Penceremi sessiz olmaya çalışarak açtım. Yerden pek yüksekte değildi. Aşağı atlayabilirdim. Sadece çorabımın kaçmasından, elbisemin yırtılmasından ve olabilecek diğer aksiliklerden korkuyordum. Yine de derin nefesler alarak terleyen avuçlarıma üfledim ve pencereye çıkıp oturdum. Atlamak istiyordum, korkumu yenmeye çalışıyordum ve kısa nefesler alıyordum. Derken Ayaz hızlı adımlarla gelip karşıma dikildi. Oturuşumu düzeltmeye çalışırken beni haber vermeden kucakladı. Düşmemek için ona sarılıp bacaklarımı beline dolamış olmam yüzünden yüzüm kızarırken yanağıma kısa bir öpücük kondurdu.
“Günüm gittikçe güzelleşiyor,” deyip benden önce saçlarımı kulağımın arkasına itti. Birkaç saniye bakıştık. Beni yere indirip elimi kavradı. Parmaklarını sıkıca tutup yürüyüşüne ayak uydurdum.
“Korumalar? Burak'ın korumalarını nasıl atlattın?” Sesim epeyce heyecanlıydı.
“Aslında... Atlatmadım.” Bana göz kırpıp kapının çıkışına kadar acele adımlar attı. Koşarcasına sokağa çıktığımızda kapının hemen yanına park ettiği motorundan bir kask alıp bana döndü. Siyah bir Ducati'si vardı. Modeli hakkında fikir yürütemiyordum ama Aren'in de bir tane olduğundan markayı biliyordum. Araç kullanamadığım, sürekli beni oradan oraya götüren arkadaşlarım olduğu için kendime bir araba ya da motor almayı düşünmemiştim. Kullanmayacağım bir şeye para harcamak bana göre değildi.
Saçlarıma şöyle bir bakıp topuzu tutan iki tokayı hızlıca çekti. Saçlarımı dağıtıp kaskı başıma yerleştirdiği sırada güvenliğin haber verdiği gardiyanlarım kapıya çıkmıştı.
Ayaz, kendi kaskını benimkinden çok daha hızlı takıp motora atladı, çalıştırdı. Arkasına davet etmesine gerek kalmadan atladım. Aramızdaki birazcık mesafeyi kapatmak için yukarı kıvrılan elbisemin açıkta bıraktığı bacağımı kavradı. Beni kendine çekti.
“Belime sarıl!”
İkiletmeden sarılıp ellerimi birbirine kenetledim. Ayaklarımı koyacak bir yer buldum ve derin bir nefes aldım. Öyle uzaklara gitmedik. Akşam trafiğine yakalanmamak için motorla geldiğini tahmin etmiştim, araçların arasından zikzak çizerek ilerlerken tahminimde haklı olduğumu anladım.
Sonunda durduğumuzda ilk tanıştığımız yerde olduğumuzu görüp hafifçe gülümsedim. Motordan inmem, binmem kadar kolay olmamıştı ama durduğumuz yer, birilerinin açılan yerlerimi görebileceği kadar aydınlık değildi. Yere inip dengemi sağladıktan sonra motordan hızlıca inip kaskını çıkardı. Sonra benimkini çözüp başımdan çekti. Saçlarım karmakarışık olmuştu. Eliyle saçımı özenle düzeltirken bisküvi bekleyen bir yavru köpek gibi onu süzmekte olduğumu fark edip yanağımı avuçladı. Eliyle yanağımı şöyle bir sevdi. Sonra elimi yakaladı.
“Sen bir prenses değilsin. Prensesler sıkıcı olur,” dedi.
“Teşekkürler,” diye mırıldandım. Başka ne diyeceğimi bilememiştim. Birlikte içeri geçtik. Ayaz ayırttığı masaya oturmamı bekleyip bardaki çocuğa doğru yürüdü. Kısa bir süre konuştuktan sonra geri döndü. Karşımdaki yerine yanımdaki sandalyeyi seçmişti. Oturduktan sonra rahat bir tavırla arkasına yaslandı. Müzik saat erken olduğu için rahatsız edici değildi. İçeride bizden başka iki çift daha vardı. Konuşmadan etrafı süzmeye başladım. Masamıza doğru gelen yiyecekleri gördüğümde rahatsızca kımıldandım. Ona söylemeyi unutmuştum.
“Şey, benim bir diyet listem var. Ona uymak zorundayım.”
“Tahmin etmiştim,” dediği sırada tabağım önüme yerleştirilmişti. Buharda pişmiş havuç, patates ve sade pirinç pilavına bakıp gülümsedim. Sıfır baharat. Sıfır yağ. Tabağımın yanına onunki de konuldu. Benimle aynı şeyleri yiyordu. Burun kıvırdım.
“Bir kızı yemeğe çıkarıp bunları yedirdiğini gören olsa ne der acaba?”
“İşlerine baksın onlar, bence güzel bir tabak.” Önüne konulanlar dünyanın en güzel yemeğiymiş gibi iştahla yemeye başlamasını izledikten sonra elime çatalı aldım. Benim için fark etmezdi. Tabağımdakilerin yarısını yiyip arkama yaslandım. O bana bakıp gülümserken daha fazlasını yiyememiştim. O ise tabağında ne varsa silip süpürdü.
“Günlerdir aç gibisin,” dediğimde gülümseyişi silindi.
“Gerginken yiyemiyorum,” dedi dürüstçe.
“Neden?”
“Boş ver, şimdi iyiyim.” İyi olması yanımda olmasına bağlıymış gibi konuşmuştu. Dudağım kıvrıldı. Bundan birazcık rahatsız olduğum için yerimde kımıldandım. Bardağımı kapıp serin suyumdan büyük yudumlar aldım. Parmağını uzatıp gayet samimi biçimde çeneme doğru inen bir damlayı yakaladı. Ağzımdakini güçlükle yutarak bardağımı masaya bıraktım. Ona dönüp omuzlarımı dikleştirdim.
“Ayaz, ne zaman ciddi konulardan konuşacağız?”
“Konuşuyoruz ya?” deyip omuz silkti.
“Ciddiyim.”
“Bir kız, bir de erkek kardeşim var. Annemle babam emekli olduktan sonra hayallerindeki gibi bir tatil beldesine taşındı. Ufaklıklar yazı orada geçirdikten sonra yanıma dönecek. Şimdilik evde tek kalıyorum.” Tek kaşını kaldırdı. “Bir şey saklamıyorum, sadece pek fırsatımız olmadı.”
“Sen? Ne iş yaparsın, kaç yaşındasın? Nerelisin?”
“Senden iki yaş büyüğüm. Muğla'da doğdum. Ben okula başladığımda buraya taşındık. O zamandan beri de hiç gitmedim. Ne iş yapıyorum...” deyip durakladı. “Askerdim, artık değilim.”
“Asker?” dedim şaşkınlıkla. “Devlet askerine böyle para veriyorsa ben de asker olabilir miyim?” Genişçe gülümsedi. Hayranlıkla gülümsemesini izlemeye koyuldum. Şimdi kafamda onu asker kıyafetleri içinde canlandırıyordum.
“Devlet, o kadar da ödemiyor,” dedi sıkıntıyla. “Paraya ihtiyacım olduğu için asker olmadım. Uzaklaşmak için asker oldum.” Diyecek bir şey bulamadığım için bardağımı suyla doldurdum. Suyu tepeme dikerken dikkatliydim.
“Sen, kardeşin yok biliyorum ama...”
“Bir kardeşim vardı. Ben liseye başlamadan önce ailemle yaptığımız kazada öldü. O öldükten sonra babam işleri, annem de kendini boş verdi. Biri kumara, diğeri de alkole başladı. Liseye başladığımda okul formamı alacak paraları bile kalmamıştı. Ben de modellik yapmaya başladım. Çünkü iyi para kazandırıyordu.” Bunu direkt söylediğime ben bile inanamıyordum. Tabii şişman ve çirkin olduğum için başlarda model falan olmamıştım. Önce zayıflamıştım. Deli gibi aç kalmış, spor yapmış, onlarca kilo vermiştim.
“Peki modellik yapmadığın zamanlarda?”
“Çocuklarla takılırım,” derken bunu bilmeliymiş gibi konuştuğumu fark ettim.
“Onlarla fazla yakınsınız...”
“Aslında kardeş gibiyiz. Sen Burak ve Furkan'ı gördün. Aren de var,” dedim. Sait'i atlamıştım. Adını anıp anmama konusunda kararsızdım. O benim yerime “Sait vardı sanırım bir de?” dediğinde omuz silktim.
“Nişanlıydık, biliyorsun, aldattı ve bunu da biliyorsun; ayrıldık, bunu kesin biliyorsun,” deyip tek kaşımı kaldırdım. “Bunu sana anlatmıştım.”
“Biliyorum, bu kadar aptal olduğu için kendimi şanslı hissediyorum,” dedi ve tabaklar toplanırken masada duran elimi alıp bacağının üstüne koydu. Avucumun içini baş parmağıyla ovalarken dalgınca karşıya bakıyordu. Saçma bir sessizlik oluştu. Elimi geri çekmeye çalışmadım. Parmaklarıma bakmak için havaya kaldırdığında dudaklarımı birbirine bastırıp bekledim. Yüzük izini parmağıyla silerken tek kaşını kaldırdı.
“Birilerini kızdırmak için bir başkasıyla görüşmek saçma olurdu değil mi?” Gözleri çelik gibi parlıyordu, kızgın gibiydi. Ciddileştim.
“Bu soruna da daha önce cevap vermiştim. Yine söylüyorum: Onu kızdırmak, kıskandırmak istemiyorum. Sadece önüme bakmak istiyorum. Şurada seninle oturmamın Sait ile alakası yok.”
“Belki de onsuz hayatına devam ettiğini göstermeye çalışıyorsundur?”
Elimi elinden çekmek için bir girişimde bulunmamıştım. Parmaklarını sıkıp ona döndüm. “Seninleyken, onun aklımda bile yeri yok.” Beni iyice anlaması için yaklaşıp gözlerinin içine baktım. Elimi dudaklarına götürüp öptükten sonra indirip dizinin üstüne bastırdı. Bana yaklaşıp alnını alnıma yasladı. “Ne yaptığımı biliyorum. Ve onunla alakası yok!”
“Ne yaptığını biliyor musun? Ne yapıyorsun?” Yutkundum.
“Sana âşık oluyorum,” diye mırıldandım. “Tanımadan bile...” Beni öpmesi gerekiyordu. Öpmeliydi. Ama öpmemişti. Garip bir beklentiyle ona biraz daha yaklaştım. “Beni öpmeyecek misin?”
“Burada, uluorta... Hayır öpmeyeceğim.” Geri çekilip arkasına yaslansa da ellerimi bırakmadı. “Hadi gidelim,” deyip ayaklandı.
Çantamı kapıp peşinden yürümeye başladım ve etrafımızda ne kadar insan olduğunu fark edip şaşkına döndüm. Müzik hızlanmış, içerisi epeyce kalabalıklaşmıştı. Bir bara gelip haşlanmış patates yemiş, içmeden çıkıyordum. Dışarı çıktığımızda serin, temiz havayı ciğerlerime çektim mutluca. Motora binişim bu kez biraz daha olaylı oldu. Nereye gittiğimizi sormadan arkasına yerleşip ona yaslanmış, kollarımı beline dolamıştım.
Başka bir yere gideceğimizi sanmıştım ama bir apartmanın önünde durduğumuzda beni evine getirdiğini fark ettim. Omuzlarım dikleşti. Öpülmek istemem onda farklı şeyler düşündürmüştü.
“Ben senin evini gördüğüme göre sen de benimkini görmelisin,” deyip elime yapıştı. Peşinden yürürken hala biraz ürkektim. Beşinci ve en üst katta oturuyordu. Asansöre bindiğimizde benden hafifçe uzak durmuştu ama gözü üzerimdeydi. Sinirle saçımı geriye iterek dudağımı ısırdığımı fark edince elimi indirip tırnaklarımı çantama geçirdim. Asansörden indiğimizde kapıyı açtı. İçeri geçip ayakkabılarını çıkardı. Ben de onu takip ettim. Topuklular ayağımdan çıkınca rahatladım ama fazla değil. Hala diken üzerindeydim.
“Salon, mutfak, tuvalet, banyo,” diyerek yakındaki kapıları işaret etti. Gösterdiklerinden başka dört odası daha vardı. Onlara baktığımı fark edince “Yatak odaları, çocuklar…” dedi. “Kardeşlerim,” dediğinde tuttuğum nefesi bıraktım. Koridorun sonuna doğru yürürken hala ortada dikildiğimi fark edince geri döndü. Bileğimi yakalayıp beni salona götürdü.
Koyu duvarlar, koyu takımlarla salonunun iç karartıcı bir havası vardı. Her şey ya siyah ya da kahveydi. Ortaya atılmış kirli çamaşır falan yoktu. Beni evine getirmeyi planlamış mıydı? Yoksa düzenli biri miydi? Beni koltuğa oturtup elime kumandayı tutuşturdu.
“Rahat bir şey giyip geliyorum,” dediğinde elbisemi düzeltiyordum. Beni süzüp hafifçe gülümsedi. “Gel,” deyip yeniden yerimden kaldırdığında sessizce onu takip ettim. Yatak odası da salonu kadar, hatta daha da karanlıktı. Dolabına ilerledi. Kapağı açıp beni süzdü. Sana bu yeter sanırım.” Büyük, siyah bir tişört çıkarmıştı. Elbisemden çok daha yerimi kapatacağına kuşkum yoktu. Onun içinde güzel görüneceğim ise kuşkuluydu. Tereddütle elimi uzattım. Kendisi için bir tişört ve eşofman altı seçerken öylece onu süzüyordum. Bana dönüp tek kaşını kaldırdı.
“Soyunacağım,” dedi. Ürkekliğimle dalga geçiyordu. Omuz silktim. Krem tonlarında çarşafla kaplanmış yatağına oturup gözlerimi ona diktim.
“Sen bilirsin.” Üzerindekini tek seferde çekip attı. O gerçekten askerdi. Kaslı göğsünde bir sürü yara izi vardı. Ben izleri süzerken arkasını dönüp kenara bıraktığı tişörtü almak için eğildi. Yutkundum. Gerçekten güzel bir vücudu vardı. Tişörtünü giydikten sonra altındakini soyacağının bilincinde ayaklanıp odadan çıktım.
Ardımdan güldüğünü duysam da kendimi banyosuna attım. Banyosunda kenara bırakılmış kirli bir tişörtü vardı. Yine siyah fayanslar, siyah lavaboyla iç karartıcı bir sadeliği vardı ve tertemizdi. Benim banyom oldukça dağınıktı. Kirli olmazdı ama onlarca kozmetik ürünü falan vardı işte. Dolaplarını karıştırıp parfümünü ve tıraş malzemelerini buldum. Parfümünün kapağını açtım ve kokladım. Onun kokusu biraz daha farklıydı. Daha güzel. Parfümü yerine bırakırken düşürmemek için ekstra çaba sarf ettim. Sonra elbisemden kurtulup kenara bıraktım ve tişörtü üzerime geçirdim. Çorabımı çıkarmak istemiyordum ama üzerimde durdukça bacaklarım deli gibi kaşınacak gibiydi. Kaşıntım yeniden kendini hatırlatınca onu da çıkarıp elbisemin içine sokuşturdum.
Aynada yüzümü ve dağılmış saçlarımı incelerken derin bir nefes aldım. Yüzümü dikkatle yıkayıp rimelime zarar vermeden makyajımdan kurtuldum. Boynumu ve ensemi serinletmek için nemli ellerimi kullandım. Çok daha iyi hissediyordum. Biraz daha bekleyip sakinleşmeye çalıştım ama bekledikçe geriliyordum. Sonunda dışarı çıktım. Kapıdan çıkar çıkmaz karşımda görünce ayaklarım dolaştı. Kolumu yakalayıp dengemi sağlamama yardımcı olduktan sonra bıraktı.
“Hadi,” dedi önden yürürken. Kalbim düzene girmeden peşine takıldım. Salona geçip çoktan oturduğu koltuğa, yanına yerleştim. Televizyonu açtı. Kumandayı elime bıraktı. Ona dönüp ciddi olup olmadığını anlamaya çalışırken elini omzuma atıp göğsüne çekti. Yaptığı tek şey öylece sarılmaktı.
“Bir şeyler yiyip içer misin diye sorardım ama yiyemezsin sanrım, belki kanallarda hoşuna gidecek bir şey bulursun,” dedi. İç çekip kanalları gezmeye başladım. Sonunda bir spor kanalı bulup durdum. Boş boş ekrana bakarken çenemi tutup yüzüme baktı. Parmağı çenemi hafifçe okşarken öylece bakıyordu.
Beni öptüğü de öpeceği de yoktu. Kumandayı bıraktım ve yüzünü tuttum. O geri çekilmeye ya da tepki göstermeye fırsat bulamadan dudaklarımı dudağına bastırdım. Bekledim. Karşılık vermeyince geri çekildim. Tuhaf bir an oldu. Sonra yüzümü kavrayıp beni öptü. Dudakları tereddüt etmeden benimkini kavradı. Uzun, baskıcı ve ne yaptığını bilen dudaklarında eridim, nefesim kesildi. Bir ara nefes alabilmem için geri çekildi. Parmağı dudağımı okşadı. Göz göze birkaç saniye kaldık.
“Nehir Hanım, Nehir Hanım, biz seninle ne yapacağız?” Saniyeler önce beni öpmesine rağmen hala Nehir Hanım'dım. Sonra bunu mesafe koymak için söylemediğini fark ettim. Belki de herkesin Nehir Hanım deyip durmasıyla alay ediyordu, sanki gerçekten hanım olmadığımı vurguluyordu.
Yeniden dudaklarıma kapandı. Düşünmeyi bile unuttum. İlk defa gerçekten öpülmüştüm. İlk defa hissetmiştim. Öpüşü saniyeler geçtikçe daha coşkulu bir hal aldı. Dudaklarının sıcaklığını, benimki üzerindeki baskını, bana neler hissettirdiğini anlamaya çalışıyordum. Güzeldi. Sıcaktı. Vücudumun giderek ısındığını ve yumuşadığını hissedebiliyordum. İleri gitmek istese onu durduracağımdan, durmasını isteyeceğimden emin değildim. Omzundaki ellerim göğsüne kaydığında tek eliyle benimkileri yakaladı. Dudağıma son bir öpücük bırakıp alnını göğsüme bastırdı. Başını kaldırıp dudaklarıma bakarken “Durmamız lazım, durabileceğimi sanmıyorum. Geri çekil,” dediğinde yutkundum. Resmen üzerimdeydi. Kaçacak yerim yoktu. İşin kötü tarafı ben de onun gibi hissediyordum.
“Yapamıyorum ki,” dedim dürüstçe. Gözlerime dikkatle bakıp kararsızlıkla birkaç saniye bekledi. Sonra hızlıca geri çekildi.
“Buraya bunun için gelmemiştik,” deyip derin bir nefes aldı. “Ya evine götüreyim ya da sen kendini odalardan birine kilitle,” dediğinde kıkırdadım. Kocaman adamı getirdiğim halden oldukça mutluydum. Onun beni zorlamamasından ve başıma kötü bir şey gelmemesinden de...
“Gitmeyeceğim,” diye fısıldadım. Ayağa kalkıp tam önüne gidene kadar durmadım. Sonra kollarımı boynuna doladım. “Nasılsa evlenmeyecek miyiz?” dediğimde tek kaşını kaldırdı.
“Beni evlilik vaadiyle kandırmaya mı çalışıyorsun acaba?”
“Galiba?” dedim gülümserken.
“Çocuk değilim, ne istediğimin de gayet farkındayım. Asıl mesele senin farkında olup olmaman... Dönüşü olmayan yola giriyorsun Nehir Hanım, emin misin?” dediğinde kaşlarımı çattım.
“Devam edersek, pişman olacak mısın?”
“Asla, ama seni de bırakmayacağım.” Meydan okuyordu. “Pişman olsan bile.”
Pişman olmayacaktım.
“Sadece beni bir kez daha öpemez misin?” dedim sabırsızca. Az önce hissettiğim şeyden emin olmam gerekiyordu. Eli belimi buldu. Diğeri baldırımı sardı ve zorlanmadan beni kucağına aldı. Bacaklarımı beline doladım, yerimi sağlama almama keyifli bir gülücükle karşılık verdi.
“Öperim,” deyip yürümeye başladı. Odasına kadar işkence çekiyormuş gibi yüzümü süzüp içeri girer girmez beni yatağa bıraktı. Yatağın yanında durup tişörtünü çıkardı. Nefes nefese vücudunun güzelliğini süzerken ayak bileğimi yakaladı. Beni hafifçe aşağı çekip üzerimdeki tişörtünün eteğini kavradı. Yardımcı olmak için kollarımı havaya kaldırdım. Tişört hızlıca üzerimden çıktı. Sanki dünyanın en güzel varlığıymışım gibi arzuyla beni süzmesi utanmama sebep olsa da saklanmadım.
Omuzlarımı dikleştirip yatağında oturmaya devam ederken ben de onu süzmeye başladım. Nefes nefese üzerime eğildi. Bileklerimi yakalayıp yatağa bastırdıktan sonra dudaklarımı, boynumu öpmeye başladı. Dudakları harika hissettiriyordu. Tenime değen teni de öyle. Bileklerimi çekiştirip kurtardıktan sonra yine omzuna dokundum. Bir elimi göğsüne götürdüm ve sırtına kadar okşayarak ilerledim. Elimin altında kasılışını hissetmek, ona bu kadar yakın olmak içimde bir yerleri tutuşturmuştu.
Koridorda bir ses yankılandı. Önce ne dediğini anlamasam da yaklaşan topuklu sesini duymuştum. Donup kaldığım kısa sürede Ayaz hızla doğruldu. Kısık sesli küfürler eşliğinde önce benim tişörtümü giydirdi sonra kendisininkini eline aldı. Acayip hızlı hareket ediyordu.
“Abi? Evdesin değil mi?”
Yine de kapı açıldığında tişörtü elinde ayakta dikiliyordu. Bense mayo çekimlerinde, bir sahildeymişim gibi yatakta duruyordum. Dirseklerimden destek alarak oturduğum sırada içeri giren kıza beceriksizce gülümsedim. Evet, salak gibi gülümsedim. Rezil hissediyordum, kendimi rezil etmiştim.
Kız, bakışlarını anlamsızca üzerimizde gezdirip olayı kavradığı an küçük elleriyle kıpkırmızı olan yüzünü kapadı. Kıvırcık siyah saçları ve gamzeleri vardı. Gözleri sanırım kahve rengiydi. “Abi!” deyip geri çekilirken bir çocuk, ondan en fazla iki yaş büyüktü, kapıdan başını uzattı. Gözleri benimkiyle çakıştığı an önce şaşkınlıkla açıldı sonra yüzünde haylaz bir gülümseme oluştu. Gri gözleri Ayaz'ın gözlerinin kopyasıydı.
“Şaka yapıyorsun!” deyip keyifli bir kahkaha attı. Bakışlarını abisinde tutarken geri çekilmeye çalışan kıza da engel oluyordu. Anı uzatabildiği kadar uzatıp abisiyle alay etmeye çalışıyordu sanırım. Ayaz sinirle soluduğunda toparlanıp dışarı çıktı. Giderken kızı da çekiştirmişti.
“Neyse sen, siz toparlanıp gelene kadar biz de eşyalarımızı yerleştirelim,” deyip gittiğinde kendimi yatağa atıp yüzümü çarşafa gömdüm.
“Anlamışlardır, değil mi?” dedim cevabını bilmeme rağmen. Omzumu tutup beni ona dönmeye zorladı.
“Utanma,” diye fısıldadı. “Biraz daha geç gelselerdi utanabilirdin.”
Biraz daha geç gelselerdi... Az önce neye niyetlendiğimi sonunda kavramıştım. Gerçekten düşünmeden hareket ediyordum. Sarhoş gibi ama acayip tatlı bir sarhoş gibiydim.
“Devam edeceğiz, sonra...” diyerek saçıma bir öpücük bıraktı ve tişörtünü giydi. “Hazır hissedince gelirsin, ben de o arada neden erken döndüklerini öğrenmiş olurum.” Odadan çıkmadan bana yeniden bakıp acıyla iç çekti.