Seslerle gözümü açtığımda içerisini aydınlatan tek şey mutfaktan süzülen ışıktı. Atak’ın dudaklarından çıkan ıslık sesini yattığım yerden duyabiliyordum. Koltuktan kalktığımda kendimi daha iyi hissediyordum. İlacın etkisi hala vardı ama zihnim öncekine göre daha berraktı ve bedenimin kontrolü tekrar bendeydi.
Ayaklarımı sürüyerek mutfağa gittim. Arkası bana dönüktü. Pişirdiği etleri tavadan alıp iki tabak arasında bölüştürüp tabağı dolduran diğer sebzelerin yanına bıraktı. Tabakları alıp arkasını döndüğünde göz göze geldik.
‘’Uyanmışsın, nasılsın?’’ dedi ve elindeki tabağı masanın üzerine bıraktı.
‘’Daha iyiyim.’’ Masanın kenarındaki sandalyenin birini çekerek oturdum.
‘’Hadi soğutmadan ye kahvaltını yapmamışsın, başka bir şey de yememişsin.’’
Yemeğe baktım. Acıkmıştım ama tabağı Atak’a doğru ittim. ‘’Yiyeceklerini bitirmek istemiyorum bir sonraki ödeme zamanına kadar benim yüzümden aç kalma.’’
Tabağı önüme geri itti. ‘’Karantina da olduğumuz günler için ücret kesintisi yapmadılar ve o günlerde de hastanede olduğumuz için evde fazlasıyla yiyecek var. Afiyet olsun.’’
Karşılıklı sessizce yemeklerimizi yedik. İkimizde konuşmaktan kaçınıyorduk. Yemek bittiğinde bulaşıkları yine sessizlik içinde hallettik. Atak kahve yapmak için uğraşırken sessizliği bozdu. ‘’Bilim insanı olmanın en güzel yanı sınırsız kahve hakkının olması.’’
‘’Sen neden kendini patlamadan çıkardın?’’ Öyle düşünmeden pat diye sormuştum ama sanki soru sormamış da mutfağın ortasına bomba atmıştım. Büründüğü sessizlik yemek yediğimiz andakinden farklıydı.
‘’Unutmamam gereken şeyler vardı.’’
‘’Ne vardı?’’
‘’Bazı şeyler işte.’’
Aklıma bilgisayarındaki anılar geldi. ‘’Kardeşlerin miydi yoksa karın ve kızın mıydı?’’
‘’Seni ilgilendirmez.’’ Sesi sertleşmiş yine etrafına negatif bir enerji yaymaya başlamıştı.
‘’Terk mi etti yoksa sen mi terk ettin?’’
‘’Bu konuşmayı sonlandırsak daha iyi olacak.’’ Kahve kavanozunu tezgahın üzerine sertçe bıraktı.
‘’Yoksa patlama sonrası oluşturduğunuz sahte dünyada birlikte olamayacağınız için unutmak mı istemedin?’’ Sessizdi. ‘’Neden susuyorsun ki bunu yapanlardan biri sensin. Olanlar senin de eserin.’’
Bana doğru döndüğünde elleri yumruk halini almıştı. Yüzü daha önce görmediğim kadar sertti. ‘’Daha fazla konuşma.’’ konuşurken köpek gibi hırlıyordu.
‘’Ne oldu, yaptıklarından pişman mı oldun? Herkesin hayatını mahvettim kendime de böyle acı çektirip vicdanımı rahatlatayım mı dedin?’’
‘’Yeter!’’ bu defa bağırmıştı. ‘’Bilmediğin şeyler hakkında konuşma.’’
‘’Neden, yaparken iyiydi ama gerçeklerle yüzleşmeye gelince kaldıramadın mı? Senin gibi kötü kalpli birine dayanamamış olmalı ki arkasına bakmadan kaçmış.’’ Kendime engel olamıyordum. Yaşadıklarımın kalbime verdiği ağırlık dışarı akmak için bir yol bulmuştu ve akıyordu.
Yumruğu yüzüme doğru havaya kalktı ama sonra hızla mutfaktan çıktı ve dış kapının sesi bütün evde yankılandı. Salona dönüp bilgisayarı açtım ve anıların olduğu dosyaya girdim. Yüzlerinin net olduğu birer fotoğraf yakaladığımda hükümet sistemine sızıp vatandaş bilgilerinin olduğu birime girdim. Arama seçimini resim üzerinden yapıp fotoğrafları arattığımda karşımda iki dosya belirdi. Biri kadına, biri kız çocuğuna aitti. Dosyaların içeriğine baktığımda söylediğim her şey için fazlasıyla pişman olmuştum. Detay öğrenebilmek için sistemden birkaç arama yaptım. On üç yıl önce sistem hatasından kaynaklanan bir tren kazası gerçekleşmişti ve ölen çok sayıda insandan ikisi onlardı. Karısı ve kızı olmalıydı.
On üç yıl onların yasını tutup bu acıyı unutma imkanı varken unutmamayı mı seçmişti? Gerçek sevgi böyle olmalıydı. Aklıma Ahdas gelince gözümden bir damla yaş aktı.
Bilgisayarı kapatıp dış kapıya gittim ve dışarı çıktım. Çevrede biraz dolaşınca Atak’ı parkta bir ağacın altında otururken buldum. Gidip yanına oturdum. ‘’Özür dilerim.’’ dedim. ‘’Kalbini acıtmak istememiştim sadece üzerimde çok baskı vardı öyle bir anda sözcükler ağzımdan fırladı.’’
‘’Sana kızmıyorum bunları yaşamana sebep olanlardan biri benim.’’
‘’Sen hayatımı mahvettin, ben de sözlerimle canını yaktım. Ödeştik diyip barışalım mı?’’
Sözlerimle gülümsedi. ‘’Benim yaptıklarımın yanında senin söylediğin sözlerin pek önemi yok yani sana olan borcumu bu kadarla ödeyemem.’’
‘’O zaman bundan sonrası için bana yardım et ve yaptıklarını telafi edelim.’’
Yüzüme baktı. ‘’Ne yapmayı düşünüyorsun?’’
Sesimi alçalttım. ‘’Sır saklayabilir misin?’’ Göz kırptı. ‘’Kendi gezegenimde hostes olarak çalışıyordum ama aslında bir isyancı grubun lideriydim. Ekibimi toplamayı ve savaşa kaldığım yerden devam etmeyi düşünüyorum. Bu yapılan saçmalık son bulmalı ve insanlar özgür kalmalı. Bana yardım edecek misin?’’
‘’Son beş yıldır pişman olmadığım tek bir an olmadı. Eğer, bu durumu telafi etme imkanım varsa yardım etmeye hazırım.’’
Oturduğum yerden kalktım. ‘’Çözülmesi gereken çok fazla soru var ama şimdi eve gitmeliyim bazı şeyleri zihnimde halletmeliyim ve dönmem gereken bir de işim var.’’
‘’İsilya, yapabileceğim bir şey yoktu patlamayı bulan ekipte ben olmasam bir başkası olurdu.’’
Derin bir iç çektim. ‘’Biliyorum bu işler hep böyledir. İyi geceler.’’
Eve geldiğimde bilgisayar başına oturmamak için kendimi zor tuttum. Dinlenmeye ihtiyacım vardı. Banyo yaptıktan sonra yatağa uzandım. Düşünceler kol kola dans ediyordu ve rahat bırakmıyordu.
İzleyeceğim yolu az çok biliyordum. Önce gerçek benliğimi nasıl hatırladığımı çözmeliydim sonra dostlarımın bu gezegendeki yerlerini bulmalı ve onlarında benim gibi yer değiştirip değiştirmediğini ayırt etmeliydim. Sonrasında vereceğim özgürlük savaşında tekrar bir arada yürüyebilirdik.
Düşüncelerle o kadar boğulmuş bir haldeydim ki sabaha karşı karşı zorda olsa uyumuştum ve işe gitmek için uykumu alamadan kalkmam gerekmişti.
Kahvaltı yapmak gibi alışkanlığım yoktu. Üzerimi giyip evden çıktım ve günü sorunsuz geçirebilmek için Doğa’dan kalan anılara sarıldım.
Araştırma merkezine geldiğimde bir çok kişi geçmiş olsun dileklerini sunmuştu. Hepsi Doğa’nın anılarında vardı ama yine de bana yabancıydı. Çalışmaya başladığımda araştırma merkezindeki patlamanın olduğu zamanı düşünüp duruyordum. Bir ilaç üzerinde çalışıyordum ve aynı karışımları yine bir araya getirmeye başladım. Son beş yıldır yaşadığım zamanı hatırladığım için şanslıydım aksi durumda buradaki her malzemeye ölümcül bir zehirmiş gibi davranırdım.
Bana benliğimi hatırlatacak patlamaya sebep olan karışımı tekrardan yapmalıydım. Aralıksız çalıştım. O günkü yaptığım karışımı tekrar yapıp laboratuvarda bulunan bir çok maddeden karıştırdım ama hiçbirinde kırmızı duman çıkmadı. Tabi her maddeden damla damla karıştırdım ve yine bir çok küçük patlama oldu ama miktar az olunca patlamada küçük bir baloncuk patlaması gibi kaldı.
‘’Mola zamanı gelmedi mi?’’
Elimdeki şişeyi bırakıp sesin sahibine döndüm. Atak üzerindeki önlükle karşımda duruyordu. Bulunduğum laboratuvar boşalmış, herkes gitmişti. Araştırmama o kadar dalmıştım ki farkında değildim.
‘’Zaman nasıl geçti anlamadım.’’
‘’Mesai biteli saatler oldu biz de bitirsek iyi olacak.’’
Elimdeki eldivenleri çıkardım. ‘’Hiç ilerleme kaydedemedim değil sebebi bulmak, kırmızı renkte karışım bile olmadı.’’
‘’Bir günde her şeyi çözemezsin hadi arabanı eve gönder, seni ben bırakayım yolda konuşuruz.’’
Dediğini yaptım ve arabaya eve dönmesi için gerekli talimatları girdim. Üzerimizdeki önlükleri çıkardık ve binadan çıkmadan girmemiz gereken temizlik kabinine girdik. İşlem tamamlandığında binadan ayrılarak Atak’ın arabasına yerleştik.
‘’Sen ne yaptın?’’ diye sordum.
‘’Bir süredir elimdeki çipi inceliyorum ama bir şey bulamadım. Anıların nasıl geri geldi hala anlayamıyorum.’’
‘’Bir çözebilsem hemen harekete geçeceğim.’’
Evin önünde durduğumuzda ‘’Hadi gel güzel bir akşam yemeğiyle yorgunluk atalım.’’ dedim.
‘’Rahatsız etmeyeyim.’’
Elimi salladım. ‘’Saçmalama gel hadi. Sizin gezegeninizin yemeklerinden bıktım biraz kendi gezegenime ait yemeklerden yapacağım kaçırmak istemezsin.’’
Kısa bir an düşündükten sonra arabadan indi. Eve girdiğimizde sağa sola saçılmış kıyafetleri hızlıca toparladım. ‘’Dağınık bir insanımdır. Görmezden gel.’’
Sözlerimle gülümsedi. Mutfağa geçtiğimde malzemeleri çıkarıp tezgaha yerleştirdim ve yemeği yapmaya başladım. Atak’ın da söylediği gibi hastanede kaldığımız süreyi ücretten düşmemişlerdi ve elimde uzun süre yetecek yiyecek olmuştu. Gerçi benim için pek sorun değildi istediğim zaman yiyecek bankasından adıma ödenmiş ücreti ödenmemiş olarak gösterip tekrar alabilirdim ki bugüne kadar bunu defalarca yapmıştım.
‘’Beş yıldır bu şekilde nasıl yaşadın?’’ Etleri doğrarken Atak’a kısa bir bakış attım. ‘’Bugün benimle aynı laboratuvarda çalışan insanlara tahammül edemedim herkes robot gibi; gülmüyorlar, gereksiz konuşmalara girmiyorlar, kurallara itinayla uyuyorlar ve sadece çalışıyorlar.’’ Etleri tencereye yerleştirdiğimde iç çektim. ‘’Eskiden şakalaşırlardı, gülerlerdi ve düşünürlerdi.’’
‘’Onları gördüğüm her gün yaptığımız şeyin ne kadar korkunç olduğunu gördüm ama en korkuncu başkanların bu durumdan ne kadar memnun olduğunu görmemdi. Uzun süredir ölen insanların çiplerini araştırıyorum. Eski benliklerine dair anılar arıyorum ama her şey silinmiş nasıl geri getirebileceğimi bulamadım. Sen gerçekten bir mucizesin İsilya.’’
Diğer malzemeleri etlerin içine karıştırdım. ‘’Ben mucize değilim sadece bir kusurum. Yaptığınız mükemmel patlamanın bir kusuru ve şimdi herkesi kusurlu hale getirecek bir yol arıyorum.’’
‘’Güzel bir kusursun.’’
Sözleriyle bir an hareketsiz kaldım. Birinden iltifat duymayalı yıllar olmuştu. Duyduğum son iltifat Ahdas’dandı ama o da ne kadar zeki olduğumu söylerken aynı zamanda tehlikeli biri olduğumu yüzüme haykırıyordu. Atak’a karşılık vermedim. Güzel kelimesini anladığım anlamıyla söylemediğine emindim ama yine de geçmiş anılara gitmeme engel olmamıştı.
Düşüncelerden kurtulmak için pişen etleri tabakları aldım. ‘’Hadi yemek yiyelim.’’ dedim.
Yemek yemeye başladığımızda ağzımda dolanan yemeğin tadıyla zihnimde şimşekler çaktı. Bunu nasıl düşünememiştim! ‘’Bir çözüm yolu buldum.’’ diyerek oturduğum sandalyeden ayağa fırladım.