bc

GÜN IŞIĞIM

book_age16+
3.0K
FOLLOW
12.5K
READ
friends to lovers
goodgirl
sweet
city
childhood crush
first love
love at the first sight
engineer
passionate
like
intro-logo
Blurb

Bazı aşklar bebeklikte bulur birbirini. O zaman anlarsın sonun kimdir diye. Mert ile Melek’te öyle hissetmişti. Yılların ardından çocukluk aşkları, gençlik dostluğu engeline takılınca sendeler ve birbirlerini kaybederler.

Duygularının ağırlığıyla kaçan Mert, Bu kaşın ardından gururuna sarılan Melek. İçinizi ısıtacak, gülümseyeceğiniz bir aşk hikâyesi.

"Gitmem gerekiyor dedin ve gittin. Kim için gittin? Ne için gittin? Bilmiyorum. Ama ben senin için geliyorum Mert. İlk söylediğim kelime gibi kalbime işleyen adam, kalbimin tek sahibi olan sana geliyorum. Ne hissediyorsun bilmiyorum? Ya da kimi bekliyorsun? Dostun, arkadaşın Melek’i mi? Yoksa sevdiğin kızı mı? Sen hangisini bekliyorsun bilmiyorum ama ben, beni seven Mert’i görmeye geliyorum. O beni görmek için cama yapışan küçük Mert’i, babamın her tehdidine rağmen çaktırmadan yanağımı öpen Mert’i, yanımdan bir an bile ayrılmayan Mert’i. Lütfen kırma kalbimi, sarıl sımsıkı bırakma. Öyle bir şey yap ki görmek şöyle dursun, iliklerime kadar hissedeyim seni…”

chap-preview
Free preview
BİLMİYORUM
“Gitmesin” Bu gün üniversitenin ilk günü diye başladığım bu deftere, artık bu gün üniversitenin son günü diye yazıyorum. O kadar zaman geçmiş, Onca olay olmuştu ama daha dün gibi aklımda bu okulu kazanmamın verdiği sevinç ile Mert'in boynuna sarılışım... Ama benim için çok özel olan bu sarılış, babam ve Savaş tarafından engellenmişti. İlk kelimemin ‘Mep’ oluşundan bu yana babam, tarafından sevilme şansının tamamen yok olduğu Mert’e bir cephede Savaş’tan gelmişti. Babam kendi yeterince yetmiyormuş gibi bizi görmediği yerlerde bayrağı Savaş’a devrediyordu. İkisi de çekilemeyecek kadar kıskançtı. Her kişide benim için çok değerliydi ama bu durumları beni çileden çıkarıyordu. Allah'tan annem vardı da onları biraz engelliyordu... Zaten Mert, çocukluğumuzda bana çocukça aşk beslese de artık öyle bir şey yoktu. Sadece çok çok iyi dosttuk. Okulun tüm sürtükleri Mert'in peşindeydi. Mert’i hiçbirinin yanında görmüyordum. Ama mutlaka bir yerlerde bir bekleyeni olduğuna emindim. Henüz tanışmamıştık ama var olduğunu hissediyordum. 25 yaşında bir adamın, hayatında birinin olmaması imkânsızdı. Gerçi bende ona karşı aşk anlamında bir şeyler hissetmiyordum. Dosttuk sadece (ne kadar yalancıyım değil mi? Bu veledi köpek gibi seviyordum. Ama o artık beni sadece kardeşi, arkadaşı, dostu gibi görüyordu. Bazen keşke hep bebek kalsaydık diyorum. Ne zaman büyüyüp, okula başladık, Mert ile olan arkadaşlığımız dostluğa döndü. İçim acıyordu. Kalbim açıyordu. Keşke hiç ama hiç büyümeseydik diyorum. Mert’in arada bir bakışında gülüşünde farklı anlamlar hissediyor gibi oluyordum ama o öküz velet her defasında "Görüşürüz cimcime, nasılsın cimcime? Günaydın cimcime " diyerek yanlış anladığımı gösteriyordu. Bende hemen kendimi düzeltiyor, duygularımın anlaşılmaması için çabalıyordum. Sonuçta bebeklikten süre gelen bir dostluğumuz vardı ve bunun kaybolmasını istemiyordum. Onun için oda onu dost olarak gördüğümü sanıyordu. Bunun aksini hissettirmemeye çabalıyordum. Salak, bir bilse hayallerimdeki yerini, onu nasıl düşlediğimi? Gerçi o kadarını bilmesin. Şahsen gözlerimin de, kalbimin de o kasları, o vücudu görmeye dayanamaz. Yaz tatillerinde tüm aile ile beraber gittiğimiz Fethiye tatillerinde yeterince fenalık geçiriyordum. Bir insan evladı bu kadar yakışıklı ve düzgün olmamalı. Hele o muhteşem gülümseme hep babalara bahşedilmeli. Mert ve diğer herkesten uzak tutulmalı. O gülüş sayesinde yıllardır hayalini kurduğum, ilişki durumunu Mert, “Cimcime bu kızın benden uzak durması lazım yardımın lazım” diyerek defalarca yaşatmıştı. Acıda olsa her yaz neredeyse bu oyunu birkaç kere oynardık. Bunun en eğlenceli yanı ise Mert’e oyunda olsa sarılabilmek, ona sokulabilmek ve onunda bu hareketlerin karşılığını aynı şekilde vermesiydi. Hatta bazen o kadar gerçekçi oluyorduk ki dışarıdan bakan herkes sevgili olduğumuzu sanıyordu. Şimdi ise çoktan okulun sonuna gelmiş, iş hayatına başlamaya hazırlanan, akademik kariyer planları yapan birer yetişkin olmuştuk. Hafta sonuna 5 gün vardı ama benim halen daha ne giyeceğim belli değildi. Okulun bahçesinde oturmuş, günlüğümle dertleşirken bir anda yanıma oturan Mert ile panikledim. Hızla defteri kapatırken, bu paniklemem ve defteri saklama çabam, Mert’inde dikkatini çekmişti. Mert, kaşlarını çatarak “Ne karalıyorsun?” diye sormasına kekeleyerek, “Hi- hiçç” diyerek karşılık verdim. Bu tepkime Mert daha çok huylanmıştı. Gözleri direk elimdeki defteri buldu ve kaşları daha da çatılarak, “Günlük mü yazıyorsun sen?” diye sordu. Hayır dersem defteri isteyecek, ama evet dersem özel alanıma saygı duyardı. Bu defteri görmemesi, içini kesinlikle okumaması gerekiyordu. Onun için hızla “Evet, günlük yazıyorum” karşılığını verdim. Mert çattığı kaşlarını rahatlatırken, “Gün boyu yaşadıklarını yazmak zor olmuyor mu?” diye sordu. Gülümseyerek, “Gün boyu yaşadıklarını yazmıyorum? İçimi dökmek istediğim zaman konuşuyorum onunla. Bir arkadaş, bir dost gibiydi. Bazen dilimin ucuna kadar getirip söylemek istediklerimi, söylemek istediğim kişiye aktaramadığım zaman, bu defter o kişi oluyor. Ben içimden ne geçiyorsa anlatıyorum. Oda dinliyor.” Dediğimde Mert gözlerini kısarak, “Şimdi düşmanım oldu o defter. Ben senin arkadaşın, dostun, sırdasın değil miyim? Bana neden anlatmıyorsun da o deftere anlatıyorsun?” diye sorduğunda gülümseyerek ve elimdeki defteri göstererek, “Bu arkadaşın dili yok, yaprakları var. Sadece içini döküyorsun. Akıl almıyorsun Mert” dediğimde oda gülümsedi ve ben büyülü bir âleme tekrar geçiş yaptım. ………………………………. "Rüya bu elbise olmaz ben sade bir şey istiyorum" dediğimde Rüya, "Üniversiteden her sene mezun olmuyorsun fıstık, azıcık abartı bir şey kaybettirmez" dediğinde lanet okudum içimden bir kız, annesine bu kadar benzer mi ya tıp ki Merve teyzem. Rüya, Merve teyzem ile Çağlar amcamın kızı, bizden 3 yaş küçük olmasına rağmen her şeye yetişiyor. Henüz üniversiteyi yeni kazandı. Yani Savaş ile aynı üniversitedeler. Savaş bir gün cesaretlenir ise onu sevdiğini söyleyecek ama işte her şeyde fırlama olan kardeşim, bu konuda çok geride... Neyse onlar gerçekten çok iyi anlaşıyorlar ta çocukluktan beridir. Sessizliklerini paylaşıyorlar. Rüya Savaş ile iletişim kurabilmek için işaret dilini öğrenmişti. Bizim minik fare artık duyuyor ve konuşuyor. Onun için Rüya ile laf yarışına girebiliyordu. Hey tabi ki bu yarışı kaybediyordu. Rüya, Merve teyzemin kızı ve onu gerçekten susturmak imkansız oluyor... Neyse şimdi bu konuları bir kenara bırakalım da bizim seçmemiz gereken bir elbise vardı. Gece için kavalyem tabi ki Mert'ti ama bu konu babam ikna edilmeli, Savaş ekilmeli ve eğer Mert bana karşı farklı duygular hissediyor ise kendi duygularım dile getirilmeliydi. Tamam, tamam bu son madde imkânsız, bende ne gezer o cesaret... Bu düşüncelerimin ardından, satış görevlisi kız tarafından bana gösterilen ve belki de bininci kıyafet olan abiyeye burun kıvırırken, askıda duran harika, muhteşem ötesi elbise dikkatimi çekti. Pembe, koyu pembe, straplez ve derin yırtmacı olan süper bir elbiseydi. Harikaydı, hatta harika ötesiydi. Ve başka bir elbise bakma ihtiyacı duymadan beğenmiş onaylamış, Rüya’nın tüm itirazlarına rağmen satın almıştım. Kıyafeti tamamlayan takı, ayakkabı, çanta kısmında ise nerede çıldırmak üzere olduğumu hissettim. Ne olursa olsun bir daha Rüya ile alışverişe çıkmayacağıma oracıkta yemin ettim. Bir insan taşlı kokoş şeyleri bu kadar mı severdi? Tamam, bir kız annesine çok benzeyebilirdi. Ama aynısı olmak zorunda değildir değil mi? Merve teyzem şu dünyada görüp görebileceğiniz en süslü kadınlardan biridir. Ama süsü, taşı, abartıyı üzerine yerleştirip, en mükemmel bir tarzda taşıyabilen tek kadın olduğuna yemin bile edebilirim. Takı, ayakkabı, çanta seçimini de tamamladıktan sonra hızla eve doğru yola çıktık. Rüya’yı evine bıraktıktan sonra yarım saatlik bir araba yolculuğunun ardından Zafer abi beni eve kadar getirmişti. Elimde poşetlerle eve girdiğim anda annem ile göz göze geldim. Alışveriş yapmaktan nefret eden kızını bir yığın poşetle bir anda karşısında gören annem şoka girmeden edememişti. Annem girdiği iki saniyelik şoktan anında kurtularak, “Meleğim bu ne?” diye sorunca şirince gülümseyerek, “Şey, mezuniyet için alış veriş yaptım da azıcık” diye karşılık verince salonun kapısında dikilmiş, bana sinsi gözlerle bakan babam “Birazcık?” diye sorunca babamın o soru dolu bakışlarına daha da tatlı gülümseyerek, “Tamam, biraz abartmış olabilirim ama üniversiteden her zaman mezun olmuyorum değil mi?” diye söylenince babam hızla yanıma geldi. Elimdekileri alıp, alnıma bir öpücük bıraktı ve “Alış verişin abartılması değil sorun Meleğim. İstediğini istediğin zaman alabilir ve dilediğin kadar abartabilirsin. Benim ilgilendiğim bu hazırlığın neden bu kadar önemsendiği? Sen mezuniyete kiminle gideceksin? Onu bir öğrensem fena olmaz.” Diye sorduğunda yüzümün kırmızının alabileceği her tona girdiğine yemin bile edebilirim. Babam beklenti dolu bakışlarla bana bakarken ben kıvranmaya başlamıştım bile. Bu kıvranışın bir çare olmayacağını bildiğimden artık gevelemeye başladım. “Şey, aslında sen tanıyorsun. Tamam, kendisine bayılmasan da güveniyor, seviyorsun.” Dediğimde babamın irileşen gri gözleri, kasılan çenesinden kiminle gideceğimi çoktan tahmin etmiş olduğu anlaşılıyordu. Zaten hırlayarak “Bana sakın o kişinin velet olduğunu söyleme!” diye söylediğinde suratımın alabileceği en şirin gülümsememi takındım ve “Evet, mezuniyet gecesine Mert ile beraber gideceğim baba” karşılığını verince babam gözlerini tavana dikerek ilk önce derin bir nefes aldı ve sonrasında o mükemmel, şefkat dolu bakışlarını bakışlarımla buluşturdu. Sonrasında ise en sevgi dolu ses tonuyla, “Benim o veletten ne eksiğim var? Baban olarak benimle de katılabilirsin. O veletten daha iyi dans edebildiğime bahse bile girerim.” Dediğinde kahkahamı tutamamış ve babama sarılarak yanağına bir öpücük bıraktım. Sonra ise şirinlik dolu sesimle “Onun adı Mert baba. O artık 25 yaşında ve istersen artık ona ismi ile hitap et, çocuk lakapları ile değil” dediğimde babam hızla ve sitemli bir sesi ile “Sen nasıl cimcime isen oda velet, Rüya nasıl anası gibi cadalozsa” dedi ve gözleri kapıda bizi izleyen ve bolca sırıtan Savaş’a gitti ve gülümseyerek, “Savaş’ta bir o kadar minik fare” dediğinde hızla konuya dahil olan Savaş “Bak ya yine ben minik fare oldum. Baba Allah aşkına benim nerem artık minik fare. Herkesin yanında da söylüyorsun. Bak alınıyorum artık” dediğinde babam kahkaha atarak, “Bu alındığın herkes genelde cadaloz soyundan gelenler mi oluyor?” diye sorduğunda ise Savaşın kızarması bizim kahkaha atmamıza yeterli olmuştu. Ben bu neşeden fırsat bularak, “Ben cimcime lakabından memnunum” dedim ve tam odama çıkarken babam arkamdan “Ben hala benimle gidebileceğini, o veletten bir eksiğim olmadığını düşünüyorum” sitemini yaparken, babama gülümseyerek “Tabi ki bir eksiğin yok babacım ama” dedim ve merdivenlerden bir basamak daha çıkıp, “Sadece bir otuz yıl fazlan var” dedim ve hızla arkamı dönüp odama doğru koşturdum. Babamın aşağıdan homurtuları geliyordu. Bir taneydi benim babam. Bizimle her zaman arkadaş gibi olmuştu. Hiç terslediğini üzdüğünü hatırlamıyorum. Anneme her zaman mükemmel bir eş, bizlere de mükemmel ötesi bir baba olmuştu. Yatağa uzanıp, o gecenin hayalini kurdum. Bana karşı hissettiği şeyin arkadaşlık olduğunu biliyordum. Ama yine de Mert’i o gece sevgilimmiş gibi hissedecektim. Bir kez daha onun koluna kız arkadaşı gibi girecek, onunla dans edecektim. Bu durumu gerçekten çok ama çok özlemiştim Mezuniyet gecesi Heyecanla beklenen gün gelmiş ve saat 19.30 olmuştu bile. Annemin sihirli elleri sayesinde mükemmel bir saç, aynı şekilde mükemmel bir makyaj yapmıştık. Sade ama güzel olmuştum. Babamın mızmızlanması halen daha sürse de ikna etmiştik. Bense şu anda odamda son kez aynada kendime bakıyordum. Bu gecenin hayalini kurmaya şimdide devam ediyordum. Heyecandan kalbim duracak şekilde atıyordu. Acaba Mert beni bu şekilde beğenecek miydi? Ne tepki verecekti. Ben bu düşüncelerde savaşırken saniyelik bir zamanda çalınan kapı ile kalbim normalden bile hızlı atmaya başladı. Kahretsin! Şu çocuğa karşı bu duyguları neden tek taraflı hissediyordum ki? ne olurdu sanki şu hislerimin onda birini hissetseydi öküz! Ne olurdu sanki diye içimden geçirdiğim sitemlerimi, kapının dışından seslenen annem böldü. Annem, "Meleğim, Mert geldi. Hazır mısın?" diye sorarken, arkasından yükselen komik, korumacı ve bir o kadar da benim biricik babamın sitemli sesi ile "Hala benim gibi bir yakışıklı ile katılma şansın var Meleğim. Bir daha düşün derim" demesine gülümserken odamdan çıktım. Çıktım çıkmasına ama karşımdaki iki surat ifadesi ile olduğum yerde şaşkın şaşkın kaldım. Annem, gözlerinin içine kadar ulaşan bir gülümseme ile bana bakıyor ve gözleri çoktan dolu dolu olmuştu. Babam;  gözlerini kocaman açmış, elbisemi baştan aşağıya şöyle bir süzdü ve olumsuz bir cümle kurmaya hazırlanıyordu. Tam bu anda görüş alanıma üçüncü bir surat girdi. Tabi ki bu üçüncü surat, ikinci korumam Savaş'a aitti. Savaş, sadece surat ifadesi ile kalmayıp cümle kuran tek kişiydi ve onda da gerçekten çok zorlanmıştı. Savaş, "Bu el -elbisenin kalanı nerede?" dediğinde ona ölümcül bakışlarımdan birini attım ama söze babam karıştı. Babam, "Evet, Meleğim kıyafetinin devamını dikmeyi unuttular galiba" dediğinde önce şöyle bir kendime baktım ve sonrasında babama çevirdiğim mahcup bakışlarımla "Güzel olmamış mı? Yani yakışmamış mı?" diye sorduğumda babamın bakışları yumuşamış ve yanıma kadar gelip o huzurlu, güven veren kollarını bana dolamıştı. İnsanın içine eriten o şefkatli dolu sesi ile "Sorunda bu Meleğim. Çok yakışmış, çok güzel olmuşsun ve seni bu güzellikte, o velete teslim etmek zorundayım. Üstelik bunu hiç istemiyorum." dediğinde Babama onun bana sarıldığı gibi sarılarak, gülümsedim ve "Baba, ne alıp veremediğin var şu çocukla" diye sordum. Babam gayet net bir sesle "Sen!" dediğinde babamın bu karşılığına daha da şaşırarak, direk savunmaya geçtim. "Baba, Mert ile sadece çok iyi iki arkadaşız lütfen " dediğimde babam kaşlarını kaldırarak "şimdilik, ama bu o veledin aklının başına gelmeyeceği anlamına gelmiyor" dediğinde, derin bir nefes alarak, bunun için içimden dua ettim. Mert’in bir gün akıllanıp, beni fark etmesini diledim. Bu sarılışımın ardından,  Mert'i daha fazla bekletmemek adına gülümseyerek merdivenlere yöneldim... Merdivenlerden inerken Mert ile göz göze geldik ve bu kadar yakışıklı olasına içimden bin lanet okudum. Mert gözlerini gözlerimden bir an bile çekmezken, ben merdivenlerden yuvarlanmamak adına resmen içimden dua ediyordum. Sonunda merdivenler bitmiş ve yanına kadar gitmiştim. Mert halen daha hiç sesi çıkmıyor, sadece bana bakıyordu. Gözlerindeki bu hayran bakışlar, kalbimi ateşlerken bu büyü dolu sessizliği bozan "O bakışlarını düzelt velet, yoksa ben düzeltirim!" diyen babamın sesi oldu. Mert hemen gözlerini çekerken, başını aşağıya eğip sitemli bir şekilde "Tam 25 yıl oldu hiçbir değişme yok" diyerek mırıldandı. Ama yine babamın radarına takıldı. Babam, "44 Yılda olsa unutmaya niyetim yok velet! Bu gece istemesem de Meleğim sana emanet, saçının teline zarar gelmeyecek! " dediğinde Mert, "Kesinlikle Bora amca" karşılığını verdi. Babam talimatlarına devam ederek, "Bütün karşı cinsleri uzak tutuyorsun!" dedi ve sesi uyarıdan çok tehdit eder tondaydı. Buna karşılık Mert, "25 yıldır aslı görevim Bora amca" karşılığını verince Babam, elini Mert'in omzuna yerleştirip acıtacak şekilde sıkarak "Kendinden bile Mert!" diyerek hırladığında, bu duruma dayanamayarak, bu sefer ben "Baba yeter ama! " dedim cırlayarak. Bu arada benim halimi gören güzel annem, lafa karıştı ve "Bora, hayatım Azad et çocukları da geç kalmasınlar" dediğinde anneme minnetle gülümsedim. Mert büyük bir kibarlıkla kolunu bana uzatırken son bir kez daha babam ile göz göze geldi ve babam, “Söylediklerimi aklından çıkarma velet” diye tekrar tehdit ettiğinde ise Mert gülümseyerek, “Bal kabağına dönüşmeden cimcimeyi evine bırakacağım Bora amca ve kendimde dâhil tüm prenslerden koruyacağım. Söz veriyorum” dediğinde yüzümün düşmesine engel olmadım. Nasıl olduysa gözlerim, annemim hüzünlü bakışları ile buluştu. Annem sanki kalbimi okumuşçasına, hüzünlü bir gülümseme gönderdi bana. Oda biliyordu Mert’i sevdiğimi. Oda biliyordu ben sevsem de onun beni sevmeyeceğine. Bu hüzünlü bakışmanın ardından Mert, “Gidelim mi cimcime” diye sorduğunda derin bir nefes aldım ve “Gidelim Mert” karşılığını verdim ve evden çıkıp, Mert’in arabasına yöneldik... 1 saatlik araba yolculuğun ardından gecenin düzenlendiği mekâna gelmiştik. Her şey çok güzel görünüyordu. Okulun tüm kız öğrencilerin şık elbiselerin içinde, harika saçları ve makyajları ile ortalığa ışık saçıyorlardı. Tabi kendilerine eşlik eden kavalyelerinin samimiyeti de gözlerden kaçmıyordu. Eminim tamamı sevgilileri ile katılıyordu. Mert, arabadan çıkıp benim kapımı açtığında ona gülümseyerek, bana uzattığı eline titreyen elimi uzattım. Arabadan yere düşmemek adına içimden dua ederken Mert’in bakışlarına gülümseyerek karşılık veriyordum. Onun şu bakışları olmasa belki karşısında daha cesaretli olabilirdim. Ama lanet olsun ki bana her baktığında, ondan gözlerimi kaçırmak zorunda kalıyorum. Arabadan inip Mert'in koluna girdiğimde, tüm okulun kızları ve tüm sürtükleri öldürücü bakışlarını bize dikmişlerdi. Şu okulda, bu sürtüklerin arkadaş olmak için yırtındıkları tek kız bendim. Oda beni sevdiklerinden değil, tüm okul beni Mert'in kardeşi gibi görüyor olması ve Mert'e yakın olmak için bana oynuyor olmalarıydı. Peki, ben bu oyuna düşüyor muydum? Tabi ki hayır! Mert’in kolunda salona geçerken, aklıma gelen dans eder miyiz acaba düşüncesiyle yüzümün kızarmaya başladığını da hissettim. Ben bu düşünceler içerisinde dolanırken, şu dünyada duyup duyabileceğim en itici ses kulaklarımda yankılandı. "Mert" diye seslenen Aslı, tüm sinsiliği ile karşımızda duruyordu. Şu kızı 4 yıl boyunca hayallerimde kaç çeşit şekilde öldürdüğümün sayısını unuttum. Nedir bu kızdaki Mert takıntısı. Hayatımda bu kız kadar kendini ve karakterini ayaklar altında süründürmeyi seven bir kişi ile tanışmadım. Tamam, Mert için tüm okulun kızları yanıp tutuşuyor olabilirdi ama bu kız her yerde Mert fırsat verse üzerine atlayacakmış gibi yapışıyordu. Mert suratına bile bakmıyor olmasına rağmen Aslı utanacakmış gibi değildi. İçimden ‘lanet olasıca sürtük!!” diye bağırırken, dışımdan sadece baygın baygın bakmakla yetindim. Mert, Aslı’nın sesini duyduğu anda aldığı sıkıntılı nefes ile bu durumdan hiç memnun olmadığını belli etmişti ama yine de olanca soğukluğu ile "Merhaba Aslı " diyerek ona karşılık verdi. Sonrasında ise hızını hiç kesmeden, ben kolunda yanından geçerken "Hoşça kal Aslı ve gece boyunca da yanıma uğrama" dediğinde, Aslı'nın suratı filmlerdeki kötü kadınların bozulma sahnesini aratmamıştı. Bu duruma sırıtma ile karşılık veriyordum ama kahkaha atmamak resmen çaba sarf ediyordum. Bu halimi fark eden Mert, "Neyse ki kurtuluyorum bu manyaktan 4 yıl ya insan bir pes eder değil mi? " diye sitemli söylenmesine "İzin veren sendin" karşılığını verdim. Mert, gayet sitemli ve açıklayıcı bir ses tonunda "Sadece 1 kez çay ısmarladım Melek. Teklif yok, birliktelik yok, söz yok! Bu nasıl bir takıntıdır. Üstelik bir buluşmada ısmarladığım çay değil, hep beraberdik. Sende biliyorsun" dediğinde ona hak verdim. Bu kızın takıntılı aşkı boyut atlamıştı. Bu konuda Mert'in hiç ama hiç suçu yoktu. Tamamen Aslı’nın hastalıklı ruh haliydi. Aslı’yı ve onunla ilgili bu komik durumu ardımızda bırakıp, salonda boş olan bir masaya geçtik. Müzik eşliğinde herkes salona giriş yapıyordu. Gecenin başlamasına henüz vardı ve ben şimdiden heyecandan titremeye başlamıştım. Gecenin başlamasının ardından gözlerim yerinde oturamayan ateşli çiftlerin dans pistinde dans etmelerine takıldığında gülümsedim. Herkes gerçekten çok eğleniyordu. Herkesin bakışında mutluluk tadı vardı. Ben tatlı ve imrenen bakışlarımla pisti seyrederken, Mert'in elini kolumda, sesini kulağımın dibinde hissettim. Tüm bedenim onun nefesinin bedenime değmesi ile alev alırken Mert, kulağıma "Sence bir Melek ile dans etmek zor mudur?" diye fısıldadı. O an vücudumdaki tüm kanın yanaklarıma hücum ettiğine yemin bile edebilirdim. Kalbimin uçarcasına attığını hissedebiliyordum ve kaybolan sesimi zorda olsa bulup, "Denemeden bilemezsin" diye fısıldadım.  Mert, elini kolumda sürükleyerek avucumu avucuyla birleştirdi. Sonrasında karşıma geçti ve gözlerini gözlerimden ayırmadan "Deneyelim o zaman" diyerek, beni hafifçe kalkmam için çekti ve piste doğru götürdüğünde, ayaklarımın bana ihanet edip dolanmaması için içimden dualar ettim. Piste geldiğimizde Mert, avucunda bulunan elimi bırakmadan diğer elini de belime yerleştirdi ve beni göğsüne bastırırken, bende boşta kalan elimi omuzuna yerleştirdim ve müziğin ritmine kendimizi bıraktık.  Öyle çok romantik bir şarkı yoktu fonda. Göksel'den denize bıraktım kendimi şarkısı çalıyordu ve bizde ritimli bir şekilde dans ediyorduk. Mert'in bakışı tuhaf hissettiriyordu. Tutku dolu bakışlar ile gözlerimin içine farklı bakıyordu. Gözleri başka bir dilde beni sevdiğini söylüyordu ama ben defalarca böyle hissetmiştim ve sonrasında ciddi anlamda üzülmüştüm. Bu bakışların ardında sadece iki saniye sonra kanka muhabbeti geliyordu onun için içimden ‘Melek sakın kapılma’ diye geçirdim. Sonrasında ise ona uyum sağlayarak ritimli dansımıza devam ettim. Hiç bitmesini istemediğim büyülü 5 dakikalık dansımızı sonlandırdığımız da Mert'in eli belimden halen daha çekilmemişti ve gözleri gözlerimde fısıldadı dudakları, "Zor değilmiş ama " diye. Ben aynı Mert’in fısıltısında devam etmesini istercesine "Ama?" diye sordum ve Mert,  yarı tebessümle yüzünü yüzüme daha da çok yaklaştırarak tekrar "Büyüleyiciymiş" diye fısıldadı. İşte o an kalbim tekledi. İnsan nefes almaya bile zorlanır mı? Bedenimin düştüğü duygu çukurunda debelenmekten nefes dahi almayı unutmuştum. Lanet olsun bu beklediğim bir şey tepki değildi. Hem de hiç... Gece boyunca Mert ile sürekli dans etmiş, masamıza gelen arkadaşlarımızla eğlenceli vakit geçirmiştik. Gecenin ilerleyen zamanlarında, masamıza kadar gelip, Mert’in içine düşmemek için kendilerini frenlemeyen bir dizi sürtüğü kovmakla geçti. Tam karşı masamızdaki Aslı’nın keskin, kinci ve nefret yüklü bakışlarının verdiği rahatsızlıkta cabasıydı. Mert masada kendi bölümünden mezun olan bir arkadaşı ile koyu bir konuşmaya dalmışken bende lavaboya gitmek için masadan kalktım. Bu arada hemen gözleri gözlerimle buluşan Mert, “Nereye güzelim?” diye sorunca o güzelim kelimesinin benim için olup olmadığını idrak edebilmek için birkaç saniye duraksadım. İlk defa bana güzelim demişti. Cimcime, çingene veya Melek dediği çok olmuştu ama Güzelim ilkti. Onun için tekleyen kalbimin ritmini düzeltip, “Lavaboya” dedim ve bu kelimeyi söylerken, sesimin titremediğine ve kekelemediğime resmen içimden dua etmiştim. Mert, tamam anlamında başı ile onayladı ve bende hızla lavaboya doğru yürüdüm. Lavaboya girdim ve hızla musluğu açıp, ellerimi yıkadım. Bir kelimeye bin anlam yüklenir mi? Ben yükledim işte. Üstelik o bin anlamda yanmayı hatta kavrulmayı göze alarak. Lavabonun başında kendime gelmeye çabalarken, sert bir şekilde açılan kapı ile gözlerim lavabonun kapısına çevrildi. Kapıda gördüğüm kişi ile sıkıntılı bir nefes alsam da yeterli gelmemişti. Çünkü kapıda olan kişi tüm iğrençliği ile bakışlarıyla nefret kusan Aslı’ydı. Aslı bakışlarından farkı olmayan ses tonu ile “Merhaba Melek” dediğinde gözlerimi ondan ayırarak, aynaya baktım ve yıkadığım ellerimi kâğıt havlu alıp kurularken “Merhaba Aslı. Sanırım biz bu selamlaşma işini salona girerken geçmiştik.” Diye söylendiğimde Aslı yanıma kadar gelip, “Sizin Mert ile aranızda ne var?” sorusu karşısında afalladım ve bu afallamamı saniyelik bir zamanda toparlayarak, “Mert benim arkadaşım” karşılığını verince, Aslı’nın suratındaki iğrenç sırıtması ile karşılık aldım. Aslı, “Birbirinize bakışlarınız öyle demiyor ama” diye iğneli sorusuna sinirlenerek, “Karşındaki kişinin bakışlarından, senin için ne hissettiğini anlayabildiğini söyleme sakın bana” dedim ve Aslı anında “Evet, hissediyorum” karşılığını verince aynı onun gibi sırıtarak bir adım yaklaştım ve “Eğer Mert’in bakışlarını çözmüş olsaydın bu basitliğinin aslında seni ne kadar küçük düşürdüğünü anlar, Mert’i rahatsız etmekten vaz geçerdin. Ne yaparsan yap, Mert seninle yatmayacak.” Dedim ve onu geçip, kapıya doğru yürüdüm. Kapının kolunu kavradım ve sert bir şekilde kapıyı açtım. Tam çıkacağım anda Aslı’nın “Sen Mert’i çok iyi mi tanıyorsun sanki?” diye sordu. Bir an duraksadım. Ben Mert’i ne kadar tanıyordum. Bakışlarından ne hissettiğini anlar mıydım? Anlıyordum. Bu kızı hayatında istemiyordu. Mert’in Aslı gibi kızlara tahammülü yoktu. Mert’in bir bakışından, bir gülüşünden hatta tek bir kelimesinden ne söylemek istediğini anlıyordum. O benim tek arkadaşım, tek dostum ve tek sevdiğimdi. Bununda verdiği cesaretle, kapıyı yarım kapalı hale getirdim ve duraksadığım yerde Aslı’ya döndüm. Aslı İle göz göze geldiğimde ona küçümseyici bir bakış attım ve “Daha baba bile demeden Mert’in adını söylemişim. Mert’in bir an bile yanımdan ayrıldığını, bensiz bir şey yaptığı görülmemiştir. Her zaman birbirimizin yanındayız. Ve şundan emin olabilirsin. Mert ile birbirimizi o kadar iyi tanıyoruz ki tek bir bakıştan ne hissettiğimizi ve kimin ne yapması gerektiğini anlarız. Mesela Mert seni gördüğünde canı o kadar sıkılıyor ki ben her neredeysem benim yanıma geliyor, kolunu omzuma atıyor. Ve bunu yaptığında aldığı sıkıntılı nefesten ortalıkta senin olduğunu ve senin uzak durman için bunu yaptığını anlıyorum. Tek bir kelimeye bile gerek kalmıyor.” Dediğimde Aslı’nın surat ifadesi görülmeye değerdi. Konuyu ve konuşmayı daha uzatmadan, kapıyı açtım ve işte o anda ayaklarım yere çivilendi. Kapıda az önce söylediğim cümlelerin tam tersine, bakışından zerre anlamadığım bir Mert duruyordu. Mert, bakışına devam ederken, elini bana uzattı ve “Canını sıkan bir şey mi oldu güzelim?” diye sorduğunda Tereddütle arkamda bulunan Aslı’ya baktım Aslı nefret kusan bakışlarıyla yanıma kadar geldi ve Mert’e gayet itici olan bir ses tonuyla “Melek senin bir bakışından ne demek istediğini anlıyormuş. Ona göre davranıyormuş ve seni rahatsız ettiğimi söyledi. Bu konuda konuşuyorduk. Geldiğin iyi oldu. Melek’in söylediği gibi seni rahatsız mı ediyorum?” diye sorduğunda o kapıyı kapatıp, geriye dönüp bu sürtüğün saçını başını yolmak istedim. Tamda mahalle kızları gibi. Ben bu hain planları beynimde kurarken Mert, önce bir gülümsedi. Sonrasında bana uzattığı elini çekti ve kapının eşiğine kadar gelip, öldürücü sırıtmalarından birini suratına yerleştirdi. Bu sırıtmanın anlamını biliyordum. Tatillerde birçok kız ağzının payını almadan kısa bir süre önce bu sırıtma ile ödüllendirilirdi. Sonrasında darbeyi alır ve saatler kendilerine gelemezlerdi. Mert tamda tahmin ettiğim gibi yaptı. Aslı, Mert’in bu sırıtmasında kendini kaybetmişken Mert, “Yanlış söylemiş hatta yanlışta değil eksik. Senden rahatsız olmuyorum Aslı, sadece bu kadar basit olman, seni istemediğim halde yüzsüzlük etmen, seni defalarca bozmama, terslememe rağmen benimle konuşabilmenden tiksiniyorum.” Dediğinde gözlerim kocaman oldu. Şu anda Aslının yerinde olmaktansa ölmeyi tercih edebilirdim… O saniyeden sonra Mert benimle göz göze gelmiş ve bana “Bu güzel gecede bu kıza bu kadar zaman ayırman bile hata” diyerek elimi elinin içine alıp, beni salona geri götürdü. Tam bir rüya gibiydi. Gece boyunca, onun o sıcacık bakışları, gülümsemesi, sürekli bana sarılmış olan elinde resmen kaybolmuştum. Bu gece bir rüyaysa bile hiç uyanmamayı diliyordum. Gece saat 02.30 gösterirken, Mert ile eve dönüş yoluna girmiştik bile. Çok güzel geçen bir gecenin ardından, yanımdan hiç gitmemesini hatta bu gecenin hiç bitmemesini istiyordum. Ama çoktan evin kapısına kadar gelmiş, arabayı o kocaman girişe çekmiş ve arabadan inmiştik. Arabadan indiğimde, Mert’te arabadan inmiş ve yanıma kadar gelerek, “Mükemmel bir geceydi” dediğinde ona gülümseyerek, “Evet, harikaydı” karşılığını verdim. Mert, gülümsemesine devam ederek, “Aslı için teşekkürler. Gerçekten canını sıkmasına izin vermediğin içinde çok mutluyum” dediğinde İçimden bir ses sakın arkadaş modundan çıkma! Her zaman olan şey Melek, o seni arkadaşı, dostu olarak görüyor. Bu samimiyeti yanlış anlama! Diye çemkiriyordu ve bende bunu dilimde dökerek, “Hiç sorun olarak görmedim ben onu. Aynı Fethiye’de olduğu gibi işte, orada daha eğlenceli oluyordu ama” dediğimde Mert, kaşlarını çatarak, “Nasıl yani?” dediğinde yutkundum ve “Ya sevgili numarası yapıyorduk ya, senden uzak tutmak için. Hazırlıklıydım merak etme. Alıştırmasını defalarca yaptık” karşılığını verince Mert, bir an duraksadı, sonra boğazını temizledi ve net çıkan sesi ile “Tabi anladım” dediğinde sesinde saniyeler önceki sıcaklıktan eser bile yoktu. Daha çok kırgın, sıkılmış gibi çıkmıştı. Tam ona sorunun ne olacağını soracağım esnada açılan kapıdan babamın “Çocuklar?” diye seslenmesine içimden kahretsin diye söylenmekle yetindim. Mert babam ile göz göze gelip, “Emanetiniz Bora amca, kesinlikle tüm karşı cinsler uzak tutuldu. Hatta ben bile iyi geceler” deyip, hızla arabasına giderken babamın çatılan kaşları, olan biteni anlama çabaladığını işaret ediyordu. Mert’in arabası hızla evin kapısından çıkarken babam, “Sorun ne?” diye sordu. Gözlerim kapıdan ayrılmadan “Bilmiyorum.” Diyerek mırıldandım. Babamın Mert’in arkasından çatık kaşlarla bakmasını izlemeye devam etmeyerek içeriye girdim. Yavaş adımlarla merdivenleri çıktım ve odama girdim. Kıyafetimi çıkarmadan, yatağımın üzerine uzandım. Gözlerimi kapadım ve gecenin büyüsünden çıkmamak için sürüsüne anı beynimde tekrar tekrar canlandırdım

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
8.2K
bc

Kalbimin Derininde

read
10.6K
bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
17.7K
bc

Leyl Tutkusu

read
398.3K
bc

HÜKÜM

read
158.6K
bc

Ufaklık | Texting

read
2.5K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
10.5K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook