bir fotoğraf asılı olduğunu. Önce bu acı ile nasıl savaşması gerektiğini, geride bırakması için adım atmasını sağlamam gerekiyor. Ona kaybettiği bir acıyı sunarcasına kızımı söyleyemem. Önce şu düğüne bir gidelim.” Dedi ve sahnede Leman Sam’ın illa illa şarkısını söylemeye başlayan Hale’ye bakışlarını çevirdi. O düğüne gitmeyi, Tolga denen piçe gereken cezayı vermeyi hatta onu öldürmeyi bile istiyordu. O adamı acı çekerek, yavaş yavaş öldürmeyi çok ama çok istiyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD