İnsan, düştüğü zaman kimse yanında olmazdı. Bunu ne yazık ki en acı şekilde öğrenmiştim. Korkudan karşısında tir tir titrediğim adam gözlerimin içerisine öyle rahat bir şekilde bakıyordu ki, bir an gerçekten söylediklerimi yanlış duyduğumu düşündüm. Aval aval yüzüne bakmaya başladım, tüm korkumun yerini yavaş yavaş kaplayan öfkeye teslim oldum.
Bedenimde baş göstermeye başlayan bu öfke, bana uzun zamandır yabancıydı. İnsanlar tarafından o kadar çok sindirilmiştim ki ne yazık ki ne öfkemi gösterebilir hale gelmiştim, ne de duygularımı belirtebilmiştim. Sadece sindirilmiş, bastırılmış ve dışlanmıştım. Hani diyorlardı ya güzel olayım yeter her şey zaten benimdir diye. Ne yazık ki durumu öyle değildi, güzel olmak bir işe yaramıyordu fahişe olmadıktan sonra.
Bense fahişe olmayı seçmediğim için dışlanan taraf olmuştum. İstemediğim şeye neden zorlanıyordum ki? Ya da neden onu tercih etmediğim için kötü olan taraf ben oluyordum?
“Ne oldu?” dedi alay dolu sesiyle. Gözlerinde parlayan bir şeytani pırıltılar, öfkenin de emarelerini taşıyordu. “Pek bir hoşuna gitti teklifim anlaşılan. Bayağı uzun düşündün.”
Ağzım balık misali açıldı açıldı kapandı. Bu hadsizliğe ne denilirdi ki? Bir de kendine öyle çok güveniyordu ki, sanki kimse onu reddedemeyecekmiş gibi bir hali vardı.
“Ah, hala cevap vermediğine göre sanırım yetersiz kaldım senin için.” bu sefer sesi sertleşmeye başlamıştı. “Yoksa sadece benim orospum olmak istemiyor musun? Üç beş kişi daha mı ayarlayayım?” demesi ise başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş etkisi yarattı.
Nasıl bu kadar basit bir şekilde nefretini kusabilirdi ki? Ona ne yapmıştım ben?
Ağlamamak için kendimi öyle çok zor tutuyordum ki dudaklarım benden bağımsız bükülür hale gelmişti. “Sen...” dedim paramparça sesimle. “Nasıl bir kadına böyle iğrenç bir yakıştırma yaparsın?” diye sordum midem ağzıma gelerek.
Yüzü dümdüz bir hal aldı. Dudakları tıpkı bir çizgi gibiydi ve suratı ise duvardan farksızdı. Sesi de buz gibiydi. “Ben böyle bir adamım işte Bal Gözlü. Ya sen nasıl bir kadınsın? Teklifim hoşuna gitti mi? İstediğin ücretin ne? Hepsini karşılayabilirim.”
Hala daha öylesine rahat konuşuyordu ki delirmemek için dişlerime birbirine bastırdım.
“Ahlaksız pislik herif!” ya öfkeyle bağırıp ona doğru atıldığımda dudakları keyifle sola doğru kıvrıldı. “Ne sandın beni he? İğrençsin!” diyerek bağırmaya devam ettim.
Ağlamamak için kendimi öyle çok zorluyordum ki en sonunda dayanamadım ve yanağımdan birkaç damla yaş süzülmeye başladı. Gözyaşlarım dizlerimin üzerine düştü. Kısa bir an bakışları dizlerimin üzerine döndü ve hemen tekrardan yüzüme baktı.
“Böyle bir kadın sıfatını kabul etmiyorsun madem, baştan neden sustun?”
“Çünkü böyle iğrenç bir şey söylediğinize inanmak istemedim! Gerçekten bu kadar alçak olabileceğinizi düşünmek istemedim! Siz her gördüğünüz kadına bu teklifi yapıyor musunuz?” dedim dilimi tutamayarak. Karşımdaki adam muhtemelen bir mafyaydı ve ben onun karşısında avazım çıktığı kadar bağırıyordum.
İstese tek bir harekette silahını çıkarıp kafama sıkabilirdi fakat o sakince beni izlemeyi tercih ediyordu. Sakince dediğime de bakmayın, gözlerinde büyük bir öfke vardı. Asla yangınları sönmeyen bir öfke.
“Yapıyorum veya yapmıyorum, bunun şu an hiçbir önemi yok! Önemli olan senin kim olduğunu ne bok olduğun. Şimdi eğer kafanı sıkmamı istemiyorsan ne sik olduğunu söyle bana! İyice canımı sıkmaya başladın.” diyerek kafasına bir sağa bir sola eğerek boynunu çatırdattı.
Çok ürkütücüydü.
“B-ben dedim size kim olduğumu,” derken iyice titremeye başlamıştı sesim. Tanrım bu olanlar rüya mı? Daha doğrusu kâbus mu? Çünkü gerçek olamayacak kadar saçma her şey.
“O halde, hala yalan söylüyorsun.” Dedi sakin olmaya çalışarak ve gergince sırıttı. Bu hiç hoş bir sırıtış değildi, aksine çok ürpertici bir sırıtıştı ve her ne elde etmek istiyorsa etmişti de. Ensemden aşağıya yayılan o ürpertiyi hissetmemek imkansızdı.
“S-söylemiyorum, neden inanamıyorsunuz?” derken buldum kendimi. Artık korkum her şey inkar etmeye kadar götürüyordu olayı.
“Çünkü güzelim,” diyerek üzerime doğru eğildi ve o sigarayla karışık değişik kokusu etrafımı sarmaladı. “Bir kadının ordan geçemeyeceği kadar ıssız bir yerdi. Şu zamana kadar orda çok kişi öldürdüm ve ilk kez ordan biri geçti.” Demesiyle bedenim donup kaldı. “Anlatabiliyor muyum?”
Sertçe yutkundum. Ne diyeceğimi bile bilmiyordum.
Tüm vücudum zangır zangır titredi. Adamın sözleri zihnimde yankılanırken, içimdeki korku yerini donuk bir çaresizliğe bırakıyordu. O an, durumun ne kadar umutsuz olduğunu, karşımdaki adamın ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha fark ettim. Adamın gözlerindeki karanlık bakışlar, söylediklerini destekler nitelikteydi. Beni tamamen köşeye sıkıştırmıştı.
“Benimle oyun oynama,” dedi, sesi tehditkar bir fısıltıya dönüşerek. “Gerçek kimliğini bulamayacağımı sanma. Seni kim gönderdi? Kime çalışıyorsun?”
Dilim tutulmuştu. Kendimi savunacak kelimeleri bulmakta zorlanıyordum. Gerçek şu ki, hiç kimse beni buraya göndermemişti. Sadece yanlış zamanda yanlış yerde bulunmuştum. Ancak, bunu ona nasıl açıklayabilirdim? Adam, masum olduğuma inanmayacak kadar paranoyaktı. Bu tür adamlara göre herkes bir tehdit, her şey bir oyun sahasıydı.
“Sana doğruyu söylüyorum,” dedim bilmem kaçıncı kez, sesim titreyerek. “Kimseye çalışmıyorum, sadece yanlışlıkla oradan geçiyordum.”
Adam yüzünü bana daha da yaklaştırdı. Nefesi, sigara ve biraz da nane kokuyordu. “Yanlış yer, yanlış zaman, ha?” dedi. “Bunu yutacak kadar aptal olduğumu mu sanıyorsun? Eğer gerçekten masumsan, bunu kanıtlamak zorundasın. Ve eğer kanıtlayamazsan... senin sonun olur.”
O an gerçekten köşeye sıkışmıştım. Kaçacak bir yolum yoktu. Korku ve çaresizlik içimde büyürken, gözlerim doldu. Gözyaşlarımı tutmaya çalıştım ama artık gücüm kalmamıştı. Sessizce ağlamaya başladım. Gözlerimden süzülen yaşlar, yüzümden boynuma doğru akarken, kalbimdeki umut kırıntıları da birer birer soluyordu.
Adam, gözyaşlarıma aldırış etmeden yüzüme baktı. Gözlerinde hiçbir merhamet belirtisi yoktu. Tam aksine, bu durum onu daha da sinirlendiriyor gibiydi. “Gözyaşları seni kurtarmaz!” dedi sert bir sesle. “Ya bana gerçeği söylersin ya da burası senin sonun olur.”
Bu son cümle, kalbimi daha da hızlandırdı. Gerçekten, buradan sağ çıkamayacağımı düşündüm. İçimdeki korku ve panik, yerini tam bir çaresizliğe bıraktı. Tek yapabileceğim şey, doğruları söylemekti. Eğer buna inanmazsa, sonumun geldiğini biliyordum.
“Gerçekten, kimse beni buraya göndermedi, kaç kez daha söyleyeyim yemin ederim ki birinin adamı falan değilim,” diye tekrar ettim, gözyaşlarım sesime karışarak. “Sadece o yoldan geçiyordum, oraya nasıl geldiğimi bile bilmiyorum iş ararken ayaklarım beni getirdi, başka bir şey yok. Lütfen, bana inanın.”
Adam bir an duraksadı. Gözleri, benim gözlerimde derinlere doğru bakıyor gibiydi, sanki gerçeği yüzümden okumaya çalışıyordu. Ancak, içimdeki umut çoktan tükenmişti. Bu adamın beni affetmeyeceğini biliyordum. Bir kez kurban olarak seçildiysen, artık geri dönüş yoktu. Bu onun oyunuydu ve kurallarını o belirliyordu.
Uzun bir sessizlik oldu. Zaman sanki durmuş gibiydi. İçimdeki korku, iliklerime kadar işlemişti. Ve sonunda, adam soğuk bir şekilde gülümsedi. Bu gülümseme, en kötüsünün geleceğini haber veren bir işaretti. “Pekala,” dedi sonunda. “Gerçekten masum olup olmadığını göreceğiz. ”
O an, hayatımın sonunun geldiğini anladım. Adamın elini cebine götürdüğünü gördüğümde, zaman durmuş gibi hissettim. Artık kaçış yoktu. Tek çarem, kaderime boyun eğmekti.
Adam silahı bana doğrultu, emniyet kilidini kaldırdı. Gözlerimi kapadım ve derin bir nefes aldım. Bütün dünya sessizleşti, sadece kalbimin çılgınca atışı kulaklarımda yankılanıyordu.
Sonra, bir silah sesi duyuldu ve bu silah sesi tüm odayı doldurdu...