‘’Gelmeni beklemiyordum şaşırdım girsene içeri.’’ dedi ve bir adım yana kayıp kapının girişini açtı.
Adım atıp içeri girdim. Hareketlerim ağırdı sanki bedenim bana ait değildi. Düşünemiyordum. Neyi, neden yaptığımı bilmiyordum. Atak’ın tam karşısında durdum. ‘’Sence ben korkunç biri miyim?’’ diye sordum gözlerinin içine dikkatle bakarak.
‘’Duymak istediğini mi söyleyeyim yoksa gerçek düşünecelerimi mi söyleyeyim?’’
Bir adım daha yaklaştım. ‘’İkisini harmanlasan nasıl olur?’’
‘’Oldukça tehlikelisin ama tehlikeli yanın masumları hedef almadığı için korkunç demek yanlış olur.’’
‘’Güzel harmanladın.’’ dedim ve uzanıp dudaklarından öpmeye başladım. İlk başta hareketsiz kaldı sonra karşılık verdi. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum belki de biliyordum ama düşünmek istemiyordum. Kalbim acıyordu ve bu acıyı dindirecek bir sığınak arıyordum. Elim ensesini kavrarken kendini geri çekti ve birkaç adım uzaklaştı.
‘’Kendin gibi davranmıyorsun İsilya ve bu yaptığından sonra pişman olacağına eminim. Gitsen iyi olacak.’’ dediğinde ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Tek kelime söylemeden koşar adım evden çıktım ve arabama binene kadar hızımı yavaşlatmadım.
Araba hareket ettiğinde daha fazla kendimi tutamadım ve hıçkırıklarımın arasında ağlamaya başladım.
Eve geldiğimde ağlamam hala devam ediyordu. Etraftaki dağınık eşyaları daha fazla dağıttım ve hıçkırarak ağlamaya devam ettim. Ahdas’dan nefret ediyordum. Bana yaşattıklarından ve hala yaşatmakta olduğu duygulardan nefret ediyordum. O benim tek güçsüz yanımdı ve aklıma bile gelmesi yerle bir ediyordu. Söylediği her söz kaç yıl geçerse geçsin kalbimi acıtmaya devam edecekti.
Yerdeki dağılmış eşyalar arasında yatarken artık ağlamayı bırakmıştım ve durulmuştum. Hareketsizdim, sessizdim, düşüncesizdim. Atak’a karşı tavrımdan fazlasıyla utanıyordum çok aptalca davranmıştım. Bir daha yüzüne nasıl bakacaktım?
Bütün gece salonda olduğum noktada yattım. Arada uyudum sonra kabuslarla geri uyandım ama gecenin büyük bir kısmı uyanıktım. Sabah olduğunda yaptığım tek şey bilgisayardan sisteme sızıp kendime üç günlük bir rapor yazmak oldu. Grip bulaşıcıydı ve laboratuvarda etrafa hapşırıp, öksürmek pek hoş olmazdı!
Bilgisayarı bıraktığımda yerdeki yerime geri döndüm ve yatmaya devam ettim. Yemek yemek istemiyordum. Kalkıp yatağa yatmak istemiyordum. Dağınıklığı toplamak istemiyordum. Ağlamak istemiyordum. Sadece hareketsizce yatmak istiyordum.
Üçüncü günün sonunda hala aynı yerde yatıyordum. Çalan telefonlardan bıkmıştım bu yüzden tamamen kapatmıştım. Yalnız kalmak istiyordum. Biraz anlayışlı olamazlar mıydı? Depresyona girmek benim de hakkımdı sonuçta savaşmam gereken bir eski sevgilim vardı.
Kapı zili çaldığında yattığım yerden kalkmak aklıma bile gelmedi ama zil ısrarla çalıyordu ve üstüne bir de kapıya sertçe vurulmaya başlanmıştı. Hangisinin geldiğini tahmin edemiyordum ama sessizliğe ihtiyacım vardı. En sonunda kalkıp kapıya gittim ve ‘’Canına mı susadın?’’ diye bağırarak kapıyı açtım.
Karşımdakiyle diğer söyleyeceklerimi geri yuttum. İçeriye adım atınca birkaç adım gerilemek zorunda kaldım. Nefes alamıyordum. Burada ne işi vardı?
‘’Sen?’’ dediğimde ağzım bir çöl gibi kurumuştu.
‘’Demek burada yaşıyorsun!’’ Sesi oldukça küçümseyiciydi. Olanı fark ettiğimde düşmemek için kapıya tutundum. Beni dinlememişlerdi! Emrime karşı gelmişlerdi! Düşmanın görmeyen gözlerini açmışlardı. Kalbindeki nefret ateşini olduğum yerden bile hissediyordum.
‘’Her zamanki gibi aşırı dağınıksın.’’ Birden bana doğru döndü. ‘’Ve aşırı tehlikeli.’’
‘’Evimden defol.’’ dedim.
Üzerime doğru yürümeye başlayınca duvarla sırtım birleşene kadar geri geri yürüdüm. Bir yerden sonra adım atacak yer kalmayınca olduğum yerde kalakaldım. Yüzümüzün arasında bir tüy inceliğinde mesafe kalmıştı. Nefesinin sıcaklığı yüzümü yalayıp geçiyordu. ‘’O işe yaramaz dostlarını uyardım seni de uyarmaya geldim. Hangi gezegende olursak olalım düzeni bozmanıza izin vermeyeceğim. Hükümet insanlara böyle bir refah bağışlamışken siz buna engel olamayacaksınız. O bilgisayarı sizden koruyacağım ve en küçük bir yanlışınızı görürsem öldürmekten de asla kaçınmam. Bence hepiniz uslu birer çocuk olun ve diğer insanlar gibi yaşamaya devam edin.’’
Göğsünden tüm gücümle itip kendimden uzaklaştırdım. ‘’Sen hayatımda gördüğüm en bencil, en kötü kalpli insansın. İçinde olduğun durumu nasıl güzel görebiliyorsun şaşıyorum sana. Bana diyorsun ama sen benden daha korkunç birisin.’’
Attığı kahkaha evin içinde yankılandı. ‘’Başarılı olamadığınıza o kadar seviniyorum ki! Bu gezegende uysal bir karım, söz dinleyen çocuklarım var ve insanlar kötülükten uzak yaşıyorlar. Ben de konumum gereği onların güvenliklerinden sorumluyum ve onlar için tek tehdit sizsiniz.’’
Daha fazla dayanamadım ve göğsüne tekmeyi bastım. ‘’Evimden çık git!’’ avazım çıktığı kadar bağırıyordum. ‘’Sen iğrenç bir canavarsın!’’ Sinirlerim tamamen boşalmıştı. Yüzüne yumruk atacağımda bileğimden yakalayıp kolumu kıvırdı ve kendimi onun bedenine yaslanmış sımsıkı tutulurken buldum.
Kurtulmaya çalıştım ama o kadar sıkı kavramıştı ki çırpınışlarım boşa gitti. Bileğimi tuttuğu yer bembeyaz kesilmişti. Özellikle canımı yakmaya çalışıyordu. Kulağıma doğru fısıldadı. ‘’Bir kez uyardım ve size bu şansı verdim ikinci bir uyarı olmayacak.’’
Bacak arasına tekme atacağımda hamlemi anladı ve ayağımı iki bacağının arasına sıkıştırdı. ‘’Sadece uslu bir vatandaş ol.’’ Serbest bırakırken bileğimi hızla çevirdi ve duyumsadığım acıyla dudaklarımdan bir çığlık yayıldı. Dizlerim üzerine yere çöktüğümde sert adımlarla evden çekip gitti.
Fazla hafife almıştım. Karşımda hala Antastaki o güçsüz adam var sanmıştım ama buradaki Volkan’ın mesleği gereği fazla tecrübeliydi. Artık karşımdaki güçsüz değil aksine güçlü bir düşmandı.
Bileğimi diğer elimle kavramıştım ve zihnimde çakan acı dolu şimşeklere kapılmamaya çalışıyordum. Şimdiden oluşan morluğu görebiliyordum.
‘’İsilya!’’ sesiyle bakışlarım açık kapıdan içeri giren Atak’a kaydı. O neden buradaydı ki?
‘’Git buradan!’’ diye bağırdım ama hissettiğim acı sesime yansımıştı ve sesim güçsüz çıkmıştı.
‘’Üç gündür işe gelmeyince görmek istedim. Sen iyi misin?’’ Gelip yanıma diz çöktü ve tuttuğum bileğime baktı. ‘’İzin ver.’’ dediğinde bileğimi ellerine teslim ettim. ‘’Burada olmaz hastaneye gidelim yerinden çıkmış gibi duruyor.’’
Ahdas’a olan öfkemle salgıladığım adrenalin geri çekilirken bedenim hissettiğim acıyı daha fazla duyumsamaya başlamıştı. Ayağa kalkmak için Atak’tan güç almam gerekti.
Tam evden çıkacakken bu defa kapıda diğerleri belirdi. ‘’İsilya!’’ Raygel korku dolu gözlerle bakıyordu.
‘’Sana bir şey yapacak sandık.’’ Tanes yaşlı gözlerle suçlu suçlu bakıyordu.
‘’Beni dinlemeliydiniz.’’ dedim. ‘’Başımıza açtığınız belanın farkında bile değilsiniz.’’
‘’Çok özür dileriz.’’ Bunu Anres ve Seryus aynı anda söylemişti. Söze Anres devam etti. ‘’Bizim tarafımızda olacağına inandık. Böyle olacağını tahmin edemedik.’’
Bir kez daha üstüne basa basa ‘’Beni dinlemeliydiniz.’’ dedim.
‘’Her ne oluyor bilmiyorum ama İsilya’nın bir an önce hastaneye gitmesi gerekiyor.’’ diyen Atak diğerlerine yolu açması için eliyle bir işaret yaptı ve yürümem için bana destek oldu.
‘’O mu yaptı?’’ Tanes bu defa sinirliydi. ‘’Mahvedeceğim onu.’’ dediğinde sağlam kolumla kolundan tutup durdurdum.
‘’Beni dinleyin ve artık durun. Hepiniz evlerinize dönün ve ben sizi araya kadar birbirinizle iletişim dahi kurmayın. Ve sizi öfkem geçmeden aramayacağımı da bilin. Şimdi hepiniz gidin.’’
Suçlu suçlu başları önlerinde giderlerken ben de Atak’ın yardımıyla onun arabasına bindim ve hastaneye doğru yola çıktık.