GİTMESİN

2845 Words
Mezuniyetten bu yana neredeyse 1 ay geçmişti. Bir ay yorucu bir hazırlık ile geçti. Mert ve ben, yüksek lisansımız için bekleme taraftarı değildik. Başvurular için çok koşturmuş, evrakları hazırlamıştık. İkimizde tekrar aynı üniversitede olmak için dua ediyorduk. Şu anda ise üniversitesinin önünde birbirimize bakıyorduk. Mert bana, ben Mert’e gülümseyerek, "İkimizde kabul edilirsek 3 yıl daha okulda korumamsın demek oluyor farkındasın değil mi ?" diye sorduğumda Mert, keyifle gülümseyerek "Savaş'ta burada" karşılığını verince bende gülümseyerek, "Fena mı biriniz kardeşim, bir diğeriniz çocukluk arkadaşım. Hatta dostum. Sizden daha iyi korumamı bulacağım “ dediğimde gülümsemesi bir anda soldu. Ama anlık bir duraksamadan sonra tekrar gülerek, "Tabi tabi benim tek ve asli görevim dostumu korumak " dediğinde sesindeki tınıyı anlamamıştım ama o gülümseyince bende umursamayıp gülümsedim. ............................... Başvurularımızın üzerinden bir hafta geçmişti ve şimdi ise sıra güzel bir tatildeydi.  Yine Fethiye'ye, yazlığa gidiyorduk. Bu sefer bir eksiğimiz vardı. Mert, bu sefer Amerika'daki bir arkadaşının yanına gidecekti. Bizim ile gelmiyordu. Yiğit amca bu duruma ne kadar tepki gösterse de işe yaramamış, Mert Amerika biletini almıştı.  Kimseyi dinleyeceği, izin alacağı ve durdurulabileceği yoktu. O Amerika'ya giderken, bizlerde Fethiye'ye gelmiş ve dolu dolu bir o kadar da eğlenceli tatilimize başlamıştık. Tüm tatil boyunca her ne kadar buruk kalsam da babam buna burukluğa asla izin vermemişti. Zaten babam ile çıkılan tatiller hiçbir zaman kötü geçmiyordu. Bu söz konusu bile olmuyordu. Mükemmel ve eğlence dolu olan her ne varsa yapıyorduk. ……………. Gece saat 03.30’du yatağımda uzanmış düşünüyordum. Sıkıntıyla oflayıp, yatağımdan kalktım ve terasa çıkıp, terastaki o rahat koltuklardan birine oturmuştum. Mert ’siz bir tatil hiçte güzel ve heyecanlı değildi. İçim sıkılıyordu. Hızla odama geri döndüm ve Mep günlüğümü alıp, sanki o karşımdaymış gibi içimdeki sitemi döktüm. “Ne yapıyorsun şimdi? Uyumadığın kesin. New York’un hangi caddesinde, hangi kafesindesin acaba? Babamın hep bahsettiği o bara gittin mi? Gitmişsindir mutlaka ama kiminle? Hiç aklına geliyor muyum? Yani cimcimede olsa acaba ne yapıyor diyor musun? Sen gideli neredeyse 3 hafta oldu. Tatil mi? Güzel ama eksik. Senin o güzel bakışların, tatlı sohbetin olmadan sadece eksik. Ne var ki o Amerika’da. Senin tüm arkadaşlarını tanırım. Amerika’daki arkadaşın tüm biz ailenden ne kadar değerli ki biz burada sen orada durabiliyorsun.” Diye yazdım ve gözyaşlarım devam etmeme izin vermemiş defteri kapatıp, gökyüzüne gözlerimi diktim. O anda kayan bir yıldız gördüm ve küçük bir tebessüm ederek içimden, “Bir gün Mert beni gözüyle değil, kalbiyle görsün Allah’ım “ diye diledim ve gözlerimi kapadım. Gözümden süzülen bir damla yaşı umursamadan gecenin serinliğinde uykunun beni almasına izin verdim. Tatilin uzun bir süresini geride bırakmıştık. Yaklaşık bir ay sonra sınav sonuçları açıklanacaktı ve bunun için gerçekten çok heyecanlıydım. Mert’ten arada bir mesaj gelse de orada keyfi yerinde olmalı ki hiç dönmeye niyeti yokmuş gibi çıkıp gelmiyordu. Bu gün plajda olacaktık. Savaş, Rüya ve ben birde birkaç tatil arkadaşımız plaj voleybolu ayarlamıştık. Karşı taraf ciddi güzel oynuyordu. Bizde de Savaş mükemmeldi ama ona eşlik edecek kişi Amerika’da gezmelerdeydi. Tüm cabalarımıza rağmen ilk seti kaybetmiştik. Savaş’ın tüm gayretine rağmen de ikinci seti vermiştik. Son setinde 10-5 yeniliyorduk. Yani adamlar bize göz açtırmamış açık ara farkla yeniliyorduk. Güneş tam tepemde parlarken, gelen servisi karşılayamadım ve ben çığlık atarak yere düşerken topta dışarı gitmişti. Bir sayı daha kaybetmiştik ki ayağa kalktım ve karşı tarafta biraz önce servisi kullanan kişinin kafasına alınan isabetle topun atıldığını ve çocuğun resmen topun şiddeti ile yere uçtuğunu gördüm. Yere düşen çocuğun arkadaşı sert bir sesle “Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diye bağırınca gözlerim güneşten kamaştığı için karşıdaki kişinin yüzünü göremiyordum. Ama sesi kulaklarıma ulaştığında gözleri güneşe rağmen kocaman oldu. Mert’ti bu sesin sahibi. Ve gayet alaycı bir ses tonunda “Kız gibi kıvranmayı keste oyununu oyna” dedi. Sonra ağır adımlarla yanıma kadar geldi ve tam karşımda durup, eli ile tam şakağımı okşayıp, “Acıyor mu?” diye sorunca içimden bir ses “Hı? Ne acısı? Sorun ne? Ne oldu ki?” diye saçmalamaya başladı. Mert’te “Hayır dönmüşsün. Amerika nasıldı?” diye sorunca Mert gülümseyerek, “Eksik” dedi ve eli ile oyunu işaret ederek “Şu oyunu bir kurtaralım konuşuruz” dedi ve oyuna girdi. Hemen yanımızda resmen süs gibi duran kızı çıkardı ve yerine kendi girdiğinde, gerçekten oyunu almıştı. Resmen Savaş ile birlikte karşı tarafın o çaylaklarına topa dokunma fırsatı bile vermemişlerdi. Bu adamın kasları gerçekten bir kızın aklına zarardı. Aklımı bir kenara bırak tüm bedenim felç geçirmiş durumdaydı. …………… Mert’le uzun uzun konuşmamıştık. Ne kadar Amerika’da kim olduğuna dair sorular yağdırsam da verdiği cevapların aslında geçiştirme olduğunu anlayabiliyordum. Damardan girip, ben senin dostun değil miyim? Neden benden saklıyorsun sorularıma bile sinirleniyor, cevap vermiyordu. Belli ki Amerika’da her kimin yanına gittiyse işler yolunda gitmemiş, hem erken dönmüş, hem de canı çok sıkkındı. Günler çabucak geçmiş ve mükemmel olan tatilimiz bitmişti. Sınavına girdiğimiz, yüksek lisans sonuçlarımız bu gün açıklanıyordu. Öyle çok heyecanım vardı ki yerimde bile duramıyordum. Son zamanlarda Mert’i çok az görüyordum. Gördüğümde de yanımda çok fazla durmuyor, genelde bir bahane bulup kaçıyordu. Bir terslik olduğu kesindi ama kime ne sorduysam bir fikri yoktu. Bu sınav sonuçlarıyla alakasının olmasını umuyordum. Sonuçlar açıklanınca da eski Mert’in geri dönmesini. Bilgisayarın başında babam, annem, ben ve Savaş heyecan ile bekliyorduk. Ben çok çok heyecanlı olduğum için babam bakmayı teklif etmişti. Bende kabul etmiştim. Babam, benim heyecanlı halimi yatıştırmak istercesine "Hadi Meleğim hazırsan bakalım, olmazsa da üzülme özelde de yapabilirsin" dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım. Boğaziçi üniversitesi olsun istiyordum. Çünkü Mert'te orada olacaktı onun kazanmamasına olanak bile vermiyordum. Ve Mert o özel üniversitelere cidden karşıydı. Onun için ikimizde Devlet Üniversitesini kazanıp mezun olmuştuk. Şimdi ise yüksek lisans içinde yine devlet üniversitesini yazmıştık. Bu düşüncelerimden hızla sıyrılıp babama "Tamam, hazırım" dediğimde sadece 10 dakikalık bir sessizliğin ardından babamın, gurur verici ses tonunda, "Harikasın Meleğim, kabul edilmişsin " demesi ile gözlerimi kocaman açıp çığlıklar ile anneme sarılmam bir oldu. Evet, bir hedefimi daha başarmıştım. Sevincimi paylaşmak adına tüm ailem beni kucaklayıp, tebrik ettikten sonra aklıma gelen şey ile "Mert!!" diye haykırdım ve hızla "Onun başvurusu da kabul edildi mi? " diye kendi kendime konuşmaya başladım. Bu sorum karşısında ilk defa babam ve Savaş'tan olumsuz bir cümle çıkmamıştı. Buna şaşırsam da pek önemsemeyerek, Mert'in numarasını çevirdim. Telefon Çaldı.... Çaldı... cevap yoktu. Telefonu kapatıp tekrar aradım yine cevap yoktu. Telefonu duymuyor olabileceğini düşünerek, "Ben Mert'lere gidiyorum. Telefonu cevap vermiyor, çok merak ettim" dediğimde babam, "Sonra arar seni Meleğim. Şimdi gitme" karşılığını verdi. Ben heyecanla "Babacım lütfen bari bu gün şu velet takıntına bir son ver. Lütfen, lütfen" dediğimde bu sefer şok edici bir şekilde Savaş girdi lafa "Bence gitsin karışma baba" dediğinde şaşkınlığım bin kata çıkmıştı. Savaş ilk defa Mert ve benim ile ilgili olan bir durumda benden yana oluyordu. Durup bu tavrın nedenini sormam öğrenmem gerekirdi ama o kadar heyecanlıydım ki bunun nedenini sonra sormaya bırakarak, çantamı kaptığım gibi hızla evden çıktım. Kapının önünde her zaman hazır bekleyen Zafer abiye "Zafer abi, beni Yiğit amcamın evine götürür müsün? " dediğimde o yıllardır değişmeyen gülüşü ile gülümsedi ve "Tabi ki, tebrik ederim başvurunuz kabul edilmiş" dediğinde teşekkür ettim. Hızla arabaya bindim. Yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuğun ardından, Mert'in evinin önüne gelmiştik. İçeriye girmek için zili çaldığımda, ellerim titriyordu. Kısa bir beklemenin ardından, kapıyı Aylin teyzem açmıştı. Hemen Aylin teyzemin boynuna sarılarak, "Benimki onaylanmış Aylin teyze " dedim ve kendimi geri çektiğimde, Aylin teyzem hüzünlü gözler ile bana bakıyordu. Bu bakışların anlamının ne olduğunu çözememiştim ama Aylin Teyzem, "Tebrik ederim güzelim" dedi. Ses tonunun da bakışlarından farkı yoktu. Bu hali içime kötü bir duygu yüklerken tereddüt ile fısıldadım. "Mert nerede Aylin teyze?" diye Aylin teyze, "İçeride güzelim. Geç kapıda kalma" dediğinde hüzünlü suratı beni daha çok tedirgin etmişti. Yani kabul edilmeme durumumu vardı ki bu imkansızdı. Mert'in puanı çok çok iyiydi.  Hatta bölüm ikincisi olarak mezun olmuştu. Onu almayacaklardı da kimi alacaklardı. Peki, bu hal neydi? Ne olmuştu ki? Salona geçtiğimde Yiğit amca ile Mert karşılıklı oturmuş ve birbirlerine çok sinirli baktıklarını gördüm. Beni görmeleri ile Yiğit amca sıkıntılı bir nefes verirken Mert, "Hoş geldin Melek" dedi ve ben hızla ilerleyerek Mert'in boynuna sarıldım. Aslında atladım desek daha doğru olurdu. Çünkü resmen öyle yapmıştım. Sevinçle "Benim kabul edilmiş, senin başvurun ?" diye sorduğumda cevap vermek yerine Mert gülümseyerek "Çok sevindim cimcime tebrik ederim" karşılığını verdi. Oda kollarını bana dolamıştı ve ben kollarından çıkarak "Senin başvurun? Dostunu yalnız bırakmıyorsun değil mi ? "Diye sorduğumda Mert'te donuklaşan gözleri ile bana baktı. Bu bakışla duraksadım, Kahretsin! Olmamış mıydı? Yani kabul edilmemiş miydi? Diye düşünürken, Aylin teyzenin sesi yükseldi salonda Aylin teyzem, Yiğit Amcama "Hayatım biz çıkalım da konuşsunlar" diyerek seslendiğinde Yiğit amcam, Mert'in gözlerine sinirli bir şekilde bakarak "Evet çıkalım güzelim, oğlumuz yediği haltı tek başına anlatsın" karşılığını verdi.  Mert, bu cümleye, "Baba!" diyerek sertçe tepki gösterirken, Yiğit amca sadece başını olumsuz anlamda sallayarak, Aylin teyze ile salondan çıktı.  Mert, odasını işaret ederek "Odama geçelim cimcime" dedi. Bu durum karşısında ben iyice huzursuzlanmıştım. Neler oluyordu ki? Bu gerilimin nedeni neydi? Düşünceleri ile odaya girdiğimizde tedirgin, bir o kadar da sabırsız bir sesle "Mert ne oluyor?" diye sordum. Mert, sıkıntılı bir nefes alıp verdi ve hüzünle gözlerime bakarak "Yüksek lisansım için başvurduğum üniversiteye kabul edilmişim ve bunu onaylamıyorlar " dediğinde aptal gibi suratına baka kaldım. Sonra bu aptal suratımı toparlayarak "Başvurunu yaptığın üniversiteyi biliyorlardı. Başvuru yaparken sorun yoktu, şimdi değişen ne ki onaylamıyorlar?" diye sorduğumda Mert, "Melek" dedi ve duraksadığın da, söyleyeceği şeyin beni üzeceğini hissettim. Bu hissin nereden geldiğini bilmiyordum ama öyle hissettim. Mert’in konuşmasına devam ederek sarf ettiği kelimeler içimdeki sesi de, hisside haklı çıkardı. "Ben, İstanbul başvurumu iptal ettim ve başka bir üniversiteye başvurdum. Orası da kabul etti" diye açıkladığında içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. Mert konuşmasına sıkıntılı bir ses tonunda devam etti ve sarf ettiği cümleler ise bu içimi param parça etmeye yetmişti. Mert, "Ve bu üniversite İstanbul'da değil" dediğinde yıkıldığımı hissettim, çöktüğümü ve şaşkınlıkla "Ankara mı?" diye sordum kekeleyerek. Yani hukuk bitirdi. Belki orayı istiyordu. Diye içimden geçirdim. Mert ise beni daha da yıkan o cümlesini kurdu. "Hayır, Melek! Türkiye dışında bir üniversite" dediğinde tüm bedenimin kavrulduğunu, ayaklarımın titrediğini hissettim. Kendimi toparlamam zaman alacaktı, ama tüm gücümü kullanarak ve kekeleyerek "Na- nasıl?" diye sordum. Mert, tamda öldürücü olan son açıklamasını yapmaya başladı. "Amerika'da çok iyi bir üniversiteye başvurdum ve kabul edildi. Evdekilerde buna tepki gösteriyorlar" dediğinde ben yine kekeleyerek devam etmesini istercesine "A- Amerika mı?" diye sordum. Mert, açıklayıcı bir ses tonunda devam ederek, "Evet, Melek Amerika ve iyi bir üniversite başarımı tebrik edeceklerine kızıyorlar" karşılığını verince, gözlerim donuklaşmıştı. Bu halime bakan Mert’inde sesinde tedirginlik vardı ve ben kendimi toparlayarak ve bu yaptığına mantıklı bir neden bulmaya çabalayarak, "Beraber başvurmuştuk Mert ve sen bana söylemeden başvurunu mu değiştirdin? Üstelik kilometrelerce uzakta bir üniversiteye başvurdun öyle mi? Ayrıca bunu bana başvurun kabul edilince mi söylüyorsun?” dedim ve öfke ile   “Teşekkür ederim” dedim. Ve hala öfkeli çıkan sesimle   “Dostluğumuzu baya bir önemsiyormuşsun" diye söylendim. Mert kısa bir süre donuklaşmış gözlerle gözlerime baktı. Sonrasında ise derin ve sıkıntılı bir nefes alıp verdikten sonra "Biz dostuz ve yanımda olman, bana destek olman gerekiyor Melek " dedi. Mert, gözlerimin içine baka baka bir destek beklercesine. O an haykırmak istedim suratına ‘hayır dost falan değiliz’ diye ama sadece "Biz dost değiliz Mert! Aslında galiba dost falanda olmamışız. Ben bu gün seninle aynı üniversitede okuyacak olmanın ümidi, sevinci ile buraya geldim. Ama öğrendiğim şeye bak” dedim ve duraksamadan ağlamaklı çıkan sesimi son gücümle engellemeye çabalayarak,   “Sen bana dostuz diyorsun ama benim dostum, onunla beraber verdiğimiz kararı arkamdan iş çevirerek değiştirdiği gün bitirmiş dostluğumuzu. Onun için sana kariyerinde başarılar" diyerek arkamı döndüm. Bu odadan hemen çıkmazsam, bu göz yaşlarını zapt etmem imkansız olacaktı. Onun için hızla Mert’in odasının kapısına baktım. İkimizin fotoğrafı vardı o kadının arkasında. İkimizde kahkaha atıyorduk, Kahretsin liseden mezun olmuştuk o zaman. Hayatımın en güzel günüydü diyebilirim. Ayrıca ondan sonrasında da değişen bir ton duygu yığını vardı. Şu anda o günde olmayı, her şeyden çık isterdim. Tabi ki bu imkansızdı. Onun için kendimi toparladım ve tam odadan çıkacaktım ki Mert’in sesi ümitsizce odada yankılandı. "Anla lütfen. Gitmem gerekiyor Melek" diye İçimde ki cadaloz ellerini belin yerleştirerek, Neden? Neyi anlamam gerekiyor? Neden lütfen? Ne var ki? Haykırdığı soruların tersine yüzümü hiç Mert’e dönmeden fısıldadı dudaklarım "Anladım, git o zaman Mert!" diye ve hızla odadan çıktım. Koşarak indim merdivenleri, Hıçkırmamak için kendimi delice tutuyordum. Bir an önce kendimi dışarıya atmak istiyordum. Arkamdan seslenen Yiğit amcaya bakmadım bile. Evin kapısına ulaşıp, kendimi bahçeye attığımda, kapıda beni bekleyen Zafer abi hemen kaşlarını çattı ve “Melek Hanım” diye ne olduğunu sorarcasına seslenince hızla “Zafer abi beni eve götür lütfen” diye fısıldadım. Oda üstelemeden, hızla arabaya bindi ve arabaya bindim. Yiğit amcamın büyük kapısından çıktıktan sonra dakikalardır tuttuğum gözyaşlarıma izin verdim. Hıçkırıklarımda özgürdü artık. "Gitmem gerekiyor" dedi. Neden gitmesi gerekiyordu ki? Neye mecburdu? Birimi vardı orada? Onun yanına mı gidiyordu? Dayanılmaz bir acıydı kalbimdeki, içimi acıtıyordu. Her bir damla gözyaşım, sanki içimden akan kan gibiydi. Mert gidiyordu, çok uzağa, kim için bilmiyorum, neden bilmiyorum, bildiğim tek şey gitmek istediği yerde onu çeken her ne varsa onun için Benden daha önemliydi. Daha değerli. Daha vazgeçilmez...  Bir saat kadar zaman sahilde kendimi toparladıktan sonra, eve gelmiştim. Herkes beni bekliyor gibiydi. Zaten babam yolda Zafer abiyi aramış ve durumumu sormuştu. Annem o derin mavileri benim gözlerime hüzünle dikerken, babamın gergin olduğu her halinden belli oluyordu. Aslında bu durum daha çok babam ve Savaşa yarıyordu. Mert ile beni düşünmek zorunda kalmayacaktılar. Ben gülümsemeye çabalayarak, “Mert’tin de başvurusu kabul edilmiş. Fakat o benimle beraber, İstanbul’da okumak istemiyormuş sanırım. Amerika’ya gidiyor” dediğimde annemin anında gözleri dolmuştu. Hızla hanıma geldi ve bana sıkıca sarılırken, “Öyle düşünme Meleğim, Mert seni çok sever biliyorsun. Bunun bir açıklaması vardır eminim.” Dediğinde ağlamaklı bir nefes verdim ve “Nedenini asla sormayacağım. Bana yalan söyledi o. Amerika’ya gitmeden önce resmen bana yalan söyledi. Gözümün içine baka baka yalan söyledi.” Dediğimde Annem o melek şefkatindeki kollarını bana daha sıkıca sardı. Başımın üzerine bir öpücük bıraktı ve bende şu dünyada bana asla yalan söylemeyecek tek kişiye sımsıkı sarıldım. İyi ki vardı.    Ayrılık günü Tam 1 ay geçmişti ve ben, Mert'i 1 kez bile görmemiştim. Defalarca aramıştı açmamıştım ve buna karşılık evime sayısız defa gelmişti. Ama karşısına çıkmamıştım. Çektiği mesajları okuyup daha fazla üzülmemek için okumamıştım bile. Ve o ayrılık günün gelmişti. Mert, bu gün gidiyordu. Belki de sene boyunca gelmeyecekti. Ama ben onu görmek, içimi acıyla kaplamak istemiyordum. istemiyordum.. Günlerdir sırf görürsem dayanamam diye karşısına çıkmıyordum. Gidecek evet, orada belki de başka bir kıza verecek beni görmeyen, hissetmeyen o kalbini. Belki de vermiştir bile. Ama ben bir daha Mert Ertürk’e vermeyeceğim bu kalbi. Onun beni bildiği gibi bileceğim onu. Aynı onun gibi seveceğim, onun gibi bakacak ve hissedeceğim. ………………….  Odamda elime aldığım romantik komedi kitabını okurken satırlar arasında resmen gülücüklerle kayboluyordum. Bazı insanların ne güzel yetenekleri vardı. Kalbim acıyordu benim, duygularım resmen çöküşe geçmişti. Ama şu kitabın satırları arasında Annabelle olmuştum. Bir çöpçatan, bir arkadaş, havai aşık olmuştum. Bu inanılmaz bir şeydi. Bu satırlarda dolanırken hayal dünyam aşağıdan gelen seslerle bozuldu. Gelen ses Mert'indi. Olanca gücü ile babam ile konuşuyordu. Aslında konuşmak demem yanlış olurdu. Babam tersliyor, o inatla konuşuyordu. Yataktan hızla kalktım ve kapıdan çıktım. Merdivenlere yaklaştıkça sesler daha da net geliyordu. Sessizce merdivenlerden indim ve kapıya bakan aralıkta durdum. Babamın vücudundan Mert görünmüyordu ve bu benim için iyiydi. Çünkü oda beni görmüyordu. Bu yıkılmış depresyona girmiş halimi görmemesi gerekiyordu. Mert babama "Bora amca lütfen, telefonlarımı açmıyor, mesajlarıma cevap yazmıyor. 3 saat sonra gidiyorum. İzin verin vedalaşayım" dediğinde, aynı babam gibi kararlı ses toluyla söze Savaş girdi. Onun sesi babama göre daha yumuşaktı ve yavaş konuşmasından kaynaklı tane tane söylediği kelimeler ile "Mert abi, ablamda kötü. Şımarıklık yapmaz biliyordun. Daha kötü olmaması için böylesi daha iyi. Görmek isteseydi zaten görürdü seni yeterince üzüldü" dediğinde, dolan gözlerimi yerden kaldırmam ile babamın yüzüme üzgün bir şekilde bakan o gri gözleri ile karşılaşmam bir oldu. Babamın saniyelik bakışının ardından yükselen sert sesi ile yerimde sıçrasam da sesimi çıkarmadım. Babam, "Mert sana iyi yolculuklar. Melek seninle konuşmak isterse arar. Şimdi görüşmek istemiyor. Güle güle " dediğinde Mert babamın arkasında kaldığından beni göremiyordu ve babam bu cümleleri söylerken gözlerini bir an bile gözlerimden ayırmamıştı. Mert biraz duraksadıktan sonra Savaş'ın işaret dilinde söylediği kelimeler ile hızla gitti. Savaş'ın ne söylediğini, arkası bana dönük olduğundan görememiştim. Savaş, Mert’in çıktığı evin kapısını yavaşça kapatırken babamda hızla yanıma gelip beni o şefkatli kollarına arasına almıştı. O şefkatli kolları beni sararken saçımın üzerinden başımı öpüyordu. Ben gözlerimden akan yaşlarım ve hıçkırıklarım arasında fısıldadım, babama yalvarır gibi, sanki o bir şey yapabilirmiş gibi, "Baba gitmesin" diye. Babam, kollarını bana daha sıkı sararken, o yumuşacık sesi ile "Gitsin Meleğim. Gitsin " diye ve yüzümü avuçları arasına alarak devam etti konuşmasına "Ardında bıraktığı kalbi hissettiğinde geri gelecek Meleğim" dedi ve ben ümitsizce, "Ya hissetmezse" diye sordum. Babam, "Daha şimdiden hissetti Meleğim. Onun için çırpınıyor" dedi ve başparmakları ile gözyaşlarımı sildiğinde uyarır tonda çıkan sesi ile "Tek bir damla gözyaşını daha görürsem o veledin gideceği tek yer, öteki taraf olur. Üstelik Meleğim oranın dönüş bileti yok" dediğinde gülümseyerek, "Babacım iyi ki varsın" dedim ve sımsıkı sarıldım. Şu dünyada bana hiç yalan bir annem varsa diğeri de babamdı.  Ve babama sarılırken, annemin ne kadar şanslı bir kadın olduğunu düşündüm. İyi ki babama âşık olmuş ve iyi ki bizi bu dünyaya getirmişti. Ve iyi ki bu mükemmel adam benim babamdı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD