Sabah gözümü açtığımda duvardaki saat öğleni gösteriyordu. Yanlış gördüğümü düşünerek gözlerimi ovuşturdum ve tekrar saate baktım. Gerçekten öğlen olmuştu. Aylardır ilk defa böyle kesintisiz uyumuştum.
Yattığım yerde diğer tarafa döndüğümde bir boşluk karşıladı. Gecenin hatırası zihnimde hala canlıydı. Yıldızların ışığına ben ne yapmıştım? Gardımı nasıl bu kadar kolay indirebilmiştim?
Yataktan çıkıp yerdeki kıyafetlerimi aldım ve hızlıca üzerime geçirdim. Atak’ın evde olmayacağını biliyordum ama yine de odadan dışarı adım atarken temkinliydim. Salon beklediğim gibi boştu ve mutfağa girdiğimde masada hazır bekleyen kahvaltıyla karşılaştım. Tabağın üzerinde bir not bırakılmıştı. Alıp üzerinde yazanı okudum. ‘İş çıkışı göl kenarında olacağım.’
Sandalyeye oturup elimle alnımı ovuşturdum. En azından öylece çekip gitmemişti ama sıkmak da istememiş seçimi bana bırakmıştı. Göle gitmeli miydim? Ben bunu nasıl yapmıştım?
Sahte sevgililikten gerçek bir çifte mi dönüşmüştük yoksa sadece dün geceyle yaşanıp bitmiş miydi? Kalbim ne diyordu?
Hazır bekleyen kahvaltıyı olduğu gibi bıraktım ve banyoya gittim. Soğuk su başımdan aşağı akarken düşüncelerimi netleştirmeye çalıştım. Kalbimin ne dediğini duymam gerekiyordu.
Gözlerimi kapatıp düşünceleri sildim ve sadece ruhuma odaklandım. Ahdas artık yoktu. Aşk biteli çok olmuştu. Nefret? Artık oda yoktu sadece iki düşmandık.
Atak? Yüzü kapalı gözlerimin ardında canlandı ve kalbime ılık bir güneş doğdu. Onunla olduğum zamanlarda ruhuma iyi geldiğini kabullenmiştim ama benliğime bu kadar yer edindiğini fark etmemiştim.
Artık biliyordum. Ben bu adama aşık oluyordum. Onunla konuşurken ruhumun nasıl rahatladığını şimdi daha iyi fark ediyordum ve lanet olsun ki aşk demek zayıflık demekti.
Verdiğim bu savaşta cesaretimi veren şey kaybedecek bir şeyimin olmayışıydı ama şimdi vardı. Alacağım her tehlikeli kararda o da canını ortaya koyacaktı ve bunu göz ardı edemeyecektim.
Yine de yapabilirdim. Duygularımın üstesinden gelebilirdim.
Banyodan çıktığımda hangi yönde ilerlemem gerektiğini biliyordum. Üzerimi giyip, Atak’ın hazırladığı kahvaltıyı son lokmasına kadar yedim ve bilgisayar başına oturdum. Raporlu olduğum bu süreyi en iyi şekilde kullanacaktım. Duygularım ikinci planda kalmalıydı.
Yol arkadaşlarımın hepsine okuduktan sonra kaybolacak şekilde bir mesaj gönderdim ve bir kaç saat içinde bir eylem gerçekleşeceğinin haberini verdim. Hükümet yayın kanalına sızıp dün Atak ile izlediğim belgeseli yükleyip belgesel bitmeden kapatamamaları için bir virüs ekledim ve tüm izlerimi silip sistemden çıktım.
Belgesel bir saat sonra başlayacaktı ve gezegendeki her ekranda yayınlanacaktı. Hükümet iş yerlerine, evlere ve sokaklardaki tüm ekranlarda kendi belirlediği yayınları sürekli oynatırdı bu yüzden insanlar nerede olursa olsun bu belgeseli görecekti.
Bir eylem yapıyorsam bunun zevkini sonuna kadar tatmaya çalışırdım ve yine öyle yapacaktım. Tanes’i arayıp bekledim.
‘’İsilya mesajını gördüm, neler oluyor?’’
‘’Görünce anlarsın.’’ dediğimde telefonun karşı ucundan bir homurdanma yükseldi.
‘’Sen ve şu lafın ayrılmaz ikilisiniz.’’
‘’Öyleyiz şekerim.’’ dedim ve güldüm. ‘’Senin şu müdürün olacak adam nerede?’’ diye sordum.
‘’Güvenlik biriminde. İsilya gerçekten neler oluyor?’’
‘’Hiç, bu gösteriyi onunla izlemeyi planlıyorum hadi görüşürüz.’’ dedim ve telefonu kapattım.
Evden çıktığımda arabaya binip güvenlik biriminin yakınındaki parka geldim. Parkın ortasında büyük bir ekran vardı ve belgeseli izlemek için mükemmel bir yerdi. Telefonumu korumaya almıştım. Birini aradığımda tüm arama kayıtlarım iz bırakmadan silinirdi ve böylece ardımda kanıt bırakmamış olurdum bu yüzden Ahdas’ı ararken oldukça rahattım.
Telefon kulağımda beklerken karşıdan ‘’Alo!’’ diyen tok ses yükseldi. Bu alo kelimesi eski zaman insanlarından bize miras kalan şeylerden biriydi.
‘’Volkan Bey.’’ dediğimde bir süre sessizlik oldu sonra sesi yükseldi.
‘’İsilya?’’
‘’Doğa demek istediniz sanırım!’’ Nefes alışverişlerinden sinirlendiğini anlayabiliyordum.
‘’Ne istiyorsun?’’
‘’Güvenlik biriminin karşı tarafındaki parkta bekliyorum. İki kahve al ve gel.’’’
‘’Ne istiyorsun?’’ sorusunu yinelemişti.
‘’Görünce anlarsın.’’ dedim ve telefonu kapattım.
Geleceğini biliyordum. Göz ardı edemezdi merakı ağır basacaktı. Kolumdaki saate baktım. Başlamasına on beş dakika kalmıştı. Bankta tek başıma on dakika oturdum ve sonra Ahdas yanıbaşımda belirdi.
‘’Ah, kalbimi kırdın ama kahve getirmemişsin.’’ dediğimde yüzündeki öfkeli ifadeyle oldukça keyif alıyordum. ‘’Bileğim alçıda kendim yapamıyorum, güvenliğimi bile sağlayamayan bir müdürsün bari bir kahveyi yapabilseydin.’’
‘’Uzatma da söyle ne söyleyeceksen?’’
Elimle yan tarafımı gösterdim. ‘’Otur.’’
‘’İsilya uzatma.’’ sesi yılan gibiydi.
‘’Ne olduğunu öğrenmek için otur ve,’’ diyerek kolumdaki saate baktım. ‘’İki dakika sessizce bekle sonra söz anlayacaksın.’’
Yanıma oturduğunda kollarını göğsünde kavuşturdu ve sabırsızca beklemeye başladı ama çok dayanamadan sessizliği bozdu.
‘’Atak ile gerçekten birlikte misin yoksa onu da amacın için mi kullanıyorsun?’’
‘’Hangisinin olmasını isterdin?’’ diyerek yüzüne baktım ve sinsi bir gülümseme gönderdim.
‘’İsilya sabrımı çok zorluyorsun.’’
Bu defa kahkaha attım. ‘’Hangisini isterdin bilmiyorum ama evet birlikteyiz ve ona aşığım.’’ Yüzündeki ifade bir anda değişti.
‘’Benim düşüncelerimi zehirleyemedin ama kendine zehirleyecek birini bulmuşsun. Acıyorum Atak’a hükümet için çok faydalı bir bilim insanıydı.’’
Bu defa attığım kahkaha için kendimi zorlamıştım ama ona gerçek hislerimi belli edecek değildim. ‘’Arkana yaslan ve rahatla benim özel hayatım beni ilgilendirir bunlarla kafanı yorma.’’
Zaman dolunca ekranda belgesel oynamaya başladı. İnsanlar başta fark etmedi ama sonra yavaş yavaş durup ekranda oynayan görüntüleri izlemeye başladılar. Arkama yaslanmış keyifle insanları izliyordum. Tepkileri görülmeye değerdi.
Bocalıyorlardı çünkü çipleri onları bu yönde tetikliyordu ama beyinlerinin çok derinlerinde bir yerde hala duyguları hatırlayan bir yan vardı.
Yüzlerdeki ifadeler sürekli değişiyordu ama bunu bilinçli yapmadıklarını biliyordum. Ahdas’ın yüzüne baktım. Belki biraz olsun etkilenir diye düşünmüştüm ama yüzünde sadece öfke vardı.
‘’Bunu sen mi yaptın? Nasıl yaparsın?’’ diyerek oturduğu yerden ayağa fırladı. Ben hala arkama yaslanmış keyifle olanları izliyordum.
Ahdas telefonla birilerini aradı ve belgeseli durduramayacaklarını öğrendiği anda deliye döndü. Üzerime eğildiğinde, ‘’Bunu hemen durdur.’’ dedi.
Bacak bacak üstüne attım. ‘’Farkındaysan ben burada seninle oturuyordum bunu yapmış olsam görürdün değil mi?’’
Parmakları boğazımı kavradı. ‘’Sen ve bitmek bilmeyen numaraların. Bu yaptığını hemen sonlandıracaksın.’’
Çevredeki insanlar bize bakmaya başlamıştı. Yüzüme masum bir ifade kondurdum. ‘’Ben sadece parkta oturan bir vatandaşım neden bana böyle davranıyorsunuz?’’ Kendimi biraz zorlayarak gözümden iki damla yaş akmasını sağladım. ‘’Lütfen Efendim, geçirdiğim kaza nedeniyle raporluydum bu yüzden işe gitmedim. İşten kaçtığımı size ne düşündürdü bilmiyorum ama canımı yakıyorsunuz.’’
Ahdas ne yaptığımı fark ettiği anda boğazımdaki parmaklarını geri çekti ve bizi izleyen insanlara baktı. İçlerindeki yaşlı bir amca yaklaştı. ‘’Bileğindeki alçıyı görüyorsunuz neden işten kaçsın ki? Onun canını yakmak yerine bu şekilde yaralanmaması için korumanız gerekiyordu. Bizler size emanetiz.’’
Diğer insanlardan yaşlı amcayı destekleyen mırıltılar yükselince yere dizlerimin üzerine çöktüm. ‘’Özür dilerim Efendim bir daha yaralansam da işe gideceğim.’’ dediğimde çevredeki mırıltılar daha da arttı.
Ahdas nasıl tepki vermesi gerektiğini anlayamıyordu. Kolumdan tutup ayağa kaldırdı. ‘’Zaten sizin güvenliğiniz için onu tutukluyorum.’’ dediğinde daha fazla ağlama numarası yaptım.
‘’Bileğimi kırıp işe gidemediğim için özür dilerim Efendim lütfen beni tutuklamayın. Söz veriyorum doktora gidip raporumu iptal etmesini isteyeceğim.’’
Artan kalabalıktan orta yaşlardaki bir kadın öne çıktı. ‘’Bir insanı yaralı olduğu için tutuklayamazsınız. O sorumluluk sahibi bir vatandaş bu şekilde işe gidip çalışamayacağını biliyor bu yüzden kimseye yük olmamak için işe gitmemiş bu onun yasal hakkı.’’
Çevredeki kalabalığa baktım. Hepsinin işe gidemeyeceği bir mazareti vardı ve Ahdas bunu bilmeyecek kadar aptal değildi. Beni tutuklarsa onları da tutuklamak zorunda kalacaktı.
Bir adım geri çekildi ve bana döndü. ‘’Özür dilerim Hanımefendi sizi yanlış anlamışım lütfen benimle gelin ve sizi eve bırakmama izin verin.’’ Sağlam bileğimi tutup yürümem için çekiştirdi.
İnsanlar doğru olanı yaptığını söylerken adımlarına uymak zorunda kaldım çünkü bileğimi öyle bir tutuyordu ki dediğini yapmazsam bu defa sağlam kolum kalmayacaktı.
Güvenlik birimine girdiğimiz an emirleri yağdırmaya başladı. ‘’Hemen bu kadının telefonunu inceleyin ve benim telefonumla yaptığı konuşmanın dökümanını çıkarın. Biri de evine gidip bilgisayarını alsın ve inceleme için getirsin. Kendisini o zamana kadar burada misafir edeceğiz.’’
Hiçbir şey söylemeden sadece yüzümdeki gülümsemeyle yürüyüp nezarethaneye girdim. Burada bir gece kalmak sorun değildi ben alacağımı almıştım. İnsanlar arasında dedikodu yayılacaktı. Güvenlik biriminin müdürünün bir vatandaşa yaptığı haksızlığı herkes konuşacaktı. Tabi bu yaptığım patlamanın etkisini silmeyecekti ama Ahdas’ı başkanlarla karşı karşıya getirirdi ve bu da bana zaman kazandırırdı.