Acımasız Sorgu

1106 Words
Sıla Gençoğlu Üzerime binmiş tonlarca ağırlık vardı sanki. Başım zonkluyor, tüm bedenimde bir sızlama hissi yayılmıştı. Gözlerimi aralamaya çalıştım, ama karanlık yüzünden nerede olduğumu anlayamıyordum. Ağır ağır nefes alırken boğazımın kuruluğunu hissettim, her nefes alıp verişimde ciğerlerim yanıyordu. Ellerim ve ayaklarım arkamda sıkıca bağlanmıştı. Ne kadar çırpınsam da yerimden kıpırdayamıyordum. ”Neredeyim ben?” diye geçirdim içimden, ama bunu yüksek sesle söyleyebilecek cesaretim yoktu. Pis, karanlık bir odadaydım. Oda rutubet kokuyordu; duvarlar küf içinde, zemin kirle kaplanmıştı. Ellerim arkamda sıkıca bağlıydı, oturduğum sandalye soğuk ve sertti. Bir süre ne yapacağımı, neden burada olduğumu anlamaya çalıştım. Ama başımdaki ağrı, düşüncelerimi toparlamamı zorlaştırıyordu. Boğazım düğüm düğümdü. Hafızamı zorladım. En son karla kaplı bir sokakta bir adamın bana silah doğrulttuğunu hatırlıyordum. Kafamda dönüp duran görüntüler, o andan sonra kesilmişti. Şimdi burada, bu izbe yerde ne yaptığımı anlamaya çalışırken, korku içimi kemiriyordu. Korkudan nefesim kesilmişti nerdeyse. Birden kapının ağır ağır açıldığını duydum. Kalbim hızla çarpmaya başladı. İçeri giren adamı görünce donakaldım. O karanlık gecede silahını bana doğrultan adamdı bu. Gözlerindeki sert bakış, bir an bile yumuşamamıştı. Kim olduğunu bilmiyordum ama azılı bir katil olduğu kesindi. Allah’ım ne günah işledim de tüm belalar ve pis insanlar beni buluyor? Beni neden buraya getirdiğini bilmiyordum ama tek bir yanlış kelime hayatıma mal olabilirdi. “Neden buradayım? Ben bir şey yapmadım,” demek istedim ama ağzımı bile açamayacak kadar korkuyordum. Gözlerimden gözlerini bir an bile ayrılmadan bana doğru yaklaştı. O kadar korkuyordum ki, nefes almakta bile zorlanıyordum. Gözlerini üzerime dikti ve sert bir sesle, “Sonunda uyandın,” dedi. Sesi o kadar soğuk ve tehditkârdı ki, içimdeki korku daha da büyüdü. Adam bana iyice yaklaştı, yüzü benimkine sadece birkaç santimetre uzaktaydı. Öyle güzel yüz hatları vardı ki bir an nefesimi tuttum. Çok yakışıklıydı fakat ben tehlikeyim diye de bağırıyordu. Öyle genişti ki omuzları şu an arkadan bakan kişi beni görmezdi. Korkutucu bir heybeti vardı. Yunan tanrısı dedikleri şey şekil mi almıştı? “Her şeyi gördün,” dedi, sesi tehditkâr bir tondaydı. “ Seni Sinan piçi mi gönderdi? Onların köpeği misin?” diye dişlerinin arasından konuştu . Ben hiçbir şey söyleyemedim. Dilim tutulmuş gibiydi. Boğazımdan tek bir kelime bile çıkmıyordu. Adamın gözlerindeki sertlik, beni adeta felç etmişti. Birdenbire sesi yükseldi, “Neden oradaydın? Söylesene! Ne işin vardı orada?” diye bağırdı. Her bir kelimesi odanın içinde yankılandı, sanki duvarlar bile titremişti. Daha önce böyle ortamda olmadığımdan kaynaklı mı yoksa, onu bir adamı öldürürken gördüğüm için mi bilmiyorum ama kal gelmişti sanki bedenime. Titreyen bir sesle, “Ben… Ben… sadece…” dedim ama kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Gözlerim dolmuş, yaşlar yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı. Bir an için ona bakmaya cesaret edemedim, ama o an gözlerimle yalvarıyordum. Sabrı taşmış gibiydi. Ellerini sertçe masaya vurdu ve bir adım daha yaklaştı. “Konuş! Orada ne yapıyordun” diye tekrar bağırdı. Sesindeki öfke, odanın içini kasıp kavurdu. Ben daha da küçülmüş, titremeye başlamıştım. “Lütfen… yanlış anladınız… Ben… sadece…” dedim, ama cümlemi tamamlayamadan hıçkırıklar boğazımda düğümlendi. Gözlerimden akan yaşlar, sessizce yerlere damlıyordu. Korkudan ne söyleyeceğimi bile bilmiyordum. Her şey bulanıktı, sadece kaçmak istiyordum. Korkutucu adam bana daha da yaklaştı, gözleriyle beni adeta delip geçiyordu. “Son kez soruyorum!” dedi, sesi bu sefer daha sakin ama bir o kadar da tehditkârdı. “Orada ne yapıyordun? Eğer cevap vermezsen hiç konuşmayan o dilini keserim, küçük sıçan. Konuşturma yöntemlerimi inan bilmek bile istemezsin.” Öyle korkutucu ve kabaydı ki babamdan bile beter olduğunu gördüm. Hiç böyle biriyle yüz yüze gelmemiştim. O... O mafya mıydı? Çünkü bu tarz insanların mafya gibi olduklarını az çok biliyordum. Ülke kendini karanlığa emanet etmişti. Korkutucu adam, gözlerini gözlerimden ayırmadan bana baktı. Uzun bir süre sessizlik oldu. İçimdeki korku gitgide büyürken, “B-ben iş arıyordum,” dedim korkuyla ama hiç inandırıcı değil gibiydi. Tek kaşı usulca havalandı. Burdan çıkış yolum yoktu, her yer kapkaranlıktı ve adamın yüzünü bile zar zor seçiyordum. “İş arıyordun, öyle mi?” dedi beklemediğim kadar sakin bir şekilde ve kafasını aşağı yukarı salladı. “Evet, iş arıyordum. Yemin ederim!” sesim de öyle büyük bir korku vardı ki onun anlaması gerekti yalan söyleme ihtimalimin olmadığını. Hiç beklemediğim bir anda yana döndü ve hemen yanında ki masaya yumruğunu geçirerek bağırdı. “Sen benimle taşşak mı geçiyorsun lan? Gecenin bir vakti, çıplak ayaklarla iş mi aranır amına koyayım he? Mal mı var karşında?” Ağzımdan bir çığlık firar ederken korkuyla nefesimi tuttum. Vurdu masayı ortadan ikiye kırmıştı. Tanrım bu nasıl güçtü böyle? Bana bir tane vursa öbür tarafa göçerdim. Sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Kafam korkuyla yana dönmüş, gözlerimi sıkıca kapamıştım. İçimdeki korku öyle büyüktü ki, titreyen vücudumun kontrolünü tamamen kaybetmiştim. Her şey öyle hızlı gelişmişti ki, neler olduğunu anlayamadan kendimi bu adamın merhametine teslim etmek zorunda kalmıştım. Odanın içindeki hava bile yoğun ve tehditkârdı; her nefesimde bu baskıyı hissediyordum. Adamın attığı her adımın yankısı kulaklarımda çınlıyordu, kalbim göğsümde deli gibi atıyordu. Ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Tek bir yanlış kelime, hayatımı sona erdirebilirdi. “Lütfen... Yemin ederim, sadece iş arıyordum! ” dedim, sesim çaresizlikle doluydu. Gözlerimde yaşlar birikmişti, ama ağlamaya bile cesaret edemiyordum. Onun karşısında güçsüz görünmek, bana hiçbir fayda sağlamazdı. Ancak içimdeki korkuyu saklamak da imkansızdı. Adamın gözleri bir an için benimkilerle buluştu. Yüzündeki sert ifadede en ufak bir yumuşama bile yoktu. O gözler... O korkunç, acımasız gözler... Adeta içimi okuyordu, her kelimemin doğruluğunu tartıyordu. Bana inanmadığı belliydi, ama ben gerçeği söylüyordum. Bunu anlamasını sağlayabilecek miydim? Birden, masanın kenarını tutup havaya kaldırdı ve tüm gücüyle yere vurdu. Masanın parçaları her yöne saçıldı, odanın içinde yankılanan o korkunç ses kalbimi yerinden sökecekmiş gibi hissettirdi. Bir çığlık daha boğazımdan kaçtı, ama hemen ardından soluğumu tuttum. Bir an için nefes bile alamadım. Bu adam bir canavardı. Tek bir hareketiyle beni yok edebilirdi, ve bunu yapmaktan da çekinmezdi. “Senin gibi yalancılardan bıktım lan!” diye haykırdı, sesi odanın içinde yankılandı. Gözleri öfkeyle parlıyordu, beni adeta delip geçiyordu. “Bir daha yalan söylemeye kalkarsan, seni kendi ellerimle öldürürüm. Anladın mı?” Gözlerimden dökülen yaşlar artık kontrol edilemez hale gelmişti. “Lütfen, inan bana... Gerçekten sadece iş arıyordum, babam evden attı beni iş bulmadan gelme dedi.” diye hıçkırdım, sesim deli gibi titriyordu. Her kelimemde acizlik vardı, ama başka seçeneğim yoktu. Onun insafına kalmıştım, ve bu adamın insafı olmadığını biliyordum. Korkutucu Adam birkaç saniye boyunca sessizce yüzüme baktı. Gözlerindeki öfke yavaş yavaş azaldı, yerini daha soğuk, daha hesaplayıcı bir ifadeye bıraktı. “İş arıyorsun demek,” dedi, sesi sakinleşmişti ama hâlâ tehditkârdı. “Sana yardımcı olayım.” Kelimeleri bıçak gibi keskin ve soğuktu. Onun söylediklerini dinlerken, içimde bir umut kıvılcımı belirdi, ama bu umut öyle kırılgandı ki, her an sönebilirdi. “Evet, lütfen yardım et bana!” İçimde ki o umut taneleri ise söyledikleriyle yer bir oldu. “Madem iş arıyorsun. Sana bir teklifim var, orospum ol! İstediğin parayı vereceğim.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD