Eve girdiğimde diğerlerinin üst katın camından bizi izlediğini gördüm. Raygel anlayışla yüzüme bakıyordu. ‘’Sonunda büyük yüzleşme yaşandı mı?’’
‘’Gelmek istedim ama izin vermediler.’’ diyen Atak çoktan yanıma gelmiş bileğimdeki sargıyla uğraşıyordu.
Anres ona cevap verdi. ‘’Çünkü bu konuşmayı yapmaları gerekiyordu. Sonuç?’’ diyerek bana baktı.
‘’Sonuç.’’ dediğimde derin bir nefes aldım. ‘’Aramızdaki uçurum daha da büyüdü ve ikimizden biri pes etmeden bu savaş bitmeyecek.’’
‘’Bileğin daha da kötü olmuş hastaneye gidelim.’’ Atak’ın ilgilendiği tek şey bileğimdi.
Tanes kahkaha atmaya başladı. ‘’Ahdas ve Atak. Bir süre önce Atak ile sevgili olduğunuzu açıkladın ve iki sevgilinin karakterleri arasındaki zıtlıklar ve tutarlılıklar o kadar komik ki.’’
‘’Komik olan ne?’’ diye sordum.
Başını olumsuz yönde salladı. ‘’Bunu anlatan ben olmayacağım sevgilin kendi anlatsın.’’ Söz yine Atak’ın geçmişine gelmişti.
‘’Pekala sonra istersen anlatırım ama şimdi hastaneye gidiyoruz.’’ Atak sağlam kolumdan tutup çekiştirdi. ‘’Sizler de ister gidin ister kalın ev burada.’’
Garaja doğru sürükleye sürükleye götürdü ve arabaya binmeme yardım etti. İtiraz etmedim çünkü bileğim gerçekten çok acıyordu.
Hastaneye geldiğimizde yapılan tetkikler sonucunda alçıya alınmış bir bilekle eve taburcu olmuştum. Tabi tüm bunların yanında bir aya uzayan raporuma sevinmemiş numarası yapsam da içimden sevinç çığlıkları atıyordum.
Araba eve giden yolun tersi yönüne saptığında ekrandaki koordinatlara baktım. ‘’Nereye gidiyoruz?’’ dediğimde yola bakmaya devam etti.
‘’Seninle şu geçmişim hakkında konuşabileceğimiz bir yere.’’
‘’Bunu yapmak zorunda değilsin.’’ dedim.
‘’Hayır, istiyorum İsilya. Sen bana güvendin ve kalbinin gizli odalarını açtın ben de aynısını yapabilmek istiyorum.’’
Sessiz kaldım ve gideceğimiz yere ulaşıncaya kadar sadece dışarıyı seyretmeye karar verdim.
Araba durduğunda bir göl kenarındaydık. Birlikte dışarı çıkıp biraz yürüdük ve göl kenarındaki bir kayaya yan yana oturduk. Sessizce onun konuşmasını bekliyordum. Ne zaman hazır hissederse o zaman anlatırdı.
Bir süre gölün durgun suyunu seyretti sonra yerden aldığı küçük bir çakıl taşını göle attı ve suyun üzerinde halkalar titreşip yavaşça kayboldu.
‘’Eşim ve çocuğumun nasıl öldüğünü biliyorsun?’’ dediğinde elimi elinin üzerine koydum.
‘’Bana hiçbir şey anlatmak zorunda değilsin. Buna mecbur hissetme.’’
‘’Anlatmalıyım çünkü Tanes söylediklerinde haklıydı geçmişi bilmeden beni kabul etmemelisin.’’
‘’Sen anlatmaya hazırsan ben dinlemeye hazırım.’’ dedim.
‘’Bir gün işteyken küçük bir kaza geçirdim ve o gün eve dönüp dinlenmem için izin verdiler. Eve döndüğümde karımı evde buldum. Normalde işte olması gerekiyordu. Geldiğimi fark etmemişti. Odada bir şeyle uğraşıyordu ve uğraştığı şeyin ne olduğunu gördüğümde dehşetle odaya girdim.
Beni görünce ne yapacağını şaşırmıştı ben ise ondan mantıklı bir açıklama bekliyordum. Elinde bir silah tutuyordu ve bunun onda ne işi vardı? Konuşması için zorladığımda bana özgürlük için savaştığını söyledi. Bir isyancı grubuna katılmış ve bir yıldır bunun içindeymiş.
Deliye dönmüştüm. Bir yıldır evimde gizli silahlar duruyordu ve kızımız tüm bunların içinde olamayacak kadar küçüktü. Bana yaptığı tek savunma kızımız için iyi bir gelecek istiyorum oldu ben ise kızımızı tehlikeye attığını ve hemen bundan vazgeçmesini söyledim.
Vazgeçmeyecekti, oldukça kararlıydı ben de bir seçim yapmasını istedim. Ya bizimle kalacaktı ya da kızımızı bu belaya bulaştırmadan evi terk edecekti. Ona düşünmesi için alan açmak istedim ve ertesi gün cevabını öğrenmek için geri geleceğimi söyleyerek evden ayrıldım.
Ertesi gün eve geldiğimde bulduğum tek şey birkaç kelimelik bir nottu. ‘Kızımı da isyanı da asla bırakmam!’’ Kızımın Su’yumun odasına çıktığımda dolabı boştu. Kıyafetleri yoktu. Yatak odasına gittim karımın da aynı şekilde kıyafetleri yoktu. Aklıma gelen her yeri aradım ama bulamadım. Delirmiş bir haldeydim. Kızıma zarar gelmesinden korkuyordum ve soluğu güvenlik biriminde aldım.
Kızımı bulmalarını istiyordum ama onlar kızımdan çok karımın isyancı olmasıyla ilgilenmişlerdi. Sonrasında o tren kazası oldu. Hepsi benim yüzümden olmuştu. Karımın yerini tespit ettiklerinde yanında diğer isyancılarda varmış ve yakalamakla uğraşmak yerine treni patlatmayı tercih etmişler.
Kayıtlara kaza olarak girdiler ama değildi. Benim yüzümden kızım, karım ve diğer insanlar ölmüştü. Yıllarca o vicdan azabıyla yaşadım sonra hükümet bu yaptığımdan dolayı beni güvenilir görüp patlama projesini sundu ve ben de kabul ettim. Daha fazla insan benim gibi acı çekmesin istedim bu özgürlük isteği bitsin istedim ama kendi çip numaramı sildim çünkü yaptıklarımı unutmak istemiyordum.
Kızımın, karımın ve diğer insanların gerçekten kazada öldüklerine inanmak istemiyordum. Onların katili bendim ve bununla yaşamalıydım. Patlamadan sonra bu isyanlar bittiğinde yaptığımın doğru olduğuna inandım ama bir süre sonra insanların robottan farksız olduğunu anlayınca pişmanlık duymaya başladım.
Seninle bu savaşı verme sebebimde bu. Geçmişe büyük bir borcum var ve canımı bile versem bu borcu ödememde yetersiz kalır.’’
Sözleri bitince sessiz kaldım. Tanes gerçekten haklıydı. Ahdas ve Atak hem aynıydı hem de çok farklıydı. Onu anlamaya çalışıyordum. Kızı için endişelenmişti ama bunun çözümü güvenlik birimine gitmek olmamalıydı. Yaptığı hatanın bedelini en acı şekilde ödemişti.
Bunu daha önce öğrenseydim Atak’ı gruba alır mıydım bilmiyordum ama şu an düşüncelerimde değişiklik yoktu. Gerçekten elinden geleni yapıyordu.
‘’Eğer, gitmemi istersen giderim.’’
‘’Hayır.’’ dedim. ‘’En azından sen kızını düşünerek hareket etmişsin Ahdas gibi kendini düşünerek bencillik yapmamışsın. Bir babanın içgüdüleriyle hareket etmişsin ama karının da bir anne olduğunu unutmamalıydın. Kızına zarar verecek bir şey yapacağına inanmıyorum.’’
‘’O zaman düşündüğüm tek şey onun isyancı olduğu ortaya çıkarsa hükümetin kızımıza ne yapacağıydı. Daha önce görmüştüm. Ailelerinden bu yüzden koparılıp alındıklarını, anne babalarının ölümlerini izlemek zorunda kaldıklarını. Karımın bu yaptığı için ölümü kabul edebilirdim sonuçta onu seviyordum ama kızımızın bizi öldürülürken izlemesini kabul edemezdim.’’
Konuşurken sesi titremeye başlamıştı. Yaşadıklarının acısı hala taze bir yaraydı. Onu anlıyordum çünkü bunu ben yaşamıştım. Ailemi öldürülürken izlemiştim, hükümet beynimi ilmek ilmek işlemeye çalışmıştı. Atak bu düşüncelerinde sonuna kadar haklıydı.
Başımı omzuna yasladım ve gölün durgun sularını izledim. ‘’Eski zamana dair hükümetin anlattıklarından başka ne biliyorsun?’’
‘’Senin dinlettiğin müzik, hükümetin izlettiği o şiddet dolu filmler dışında pek bir bilgim yok.’’
‘’Hükümetin arşivinde eski zaman insanlardan kalma o filmleri, belgeselleri görmen gerek. Evet savaş var, şiddet var, kötülük var ama tüm bunların yanında hayat dolular, mutlular ve gerçekten yaşamanın ne demek olduğunu biliyorlar. Bizler insanız Atak duygularımız olmazsa ne işe yararız ki?’’ Oturduğum yerden kalktım ve elimi Atak’a uzattım. ‘’Benimle gel ve sana gerçek yaşamı göstermeme izin ver.’’
Elimi tutup oturduğu yerden kalktı. Arabaya bindiğimizde evimin koordinatlarını girdim. Eve vardığımızda Atak kahve hazırlarken ben de bilgisayardan arşive sızarak bu gezegenin geçmiş insanlarını araştırırken bulduğum ve severek izlediğim belgeselin bir bölümünü açtım.
Atak kahvelerle geldiğinde bilgisayar görüntüsünü duvara yansıttım ve birlikte izlemeye başladık. Belgeseldeki sunucu bir ülkeye gezmek için gidiyordu. Tabi o zamanlarda hala farklı ülkeler vardı henüz darbe olmamıştı ve tek devlet kavramı yoktu. Ülkenin kültürünü tanıtırken bir çok şeye şahit oluyordunuz. Doğal güzellikleri, yemekleri, rengarenk kıyafetlerin ve çeşit çeşit yiyeceklerin olduğu pazar yerleri, bir cenazede ağlayan insanlar ve bir düğünde yapılan eğlenceler. Hüzün de mutlulukta bir aradaydı. Atak’a kısa bir göz attığımda gördüklerini büyülenmiş bir halde izliyordu.
O doğduğundan beri bildiği tek şey tek bir hükümet ve hükümetin başkanlarının baskılarıydı, bu baskılara karşı çıkan özgürlük isyancılarıyla bitmeyen bir savaştı ve bolca ölümdü. İnsanların bu kadar renkli olabileceklerini hiç bilmiyordu çünkü kıyafetlerimize kadar hükümet kontrolünde kasvet içindeydik.
Belgesel bittiğinde Atak’a döndüm. ‘’İşte karının da, benim de ve diğer bizimle savaşan tüm isyancılarında istediği bu Atak böyle özgür bir dünya. Ölüm de bizim, yaşam da ama önemli olan bu ikisi arasında ne yaşadığın. O gördüğün insanlar gibi dolu dolu yaşayıp kısa bir hayat sürmek mi yoksa şimdiki gibi bir hayat yaşayıp uzun bir ömür sürmek mi? İşte yapman gereken seçim bu.’’
‘’İsilya bu gördüklerim muhteşem ötesi. O gün yaptığımız dansla gerçekten çok eğlenmiştim ama bu izlediğimiz insanların eğlencelerinin yanında o dans çok sönük kalıyor. Böyle dolu dolu bir hayat mümkünken başkanların yapmaya çalıştığı gerçekten acımasızca. Evet, hüzün de var. Cenaze töreninde kendilerini yere atarak ağlıyorlardı bizler gözyaşı bile dökmeden ölenlerimize veda ederiz ve onların yaptığı korkutucu geliyor ama bence insan doğasının normali de bu.’’
‘’Geçmişi değiştiremeyiz Atak ama gelecek bizim elimizde ve ben bunu bir araya gelmiş kendilerine başkan diyen o insanların eline bırakmayacağım.’’
‘’Bu gördüklerimden sonra istesem de vazgeçemem.’’
Elimi kalbinin üzerine koydum. ‘’Burası geçmişin anılarıyla acıyor anlayabiliyorum çünkü benimki de öyle,’’ dedim ve elini tutup kalbimin üzerine koydum. ‘’Ama yarınımızı bu acılara gömmemeliyiz. Bugün ağlayıp yarına gülerek başlamalıyız çünkü biz insanız aynı anda her türlü duyguyu yaşayabilecek nadir bir canlı türüyüz.’’
‘’Söylediklerin kulağa şu belgeselde bahsedilen şiirler gibi geliyor.’’ dediğinde hafifçe tebessüm ettim. Bakışları tebessüm eden dudağıma odaklanmıştı ve sonra kendimi istemsizce ona doğru çekilirken buldum. Dudaklarımız birleştiğinde bu defa bunu ikimizde istiyorduk. Başkasını kıskandırmak için değil, bir acıyı unutmak için değil sadece birbirimizi hissetmek için istiyorduk.