“Dede sen ne diyorsun?”
Fırat’ın öfkeli sesi avluyu inletti. Bakışlarını benden çekip dedesine yöneltti. Babaannem, elimi tutmasa kesin dizlerimin üstünde yere düşerdim. Titreyen vücuduma engel olamıyordum.
“Fırat, burası ne yeri ne de zamanı! Sus!” diye uyarıcı bir tonda konuştu.
“Dede, benim böyle bir şeye rızam yok! Benim adıma kararlar alamazsın! Ben, bu evliliği istemiyorum! Bunu yapamazsın!”
Dedesinin kaşları derince çatıldı. “Ben, senin dedenim, büyüğünüm. Ben ne dersem o olur! Berfu’yla evleneceksin! Bunu kardeşin için yapacaksın! Berfu da abisi için yapacak! Buna alışsan iyi olur!” dediğinde Fırat, avluyu terk etti.
O, beni istemiyordu. Gözlerimden yaşlar akarken sadece arkasından bakabildim. Benim şu an yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Ben de böyle olmasını hayal etmezdim. Ben de sevdiğim adamın rızasının olduğu bir evlilik yapmak isterdim ama bu, mümkün değildi.
Fırat’ın babası “Dilan, bu adamla evlenip bizi ezip geçtiğin için çok pişman olacaksın.” deyip oğlunun arkasından çıkarken avluda sadece Civan Ağa kaldı.
Dilan da tıpkı benim gibi gözleri dolu dolu babasının arkasından baktı. Abim ise karısını avuttu. Dilan’a bir şeyler söylerken ben ortadaydım. Beni kim avutacaktı?
“Kimsenin ölmesine rızam yok. En kısa zamanda düğün olacak hem Adar ve Dilan hem de Fırat ve Berfu evlenecek. Hazırlıklar başlasın. Bütün cümle alem duysun. Yakında Bozoğlu ailesine yakışır bir düğünümüz var.”
Babam “Civan Ağa, olması gereken kararı verdin. Bu karar hepimiz için hayırlı olsun. İki aşiretin arasındaki düşmanlığın da son bulması için güzel bir adım oldu. O zaman Şamoğlu ve Bozoğlu aileleri yeniden akraba oluyor. Herkes duysun.” dedi, gülerek.
Babama olan bakışlarımda hala saf bir öfke vardı. Sanki verdiği karardan o da memnun değil gibiydi. Babam ise istediği olmuş gibi dört köşe olmuştu. Civan Ağa, tek kelime bile etmeden avluyu terk etti. Buğulu gözlerimle etrafıma bakındım. Ben hariç herkes mutluydu. Ben haftalar önce ilk defa kalbimi hızlandıran adamla evleneceğim için mutlu bile değildim çünkü karşımda beni istemeyen ve benden nefret eden bir adam vardı.
Babaannem “Berfu’m.” diye fısıldadı. Benim kahrolduğumu bir tek o anlamıştı. Kimse anlamamıştı. Her zamanki gibi…
“Babaanne, benim kalbim çok acıyor.”
Bana üzgünce bakarken annem ve babam beni umursamadı. Alışmış bu duruma ama insan yine de üzülüyordu. Annemin, abime sıkı sıkı sarılmasını izledim. Dilan’ı bile kabullenip kızına vermediği ve yıllarca esirgediği o sevgiyi verdiğini hissettim. Onun saçlarını okşadı. O an içim burkuldu.
Ben kendi kaderine sürüklenen, elinden bir şey gelmeyen, kendi kaderini bile kendini çizmeyen ve çıkmaza doğru sürüklenen daha yirmi iki yaşında bir genç kız…
Acıyla ve kalp kırıklıklarıyla odama çıktım. Yatağına uzanıp ağlamaya başladım. Şu an sevdiğim adamın beni istememesine mi yoksa kaderime mi ağlıyordum? Kapı açıldı ve içeriye gözleri yaşlı bir şekilde babaannem girdi. Başucuma oturdu. Saçlarımı okşadı.
“Benim bahtsız güzel kızım. Neden ağlıyorsun? Sevdiğin adamın seni istememesine mi?”
Kafamı kaldırıp ona baktım. “S-sen nereden biliyorsun?”
Fırat’a olan aşkımı benden başka kimse bilmiyordu ki? Babaannem nasıl anlamıştı?
“Benim kara kaşlım, kara gözlüm. Gözler, kalbin aynasıdır. Fırat’a olan bakışını gördüm. O sana öfkeyle baktığında gözlerindeki acıyı ve kor gibi yanan ateşi hissettim. Benim de kalbim kor gibi yandı.”
Hıçkırıklara boğuldum. O, benim saçlarımı okşarken ben de kaderime ağladım. Sevdiği adamla evlenirken ağlayan tek kişi bendim. Ben hayallerimi gerçekleştirmeden evlenmek istemezken bu nereden çıkmıştı?
“Babaanne hem ona hem de kaderime ağlıyorum. Ben hayallerime kavuşamadım. Ben doktor olup beyaz önlüğümle insanlara umut olmak isterken gelinlik giyerek kaderime boyun eğiyorum hem de beni istemeyen bir adamla.”
Babaannemin de gözlerinden yaşlar aktı. “Kuzum benim, hayat bizim istediğimiz gibi gitmez. Belki de böylesi senin için hayırlıdır. Fırat’la çok mutlu olursun. Onu seviyorsun, o da seni sever. Mutlu olursunuz.”
“Babaanne, onun gözlerindeki saf öfkeyi görmedin mi? Ben korkuyorum. Sadece benim sevgimle yetmez ki o benden nefret ediyor.”
“Evlendikten sonra Allah onun kalbine merhamet tohumlarını eker. Bir bakarsın, onun baş tacı olmuşsun. Sen yeter ki dua et.”
Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip ona baktım. “Olur muyum? Fırat da beni sever mi?” diye sordum, umutla.
Ben sevgiye açtım. Beni sevgisiz bırakmışlardı. İnsan en çok anne ve babasından sevgi almak isterdi ama onlar bir kere olsun saçımı bile okşamamıştı. Ben kalabalığın içinde kimsesiz kalmıştım. Yetim gibi bir köşeye itilmiştim. Onların gözünde hizmetçiden farkım yoktu.
“Sever, tabii. Sen o kadar güzelsin ki… Bütün Mardin senin peşinde. Fırat’ın sana aşık olmaması çok zor. O da zamanla senin güzelliğine en çok da kalbine vurulacak. Sen onun şimdi fevri davrandığına bakma. Kim olsa aynı tepkiyi verir. Alışacaktır. Sen onun karısı olacaksın. O da senin kocan olacak. Allah biliyor, ben hep seni Fırat’la yakıştırırdım.”
Burukça gülümsedim. Babaanneme güveniyordum. Söylediği gibi olacağına emindim. Onun kalp gözü açıktı ve ne derse çıkardı.
“Babaanne, ben de artık mutlu olmak istiyorum. Tek istediğim acıyla değil, gerçekten gülümsemek.”
“Olacaksın, güzel gözlüm. Sen herkesten mutlu olacaksın. O gün geldiğinde belki ben yanında olmayacağım ama olacaksın.”
“Allah korusun. Sen hep benim yanımda ol. Ellerimi tut. Senden başka beni anlayan da seven de yok. Benim kaderimi kendim yazmama senden başka kimse yardım edemez.”
Babaannem beni bağrına bastı. “Oy güzel kuzum. Sen kendi kaderini kendi ellerinle yazacaksın ve sonunda mutlu olacaksın. Sadece sabret.”
**
Günler Sonra…
Birdenbire kendimi düğün hazırlıklarının ortasında bulmuştum. Hala Fırat’la karşı karşıya gelmemiştim. Yanıma bir kere bile gelmemişti. Onun ailesi gelmişti ama beni görmezlikten gelmişlerdi. Ben herkes tarafından yok sayılmaya zaten alışmıştım.
Hele annesi Delal Hanım. Bana öfkeyle ve tiksintiyle bakmıştı. Bir tek Fırat’ın kardeşi Dilşad, benimle konuşmuştu. Çok güzel olduğumdan bahsedip durmuştu. Bana bakarken gözlerinde özlem var gibiydi. Bunun nedenini anlamasam da onunla bir gönül bağımız olmuştu.
Sabah erkenden kalkıp gizlice evden çıktım çünkü tek başıma evden çıkıp dolaşmak bana özgürlük gibi geliyordu yoksa evden çıkmam yasaktı. Etrafıma bakına bakına ilerlerken sokağı geçmem ve birinin kolumdan tutup beni duvara yaslaması bir oldu.
Büyük ellerini ağzıma koyup vücudunu bana yasladı. Karşımdaki kişi Fırat’tı. Korkuyla ona bakarken elini çekti. “Sabah sabah burada ne işin var? Yine başına bela alacaksın! Seni her zaman kurtaran biri olmaz.”
O gün beni kurtardığını hatırlıyordu. Ben unuttu diye düşünmüştüm.
“Ben hava almak istemiştim.”
Kaşlarını derince çattı. “Bu saatte mi? Çok mu cesursun yoksa kaçmaya mı çalışıyordun?”
Keşke kaçabilseydim ama insan kaderinden asla kaçamıyordu. Ben de kaderime mahkumdum. Kafamı iki yana salladım. “Hayır, kaçmıyordum. Nereye kaçabilirim?”
Onun bana bu kadar yakın olması beni çok heyecanlandırmıştı. Şu an bana bakışlarında en azından öfke ya da tiksinti yoktu. Duygusuzdu. “Sizin aile kaçmayı çok sever ama sen istesen de kaçamazsın! Hareketlerine dikkat et! Ben, başkalarına benzemem!”
Neden bana bu kadar öfkeli davranıyordu? Ben ona ne yapmıştım? Berdel benim de elimde değildi ki… Bu kararı veren dedesiydi. Benim suçum yoktu ama yine günah keçisi ben olmuştum. Her zamanki gibi…
“Ben anlamıyorum. Ne demek istiyorsun?”
Konuşmadı. Sustu. “Geç arabaya!” deyip arabayı işaret etti.
“Ben istemiyorum. Biz daha evlenmedik. Laf olur.”
Aslında onunla yalnız kalmaya korkuyordum bu yüzden de bahaneler üretiyordum.
“Berfu, arabaya geç! Konuşacağız!” dedi, sert bir şekilde.
Oysa bana yardım eden adam bu kadar kalpsiz değildi. O gün bana karşı merhameti ve güzel ses tonu… Şimdi öfke ve tiksinti… Kalbimi acıtmıştı. Vücudunu benden uzaklaştırdı. Arabaya ilerlerken ben de yavaş adımlarla arkasından ilerledim. Az önce bedeni bana o kadar yakındı ki… Şimdi bedenim sıcakta üşüyordu. Kollarımı kendime çektim. Birden bana döndü.
“Bir daha da bu saatlerde tek başına dışarıya çıkma! Anladın mı?”
Anlık tepkisi beni şaşırtmamıştı. O dengesiz biriydi.
“Tamam, çıkmam.”
İkimiz de arabaya bindiğimizde burnuma gelen koku ona aitti. Çaktırmadan içime doğru çektim. Çok güzel kokuyordu. Huzur gibiydi. Fırat kaşları çatık bir şekilde arabayı kullanırken tek kelime etmiyordu. Benim sık sık geldiğim uçurumun kenarında arabayı durdurdu.
Bana bakmadan arabadan indi. Ben de arkasından indim. Arabanın kopartasına yaslanmıştı. Ben de ondan biraz uzak tarafa geçtim. Ona yakın olmak bana hiç iyi gelmiyordu. Ben onu izlerken o manzaraya bakıyordu.
İç çekerek bakışlarımı ondan çektim. Bütün Mardin, ayağımızın altındaydı. Ellerimle oynarken konuşmaya başladı. Kafamı kaldırıp ona baktım.
“Berfu, boş hayallere kapılmıyorsun, değil mi?” diye sordu, ciddi bir şekilde.
“Anlamadım. B-ben…” diye kekeledim.
Onun yanında konuşamıyordum. O beni heyecanlandırıyordu. Kalbim zaten dört nala koşan bir at gibi atıyordu. Gözlerinde o an tiksinti ve öfke yeniden yer aldı. Beni üstten aşağıya süzdü.
“Seni istemiyorum. Asla da istemeyeceğim! Sen kardeşimin yaşamasına sebep olacak bir araçsın. Gözümde başka bir değerin yok! Olmayacak da.”
Gözlerim doldu. Ondan bu sözleri duymak beni yaralamıştı. Beni istemediğini biliyordum ama bir an olsun bir hayale ve umuda tutunmuştum. İnsanı da en çok umutları ve hayalleri yaralamaz mı? Benimkiler de yerle bir olmuştu ama kaderin bizi getirdiği noktada benim hiçbir suçum yoktu.
“Ben de evlenmek istemiyorum. Ben okumak ve doktor olmak istiyorum. Kaderin bizi getirdiği bu noktada benim bir suçum yok! Bu kararı veren kişi deden! Ben bu karara boyun eğmek zorunda kaldım. En günahsız ve masum kişi benim!”
Bana yaklaştı. Nefesi, yüzümü okşarken öfkesi daha da arttı. “Sen bu hikâyede en büyük günahsın ve asla masum değilsin!”
Anlamıyordum. “Ben sana ne yaptım? Bana neden bu kadar öfkelisin? Benim bir suçum yok!” derken sesim titriyordu. Burnumun direği de sızlıyordu.
“Sen ona çok benziyorsun! Sana baktıkça öfkem daha da artıyor!”
Ben kime benziyordum? O an babaannemin söylediklerini hatırladım.
Rojda o kadar güzeldi ki su gibiydi. Sen ona benziyorsun. O gönlünü Bozoğlu aşiretinden Mehmet’e kaptırdı.
Rojda dediği kişi babamın amcasının kızı aynı zamanda da Fırat’ın annesiydi. Ben de onun annesine benziyordum. Benden bu yüzden nefret ediyordu. Öfkesi ve nefreti, ikimizi de mahvedecekti.
Bu evlilik ikimize de zindan olacaktı. Biz de o zindanda iki mahkum…