1-Berdel Olacak

2282 Words
“Berdeli yeniden kabul ettiğim için sana acıdığımı zannetme!” Kolumu sertçe kavradı ve beni kendine doğru çekti. “Sen bu eve babanın ve abinin yaptıklarının bedelini ödemek için geldin!” Birkaç damla yaş yanaklarımdan aşağıya süzülürken sertçe bana baktı. “Benim bir suçum yok! Ben de böyle olsun istemezdim.” diye fısıldadım. “Ağlamayı kes! Baban ve abinin yaptıklarından sonra bana masum kız ayakları yapma! Senin baban ve abin bize oyun oynayarak hem kız kardeşimi sakat bıraktı hem de seni kendi elleriyle bana sattılar.” Daha fazla ağladım, o da kalbimi acıtmaktan geri durmadı. “Ben de istemiyorum. Yalvarıyorum, bana yardım et. Buralardan gideyim. Bana yeni bir hayat ver. Yemin ederim, daha senin yanına bile gelmem!” Güldü. Kafasını iki yana salladı. “Hayır! Bundan sonra bana itaat edeceksin! Ben ne dersem onu yapacaksın! Ben sana git dersem gideceksin, gel dersem geleceksin! O kadar basit değil, kaçmana asla izin vermem! Bedel ödeyeceksin!” Kalbim çok acıyordu. Ben onunla nasıl yaşayacaktım? Sadece o değil, bütün ev bana düşmandı. Kimse beni sevmiyordu. Ben yapayalnızdım. Babamın evinde de burada da hor görülen basit bir kızdım. Kaderim aynı şekilde devam ediyordu. “Bundan sonra evden dışarıya adımını bile atmayacaksın! Sen artık benim tutsağımsın!” Ben ağanın tutsağı olmuştum… ** Günler önce Mezopotamya’nın güzelliği karşısında tenimde rüzgârı hissederken gözlerimi kapattım. Kollarımı iki yana açtım. Bu hissi seviyordum. Bir gün ben de tıpkı rüzgâr gibi istediğim her yere özgürce gidip hayallerimi gerçekleştirmek isterdim ama olmamıştı. Ben Berfu Şamoğlu… Mardin’in en büyük aşiretlerinden biri olan Şamoğlu aşiretinin ağası Hasan’ın kızı… Beni herkes böyle tanırken ben aslında o değildim. Ben hayalleri yarım kalmış, yirmi iki yaşında genç bir kızdım. Tek hayalim, doktor olup insanlara yararımın dokunmasıydı ama babam o hayalleri elimden almıştı. O, hayallerimin katiliydi. Sadece liseye kadar okumama izin vermişti. Bu karara karşılık yapabildiğim tek şey şuydu: Geceleri sessizce ağlayıp kaderime boyun eğmek… Neden her zaman kadınlar kadere boyun eğerdi? Bir gün bunu değiştirmek bizim elimizde olsa değiştirirdim. Babaannem beni ‘Güzel yüzlüm ama kaderi kötü yavrum’ diye severdi. Babaannemin dediği gibi simsiyah ve dümdüz saçlarım, esmer tenim ve sürmeli açık kahverengi gözlerimle güzelliği dillere destan bir kızdım ama kaderim kötüydü. Beni ne annem ne de babam severdi. İkisi de abimi çok severdi. Belki de kız çocuğu olduğum için beni sevmiyorlardı. Bir tek babaannem severdi. O olmasaydı ben bu zamana kadar dayak yemekten ölüp gitmiştim. Beni babamın elinden hep o kurtarırdı. O, benim bu hayattaki tek kurtarıcımdı. Dümdüz saçlarım, rüzgârda dalgalanırken “Berfu.” diyen sesle irkildim. Gözlerimi açıp arkamı döndüğümde Ayaz Şahinoğlu karşımdaydı. O, Mardin’in en büyük aşiretlerinden Şahinoğlu aşiretinin varisiydi. Ne isterse elde ederdi ama babamın onunla evlenmeme rızası yoktu. Babam, aslında benim evlenmemi istemesine rağmen ona karşı çıktığı için Ayaz Ağa istediğine ulaşamamıştı. “Ne işin var burada?” diye sordum, korkuyla. “Kokunu aldım, güzelim. Buraya geldiğini görünce yanına gelmek istedim.” Bana yaklaşmaya çalışınca elimle durdurdum. “Yaklaşma. Sakın bana dokunayım deme! Sakın! Çığlık atarım!” diye uyardım. Kahkaha attı. “Sabahın bu saatinde seni kargalar hariç kimse duyamaz. Burada sen ve benden başka kimse yok! Baş başayız. Tam istediğim gibi, Berfu. Kendi ayaklarınla bana geldin.” “Uzak dur benden! İstemiyorum seni! Abim ve babamın da rızası yok! Git buradan!” Bana yaklaşırken elimle duvar ördüm ama o çok güçlüydü. Bana istediği her şeyi yapardı. Titremeye başladım. Korkuyordum. “Sen benimsin, Berfu. Bunu kafana sok. İster güzellikle ister zorla sen benim karım olacaksın. Baban ve abinle de konuşacağım, bu sefer seni bana verecekler ya da ölmeyi kabul edecekler. Ben istediğim her şeyi elde ederim ve şimdi de seni istiyorum. Hevesimi alana kadar sen benim tek karım olacaksın!” Kafamı iki yana salladım. Geri geri giderken o bana yaklaşmaya devam etti. Midemden yukarıya çıkan asidi hissettim. Kusacak gibiydim. Ondan tiksiniyordum. Ne zaman görsem tiksinirdim. “Asla! Yaklaşma sakın! Defol git, yanımdan!” “Sana sormadım, Berfu! Evleneceğiz! Belki de bizi beraber görseler evlenmek zorunda kalırız.” derken bana daha fazla yaklaştı. Yerden taş alıp ona doğru fırlattım ve yanından kaçmayı başardım. O bana tuzak kurmak için buradaydı. Haklıydı, eğer ikimizi yan yana görürlerse evlenmek zorunda kalırdık. Olanca gücümle kaçarken o da peşimdeydi. “Kaçma, Berfu! Eninde sonunda seni yakalayacağım! Benden asla kaçamazsın! Kaçmana izin vermem!” diye bağırdı. Sürekli arkama bakıyordum. Benim bir adımım onun iki adımına bedeldi. İleriden sağ tarafa döndüm. Tam o an sert bir bedene çarptım. Düşerken bir çift kol beni tuttu ve kendine doğru çekti. Nefesim onun yüzüne doğru çarparken yüzlerimiz arasında çok az mesafe vardı. Nefesim kesilmişti. Onun nefesi de yüzüme çarparken kalbimin hızı artmaya başladı. Karnımda da kelebekler uçuşuyordu. İlk defa yaşadığım bu duygular bana yabancıydı. Bana kaşları çatık bir şekilde bakarken ben onu tanımıştım. O, Mardin’in en büyük aşireti Bozoğlu aşiretinin ağası Fırat Bozoğlu’ydu. Mardin’in en yakışıklısıydı, onu bilmeyen ve tanımayan yoktu. Ben ise onu ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Geçmişten gelen sebeplerden dolayı Bozoğlu aşiretiyle düşmandık ve onların bulunduğu ortamlara gitmezdik. Fırat Bozoğlu ise tam karşımdaydı ve hala bana çok yakındı. Kalbim de çok hızlı atıyordu. İlk defa bu kadar hızlı attığına şahit olmuştum. “Sen kimsin? Neden nefes nefesesin?” diye sordu. Beni tanımıyordu. Ona kim olduğumu söylesem belki de yardım etmezdi. “Ne olur, bana yardım edin. Peşimde.” derken nefesim kesilmiş, konuşamamıştım. “Kimden kaçırıyorsun?” diye sordu, düz bir sesle. Sesini duyunca heyecandan iki katına çıkan kalbim, daha da hızlanmıştı. Onu yakından görmek bütün dengemi bozduğu gibi sesi de beni alt üst etmişti. Bana ne oluyordu? Fırat Bozoğlu bana ne yapmıştı? “Berfu.” diye bağıran sesle Fırat Bozoğlu’nun yüzü öfkeyle kasıldı. “O mu peşinde?” Korkuyla kafamı salladım. Dişlerini sıkarak “Hemen, git buradan! Sana zarar veremez.” dediğinde minnetle ona baktım. Gözyaşları içinde “Çok teşekkür ederim.” dediğimde beni kendinden uzaklaştırdı. “Git, hadi!” dediği an Ayaz’la göz göze geldim. Fırat’ın da dediği gibi benim hemen buradan gitmem gerekiyordu. “Fırat Bozoğlu.” “Ayaz Şahinoğlu.” İkisi birbirine öfkeli bir şekilde bakarken nefesimi düzene soktum. Koştuğum için çok yorgun hissediyordum. Ayaz “Senin burada ne işin var?” diye sordu. “Sen ne zamandan bu yana kadınları rahatsız ediyorsun? Seni gebertirim! Zaten öldürmek için fırsat kolluyorum. Aklını başına al!” diye bağırdı. Yanlarından uzaklaşıp koşmaya başladım. Eve gidene kadar da asla durmadım. Eğer Fırat Bozoğlu karşıma çıkmasaydı, Ayaz beni yakalayıp kim bilir ne yapardı? Bu düşünce bile beni ürpertirken evden çıkmak için kullandığım arka kapıdan içeriye girdim. Neyse ki kimse uyanmamıştı. Yoksa dayak yerdim. Odama girip kapıyı kapattım. Sırtımı, kapıya yaslayıp elimi kalbime bastırdım. İlk defa biri benim kalbimi bu denli arttırmıştı. O da Fırat Bozoğlu’ydu. ** Haftalar Sonra… İmkânsız bir aşkın pençesindeydim. Ben hiç olmayacak birine gönlümü kaptırmıştım. İnsan aşık olacağı kişiyi seçemiyordu. Ben de seçememiştim. Seçebilseydim asla ona aşık olmak istemezdim. Bazen acaba beni kurtardığı için mi ona karşı bu hisleri beslediğimi düşünüyordum ama okuduğum kitaplardan yola çıkarak bunun bir tür aşk olduğu kanısına varmıştım. İlk görüşte aşk… Hem de düşman aşiretimizin ağasına… Onu düşünmeden geçirmediğim tek bir gün yoktu ama bu aşk, imkansızdan bile öteydi. Aşkımı içimde yaşamak zorundaydım. Zaten ben önce evlenmek değil, okumak ve hayallerimi gerçekleştirmek istiyordum. Akşamüstü ben, annem ve babaannem avluda otururken içeriye abim girdi. Elini tuttuğu bir kız vardı. Annem ve babaannem ayağa kalktı. Ben ise kızın kim olduğunu anlamaya çalışıyordum. Annem “Adar, kim bu kız?” diye sordu. “Karım Dilan.” Ben elimi ağzıma koyup büyük bir tepki verdim. Abim bizden habersiz evlenmiş miydi? Annem “Sen ne diyorsun? Ne demek karım? Sen bizim rızamızı almadan evlendin mi? Oğlum senin ağzından çıkanları kulakların duyuyor mu?” diye sordu. Dilan diye öğrendiğim kız, birine çok benziyordu. Dikkatle baktım. O da sıkı sıkı abimin elini tutuyordu. Babaannem kafasını iki yana salladı. “Sen ne yaptın, oğlum? Sen, Bozoğlu ailesinin kızını nasıl karım diye bu eve getirirsin? Sen ölmek mi istiyorsun?” Abim, Bozoğlu ailesinin kızını mı kaçırmıştı? Kalbim, yerinden çıkacak gibi atarken korkmaya başladım. Abim canına mı susamıştı? Annem “Hasan, koş yetiş!” diye feryat etti. Babam merdivenlerden inip abim ve Dilan’ı görünce sadece kaşlarını çattı. “Adar?” “Karım, Dilan! Bundan sonra bizimle bu evde kalacak. O benim dini nikahlı karım!” Babamdan büyük bir tepki beklerken vermedi. Aksine sanki haberi var gibiydi. Annem “Hasan Ağa, senin haberin var mıydı? Böyle bir şeye nasıl müsaade edersin?” dediğinde bayılacak gibi olunca ben kolundan tutup oturttum. Annemin bileklerini kolonyayla ovmaya başladım. Babam “Herkes sakin olsun. Ben halledeceğim. Benim oğlum, birini seviyorsa istediği olacak. Adar, karını al ve odaya çık!” dediğinde annem ayılıp bayılmaya devam ediyordu. “Oğlumuzu bile bile ateşe atıyorsun!” Babam, anneme kaşlarını çatarak baktı. “Sus, artık! Benim oğlumu kimse öldüremez! Sakin ol ve bekle! Kimsenin kılına zarar gelmeyecek.” Babam çok sakindi. Babaannem ise ona söylenmeye devam ediyordu. “Hasan, sen iyi misin? Dilan, Bozoğlu ailesinin kızı ve hiç iyi şeyler olmayacak!” Babam, elini başına koyup okşadı ama kimseye tek kelime etmedi. Annem “Allah’ım, oğlumu sen koru. O benim tek varlığım.” dediğinde içimde bir şeyler koptu. Annem beni neden hiç sevmiyordu? Ben de varım anne dememek için kendimi zor tutarken omuzlarımı aşağıya doğru indirdim. Babam, yardımcı ablalardan kahve istemişti. Sakin bir şekilde kahvesini içerken saatini kontrol ediyordu. Babamın bu kadar sakin olmasının altında başka bir neden var gibi duruyordu. Babaannem ona kafasını iki yana sallayarak bakarken bana döndü. “Kızım, beni odama götür. Galiba tansiyonum çıktı.” Odasına çıktığımızda babaannemin tansiyona baktım. Tansiyonu gerçekten de çıkmıştı. Dil altı hapını verdim. Yanına oturdum. “Adar abin, büyük bir günah işledi.” dedi. “Babaanne, şimdi ne olacak?” diye sordum. “Bozoğlu ailesi çok güçlü. Onların her yerde gözü, kulağı vardır. Kesin öğrenip eve gelecekler. Onlar bizden nefret ediyorlar. Bunun sonu kötü…” dediğinde merakla sordum. “Peki, neden bizden nefret ediyorlar? Babaanne, biz onlara ne yaptık?” Yıllardır merak ettiğim konuyu babaannem anlatmaya başladı. “Dedenden önce onun amcasının oğlu Ekrem, bizim aşiretin ağasıydı. O ağayken herkes dost içinde yaşardı. Güzeller güzeli bir kızı vardı. Rojda… Rojda o kadar güzeldi ki su gibiydi. Sen ona benziyorsun. O gönlünü Bozoğlu aşiretinden Mehmet’e kaptırdı. Mehmet ve Rojda evlendi ama beş sene sonra büyük bir olay oldu. Rojda, namussuzluk yapmış. Onun canına kıydılar. Ekrem de her şeyi bırakıp gitti. Ağalık da dedene kaldı. Bozoğlu ve Şamoğlu arasındaki düşmanlık da böyle başladı ama Rojda, kocasını aldatacak biri değildi. O çok saf ve masum biriydi. Ona iftira attılar. Ah, Rojda’m benim. Onun da günü bu kadarmış.” Asla böyle bir hikâye beklemiyordum. Şaşırmıştım hem de üzülmüştüm. Babaannemin alnına masaj yaparken aşağıdan bir ses duyuldu. O ses, Fırat Bozoğlu’na aitti. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken bunun nedeni hem onun buraya gelmesiydi hem de abim için telaşlanmamdı. Babaannem “Geldiler. Bundan sonra hüküm bellidir. Her şeye hazırlıklı olmamız gerekiyor. Bu olay birçok kişinin kaderini değiştirecek.” diye fısıldadı. Oturduğum yerden kalkıp pencereden kapının önüne baktım. Yanında bir sürü takım elbiseli adam vardı ve öfkeli olduğu buradan bile belli oluyordu. Konağın kapısına vurmaya başladı. “Adar Şamoğlu, aç kapıyı! Ecelin geldi! Hangi delikteysen çıkma vakti!” diye bağırdı. Babaannemle avluya indiğimizde babam çoktan kapıyı açmıştı. Fırat Bozoğlu, orta yaşlı bir adam ve epey yaşlı bir adam içerideydi. Diğer adamlar kapının önünde bekliyordu. Bizim adamlarımız ve onların adamları karşılıklı birbirlerine silah çekmişti. Babam “Siz ne hakla benim evime böyle girersiniz? Ölmek istemiyorsanız hemen defolup gidin!” diye bağırdı. Orta yaşlı adam öfkeli bir sesle “Dilan ve Adar nerede?” diye sordu. Babam tepkisiz bir şekilde ona baktı. “Bilmiyorum.” dedi. Babam bilmesine rağmen bilmezlikten geliyordu. Fırat Bozoğlu, öfkeyle ona doğru doğru yaklaştı ve belinden silahı çıkartıp babama doğrulttu. Ben elimi ağzıma koyarken annem çığlık attı. Titriyordum. “Şerefsiz oğlun, benim kız kardeşimi kaçırdı! Neredeler? Söyle, yoksa seni de öldürürüm!” diye bağırdı. Babam da belinden silahını çıkartıp ona doğrulttu. Babamın bakışları genelde aralarındaki en yaşlı adamdaydı. O adam hariç herkes silahını çıkartmıştı. Onun gözlerinde öfke vardı. Tam o an abim ve Dilan merdivenlerden inmeye başladı. Abim gerçekten de canına susamıştı. “Buradayız, Fırat Bozoğlu! Tam karşında.” Fırat silahını onlara doğrulttu. “Şerefsiz! Sen ne hakla bunu yapabilirsin? Canına mı susadın?” diye bağırdı. Abim meydan okurcasına ona baktı. “Ben, Dilan’ı seviyorum. O da beni seviyor. Kimse bize engel olamaz, Fırat Ağa!” Abimi ilk defa bu kadar cesaretli görüyordum yoksa o, korkağın tekiydi. Orta yaşlı adam “Dilan kızım, sen ne yaptın? Bunu bize nasıl yaparsın?” diye sordu. Adam hem üzgün hem de öfkeliydi. “Baba, ben Adar’ı seviyorum. Onunla evlenmek istiyordum. Bize başka yol bırakmadınız. Biz evlendik. Adar, artık benim dini nikahlı kocam! Benim yerim onun yanı!” Fırat “O zaman sonunun ne olacağını da biliyordun!” dedi, sert bir şekilde. Abimin bakışları da Fırat’taydı. “Sık! Öldür, beni ve kardeşini.” Abim ona meydan okurken annem feryat ediyordu. Ben ise kenardan onları izliyordum. Babaannem de yanımdaydı. Babaannem sıkı sıkı elimi tutuyordu. Fırat’ın elinin titrediğini fark ettim. Ne olursa olsun, kardeşiydi ama bunu sadece ben fark ettim. “Hüküm bellidir. Öleceksiniz.” dedi, kararlı bir ses tonuyla. Sessizce gözyaşlarımı akıtırken az sonra burada kan akacaktı. Annem “Hasan bir şey yapsana! Göz göre göre oğlumuzu öldürüyorlar!” dediğinde babamın bakışları yaşlı adamdaydı. “Civan Ağa, varken bana laf düşmez!” dediğinde bütün bakışlar o yaşlı adama yani Civan Ağa’ya döndü. Onun ağzından çıkacak tek lafla Dilan ve abim ölebilirdi. “Fırat, indir silahını!” Fırat, silahını indirmeden dedesine döndü. “Ne demek bu dede? Bu şerefsiz, Dilan’ı kaçırdı. Hüküm belli. Ölecekler.” Civan Ağa kafasını iki yana salladı. “Berdel olacak!” Sesi kulağımda yankılandı. Sözlerine babama bakarak devam etti. “Adar ve Dilan’ın canına karşılık, torunum Fırat ve kızın Berfu evlenecek.” dediğinde donup kaldım. Fırat’la ben evlenecektim… Kalbim, ağzımda atarken onun bakışları bana kaydı. Gözlerinde büyük bir öfke vardı. Fırat benim hem kurtarıcım hem de aşık olduğum adamken o, benden nefret ediyordu…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD