ÖZLEDİM CİMCİME

4470 Words
Gitmişti. Çok uzağa. O kadar uzağa gitmişti ki ben uyurken uyanıyor, ben uyanırken uyuyordu artık. O giderken durmuştu zaman, bir şey diyememiştim. Her ne kadar ‘gitmem gerekiyor’ dese de gitmek istemiş ve gitmişti. Bir günlüğüm vardı ya Artık o deftere yazacağım onunla beraber geçirdiğim günler bitmişti. Artık onsuzluğum başlamıştı. Yoktu günlerimde, gecelerimde çünkü gitmişti. Şimdi onsuzluğu yazacağım bir defter almıştım. Onun olmadığı her günü yazacağım, yeri geldiğinde isyan edeceğim, yeri geldiğinde ağlayacağım bir defter olacaktı. Hatta ilk sayfasına da bu günü yazdım. Sanki onunla konuşur gibi. Sanki karşımda beni dinliyormuş gibi. "Gittin, 'gitmem gerekiyor' dedin ve gittin. Ne için gerekliydi gidişin bilmiyorum, ama kalbim kalman için yalvarıyordu. Hem de haykırırcasına. Hiç mi görmedin gözlerimde kendini? Hiç mi hissetmedin kalbinde kalbimi? Ve kimi gördü gözlerin, kimi hissetti kalbin ki bizi ardında bırakmayı bir saniye bile düşünmedin. Umarım senin için iyi olanı tercih etmişsindir. Çünkü gidişin benim için soğuktu. Soğudu buralar Mert. Herkes yanarken, bu Yazdan kalma cehennem sıcaklarında ben şubat soğuğunda sensiz kalmış gibi donuyorum.” Artık bana, Mert ile konuşmak istediğim zaman bu defter yardımcı olacaktı. Sesini duymasam da olurdu artık. Gözlerine bakmasam, ona sarılmasam da olurdu. Dönmeyecekti gitmişti. Kabul etmem ve yoluma devam etmem gerekiyordu. Almam gereken bir yüksek lisans diplomam vardı. Babam, şirkette okuldan kalan zamanlarımda proje bölümünde çalışacağımı söylemişti. Bu yoğunlukta aklım fazlasıyla dolu olacaktı. Zamanla Mert, aklımdan da kalbimden de çıkacaktı. 1 ay sonra Mert’in gidişinden buna yaklaşık bir ay geçmişti. Her geçen gün alıştığımı sansam da birçok aramasını açmamak adına resmen kendimle savaşmıştım. Bu durum gerçekten çok ama çok zor bir durumdu. Onun adını telefonumun akranında görüp de açamamak, hayatta karşılaşabileceğim en büyük işkenceydi. Gittiğinden beri birçok kes aramış, defalarca mesaj yazmıştı. Ama ben hiçbir aramasını açmamış, hiçbir mesajına cevap vermemiştim. Bu gün her günden daha erken kalkmıştım. İçimde her ne kadar burukluk olsa da, bu gün, yüksek lisans için ilk günümdü. Sakince hazırlanmış ve sıkılgan bir hava ile odamdan çıkmıştım. Tüm ailem kahvaltı için beni bekliyordu. Salonun kapısında görünmem ile annem "Meleğim" diye o mükemmel sesi ile seslendi. Ben gülümseyerek "Günaydın" dedim. Ve gözlerim Babam ve Savaş Bulduğunda ikisi de aynı anda aynı anda "Günaydın" demişti ve Çatık kaşlarla birbirlerine bakmışlardı. Babam ve Savaş, birbirlerini çok ama çok sevseler de didişmeden edemiyorlardı. Bu mutlu ailem ile çok güzel bir kahvaltı yapmıştım. Kahvaltı bitiminde babam, "Ders programına göre iş saatlerini ayarlamamız gerekiyor Meleğim. Proje departmanından Kaan beyi uyardım. Geldiğinde ilgilenecek ve en uygun programı hazırlayacaksınız." dediğinde ofladım. Bu kadar yoğun çalışmak her ne kadar yararımaydı ama ben bir Bora Yılmaz değildim. Adam resmen işkolikti. Babam gülümseyerek, "Oflamak yok Meleğim. Annen gibi başarılı olmak istiyorsan biraz yorulacaksın" dediğinde gülümseyerek anneme baktım. Annem, babama aşkla baktığı bakışlarını bir kaç saniye attıktan sonra bana döndü ve "Hem de ne yorulma Meleğim. Sen şanslısın aslında baban ile bire bir çalışmıyorsun" dediğinde babam sırıtarak, "Senin de pek şikâyet ettiğini görmemiştim bebeğim. Beraber çok güzel sunumlar hazırlıyorduk" karşılığını verince annem, babama daha anlamlı bir bakış attıktan sonra babamdan da aynı karşılığı almasıyla tekrar o gülen gözleri beni buldu. "Hiç kolay günler değildi Meleğim" dedi ve babama yan bir bakış daha atarak "Bu sözleşmeler olmamış Azra Hanım, bunlar eksik Azra Hanım, bu metinleri tekrar yazın Azra Hanım " diye babamı taklit eden ses tonunda konuştuğunda, Savaş, ben ve babam kahkahalara boğulmuştuk. Gerçekten çok imreniyordum babam ile annemin aşkına. Onca zaman, onca zorluğun ardından azalmak bir yana dursun, her gün kat kat daha artıyordu. Bunu gözlerinde hissedebiliyorum. Ben, her zaman Mert'i babama benzetmiştim. Aynı babamın, annemi sevdiği gibi bir aşk ile beni sevebileceğini hayal etmiştim.  Ama bunda fazlasıyla yanılmıştım. Bir başkasının hayalini süsleyen prens olmak için gitmişti. Bu acı verici düşünceden hızla kurtuldum ve masadan kalktık. Okuluma beni bırakması için her zaman ki gibi Zafer abinin yanına gittim. Zafer abi beni bir saati bulmayan araba yolculuğunun ardından yalnız bir şekilde kocaman okul kapısına bakıyordum. İçime dolan o hüzünle bir nefes aldım. Bu gün burada olman gerekiyordu Mert diye geçirdim içimden ve gözlerime dolan gözyaşlarımı hızla geriye gönderdim. Eğer gittiyse gitmiştir Melek. Ağlamak yok diye kendimi cesaretlendirdim. Hem tek başıma değildim. Savaş ve Rüya ile aynı okuldaydım.   Savaş ile aynı üniversite olmamıza rağmen o benden ayrı gelecekti. Çünkü Rüya'yı almaya gidiyordu. Çağlar amcam, babam kadar olmasa da Rüya'yı Savaş'tan korumaya çalışıyordu. Bazen düşünüyorum da bütün babalar aynı mı? Gerçi Kerem amcamın kızı İpek, hepimizden daha beter bir durumdaydı. İpek kim mi? İpek, Kerem amcam ile Hande teyzemin kızı. 20 yaşında olmasına rağmen, çok güzel ve alımlı bir kızdı. Amerika’da yaşadıkları için Kerem amcam daha sıkı davranıyordu. Kendi tabiri ile "Elin gavurlarına kız kaptıramam" derdi hep. Bu düşüncelerin aklıma nereden geldiğini anlamayarak kendime geldiğimde, omzuma aldığım darbe ile yere yığılmam bir oldu. Ortalığa saçılan defterim ve yerde sızlanan bir ben. Kolum acıyordu. Bunun verdiği öfke ile "Kahretsin dikkat edemez misin?" diye söylenerek tepemde duran deve gözlerimi diktim. Lanet olsun! bu kadar yakışıklı olan bir dev gözlere zarardı. Bunun şu anda burada değil podyumda ya da katalog çekimlerinde falan olması gerekiyordu. Ben bu salak bakışlarımı çocuğa dikmişken, o eğildi, yere saçılmış olan defterimi ve çantamı alıp, elini bana uzattı ve "Üzgünüm fark edemedim" Karşılığını verdi. Uzattığı elline küçücük elimi bıraktığımda elimi kavradı ve beni çektiğinde aynı hızla ayağa kalkmıştım. Göz göze geldiğimizde o kahverengi gözlerine baka kaldım. Çok uzun boyu ve dehşet kaslı bir yapısı vardı. Keskin, sert yüz hatları vardı. Aynı sertlikte de bakışları. Bu bakışmayı yine "Bir yerine bir şey oldu mu?" diyerek karşımdaki dev bozdu. Ben konuşma yetimi kaybetmiş gibi olumsuz anlamda başımı salladım ve bir an aptal gibi göründüğümü fark ederek, "Yok, bir şeyim " dedim. Dev elini tekrar bana uzatarak "Doruk " dediğinde aynı şekilde bende elimi uzattım. Ellinde kaybolan elim ile elini sıktım ve "Melek" dedim. Gözlerime daha yumuşak bir bakış atarak sırıttı ve "Adının anlamını taşıyor musun?" diye sorduğunda gülümsedim. İtici bir tip değildi. Dehşet yakışıklı olsa da benim gözüme sempatik görünmüştü. Sorduğu soruya "Bilmiyorum " diyerek cevap verdiğimde Doruk, "Yeni misin? İlk senen mi? " diye sordu. Kesin 1. Sınıf falan sanmıştı. Bu kadar küçük gösteriyor olmama lanet okudum ve  "Yüksek lisans 1. sınıf" dediğimde Doruk'un kaşları Havaya kalktı ve tamamen hayret yüklü bir ses tonuyla "Yok artık! o kadar büyük müsün sen?" sorduğunda kaşlarımı çattım ve "Ne küçük mü gösteriyorum? Onu mu demeye çalışıyorsun sen?" diye sert bir şekilde sordum. Pardon cırladım desek daha doğru olur. Doruk yüzünü ekşiterek "Adın Melek ama senin şu anda bir cadıdan farkın yok" karşılığını verdi ve arkasını dönüp yürümeye başlamıştı. Bu durum karşısında ağzım açık kaldırmıştı. Yok, artık bu dev biraz önce bana cadı mı demişti? Birde benim lafımı beklemeden arkasını dönüp yürümeye başlamıştı. Hemen kendimi toplayarak arkasından bağırdım, "Cadı falan değilim ben bay dev bozuntusu " diye. Benim bu bağırışım ile Doruk olduğu yerde durmuş ve yavaşça bana dönmüştü. O kahverengi gözlerini bana dikerken, dudaklarına keyifli bir gülüş yerleştirmişti. Ve olanca tatlı çıkarmaya çalıştığı sesi ile "Tamam, tatlı cadı diyelim" dediğinde ona baka kaldım. Sonra hızla kendimi toparladım ve hızlı adımlar ile yanından geçerken, gözlerine baktım. Şu durumdan bir hayli zevk aldığı her halinden belli oluyordu ve yine kaşlarım çatık, sert çıkarmaya çalıştığım sesim ile "Cadı değilim, tatlı cadı da değilim" dedim ve arkamı dönüp hızla gidecekken "Huysuz cadı da diyebiliriz " dediğinde ne kadar karşılık versem bir o kadar tepki olsun diye bir şey söyleyecekti. Onun için derin bir nefes alıp, ona hiç karşılık vermeden hızla yürümeye devam ettim... Bölümün kapısına geldiğimde kocaman olan sınıfa baktım. Sınıfta çok fazla kişi yoktu. Sınıfa girip, boş sıralardan birine yerleştim ve elimdeki telefona baktım. Saat 9.45’di ve Mert, normal şartlarda şu anda uyuyor olmalıydı. Bir anda aklıma gelen Mert ve uyuduğunu hayal ettiğim bir kızın hayali ile donup kaldım. Birkaç saniye duraksadım ve tam düşüncelerimde kayboluyordum ki sıranın üzerine bırakılan bir kitabın gürültüsüne yerimde sıçradım. Gözlerimi yanımda hissettiğim kişiye diktiğimde ise kısa bir şaşırmadan yaşadığım şokla birkaç saniye baka kaldım. Sonra kendimi hızla toparlayarak kaçlarımı çattım ve baka bildiğim en sert bakışımla bakmaya devam ettim. Bu bakışmayı bölen ise birkaç dakika önce okul kapısında beni sinir eden devin sesi oldu. "Bak sen şu işe huysuz cadı ile aynı bölümde üstelik yüksek lisans ha" diye söylendiğinde derin bir nefes aldım. Bu dev bozuntusunun cevabını alması ve beni rahat bırakması gerekiyordu artık. Onun için sert bir ses tonunda "Cadı değilim ben! " diye dişlerimin arasından hırladım. Bu tepki Doruk’un sadece gülümseyerek yanıma oturmasını sağlamıştı. Kolunu sıraya dayadı ve başını eline yaslayarak, gözlerime bir kaç saniye gülümseyerek baktıktan sonra "Ben sana hep cadı diyeceğim, ama önündeki takıyı sen seç " dediğinde suratına şaşkınca, "Ne takısı? " diye sordum. Doruk, "Tatlı cadı, huysuz cadı, bücür cadı" karşılığını verince, sıkıntılı bir nefes verdim ve ona hiç cevap vermeden önüme döndüm. Kendini ne zannediyordu ki? Onunla uğraşmazsam elbette sıkılacaktı ve bu duruma bir son verecekti. Ama o bunun tam tersini sergileyerek,  yüzünü kulağımın dibine kadar yaklaştırdı. Sonra fısıltı gibi çıkan sesi eşliğinde, " Ama en çok yakışanı tatlı cadı bence " dediğinde hızla başımı geri çektim ve Doruk ile göz göze geldim. O kahverengi gözlere sadece baka kaldım. Bir bakış, bir göz rengi bu kadar güzel olabilir mi? Ah bu gözler nasıl güzel bakıyordu. Sert ama şefkatli, sıcak ama huzurlu, muhteşem bakışları vardı. Ben o muhteşemlikte kaybolurken, o anda gözümün önüne gelen Mert'in gözleri, bana gülerek bakışı gözlerimin dolmasına neden olmuştu. Doruk’tan hemen bakışlarımı kaçırdım. ‘Lanet olsun ağlayamazdım. Kız çocukları gibi sulu gözlülük yapamazdım.’ diye içimden kendimi azarlarken, bir el görüş alanıma girdi. Çeneme değen parmaklar ile başım istemsizce ona doğru dönerken, gözümden bir damla süzüldü. Doruk ile göz göze geldiğimiz de bakışlarında, hüzün gördüm. Hüzün ve acı. Ta içinden, derinlerden gelen bir acı ve parmağı ile gözyaşımı silerken dudakları mırıldandı. " Bu güzel gözlerin kıymetini hangi salak bilemedi " diye ve ben donmuş bir vaziyette onun gözlerine baktım. Sadece tek bir damla gözyaşımdan bunu nasıl anlamıştı ki? Kahretsin! Daha yeni tanıştığım biri ile şu anda bu kadar yakınlaşmak fazla diyerek çenemi parmaklarından kurtarıp, "Seni ilgilendirmiyor. Ve ona salak deme!" diyerek önüme döndüm. O anda ikimizin de konuşmasına son veren sınıfa giren hoca olmuştu. Tanışma faslı atlanıp, direk derse giriş yapıldı. Yorucu bir blok ders geçirmiş ve hoca  "Ders bitmiştir" dedi ve ben içimi dolduran sıkıntılı, bıkmış nefesimi sesli bir şekilde ciğerlerimden saldığımda yanımdaki Doruk, "Cidden müfredatta bu kadar sıkıcı bir ders olmak zorunda mı? " dediğinde eşyalarımı toparlamış ayağa kalkmıştım. Sırıtarak ve alaycı bir ses tonunda "Yoklama zorunlu değil gelmeye bilirsin." Karşılığını verdiğimde oda benim gibi gülümsedi ve dışarıda bulunan kantine doğru yürüdüğümden arkamdan homurdanıyordu, "Tatlı cadı olduğun yetmezmiş gibi hazır cevapsın da " dediğinde duraksadım ama ona dönmeden "Daha ne kadar benim ile uğraşacaksın? " diye sordum. Daha onun karşılığını beklemeden karşımdaki kavga ile duraksadım. Gözlerim biricik kardeşim savaşı buldu. Yine bu kertenkele cenk ile uğraşıyordu. Yine onun korkaklığı yüzünde birçok kişi ile kavga ediyordu. Ve yine tek başınaydı. Savaş’ın yüzünü taradım da dudağı patlamış ve halen daha üç kişi ile baş etmeye çalışıyordu. Bu görüntü ile birden çığlık atar gibi "Savaş!" diye bağırdım. Aynı hızla da hızla koşmaya. Sadece iki saniyelik koşmanın ardında tam kavganın içine dalıp, kardeşimi almayı planlıyordum ki belimden tutulup çekildiğimi hissetmem ile ayaklarımın yerden kesilmesi bir oldu. Biraz geride yere bırakıldığımda Doruk ile göz göze geldim ve Doruk, "Ben hallederim " dediği gibi kavgaya girdi. Doruk bir kişiyi Savaş’ın ardından hızla çekerken duyduğum " Lan 1 kişiye, 3 kişi pek adil değil gibi " diye alaylı cümle ile onlara odaklandım. Doruk tek bir yumrukta karşısındakini yere sererken, anında Savaş'ın arkasından Savaşa vurmak isteyen birini tuttuğu gibi geriye savurdu ve Savaş ile göz göze geldiğinde " Kavgada arkanı unutma ufaklık, en büyük kalleşlikler arkadan gelir " dediğinde kavga çoktan bitmişti ve 10 adım kadar uzaktan olanları izleyen başka birine gitti gözlerim. Lanet olasıca kertenkele Cenk oradaydı. Bu çocuğun ta çocukluktan beridir Rüya diye bir derdi vardı Savaş ile ve bu derdin hiçbir zaman bitmeyeceğinin de sinyalini veriyordu. Tek şerefsizliği hiçbir zaman kavgaya teke tek girmiyor, hep bu yandaşlarını kullanıyordu. Ben bu kinli düşüncelerim ile boğuşurken, Savaş'ın sesi yükseldi "Kertenkele!" diye ve ona doğru bir hamle yaptığında, Doruk tarafından durduruldu. Doruk gayet net bir ses ile "Dur bakalım ufaklık, burası pek uygun değil! işlem başlatırlarsa okuldan olursun, sorun ne ise başka yerde halledersiniz " dedi ve gözleri kertenkeleye devrilerek devam etti konuşmasına "Tabi birileri kavgayı kendi yumrukları ile yapabileceğine inanır, karşına tek başına çıkabilecek cesareti bulduğunda " dediğinde kertenkele hızla yanımızdan gitmişti. Rüya, Savaşın dudağına elini sürterek gözyaşlarına boğulduğunda Savaş, ona sıkıca sarılarak "Yok, bir şey merak etme" dedi. Bu arada ben hemen yanına gittiğimde, hızla Savaş’a sarılarak, “Minik fare, bu korkumun bedelini ödeteceğim sana” dedim ve yüzünü ellerimin içine alarak, “Aman Allah’ım şu haline bir bak! Annemi kalpten götüreceksin” dedim. O esnada Doruk ile göz göze geldim ve gülümseyerek, "Çok teşekkür ederim devliğin işe yaradı bak" dediğimde oda bana gülümseyerek "Ukala cadıyı da ekleyelim biz bu listeye" karşılığını verince Savaş, kaşları çatık bir vaziyette bir bana bir Doruk'a bakıp "Siz tanışıyor musunuz? " diye sordu. Doruk "Bölümden arkadaşıyım, sen nesi oluyorsun ufaklık diye sormayacağım çünkü bir minik fare olduğunu ve bu cadının yakını olduğunu anlamış bulunuyorum" dediğinde Savaş gayet net ve bir o kadar da sert sesle " Ne ara arkadaşı oldun birader ablamın? " diye sordu. Doruk hayret ile kaşlarını kaldırırken "Ablan mı? Siz kardeş misiniz?" diye sordu ve Savaş, " Evet, kardeşiyim ve teşekkür ederim yardımın için " dediğinde benim koluma girmiş, çoktan beni yürütmeye bile başlamıştı. Sonra yürürken bağırdı " Ablamı paylaşmayı sevmem! Arkadaş bile olsanız. Onun için uzak dur!" diye bu duyduğum ile şaşkınlıkla "Oha Savaş!" diye haykırdım. Savaş, duraksayıp gözlerime baktı ve "Ne!" diye sorduğunda ben, "Sana yardım etti. Böyle mi teşekkür ediyorsun?" diye sorduğumda Savaş "Arkadaşın olmak istemesi durumundan başkası ile ilgilenmiyorum abla. Bence seni gözümün önünden ayırmamam lazım" dediğinde sinirle gözlerine baktım. Etkilendi mi? Ah  tabi ki hayır..... Sonraki zamanda okul bir hızla bitmiş ve çıkışta şirkete geçmiştim. Kaan Bey’i bulmuş, bana verdiği küçük ama benim için gerçekten büyük olan işleri kavramaya çalışıyordum. Gerçekten zor geçen bir zaman diliminde yorulmuştum. Eve geldiğimizde hızla yemek yemiş, salonda günün genel konuşması yapılıyordu. Kısacası Savaş yüzünün hesabını anneme veriyordu. Bizde babam ile izliyorduk. Çünkü annem babamdan daha sert bir hesap sorma stiline sahipti. Tabi ki buna inanmadınız çünkü annem şu anda Savaş'a sarılmış,  "Minik farem" diye söylenerek ona en büyük acıyı yaşatıyordu. Ben ise babamın omuzuna dayadığım başımı iyice göğsüne kaydırdığımda, babamın elini sırtımda ve dudaklarını da başımın üstünde hissetmem ile içim huzurla dolmuş bir şekilde koltukta oturuyordum. Babam,  "Meleğimi çok mu yordular bu gün bakalım" dediğinde hiç sesimi çıkarmadan sadece başımı salladım ve ona daha çok sarıldığımda babamda bana sımsıkı sarıldı. Bir kaç saat salonda muhabbet ettikten sonra  "İyi geceler" diyerek odama çıktım. Odada üzerimi değiştirip, geceliğimi giydiğimde komodinin üzerinde duran günlüğüm dikkatimi çekti. Bir kaç gündür konuşmuyordum onunla ve bu gün yaşananlardan dolayı ona gerçekten çok kızgındım. Onun için defteri elime aldım ve boş bir sayfa açarak sitemli sözlerime başladım.  "Bu gün sana çok kızdım Mert. Senin burada bizim yanımızda olman gerekiyordu. Bu gün senin Savaşı o kertenkeleden kurtarman gerekiyordu. Bu gün senin benim yanıma gelen Doruk'a kafa tutman ve benden uzaklaştırman gerekiyordu. Ama yoktun. Hiçbir zaman da olmayacaksın artık." diye yazıp kapadım defterin kapağını.  Gözümden süzülen bir damla yaşı elimin tersi ile sildim ve tam yatacaktım ki telefonuma gelen bir mesaj ile duraksadım. Bu saatte kim mesaj atar ki diye düşünceler içinde elime aldığım telefonun ekranına baktığımda, gözlerim tekrar yaşlarla dolmaya başladı. Gönderen 'Mepp' yazıyordu. Birçok mesaj göndermişti gittiğinden beri. Hiçbirini açmamıştım. Ama bu sefer titreyen ellerime engel olamadım ve açtım mesajı ve hıçkırıklara boğulma mı sağlayan tek cümle ile karşı karşıya kaldım.  "Bana çemkirmeni bile özledim Cimcime" diye yazmıştı. Lanet olsun onu görmeyeli tam 2 ay olmuştu. İki aydır sesini duymuyordum, yüzünü görmüyordum, bende onu özlemiştim. Hem de çok. Burada olmasını istiyordum. Yanımda olmasını. Ona sarılamasam da onunla beraber gülmek istiyordum. Ben bu düşünceler ile daha da hıçkırıklara boğulurken, telefonumda ikinci bir mesaj sesi daha duyuldu. Mert'in olma ihtimaline karşı hızla mesajı açtığımda  "Dev" diye kayıtlı bir numaradan geldiğini gördüm. Şaşkın bakışlar ile mesajı okudum. "İyi geceler tatlı cadı" cümlesi ile gözlerim daha da kocaman oldu. Bu herifte benim telefonun numaramın ne işi vardı? Hepsini de geçtim, benim telefonuma nasıl kayıt olmuştu. HİSSETTİĞİNİ GÖSTER   Okula bu gün erken gelmiştim ve çok güzel bir manzarası olan kampüs bahçesinde oturmuş, ders saatini bekliyordum. Aklımda Mert vardı. Mesajına tabi ki cevap vermemiştim. Beni özlemiş,' özleyecektin madem neden gittin öküz '... diye içimden geçirirken derin bir nefes aldım. Aslında bende onu çok özlemiştim. Ama bana ihanet etmiş, beni yalnız bırakıp gitmişti. Bunun için onu asla ve asla affetmeyecektim. Ben bu düşünceler ile gözlerime yine yaşlarımı doldurdum ki yine zamansız gelen Doruk pat diye yanıma oturdu ve  "Gözü yaşlı bir cadı" dedi. Doruk ile o mesajından sonra ilk defa karşılaşıyorduk ve ben bunun hesabını bu deve soracaktım. "Bırak gözümdeki yaşı. Sen benim telefon numaramı nereden buldun ve ne ara benim telefonuma kendi numaranı kaydettin?" diye sorduğumda Doruk kahkaha atarak,  "Dersi dinlerken transa geçişin çok işe yarıyor" dedi. Bu söylediğinin ardından daha da çok güldüğünde, her ne kadar sinirlensem de onun bu keyifli gülüşüne bende gülümsedim. Doruk bir an duraksayıp bana baktığında, gözlerindeki anlamı çözemedim. Doruk daha ciddi çıkan sesi ile konuşmaya başladı, "Yanlış anlama rahatsız etmek istemedim " dediğinde bende  "Rahatsız etmedin. Sadece zamanlama çok kötüydü" dediğimde kaşlarını çatıp  "Neydi dur Minik fareye mi yakalandık yoksa?" diye sorduğunda kahkaha attım. Doruk bu halime sadece gülümseyerek karşılık verdi. Sonrasında  "Gülmenin bu kadar yakıştığı bu gözler, neden hep yalnız kaldığında ağlıyor anlam veremiyorum" diye sorduğunda duraksadım. Yüzümü hüzünle eğdiğimde Doruk, parmaklarını kullanarak yine çenemden tutup kaldırdı. Gözlerim onun soru soran bakışlarıyla buluşunca sessiz bir şekilde fısıldadı.  "Anlatmak ister misin? Belli ki kimseye anlatmamış ve bunu içinde biriktirmiş dolmuşsun " dediğinde gözlerim tekrar doldu. Doruk bu sefer  "Hadi dinliyorum. Bak ben çok sıkı sır saklarım ve çokta iyi akıl veririm. Aklım bir bana yetmez ama herkese yetiyor" dediğinde gülümsedim. Elimin tersi ile gözyaşımı sildim ve ne kadar doğru olduğuna inanmasam da içimden bir ses dök içini diyerek, tüm içimdeki biriktirdiğim hüznü dile getirmemi sağladı. Tekrar gözyaşları içinde,  "Ben birini sevdim. Hem de çok. Böyle bir sene iki sene değil, ta bebeklikten ve onun da her zaman beni sevdiğini düşündüm. Ama sevmemiş " dediğimde Doruk suratıma hüzünle bakarak,  "Biliyor mu?" diye sordu. Bilmiyordu. Hatta hissetmiyordu bile onun için olumsuz anlamda başımı sallayarak, yutkundum ve hıçkırığımı engellemeye çalışarak konuşmaya başladım.  "Bilmiyor, hiçte bilmedi. Anlamadı gitti. Çok uzağa gitti" dediğimde Doruk kaşlarını çatarak,  "Nereye? " diye sordu. Bende hala ağlayan bir ses tonunda,  "Beraber başvurmuştuk buraya. O, hukuka ben mimarlığa. Ama o iptal edip Amerika’da başka bir üniversiteye başvurdu. Ve gitti. Benim başvurusunun kabul olduğu gün haberim oldu." dediğimde gözlerim daha da yaşa boğuldu. Böyle bir kız çocuğu gibi ağlamak her ne kadar sinirimi bozsa da, engel olamıyor kendimi durduramıyordum. Hıçkırıklar arasında devam ettim konuşmama  "O benim arkadaşımdı. Dostumdu. Bunun için bile gidemezdi. O bana kıyamaz, beni ardında bırakamazdı. Ama  'Gitmem gerekiyor anla Melek' dedi ve gitti. Şimdi ise mesajlar çekiyor, senin mesaj attığın günde o mesaj atmıştı" dediğimde artık devam edememiştim. Daha fazlasını ne sesim ne içim kaldırmıyordu. Bebek gibi hıçkıra hıçkıra ağlamama saniyeler vardı. O esnada Doruk,  "Belki onu öyle gördüğün için gitmiştir " dediğinde duraksadım. Söylediği ile ona baka kaldım. Gözlerim duyduğum şeyin imkansızlığı ile kocaman olmuştu. Doruk, bu halime gülümseyerek, "Yani anladığım kadarıyla sen, ona onu sevdiğini hiç belli etmemişsin. Hep dostun, arkadaşın olarak gördüğünü hissettirmişsin ya " dediğinde duraksadı ve afallama mı sağlayan bir cümleyi daha kurdu "Ya oda seni seviyor ve bu durumu aşamadığı için kaçıp gittiyse" dediğinde bir anda kulaklarımda  "Gitmem gerekiyor anla lütfen Melek" cümlesi tekrar tekrar yankılanmaya başlamıştı. Mert’in sesi arasında cılız bir ses gibi gelen Doruk’un sesi "Ya ona elini uzatmadığın için gittiyse " diye söylediğinde gözlerim daha da yaşardı. Doğru olabilir miydi ki? Yani beni sevdiği için benden kaçmış olabilir miydi? Diye aklımdan geçirirken içimdeki masum kız  "Kalıp savaşması, dile getirmesi gerekiyordu. Kaçması değil! " diye haykırdığında bunu dile de getirdim.  "Bırakıp giden oydu" diyerek, Doruk'a baktığımda Doruk kaşlarını çattı ve  "Bak sana bir hikâye anlatayım da dinle" dedi ve bana döndük olan bedenini manzaraya doğru çevirdi. Sonra hüzün dolan sesi ile konuşmasına başladı. "Ben Artvin’liyim. Karadeniz'in en uç köşesi. Bizim oralarda aşka savdaluk derler, öyle aşık olmazsın karşındakine sevdalanırsın. O zamanlar liseye gidiyordum. Bizim bir komşu kızı vardı. Adı Beril’di. Çocukluktan beri arkadaşımdı ya da ben öyle sanıyordum. Öyle çok seviyordum ki onu anlatamam. Bakışı, gülüşü içimi titretiyordu. Lise bitti açılamadım. Öyle köy yerinde tutup kolundan götüremezsin ya kızın adı çıkar, ya da babası çeker vurur. Kapı komşun, annesi Doruk abin deyip duruyordu. Bende dedim ki oda öyle düşünüyor. Yani arkadaş, dost gibi ama öyle değilmiş. Oda beni seviyormuş, hem de canına kıyabilecek kadar " dediğinde yutkundum ve titreyen sesimle "Öldü mü?" diye sorduğumda Doruk, kafasını onaylar bir şekilde sallayarak konuşmasına devam etti. "Üniversitenin 2. Senesiydi. Annem, köye çağırdı beni ' gel' dedi cenazemiz var. Korktum. Aileden biri mi? diye sordum, 'sen ilk uçakla gel oğlum' dediğinde bileti aldım. İlk uçakla köye gittim. Bahçe kapılarımız birdi içeriye girdimde Neriman teyzenin çığlıkları geldi kulağıma,  'Gitti Beril'im' diye o an yıkıldım. Hem de ne yıkılma, beni görür görmez sarıldı boynuma annesi  "Doruk evladım gitti, Beril'im" diye sadece kapının önündeki tabuta baka kaldım. Fısıldadım sonra  "Neden?" diye ablası duydu ve bana sarıldı. Sonrada elime bir defter tutuşturdu. Cenazeden sonra bir tepem var benim, oraya gittim. Satır satır okudum her bir sayfasını ve lanet okudum kendime. Oda seviyormuş, hem de deli gibi. Hep beni bekliyormuş, üniversiteye devam etmemişti ama her döneceğim günü iple çekiyormuş. Sonra annem evlerinde bir konuşma da  "Bizim Doruk'un da İstanbul da bir sevgilisi var galiba okul bitince oğlumu da evlendiririm" demesine Beril dayanamamış. Son sayfasında da yazmış,  "Dayanamam başkasının olmana. Seni seviyorum" diye ve gitti" dediğinde gözlerimin artık yaşlardan görmediğini fark ettim. Allah'ım bu nasıl bir acı, bir insan böyle bir acıyı nasıl taşıyabilir ki? Elimi istemsizce omuzuna koydum ve Doruk bana baktığında, onun da gözlerinin dolduğunu fark ettim. Bu anda tutamadım kendimi ve bir anda boynuna sarıldım. Bu hareketime anında bana sıkıca sarılarak karşılık veren Doruk kulağıma, "Her ne hissediyorsan söyle ona. Söyle ki bilsin. Arkadaşım, dostum diye korkma! Sarıl ona " diye fısıldadığında daha da hıçkırdım kollarında. Her ne kadar uyuz bir dev olsa da, kalbi kocaman bir devdi. O an hissetmiştim Doruk’un kalbini. O arkadaşımdı benim. İlk ve tek arkadaşım. Hatta dostum. .............................. 1 saatlik dertleşmenin ardından, Doruk’un yanından ayrılmış ve hızla şirkete gelmiştim. Bu günkü duygusallık fazla gelmişti. Kendimi çok fazla yorgun hissediyordum. Üstelik nefes almakta da güçlük çekiyordum. Asansörden çıktığım anda karşılaştığım babam ile Gülümsedim ama düzensiz nefes alışım, beni gerçekten terletmeye başlamıştı. Babam bendeki durumu fark ettiğinde Gözlerimin karardığını hissettim. Babam bir görünüyor bir kayboluyordu. Bir anda kelen karanlık tüm etrafımı sararken, uğultulu seslerin hepsi sessizliğe gömüldü. ……… Ne kadar zamanın geçtiğini bilmiyordum ama gözlerimi açtığımda bir hastane odasında olduğumu anlamam uzun sürmedi. Hızla yerimden kalkmaya çalıştığım anda içeriye giren babam “Şiiit Meleğim kıpırdamıyorsun” dediğinde Babama gülümseyerek, “Ne oldu?” diye sordum. Babam bana gülümseyerek, “Biraz fazla yorulmuşsun. Dinlenmen gerekiyormuş” dediğinde gözlerim babamın gözlerini taradı. Öyle sevgiyle, öyle derin bakıyordu ki tarif edilemezdi. Bu günkü duygusallığın fazla olduğunu şu anki halimden de anlamış oldum.  4 ay sonra  O duygusal günün ardından 4 ay geçmişti. Doruk ile çok iyi iki arkadaş olmuştuk. Birbirimize her anlamda destek oluyorduk. Benim şirketteki yoğun iş tempoma Doruk’u da dâhil etmiştim. Doruk'ta artık Babamın şirketinde staja başlamıştı. Babam başlarda tereddütle yaklaşsa da Doruk'un, gerçekten arkadaşım olduğunu anlaması ile onu sevmiş, hatta ciddi projelerde bizi birlikte çalıştırıp, kendimizi geliştirmekte ciddi anlamda yardımcı oluyordu. Savaş'ında kanı ısınmıştı artık Doruk'a hatta beraber kertenkele Cenk'e karşı cephe bile tutuyorlardı. Doruk, her defasında beni gaza getirmeye çalışıyordu. Mert ile konuşmam için, onula aramda olan bir yanlış anlaşılma olduğuna inanıyordu. O her ne derse desin ben halen Mert’e kırgındım. Tamam, gerçek olmasını en azından beni sevdiği için gittiğini hissetmek istiyordum. Ama arkamdan iş çevirmesi, affedilemezdi. Bu hayal kırıklığım hiç geçmeyecek ve o fark edene kadar asla, karşısına geçip de ‘ben seni seviyorum’ demeyecektim. Hem zaten Mert’te aramaktan, mesaj çekmekten vazgeçmişti. Son 2 aydır hiç sesi soluğu çıkmıyordu. Ve ben artık onun için aldığım defterinin yarısına kadar gelmiştim. Son zamanlarda onunla çok fazla konuşuyordum. Çok fazla dertleşiyordum. Bir ara doktor yardımı almam gerektiğini bile düşünsem de Doruk’u düşünerek, vazgeçtim. Adam resmen aşk doktorum olmuştu. ……………….. Şirkette, bize verilen projeyi sunum için toplantı salonunda Doruk ile resmen ter döküyorduk. Bu proje bir alış veriş merkezi ile ilgiliydi. En can alıcı bölümünde ise Doruk ile ters düşmüş kavga ediyorduk. Merdivenler konusunda gerçekten zıt fikirlere düşmüştük. İkimizde bir birimizden inatçıydık. Bu didişme üzerine içeriye babam girdi ve gülümsemesi ile  "Gençler didişmeyi bırakın" dediğinde ben mızmızlanarak,  "Ama baba merkezin ortasından merdiven olmaz ki" dediğimde Doruk ukala bir şekilde,  "Bana bak cadı, insanları merdiven için alışveriş merkezinin sonuna kadar yürütecek misin?" dediğinde bende hızla  "Ne güzel işte tüm mağazaları görürler " karşılığını verdim. Babam kahkaha atarak yanağımdan öptü ve  "İyi fikir Meleğim ama çok büyük bir merkez olacak, insanlar yorgunluktan bayılır " dediğinde somurttum ve babam yanağımdan tekrar öperek  "Ben sana başka bir şey söyleyeceğim aslında " dediğinde dikkatle babama baktım. Babam sıkıntılı bir nefes alarak  "Amerika'daki şirketin kuruluş yemeği var.  Annen rahatsız biliyorsun. Bu gripten kurtulamadı. Daha kötü olmaması için Savaş ile birlikte gidebileceğinizi düşündüm." dediğinde yutkundum. Mert Amerika'daki şirkette stajına başlamıştı. Muhtemelen ağırlama komitesinde oda olacaktı. Lanet olsun onu görecektim, o kadar güç var mı bende? Neredeyse 7 aydır kaçıyorum ondan. Nasıl olacak ki diye söylenirken içimden, babam daha da beter bir şey söyledi.  "Savaş'ında sınavı varmış Meleğim. Tek gitmen gerekecek" dediğinde şaşkınlığım kat ve kat arttı. Babam, yani benim babam, Mert'in olduğu bir yere beni, bir başıma mı gönderiyor? Yok artık! Kesin öleceğim ve gitmeden Mert'i bir göreyim diye düşünüyorlar değil mi? diye içimden geçirirken Doruk hemen kenardan  "Tek başına gitmese Bora Bey, izin verirseniz ben eşlik edebilirim " dediğinde babam keskin bakışlarını Doruk'a döndürdü. Bu bakış ile Doruk, söylediğine pişman olarak sandalyesine sindi. Ben bu durumu önemsemeyip, "Baba tek başıma gerçekten zor olur, en azından senle gitsek" dediğimde babam,  "Her zaman yanında olamayabiliriz Meleğim. Tek başına gitmen ve tüm zorlukları tek başına karşılaman gerek. Orada Mert var. Seni o karşılayacak " dediğinde gözlerim kocaman oldu. Cidden gerçek olamazdı bu durum. Hakikaten rüyadaydım. Uyanacağım şimdi, şimdi uyanacağım diye içimden tekrar ettim ve babam,  "Biliyorum şu anda şok oldun ama Meleğim siz, Mert ile arkadaşsınız. Her ne kadar senin yanında onu gördüğümde parçalamak istesem de o veledi önemsiyorum. Yiğit amcan ile konuştuk. Geçen onun yanına gitmişti. Senden dolayı çok kötüymüş hem belki şu küslüğü aranızdan kaldırırsınız. Belki o sana gidiş nedenlerini anlatır" dediğinde yutkundum. Buna hazır mıydım? Hayır! Cesaretli miydim? Hayır!! Babam beni bu iki hayır ile bırakıp odadan çıktığında Doruk ile göz göze geldik. Doruk, gözlerime olanca ciddiyeti ile bakarak  "Git ve ona, aslında onun için ne hissettiğini göster! Eğer o sana kalbini açarsa sarıl ve aç kalbini! Baktın ki gerçekten dost, hiçbir şey yapmadan geri gel. Ben gidip geberteyim o gerzeği! " dediğinde gülümsedim. Haklıydı. Bu bizim için son fırsattı. Ya bir birimize açılacak, kavuşacaktık. Ya da sadece benim hislerim deyip geri dönecektim. Mert'i artık unutacak, yoluma devam edecektim...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD