Amou benim bıraktığım para sayesinde ülkeden çıkabilmişti ama o para ancak buna yetmişti. Kalacak bir yere ve işe ihtiyaçları vardı.
“Güvenli, temiz bir yer lazım. Benim ev olmaz biliyorsun. Neye ihtiyaçları varsa ver. O adam benim hayatımı kurtardı.”
“Haaa, şu darbe muhabbeti. Baştan desene kızım. Hallederim ben. Rahat ol. Fazla da rahat olma. Elin nişanlısının evinde kalıyorsun zaten, hatırlatayım dedim.”
“Sağ ol kanka.”
“O herife söyle, şu nişan işini çözmek için iki günü var. Sonra da adını temize çıkaracak. Haftaya da gelip elimizi öpsün. Adam gibi çiçeğiyle çikolatasıyla falan istesin. Bu işin bir adını koyalım artık.”
“Yok deve!”
“Onu kurbanda keser, isteme kısmında gerek yok. Abartma.”
“Burak!”
“Neyse ne, adam olmazsa sıkarım.”
“Burak!”
“Sıkarım tabii!”
“Canımı sıkma. Defol.”
“Canını da sıkarım!” derken telefonu yüzüne kapadım. Yüzümde aptal bir gülücük vardı. Üzerimden kocaman bir yük kalkmıştı.Odadan hevesle çıktığımda haberi Ayaz’a vermeyi umuyordum. Onun yerine kapımda dikilen Bülent’le karşılaştım.
“Sen beni mi gözetliyorsun?” dedim kuşkuyla. Sürekli denk gelmemiz sinir bozucu olmaya başlamıştı.
“Koruyorum,” dedi. “Gözetlemek biraz tuhaf bir sözcük seçimi.”
“Evin içinde mi koruyorsun?”
“Yakın korumayım ben. Tabii ki evin içinde de koruyorum.”
“Benim korunmaya ihtiyacım yok. Görevini fazla abartıyorsun.”
“Hı hı, öyledir,” deyip litrelik sütünü tepesine dikti. Kutunun üçte birini içtikten sonra peşimden gelmeye başladı.
“Gitsene ya!” dediğimde omuz silkti. “Bak gerçekten böyle bir şeye gerek yok.”
“Hı hı.”