1-Karşılaşma

1816 Words
Efnan “Ne zaman bu kara bulutlar benim hayatımdan dağılacak? Ne zaman ben de bir kuş gibi özgürce kanat çırpabileceğim?” diye mırıldandım. Gözyaşı, acı, kalp kırıklıkları…Küçük ve çiçeklerle kaplı bahçemizde oturmuş, gökyüzüne bakıyordum. Bir tek gökyüzüne baktığımda acılarım diniyordu ama gökyüzünü bile kıskandıracak masmavi gözlerimden yaş eksik olmuyordu. Ben Efnan Sancaktar. Masmavi gözlerim, sarı saçlarım ve bembeyaz tenimle tıpkı anneme benziyordum. Herkese göre çok güzel bir kızdım ama insanın bahtı güzel olsun derlerdi. Benim de bahtım güzel değildi. Ben aslında kim miydim? Babasının işlediği günahtan dolayı hor görülen, bir kere gülümsemesine bile mâni olunan o kızdım. Babamın ailesine göre her şeyin sorumlusu ben ve annemdik bu yüzden de bizi kimse sevmezdi. Babamın işlediği o günah neydi bilmiyorum ama kocaman evde bize bir odayı bile çok görmüşlerdi. O kocaman evde yerimiz belliydi: Müştemilat. Ailesine göre bu bizim güvenliğimiz içindi. Yıllardır birilerinden kaçıyorduk. Sadece şunu biliyordum, ortada bir kan davası vardı. Babam, Antep’in en büyük aşireti Sancaktar aşiretinin ağasıydı ama yıllar önce dökülen kan onu bu sersefil hayata mahkûm etmişti. Bizim evden dahi çıkmamız yasaktı. Babam ilk kez amcama ve dedeme karşı çıkıp benim üniversite okumam için çok diretmişti. Bir şekilde kabul etmişlerdi. Babamın asla benim üzerimde söz hakkı yoktu. Amcam ve dedem ne derse o oluyordu. Müştemilat bahçesinde oturmaya devam ederken kuş cıvıltıları artmaya başladı. Güneş de doğmak üzereyken annem ve babamla güzel bir kahvaltı yaptık. Kendimi huzurlu hissetsem de hep bir yanım eksikti. Eksik parçam da asla dolmuyordu. Belki de aşık olmak isteyen bir yanım vardı. Bilmiyordum. Babam saçlarıma bir öpücük kondurunca düşüncelerimden hızla çıktım. “Okula gitme vaktin geldi güzel kızım,” dediğinde kafamı kaldırıp ona baktım. Özgür hissettiğim tek yer zaten okuldu. Okula gitmek için evden çıktığımda amcam ve dedemin de evden çıktığını gördüm. Amcam bana uyarıcı bakışlar atarken hızla yanından gittim. Ondan korkuyordum. Bana zarar verecek gibi hissediyordum. Beni korkutan bir yapısı vardı. Sanki her an bana bir şey yapacak gibi hissediyordum. Otobüse binip kulaklığımı taktım. O kadar kalabalıktı ki bir durak önceden indim ve yürümeye başladım. Daha kestirme olsun diye bir ara sokağa girdim. Yürümeye devam ederken bir ses duydum. “Ooo, kimler teşrif etmiş!” Bunlar da kimdi? Sert ama bir o kadar güzel bir ses “Kısa kes! Çağırdın ve işte karşındayım!” dediğinde sesinde bir gözdağı ve üstünlük bende gibisinden bir ton vardı. “Baran Ağa, buraya tek gelerek hayatının hatasını kendin yaptın!” dediğinde kaşlarım çatıldı. Neler oluyordu? Ağa mı? “Sizden korkmadığımı göstermiş oldum, Kadir! Ben sadece Baran değilim! Baran Ağa’yım!” diye bağırmasıyla sanki yer gök onun sesiyle inledi. Beni bile korkutmuştu. Sözlerine devam etti. “Kılıma zarar gelirse neler olabileceğini çok iyi biliyorsunuz,” dediğinde kalbim dört nala atmaya başladı. Şu an ben de büyük bir tehlikenin içindeydim. Buradan gitmeye kalksam kesin adım seslerimi duyarlardı. Elimi, ağzıma koyup ses çıkartmamaya çalıştım. Şu an gördüklerim başıma bela olur diye çok korkuyordum. Telefonum çalmaya başladı. Neyse ki sadece titreşimdeydi. Kübra olduğunu gördüm. Kübra geçen dönem okula yatay geçiş yapınca arkaşım olmuştu. Ailem hakkında tek söz etmemiştim. Kübra sürekli abisinden ve ailesinden bahsediyordu ama ben sadece susuyordum. Bazen beni sıkboğaz etse de ağzımdan tek kelime alamamıştı. Kübra’nın ailesi de oldukça gelenekçiydi. Babası o küçük yaşta öldüğü için abisi her şeyine karışıyordu. Abisini daha önce görmesem de ondan bahsederken çok sevdiğini anlıyordum. Okula korumalarla geliyordu ama yine de özgürdü. Telefonu meşgule attım. Şu anın hemen bitmesini istiyordum. “Lan, senin ağalığın ancak Antep’te olur. Burası bizim!” dediğinde Baran denen adam güldü. Gülüşü sahteydi. “Burası çoktan bana ait oldu Kadir! Bunu sen de çok iyi biliyorsun! Senin sahte mafyacıklıkların bana sökmez!” diye tısladı. Allah’ım ben nasıl bir şeyin içine düşmüştüm? Şu an cidden çok kötü bir anın içindeydim. Ellerim titriyordu. Ses çıkartacağım diye ödüm kopuyordu. Karşısındaki Kadir adlı adam da gülmeye başladı. “Baran Ağa biliyor musun? Hem mafya hem de ağa olanlara hep özenmişimdir ama senin yerin burası değil! Geldiğin yere geri döneceksin!” diye tısladı ve silahını çıkarttı. Çığlık atmamak için elimi ağzıma koydum. Adam bir de mafya çıktı. Kesin beni burada görseler zarar verirlerdi. Gözlerimden yaşlar akarken ne yapacağımı bilmiyordum. Ne olur bir şey olmasın. Baran adlı adam öyle bir güldü ki kahkahası sokakta yankılandı. “Ah Kadir! Beni vurabileceğini mi zannediyorsun? Sık lan!” diye bağırdı. Yutkundum. Bu adam gerçek miydi? Ters psikoloji mi yapıyordu? “Sıkacağım!” diye bağırdı. Baran gülerken parmağını şıklatmasıyla sağ ve solundan adamlar çıkmaya başladı. Kadir şaşırırken “Yalnız geleceğimi düşünmen ne acı?” diye sordu. Ben ne yapacağımı bilmiyordum. Olduğum yerden beni kimse görmezdi ama yine de tehlikenin içindeydim. Kadir “Bu seni vurmayacağım anlamına gelmiyor,” dediğinde Baran’ın adamları ona silahlarını doğrulttu. Sadece sırtını gördüğüm adam, Kadir denen adama göre daha avantajlı konumdaydı fakat o an ne olduysa anlamadım. Bir ateş edildi. O adam Baran’ın koluna sıkmıştı. Bunu yapmaya cesaret ettiyse onun da bir prestiji vardı. Onu öldürme niyetiyle yapmamıştı. Kadir denen adam kaçarken birkaç adamın onun peşinden koştuğunu gördüm. Baran “Beceriksizler!” diye bağırdı. Kesin bir plan vardı ama Kadir bu planları ekarte etmişti. “Abi,” diyen bir adamın sesini duydum. Koluna dokunmaya çalıştı ama Baran izin vermedi. Resmen olaya şahitlik etmiştim. Dizilerde izlediğim sahneyi birebir yaşamak akıl sağlığıma iyi gelmemişti. Şu anın hemen bitmesini istiyordum. “Lan bana bakacağına git onu yakala!” diye tısladı. Çok sinirli gözüküyordu. Baran denen adam tek kalmıştı. Hala arkası bana dönüktü. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Eğer onun yanına gidersem bana da zarar verebilirdi. “Sikeyim!” deyip duvara doğru döndü. O an yüzünü gördüm. Esmer, oldukça uzun boylu, sert bakışlarıyla herkesi korkutan bir adama benziyordu. Kirli sakalları vardı ve oldukça bakımlı duruyordu. Duvara tutunurken acıyla dişlerini sıktı. Gidip gitmemek arasında kalırken onun acı dolu sesini duydum. “Sikeceğim belanı Kadir! Bana bunu yapmanın bedeli ağır olacak!” diye söylenirken yere doğru çöktü. O an verdiğim kararla ona doğru yürüdüm. “İyi misiniz?” diye sordum. Bakışları birden bana döndü. İlk bakış… İlk karşılaşma… Ben ona telaşla bakarken “Sen de kimsin? Burada ne işin var? Az önce olanların ne kadarına şahit oldun?” diye sordu. Cevap vermeden çantamdan çıkarttığım fuları yere bıraktım. “Ben hemşireyim,” dediğimde bana sadece baktı. “Sana bir soru daha sordum!” “Ben az önce burada ne olduysa görmedim! Sadece sizi bu şekilde görünce yardım etmek istedim. Yemin ederim, ajan falan değilim!” Kendimi savunmaya geçince biraz abartmıştım. Umarım anlamazdı. Sesini çıkartmadı. Gömleğini sıyırdım ve yarasına baktım. Çok kötü görünüyordu. “Kolunuz çok kötü olmuş,” dediğimde cevap vermeden sadece yüzüme bakmaya devam etti. Yüzüme çok dikkatli bir şekilde bakıyordu. Bu kadar dikkatli bakması beni heyecanlandırmıştı. Alnımdan ve yüzümden terler boşalıyordu. Tehlikeli olduğu için ondan korkuyordum ama ona yardım da etmek istiyordum. Hemen fuları koluna sardım. “Hemen hastaneye gitmeniz gerek.” dediğimde gözlerimin tam içine baktı. “Hemen git buradan! Burası senin için tehlikeli,” diye fısıldadı. Acı çektiği sesinden belliyken “Ama,” dediğimde dişlerini sıktı. “Git! Adamlarım şimdi gelir. Senin yardımına ihtiyacım yok,” dediğinde ayağa kalktım. Gerçekten hödüğün tekiydi. Ona cevap dahi vermeden koşarak o sokaktan çıktım ama aklım da onda kalmıştı. Gün boyu okulda onu düşünüp durmuştum. Kübra da ben de bir şeylerin olduğunu söylerken hep onu geçiştirmiştim. Ona anlatmamıştım. Kübra kantinde oturmuş etrafa bakınırken “Emre var ya,” dediğinde heyecanla ona baktım. Ona karşı hislerim vardı ama utancımdan ondan hep uzak duruyordum. Zaten ailem bilse beni öldürürdü. Belki de bu his gelip geçici bir şeydi ama onu görünce heyecanlanıyordum. “Efnan sen ondan mı hoşlanıyorsun yoksa? Yüzün bir kızardı,” dediğinde gözlerimi kaçırdım. “Yok, canım,” deyip geçiştirdim ama bu kadar belli olmasından dolayı da biraz tırsmıştım. Kübra “Efnan, bana her şeyi anlatabilirsin,” dediğinde kafamı iki yana salladım. “Öyle bir şey olursa ilk sana anlatırım,” dediğimde güldü. Bu gülüş ima doluydu. “Zannetmiyorum. Hayatın hakkında hiçbir şey bilmiyorum Efnan,” dediğinde gözlerimi kaçırdım. “Emin ol ben bile hayatım hakkında hiçbir şey bilmiyorum Kübra. Anlatılacak bir şeyim yok,” diye geçiştirdim. Kübra da elimi tuttu. “Antep’te yapayalnızdım Efnan. Buraya geldiğimde arkadaş bulamam diye korkarken sen benimle arkadaş oldun bu yüzden sen ne zaman kendini hazır hissedersen o zaman seni dinlemeye hazırım. Ben, seni sadece arkadaş değil kardeş olarak görüyorum,” dedi. Kısa zamanda çok yakın olmuştuk. Sanki ruh ikizi gibiydik. Ona gülümsedim. “Benim için de aynısın! Kendimi hazır hissettiğimde ilk sana anlatacağım,” dediğimde ayaklandı ve bize iki tane kahve aldı. Kahvelerimizi içip sınava geçtik. Vizeler başlamıştı. Birkaç aya da mezun olacaktık. Zor geçen sınavın ardından biraz kantinde oturup yarınki sınava çalıştık. Eşyalarımı düzenlerken Kübra telefonuyla uğraşıyordu. Fakülteden çıktığımızda Kübra “Abim gelmiş,” dediğinde gördüğüm kişiyle dondum kaldım. Bu adamın abisi olması çok saçma değil miydi? Ne diyeceğimi bilememiştim. Baran denen adam arabasına yaslanmış, elindeki telefonla uğraşıyordu. Bu adam sabah yaralanmamış mıydı? Ne ara iyileşip buraya gelmişti? Kübra “Abi,” deyip onun yanına ilerlerken ben de arkasından gittim. Baran kafasını kaldırıp Kübra’ya baktı. Soğuk soğuk terlerken yanlarına gittim. Baran denen adam henüz beni fark etmemişti. “Abi, bak sana bahsettiğim Efnan,” dediğinde bakışı bana döndü. Göz göze geldiğimizde onun harelerinde şaşkınlık emareleri vardı. Çabuk toparladı. Hiç karşılaşmamışız gibi davranacaktı. Ben çekingen bir şekilde ona bakarken Kübra abisinin kollarından çıktı ve bana döndü. “Efnan, işte sana bahsettiğim abim,” dediğinde kalbim heyecanla kasıldı. Bu kesinlikle korkudandı. Belli etmemeye çalıştım ama belli oluyordu. Kübra anlamamıştı çünkü yeni tanıştığım insanlara karşı ben hep aynıydım. Utanırdım. “Merhaba,” diye mırıldandım. Yüzüme bile bakmadan “Merhaba,” dedi. Kübra da “Abim işte böyle soğuktur. Hiç sana bahsettiğim gibi değil. Abi, insan gibi davransana,” dediğinde Baran’ın burun deliklerinin genişlediğini gördüm. Rahatsız olduğu her halinden belliydi. Tepki vermedim. Ben bir şey söylersem bana da kızar diye ödüm kopuyordu. Baran sert bir şekilde ona bakarken “Memnun oldum Efnan, oldu mu?” diye sordu. Bunu söylerken benim yüzüme bakmıştı. Kübra kafasını salladı. Ben de “Ben de memnun oldum Baran Abi,” dediğimde anlamsızca bana baktı. Kübra’dan duyduğuma göre bizden en az beş, altı yaş büyüktü. Ona tabii ki abi diyecektim. Baran’ın telefonu çalmaya başlayınca yanımdan ayrıldı. Kübra bana doğru eğildi. “Abim çok yakışıklı değil mi?” Sonra ekledi. Yüzü düşmüştü. “Ama kimsenin yüzüne bile bakmıyor. Tek derdi babamın katilini bulmak. Keşke karşısına biri çıksa da ona aşık olsa. Buzdan kalbi belki ısınırdı,” diye mırıldandı. Baran Abi, yanımıza geldiğinde Kübra’ya “Arabaya geç! Geç kalıyoruz,” dediğinde arkadaşımla vedalaştım. Ben tam gidecekken beni arabanın arka tarafına doğru çekti. Bizi burada kimse görmezdi. Kübra da fark etmezdi. Yüzlerimiz arasında çok az mesafe kala “Bugün olanlardan Kübra’ya bahsettin mi?” diye sordu. Kafamı iki yana salladım. “Güzel! Sakın ama sakın ona söylemeyeceksin!” diye uyardı. Onu onayladım ve kolumu çekmeye çalıştım ama izin vermedi. Gözleri, gözlerimi deler gibi bana bakarken “Cevap ver!” diye tısladı. “Tamam, Baran Abi! Söylemem!” dediğimde kaşlarını derince çatıp bıraktı. Ben koşa koşa giderken arkamdan “Bana bir daha sakın abi deme!” dediğini duydum. Kübra’nın abisi oldukça garip bir adamdı ve ondan sadece uzak durmalıydım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD