Sıla Gençoğlu
Patronumun kapısından dışarı adım attığımda içimdeki korku dalgası her zamanki gibi yükselmeye başladı. Eve dönmek zorunda olduğumu biliyordum, ama o kapıdan içeri adım atmak ölüm gibiydi. Üvey babamın öfkesi, taşınmaz bir yük gibi omuzlarıma çöküyordu. Her adımımda ayaklarım sanki daha da ağırlaşıyordu, sanki zincirlerle yere bağlanmış gibiydi. İçimdeki sessiz dualar, onun evde olmamasını diledi, ama biliyordum ki bu sadece boş bir umut.
"Sakin ol Sıla, sen neleri atlattım bunu da atlatırsın."
Eve yaklaştıkça kalbim daha hızlı çarpıyordu; sanki göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu. İçimde büyüyen panik, nefes almamı zorlaştırıyor, her adımda beni biraz daha boğuyordu. Kapıya yaklaştığımda, onun öfkeli bakışlarını, bağırışlarını şimdiden duyabiliyordum. İçimdeki korku, tüm vücudumu sarıyor, sanki buz gibi soğuk ellerle beni sıkıca kavrıyordu.
Kapıyı açarken ellerim titriyor, beynim bana bin bir türlü felaket senaryosu yazıyordu. Beni nasıl azarlayacağını, nasıl döveceğini, suratındaki o korkunç öfkeyi gözümün önüne getiriyordum. “Yine ne söyleyecek? Yine ne kadar kötüleşecek?” diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Her şeyden çok, o anın gelmesinden korkuyordum: Kapının açıldığı ve onun gözlerinin benimkilerle buluştuğu o an. Çünkü o an geldiğinde, artık kaçacak yerim kalmayacaktı.
Evin kapısından girdiğimde karanlık, soğuk bir hava beni karşıladı. Dışarıda kar yağıyordu ama evin içindeki soğuk daha da yoğun hissediliyordu. Kalbim hızlı hızlı atıyor, her köşeden beklediğim o korkutucu sesi duymaktan çekiniyordum. Üvey babamın sert bakışları ve şiddeti, her an aklımda yankılanıyordu. Üzerimde ki montu portmantoya astım, ayakkabılarımı ve ıslak çoraplarımı çıkardım.
Kendi odama girmeden önce mutfaktan gelen sesler dikkatimi çekti. Üvey babam, mutfakta bir şeyler yapıyordu; sesini yükselterek bağırıyordu. Hem de anneme. İçimdeki korku ve tedirginlikle yanından geçerken ayak seslerime dikkat etmeye çalıştım. Ama bir an, kaygıdan titreyen ellerimle kapıyı açarken ses çıkardım.
“Kim var orada?” diye sordu üvey babam, sesi soğuk ve tehditle doluydu. Bir an donakaldım. Kaçacak bir yer yoktu; duvarlar üzerindeki gölgeler beni sıkıştırıyor gibiydi.
Sonra mutfaktan çıktı, göz göze geldik. Kaşları öfkeyle çatıldı. “Umarım yanlış görüyorumdur.” Dedi o ürpertici sesiyle.
“Evet, ben geldim,” diye yanıtladım, sesim titreyerek. Ama korku her cümlemin arasına sızıyordu. Üvey babam tamamen mutfaktan çıktığında, avucunda bir şişe alkolle belirdi. Gözleri kısılmış, mavi gözlerinin derinliklerinde biriken öfkeyi belli ediyordu. Annem de dolu gözleriyle arkasından çıktı.
Kim bilir yine niye rencide etti onu.
“Senin burada ne işin var, Sıla? Eve girdiğin için seni tebrik mi etmeliyim?” diye alaycı bir şekilde sordu. Geri adım atmak istesem de ayaklarım yapışmış gibiydi. “B-ben,” dedim, sesimi daha cesur çıkmaya çalışıyordum. Ama içimdeki korku, beni tamamen ele geçirmişti ve devamını getirmedim bile.
Ne kadar da zavallı ve korkaktım. Resmen karşısında yaprak gibi titriyordum.
Bugün yaşanılan her şey aklıma geldikçe ağlama isteğim daha da arttı. Tacize uğradığım yetmiyormuş gibi bir de üvey babam tarafından belki de şiddete uğrayacaktım.
Üvey babamın öfke dolu bakışları üzerimde ağır bir baskı oluşturuyordu. Gözlerimdeki korku onu daha da kızdırıyordu. Geri adım atamadığım için derin bir nefes alıp bakışlarımı yere indirdim. “
Annem arkasında duruyordu, dolu gözleriyle her şeyi izliyordu ama hiçbir şey yapmaya cesaret edemediğini biliyordum. O an, beni savunacak biri olmadığını anladım, zaten savunmasını da beklemiyordum bu sefer olan ona oluyordu benden daha çok zarar görüyordu... Üvey babam alaycı bir gülümsemeyle yanıma yaklaştı. O bana her yaklaştığında içim daha da ürperdi.
Artık kimsenin bana yaklaşmasını istemiyordum. Neden mutlu olamıyorum? Ben annemle düzgün bir yuva kuramıyorum? Annem ondan defalarca kez boşanmak istese de ne yazık ki onu tehditleri yüzünden boşanamıyordu da. Çünkü annem de bayağı para getiriyordu ve babam para kaynağını kesilmesini istemiyordu.
“Ne diye buradasın he? Çalışman gerekmiyor mu lan senin?” diye aniden bağırınca ellerimle kulaklarımı kapatıp yere çökmek istedim. Kulaklarım ağrımıştı resmen.
“B-ben işten çıktım.” bunu söylemem ile adet bakışları karardı, avına atlamaya hazır aslan misal baktı gözlerime. Karşısında neredeyse dizlerimin bağı çözülecekti.
Ben daha ne olduğunu anlamadan iki büyük adımla dibimde bitti ve koluma yapıştı. Gece ve geniş parmakları mengene gibi kavramıştı kolumu. Canım çok yanıyordu.
“Ne dedin, ne dedin?” dedi büyük bir öfkeyle. Uzun zamandır onu böyle sinirli görmüyordum.
“Tekrar söyle!”
Üvey babam kolumdan öyle sert tutuyordu ki gözlerim acıyla doldu. “Baba bırak! Canımı yakıyorsun!” Dedim ağlamaklı bir sesle. Bana öfke dolu gözlerle bakıyordu sanki düşmanıymışım gibi. Ben ne yapmıştım ki? Para kazanmak için uğraşıyordum yine de yaranamıyordum.
“Yine niye çıktın kız sen işten? Bu kaç oldu he? Amacın ne senin eve para lazım!” Diye bağırmasıyla irkilerek gözlerimi kırpıştırdım.
“B-bana sarkıntılık ediyordu patronum artık dayanamadım.” Dedim ağlamaklı sesimle. Ama o bunu asla önemsemeden sert bir tokadı yüzüme geçirdi.
“Etsin ne olacak! Başkalarına bacak aralayacağına patronunu baştan çıkarıp kocan yapsana!”
Söyledikleri ile gözlerim irice açıldı. Bu ne iğrenç bir düşünceydi böyle? Gözümden bir yaş süzüldü alev gibi yanan yanaklarımdan aşağı. Çıktığım tüm işlerde en büyük neden sarkıntılıktı. Ne yazık ki herkesin istediği o güzellik bende vardı ama başıma bela açmaktan başka bir halta yaramıyordu. Güzel olmak istemiyordum sanki bu benim lanetimdi.
Babam saçlarımdan tutup gözümün yaşına bakmadan gece saat 12 civarıyken beni kapının önüne koydu. Ne yazık ki gececiydim bugün ve eve 4 de gelmemi beklerlerken ben erken gelmiştim...
“Git kendine iş ara bulmadan eve gelirsen seni ahtım olsun seni evlendiririm!” diye var gücüyle bağırdı ve kapıyı yüzüme kapattı. Annem ise arkadan mazlum gözleriyle bana bakıyordu. Babamdan çok dayak yediği için artık ben diyordum ona karışma diye ama muhtemelen yine tartışacaktı babamla. Ağlayarak ayağa kalkarken yağan kar nedeniyle üşüyordum. Ayaklarım çıplaktı üzerimde ne montum ne çantam ne bir şeyim vardı. Ne yapacaktım ki ben? Beni bu halde kim işe alırdı? Ben bu gece dışarıda durursam ölürdüm ki soğuktan!
Üzerimde ki kazağa sıkıca sarılarak ağlaya ağlaya yürümeye başladım. Uzunca bir müddet gezsem de bu kış ayında çoğu yer kapalıydı ve ben artık soğuktan bembeyaz kesilmiş tir tir titriyordum. İzbe bir sokağa geldiğimde bir iki el ateş sesi duydum. Korkuyla kafamı sağıma çevirdiğimde karın üzerinde boylu boyunca yatan adamı görmemle gözlerim irice açıldı. Kar, kırmızıya boyanmıştı.
Gözlerim yavaşça yukarı tırmandı ve onu gördüm. Devasa cüssesiyle siyah, uçlara doğru kahverengileşen saçları ve koyu kahve ürkütücü bakan gözleriyle elinde silah tutan bir adam vardı ve bu sefer ki hedefi bendim. Gözleri ölüm saçıyordu.
Bedenim daha fazla ne soğuğu ne de korkuyu kaldırdı ve ben olduğum yere bayılarak bilincimi karanlığa teslim ettim.