Atak’ın evine geldiğimizde Tanes’i Atak’ın odasına yatırdık. Yanında kalmak istesem de Anres izin vermemişti. ‘’Acınası durumdasın önce git kendine bak.’’ diyerek resmen odadan kovalamıştı.
Seryus eve gitmesi gerektiğini söylemişti, sabah erkenden işe gitmezse dikkat çekerdi ve olduğumuz yer işine uzaktı. Ona gelişmeleri haber vereceğimizi söylemiştik.
Raygel ailesine bir bahane uydurmuştu ve burada kalacaktı. Ailesi söylediklerini genelde sorgulamadan kabulleniyordu ve bunu fazlasıyla kullanıyordu.
Banyoya gittiğimde aynadaki görüntüme baktım. Yüzüm kanlar içindeydi. Gözümün alt tarafı tamamen morarmıştı. Üzerimdeki kıyafetlerde yırtılmış yerler vardı ve kana bulanmıştı. Kıyafetleri üzerimden çıkarttım ve bedenime bulaşan kanları sertçe ovarak yıkadım.
Kenardaki havluyu bedenime sarıp dışarı çıktığımda Atak beni bekliyordu. Elimden tutup çekti ve salondaki koltuğa oturttu. ‘’Şu haline bak.’’ diyerek malzeme çantasından çıkardığı pamuğa bir solüsyon dökerek yüzümdeki yaralara sürmeye başladı.
Kanlanan pamuğu kenara bırakıp küçük bir krem tüpünü aldı ve içindeki kremi parmağının ucuyla yaralara sürdü. ‘’Yarın yüzündeki morluklar için açıklama yapman gerekecek.’’
‘’Sakar biriyim arada böyle merdivenlerden yuvarlanıveriyorum.’’ dediğimde dudağı gülümsemeyle kıvrıldı.
Yüzümdeki yaralar bitince ellerime geçti. Minik yaraları tedavi ederken, ‘’Merdivenden çok taşlık bir alanda düşmüş gibisin. Parkta yürüyüşe çıktığında topuklu ayakkabı değil spor ayakkabı giymelisin.’’ diyerek gamzesini ortaya seren bir gülümseme daha gönderdi.
‘’Teşekkür ederim.’’ dediğimde gözümden bir damla yaş süzüldü. Tanes’e yaptıklarım için hala vicdan azabı çekiyordum. Atak kendine çekip sarıldı. ‘’Hey, sen çok güçlü birisin bu gözyaşları sana yakışmıyor. O iyi olacak sadece beyninin uyuyup dinlenmesi gerek.’’
Sarılmayı bırakıp geri çekildiğinde bir kez daha ‘’Teşekkür ederim.’’ dedim.
‘’Sanırım bu gece tam olarak sizden biri oldum. Güvenlik görevlisi kendine geldiğinde ne yaptı acaba?’’
Konuyu değiştirmesini içtenlikle kabul ettim. ‘’Adama ne yaptın?’’ dedim.
‘’Sadece uykusu açılsın diye içine uyku ilacı damlatmış olabileceğim bir fincan kahve ikram ettim.’’
Sözleriyle kahkaha attım. ‘’Senden güzel olacak.’’ dediğimde O da güldü.
Sonrasında ikimizde sessizliğe büründüğümüzde üzerimde sadece bir havluyla oturuyor olmak birden rahatsız etmeye başladı. ‘’Ben üzerime bir şeyler giysem iyi olacak.’’ dedim ve buradayken kaldığım odaya gittim. Dolapta bir kaç parça kıyafet saklıyordum. Birini alıp giydim ve düşüncelerimi toplayabilmek için yatağa uzandım.
Her şey karmakarışık bir hal almıştı. Tanes’i neredeyse öldürüyordum. Basit bir düşüncesizlik nelere yol açmıştı! Atak her yaklaştığında unutmak istediğim duygular kendini hatırlatmak için çırpınıyordu.
Buraya gelirken çoğu zaman Ahdas’ı görüyordum ve tabi bir de şu an güvenlik merkezinin başında O vardı yani yine ona karşı savaşacaktım. Bu savaşı çok uzun zaman önce ona karşı kalbimle vermiştim ve kazanan taraf olmamıştı.
Kapıya tıklatıldığında yataktan kalkıp kapıyı açtım. Atak elinde iki fincan kahveyle bekliyordu. ‘’Uyuma planın yoksa eşlik eder misin?’’
‘’Olur.’’ Uzattığı kahveyi aldım.
‘’Hadi gel.’’ diyerek yürümeye başladı. Arkasından takip ettim. Çatı katına çıkan merdivenlere yöneldiğinde ben de merdivenleri çıktım. Çatı katı bir sürü ıvır zıvırla doluydu.
‘’Burada oturacabileceğimizi sanmıyorum.’’ dedim ama karşılığında elindeki fincanı uzattı.
Fincanı elinden alıp tuttuğumda tavana uzandı ve orada olduğunu anlamadığım küçük bir kapıyı iterek açtı. Kenarlardan tutunup kendini yukarı çekti. ‘’Kahve fincanlarını ver.’’ dediğinde elimdeki iki fincanı uzattım.
Fincanları elimden alıp küçük kapıdan geri çekildi ve sonra aşağıya eli uzandı. Elini tuttuğumda tek hamlede yukarı çekti. Gösterdiğinden daha güçlüydü. Çatının ilerisinde bir düzlük vardı. Elimi bırakmadan oraya kadar eşlik etti ve yan yana oturduk. Şehrin ışıltısı önümüzde uzanırken biz de kahvelerimizi yudumladık.
‘’Patlamadan sonra evdeki zamanımın çoğunu burada geçirdim. Eskiden burada eşimle otururduk ve şehrin gürültüsünü izlerdik her şey çok hareketliydi ama patlamadan sonra ışıklar bile suskunlaştı.’’
Eşinin oturduğu yerde oturuyor olmak rahatsız etmişti. Anılarına saygısızlık ediyormuşum gibi hissediyordum. Olduğum yerde kıpraşınca hissettiklerimi anlamış olacak ki kolumu tutup hareketlerime engel oldu. ‘’Rahatsız olma bunlar çok uzun zaman önceydi bir çok şey yaşandı ve bitti.’’
Ne diyebilirdim hangimizin yüreğimize gömdüğü acıları, sırları yoktu ki! ‘’Daha çocukken anne ve babamın ölümünü televizyon ekranından izlemek zorunda kaldım. Çocukluğumu acılarla gömüp hükümet gözetiminde yetimhanede büyüdüm ama ne olursa olsun insanları diğer canlılardan ayıran en önemli özelliktir duyguları. Bunlara set çekemezsin sadece güç hırsıyla bu yapılanlar evrenin işleyişine karşı koymaktır.’’
‘’Senin kadar derin bakamam olaylara yaşadığımız hayatlar çok farklı ama bir şekilde aynı yola girdik.’’ Alnıma düşen saçımı geri itti. ‘’Hem düşünüyorum da evren de aynı fikirde olmalı ki seni bu patlamanın dışına itti.’’
‘’Bu olayın benim başıma gelmesi ne tesadüf değil mi?’’ Gülümsedim. Elinin alnıma temas ettiğinde verdiği hissi görmezden gelmeye çalıştım. Atak ile yollarımızın birleşmesi üzerinden aylar geçmişti ve bu sürede kendimi hep geride tutmuştum.
Hareketleri, konuşması, tavırları fazla çekiciydi ama kalbimi bu hislere yasaklamıştım.
Boşalan kahve fincanını yere bıraktım. ‘’Beni buraya daha önce çıkarmalıydın.’’ Manzara güzeldi. Şehir ışıklar içinde dümdüz uzanıyordu. Manzaraya bakarken yağmur damlacıkları düşmeye başladı.
‘’İstediğin zaman çıkarız ama eve insek iyi olacak.’’
‘’Hayır,’’ dedim gülümseyerek. ‘’Islanmak güzeldir.’’ Yağmur altında oturmaya devam ettim. Üzerime düşen yağmur damlaları özgürlüğün somut haliydi.
Başımı yukarı kaldırıp ıslak damlaların yüzüme düşmesine izin verdim. Ben bu mutluluğu duyumsarken Atak sadece beni izliyordu.
Saçlarımın lastik tokasını çıkarıp tamamen serbest bıraktım. Esen rüzgarla yağmur damlaları arasında savrulmasını zevkle kabullendim.
Mutluluğu yaşarken yağmur yavaşça dindi ve sonrasında bizi mükemmel bir kokuyla sessizliğe bırakıp gitti. ‘’Çok güzeldi.’’ dediğimde Atak’ın gözü hala üzerimdeydi.
‘’Benim manzaram daha güzel.’’
Sözleriyle arkamı dönüp diğer tarafa baktım. ‘’Haklısın şehrin buradan görünüşü de güzelmiş.’’ Sözlerindeki anlam bu değildi ama anlamazlığa vurmak kolay geliyordu.
Yüzümü görmemesi için bir süre daha başımı diğer tarafa çevrili sakladım ve sonra oturduğum yerden kalktım. ‘’Hadi içeri girelim.’’
O da oturduğu yerden kalkarak öne geçti ve yürürken düşmemem için gelirken olduğu gibi elimi tuttu. İtiraz etmeden adımlarına uydum. Eve indiğimizde ikimizde sırılsıklamdık.
‘’Kahve için teşekkür ederim.’’ dediğimde yine gamzesini gözler önüne serdi.
‘’Bundan ne zaman vazgeçeceksin?’’
‘’Neyden?’’ diye sordum.
‘’Sürekli teşekkür etmekten. Arkadaşlarınla konuşmaların çok rahat ama bana gelince durmadan teşekkür edip duruyorsun. Kendimi olduğumdan daha yabancı hissediyorum.’’
‘’Farkında değilim.’’ dedim.
Üstelemeden elimdeki kahve fincanını aldı. ‘’Ben bunları yıkarken sen de üzerini değişsen iyi olur yoksa hasta olacaksın.’’
Tam teşekkür edecekken sözleri dilimin ucundan geri yuttum. "Salona kıyafetlerinden bırakırım." diyerek odaya geçtim ve ıslak kıyafetlerimi değiştim sonrasında Tanes’in uyuduğu odadan Atak’ın birkaç parça kıyafetini salona bıraktım ve yatak odasına geri döndüm.
Anres’de yorgun düşüp bir köşede uyumuştu. Tanes zaten her şeyden habersiz uyuyordu. Geceyi yine uykusuz geçireceğimi bildiğim için odaya geri dönmek istemediğim ve sandalyeyi yatağın kenarına çekip oturarak beklemeye başladım.
Uyanacak mıydı? Uyandığında ne olacaktı? Çaresizce bu bilinmezliği bekleyecektim.