Eve geri indiğimizde çoktan gece olmuştu. Dinlenmek istediğimi söylediğimde misafir odasını hazırlamıştı ve tek başıma kaldığımda olanları düşünmeye başlamıştım.
Kalbimi sonuna kadar açmıştım. Hissettiklerimi pürüsüzce mantığımın önüne sermiştim. Ahdas’a olan sevgim yıllar içinde azalmış belki de bitmişti ama söylediği sözlerin acısı hiçbir zaman geçmeyecekti. Seven insan sevdiğini biraz olsun anlamaya çalışmaz mıydı? O yapmamıştı hatta şimdi karşıma çıkmış bileğime bilerek zarar vermiş ve savurduğu tehditlerle gitmişti.
Atak’ı geçmişiyle tanımıyordum ama hep yanımdaydı. Elinden geldiğince yardım ediyordu. Zarar verecek bir şey yapmamıştı tabi çip okuyucuyu diğerlerine vermişti ama bunu saymıyordum. Ondan hoşlanıyordum ama bu sevgi gibi miydi yoksa arkadaşlık mı bunu bilmiyordum.
Her şeye rağmen yapmam gerekeni biliyordum. Ahdas ile kıyasıya bir mücadeleye girecektim ve gerekirse onu öldürmeye hazır olmalıydım. Her türlü eylemi yapmıştım ama hiç birini öldürmemiştik şimdi neden olmak zorundaydı?
Başımı yastığa gömdüm. Atak artık gerçekten karar vermeliydi. İşler iyice tehlikeli bir hal almıştı. Biz sadece beş kişiyken Ahdas koca bir birimin başındaydı ve bütün polisler onun emrindeydi. İstese şu an bizi sebepsizce öldürtebilirdi.
Hoşgeldin yeni hayat!
Hoşgeldin tehlikeli günler!
Hoşgeldin büyük savaş!
Sabah uyandığımda kendimi tuhaf bir şekilde hafif hissediyordum. Yatakta doğrulup oturdum ve sırtımı duvara dayadım. Düşüncelerim netti. Ahdas’a meydan okumak içimde farkında olmadığım bir yarayı kapatmıştı. Fırtına gibi esip gürlediği o gün ona tek kelime bile söylememe fırsat vermemişti. Neden bu şekildeyim, yaptıklarımı neden yapıyorum bir kez bile sormamıştı. Beni anlamayı hiç denememişti ve şimdi tüm gerçek benliğimle karşısında durmak ruhuma çok iyi gelmişti.
Tabi birde Atak vardı. Kabul etmeliydim ki o günden sonra ilk defa birine kalbimi bu kadar açmıştım. Dostlarımla bile bu konuda hiç açıkca konuşmamıştım. Önümdeki yol ışıl ışıl parlıyordu ve beni koşmam için çağırıyordu.
Odadan çıktığımda görünürde kimse yoktu Atak hala uyuyor olmalıydı. Bilgisayarını alıp mutfağa geçtim ve sisteme sızıp eski zaman insanlardan kalma arşivleri karıştırdım. İnanılmaz derecede güzel müzikleri vardı ve müziklerin günümüzde marşlardan ibaret olması çok kötüydü.
Hareketli bir müzik açarak kahvaltı hazırlamaya başladım. Bedenimde dolaşan bu enerji bana çok yabancıydı. En son Ahdas hayatımdayken böyle olmuştum ve geçip giden yıllar sonrasında ayrılığı atlatıp o depresyondan çıkmıştım. Bunun bu şartlarda olması da tuhaftı ama şu an yaşadığım hayatta zaten normal olan ne vardı ki?
Düşüncelerimle gülümsedim ve müziğe ayak uydurup dans ederek kahvaltı hazırlamaya devam ettim. Tabi bileğim sarılı olduğu için biraz zorlanıyordum ama önemli değildi. Yaptığım dansları yine o arşivlerde izlediğim filmlerden öğrenmiştim. Eski zamanda yaşamak isterdim. Tüm o savaşlara rağmen yine de bizlerden daha hayat doluydular ve yaşamayı en güzel şekilde beceriyorlardı.
Kahvaltıyı hazırlamayı bitirdiğimde yiyecekleri yemek masasına yerleştirmek için arkamı dönünce Atak’ı kapının girişinde duvara yaslanmış beni izlerken görünce elimdeki tabakla donup kaldım. ‘’Ne zamandır oradasın?’’ dediğimde gamzesi gülümsemeye devam ediyordu.
‘’Bu garip marşla yaptığın tüm o garip hareketleri görecek kadar.’’
Sözleriyle kahkaha attım. ‘’Bu çalan marş değil eski zaman insanlarından kalma bir müzik ve yaptığım şey de dans.’’ Elimdeki tabağı yemek masasına bıraktım. ‘’Gel hadi.’’ diyerek elinden tutup çektim. Sargılı elimi kullanmamaya dikkat ediyordum.
‘’Hayır, bunu yapamam.’’ dese de itirazını kabul etmedim.
‘’Sadece ayaklarım takip.’’ dedim. Bir süre ayak hareketlerimi izledi sonra O da yapmaya başladı. Atak'ın zekasına hayrandım her şeyi kolayca kavrıyordu.
Müzik bitene kadar birlikte dans ettik. Müzik son bulduğunda ikimizde nefes nefeseydik ama yüzümüzde kocaman gülümseme vardı.
‘’Bu çok yorucu ama aşırı güzel şu an salgıladığım tüm hormonlar yüksek seviyede mutlu olmamı sağlıyor.’’
Sözleriyle bir kez daha kahkaha attım. ‘’Atak her şeyi bilimsel olarak açıklamaya çalışma. Sen bir insansın ve duygularınla hissetmen gerekenleri hissediyorsun.’’
‘’Beş yıldır diğer insanlarla rol yapmaya o kadar alıştım ki konuşmalarım artık istemsizce bu yönde oluyor.’’
‘’Buna bir son vereceğime emin olabilirsin. Hadi gel kahvaltı yapalım.’’ Kahveleri fincanlara doldurdum ve sonrasından karşılıklı sandalyelere oturduk. Masadaki yiyecekleri yemeye başladığımızda ağzımdaki lokmayı yuttum ve oturduğum sandalyeye sırtımı dayayıp çatalımla oynamaya başladım. ‘’Atak seninle konuşmamız gerekiyor.’’
Bakışları sertleşti. ‘’Hangi konuda?’’
‘’Açık konuşacağım; Başlatacağımız savaş ağır olacak. Ahdas bize çok zorluk çıkaracak ve bu savaş yüksek ihtimalle ölümle bitecek. Benimle olan herkes tehlikeyle, ölümle kol kola yürümek zorunda kalacak. İyi düşün ve kararını öyle ver. Eğer, her şeyi göze alıp bize katılmak istersen geride duramazsın ve bizimle yan yana yürümen gerekir.’’
‘’Kabul etmezsem?’’ dediğinde bakışlarımız birleşti.
‘’Kabul etmezsen bunu anlayışla karşılarım asla hayal kırıklığı olmaz sen zaten fazlasıyla yardımcı oldun. İki dost olarak bu kahvaltıyı bitiririz sonra ben bu evden çıkıp giderim ve bir daha görüşmeyiz çünkü görüşürsek Ahdas’ın radarına girersin. Karar tamamen sana ait.’’
Yavaş yavaş kahvesinden bir yudum aldı. Yine aynı yavaşlıkta kahve fincanını yemek masasına bıraktı ve yüzüme dikkatle baktı. ‘’Doğa, İsilya ben hazırım. Tehlikeli olacak farkındayım, sizin gibi yeteneklerim de yok ama benim geçmişe bir borcum var ve bu borcu ödemeliyim.’’
‘’Emin misin?’’ dediğimde başıyla onayladı.
‘’Eminim.’’
Atak’ın geçmişiyle ilgili bilmediğim ve kendini suçlu hissettiren bir şeyler vardı ama ne olduğunu sormadım ve sormayacaktım da Ona güvenmeyi seçmiştim isterse kendi anlatırdı. Elimi uzattığımda tutup sıktı. ‘’Aramıza Hoşgeldin.’’ dediğimde gülümsüyordu.
~~~~
İş çıkışı hepsine evime gelmesi için bir mesaj göndermiştim. Atak ile birlikte gelmiştik ve diğerlerini bekliyorduk. Son olanlardan sonra ilk defa görüşecektik. ‘’Kabul etmeyecekler.’’ diyen Atak ile kapının zili çalındı.
Cevap vermeden gidip kapıyı çaldım. Dördü de birlikte gelmişti. Hepsini salona aldım ve oturup yerleşmelerini bekledim. Yüzleri fazlasıyla suçluluk ifadesiyle doluydu.
Sandalyeyi ortaya çekip hepsini görebileceğim bir şekilde oturdum. ‘’Lafı uzatmayacağım bundan sonra Atak da bizimle birlikte.’’
İlk itiraz Seryus’dan geldi. ‘’Ekibe dışarıdan birini almıyoruz!’’
Anres de onu destekledi. ‘’Evet, bu konudaki kuralımız hâlâ geçerli.’’
Söze Raygel devam etti. ‘’Son ikidir İsilya’yı dinlemediğim için birileri zarar görüyor. Liderimiz İsilya ve O ne derse benim için odur.’’
Tanes’den gelecek tepkiyi bekliyordum. Bakışları Atak’ın üzerindeydi. ‘’Biliyor mu?’’ dediğinde Atak’ın yüzü donuklaşmıştı. Cevap vermedi. ‘’Tahmin ettiğim gibi.’’ Tanes delici bakışlarını üzerime çevirdi. ‘’Sen ne dersen kabulüm İsilya özellikle son yaptığımızdan sonra ama eğer Atak’ı bu gruba alacaksan önce geçmişini öğren sonra bu kararı ver.’’
Atak sessizce oturuyordu. Tanes onun geçmişini nasıl öğrenmişti ve o geçmişte ne olmuştu? Bir kez güvenmeyi seçmiştim ve bu yönde devam edecektim. ‘’Ben Atak’a güveniyorum ve geçmişiyle ilgilenmiyorum. İsterse anlatır istemezse anlatmaz son sözüm budur Atak artık bizimle.’’
Diğerleri sessiz kaldı. Ahdas olayından sonra o kadar pişman olmuşlardı ki daha fazla karşı koyacak cesareti bulamamışlardı sadece Tanes, ‘’Umarım pişman olmazsın.’’ dedi.
Herkese bir fincan kahve ikram etmiştim. ‘’Bileğim iyileşene kadar fiziksel savaştan kaçınacağız ama psikolojik savaşa hazır olun.’’
‘’Ne yapacağız.’’ diye soran Atak’tı.
‘’Aklımda bir plan var.’’ diyerek gülümsedim. Zihnimin içinde tilkiler çoktan dolaşmaya başlamıştı.