Hayatın acımasızlığı, bir noktadan sonra yara yapardı insanın içine. Öyle büyük yaralarım olmuştu ki artık sarmaya ne sargı bezim kalmıştım ne de üzerini kapatmaya yara bandım. Durmadan kanıyor, durmadan bir yenisi açılıyordu yaralarımın üzerine.
Çalışmakta olduğum restoranın masalarını tek tek silerken ter içerisinde kalmıştım. Aşırı derecede bir yoğunluk söz konusuydu, kim geldi kim gitti anlam veremiyordum bile. Bugün sosyetenin göz bebekleri bir bir buraya akın ediyor, olan ise sadece biz çalışanlara oluyordu.
Kan ter içinde kaldığım için terim elimin tersiyle sildim. Eğildiğim için birazcık dekolte verdiğimi sonradan fark edip hemen düzelttim fakat o esnada dekolteme bakan patronumla göz göze gelmiştim. Adam resmen oturmuş benim dekoltemi izliyordu!
Bu durumdan rahatsız olduğum için hemen doğruldum ve kaşlarımı çattım, tamamen görmemezlikten gelirsem üzerine gidebileceğini düşünmüştüm. Fakat kaşlarımı çatmam onun için hiçbir şey ifade etmedi.
“Sen molaya çok istersen, çok yoruldun. İyi iş çıkardın.” Diyen Mert’in sesini duymamla irkilerek bakışlarımı ona çevirdim. Bu da ne ara dibimde bitmişti anlamış değilim. Mert nazik bir çocuktu, geçtiğimiz ay bana açılmıştı, yani benden hoşlanıyordu fakat ne yazık ki ben ona karşı bir şey hissetmiyordum ayrıca; hissetsem de bu tarz şeylere vakit ayıracak zamanım da yoktu.
Bundan ötürü, onun duyguları ile de oynamak istemediğim için reddetmiştim. Fakat o inatla bana iyi davranmaya devam ediyordu, arkadaşça yaklaşıyordu. Arkadaşça yaklaştığı için de ben pek sesimi çıkarmıyordum, fakat iş başka bir boyuta gitseydi o zaman sesimi çıkarabilirdim tabii...
“Tamam,” dedim sakince. “Teşekkür ederim.” başımı eğerek ona selam verdikten sonra, mola için arka tarafa doğru ilerledim. Gerçekten her yer tıklım tıklım ve ilk kez burayı bu kadar kalabalık görüyordum. Neden bu kadar doluştular onu da anlamış değilim. Sanırım her hafta bir yeri tanıtıyorlardı ve bugün de bu restorandı tanıtmaya gelmişlerdi anlaşılan. Öyle bir şeyler mırıldandıklarını duymuştum.
Kendimi sandalyelerden birini atarken buranın ne kadar sesli ve boş olduğunu görünce bir an ürperdim. Bulaşıkçı abla daha bu sabah istifa etmişti ve şu an geçici sürelik birkaç kişi almışlardı onlar da henüz yeni bitirdikleri için bulaşıkları, dışarıya dinlenmeye çıkmışlardı. Dışarısı çok soğuk olduğu için çıkmayı cesaret edemedim açıkçası. Kar yağmaya başlamıştı ve kış başlangıcı olduğundan mıdır nedir aşırı derecede soğuktu bugün, ya da bedenim alışık olmadığı için bu kadar soğuğa, ekstra ürpermiştim.
Kafamı önümdeki masaya yerleştirdikten sonra gözlerimi dinlenmek amacıyla kapattım. Neredeyse uykuya dalmak üzereydim, hiç farkına bile varmamıştım.
Aniden saçlarımın sağ omzuma itilmesi ve açığa çıkan gerdanıma birinin dokunmasıyla korkarak yerimden sıçradım ve sıçradığım için sandalye geriye doğru düştü Ben de yere düştüm. Korkuyla derin derin nefesler aldım.
Bunu yapanın kim olduğunu görmek için kafamı kaldırdığında hiç beklemediğim bir insanla karşılaştım. Patronum. Birkaç aydır rahatsız edici bakışlarına maruz kalsam da hiçbir zaman fiziksel olarak ya da sözlü olarak bir atakta bulunmamıştı.
Doğrusunu söylemek gerekirse; etrafımdaki insanlar tarafından çok güzel olduğumu söyleniyordu. Bana göre abartılacak bir güzellik değildi ama onlar , fazla abartıyor gibime geliyor ya da doğallığım nedeniyle öyle gözüküyor da olabilirdi. Hani herkes artık aynı olmaya başlar ya, estetik ya da aşırı makyaj nedeniyle. Sanırım benim doğal olmam onlara farklı geliyordu.
Ama ne olursa olsun böyle bir taciz söz konusu olmamalıydı!
“ne yapıyorsunuz siz?!” diye sesimi yükselttiğimde patronum gülümsedi ve çekik gözleri daha da küçüldü. Patronum hafife alınacak bir adam değildi, onun da tehlikeli işlerle uğraştığını duymuştum. Uzun boylu çok kaslı olmayan bir adamdı. Saçlarına çok az aklar düşmüştü muhtemelen otuzlu yaşlarındaydı.
Bana dokunuşu aklıma geldikçe bile midem bulanmaya başlıyordu. “Hadi ama, sadece ufak bir dokunuş. Bu kadar korkmana gerek yoktu.” dediğinde nefes alışverişlerim daha da hızlandı. Gözleri ileriye gidip gelen göğüslerime kaydı. “seninle biraz eğlenebiliriz. Terfi almak istemez misin? Ya da maaşının artmasına? Sana istediğin şeyi verebilirim.”
Mide bulandırıcı teklifi karşısında resmen titredim. İnsanlar gerçekten artık fazlasıyla iğrenç olmaya başlıyordu. Paraları var diye her şeyi elde edebileceklerini zannediyor olmaları her şeyden daha berbattı. Yediğim tüm yemekler midemde çalkalanıyordu adeta.
“Ahmet bey ne saçmalıyorsunuz siz? Dediklerinizin farkında mısınız? Bu nasıl iğrenç bir teklif?”
Ahmet Bey böyle bir çıkış beklemediğinden olsa gerek şaşırdı ve tüm sırıtan ifadesi yerle bir oldu. “Göğüs dekolteleri verirken öyle demiyordun ama? Hem göster hem elletme olacak iş mi! Madem gösteriyorsun elleteceksin anladın mı beni? İstemem yan cebime koy ayakları sökmez bana.”
Dedikten sonra beni kaldırıp aniden duvara yasladığında neye uğradığımı şaşırdım. Tahmin ettiğimden çok daha güçlüydü. Kollarının arasından çıkmaya çalışırken kafasını boynuma gömünce hıçkırarak ağlamaya başladım.
Deli gibi çırpınmaya başladığımda iri eliyle ağzımı kapatıp beni susturdu ve bağırmamı engelledi. Dudaklarımdan sadece feryadımsı inlemeler dökülüyordu.
“Şşt, kısa sürecek bebeğim rahatlamaya bak inan bana tahmin ettiğinden çok daha fazla zevk alacaksın. O güzel amını yalamak için sabırsızlanıyorum.”
Midem bulandıkça bulanıyordu. Çırpınmalarım hiçbir işe yaramıyor, Ben ise deli gibi ağlıyordum. Benden çok ama çok güçlüydü ve ona karşı koyamıyordum. Bu acizlik karşısında hıçkırıklarım daha da arttı.
Eli belimden yavaşça kalçalarımı inerken, güçlü barut bir ses duydum.
“Ahmet!” Allah'ım şükürler olsun birileri geliyor! Bu sesi daha önce duymamıştım ama kurtarıcımın sesi olduğunu biliyordum. Ürkütücü, soğuk ve tok bir sesti.
“Hay amına koyayım, bunun burada ne işi var!” dedi korkuyla patronum. Ardından hızlıca geri çekildi ve bana baktı.
“Çık git. Kaybol gözümün önünden! Burada yaşananları herhangi birine anlatırsan ; sana bin katını yaparım!” Demesi ile korkuyla başımı aşağı yukarı salladım ve telefonumu alıp koşarak kapıdan dışarı çıktım. Çıkarken de birine çarpmıştım. Çok sert bir çarpışma oldu.
Kafama hafif kaldırdım ama karşımdaki adam o kadar kalıplı ve uzun boylu idi ki ne yazık ki yüzünü bile göremedim. Zaten görsem de o anki korkuyla unuturdum.
“P-pardon.” dedim titreyen sesimle. Her yerim titriyor, sadece sesim değil. Korku öyle inlet bir şeydi ki, insanı bir kere ele geçirince asla yakasını bırakmıyordu. Burnuma dolan ferah koku enteresan bir şekilde bedenimi sakinleştirmeye yarasa da gözlerim restoranın çıkışındaydı. Fakat adamın gözleri yüzümün her bir santiminde dolanıyordu. O yakıcı bakışlar hissetmemek mümkün değildi.
“Dikkat et Ufaklık.” diyen ürkütücü sesin sahibine dönüp tekrar bakmadan, hemen yanından geçip koşarak dışarı çıktım.
Dışarı çıkar çıkmaz derin derin nefesler almaya başladım. Kapının önünde büyük siyah bir jeep vardı. Arkasında ise 3-4 araba daha ve o arabanın etrafına dikilmiş onlarca korumayı gördüm. Onları görmek ise ayrı bir ürpertti bedenimi.
Yaşlı gözlerimle, beni izleyen korumalara korku dolu bir bakış atıp yağan karın altında koşmaya başladım.
Eğer o adam gelmeseydi bana tecavüz edeceğini bildiğim için bedenim yaprak gibi titriyordu.
İçten içe o adama teşekkür ettim, teşekkür ederim gizemli adam... Sayende bir genç kız sahip olabileceği en kötü anının içerisinden sıyrıldı. eğer o gelmeseydi olacak olanları düşünmek bile istemiyorum.
Fakat şöyle bir durum da vardı ki, kader bizimle oyun oynamayı seviyordu.