Melik Şah / Melik Şah’ın Kabullenişi
Etrafta serseri mayın gibi dolaşırken her gören dönüp bakıyordu. Bu defa yakışıklı olmam veya tanınmış bir sima olduğum için değil. Ekimin soğuk gününde ayakkabısız dolaşan deli bir gence bakıyorlardı.
Kimsenin telefon numarasını da ezberden bilmiyordum. Bu halde kimseye gidip yardım dileyemem.
Son çare Uygurlar Holding’in yolunu tuttum. Bana ancak Gülay yardım edebilirdi.
Holdingin kapısında bekleyen güvenlik yolumu kesti. “Kime baktınız?”
“Gülay Uygur’u göreceğim.”
“Pardon da burası dingonun ahırı mı? Bu kılıkla bu holding de ne işin olur bilmem ama polisi çağırmadan gitsen iyi edersin.”
“Adın ne senin?” Yaka kartına gözüm takıldı. “Yazıyormuş kartta, Yusuf burada yeni mi başladın?”
Yusuf denen herif tek kaşını kaldırdı. “Seni bir yerden gözüm ısırıyor ama tam da çıkaramadım. Derdin nedir? Gülay Hanımı nereden tanıyorsun? Kimsin sen?”
“Melik Şah! Ben Melik Şah Uygur var karşında. Şimdi git bana Gülay’ı çağır!” dedim kızgınlıkla.
Adam hiç istifini bozmayıp “O halde sizi dışarı çıkarmak zorundayım Melik Şah Bey,” dedi.
“Sokak serserisi sanmışken beni dışarı çıkarmadın da şimdi niye çıkarıyorsun?”
“Babanızın kesin talimatı var. Lütfen dışarıya çıkar mısınız?”
“Gülay’ı çağır o halde, dışarı gelsin!”
“Tabii haber veririm.”
Güvenlik beni dışarı çıkarırken holdingin kapısında yalın ayak beklemeye başladım. Koca binaya baktım. Babamın bu yaptığı kabul edilemezdi. Bu holdingde sadece onun payı yoktu. Dedemin mirasında benimde hakkım vardı.
Bunu babamın yüzüne haykırmak için tekrar içeri girdim. Güvenlikçi Yusuf telefonla görüşüyordu. Bir diğer güvenlikçi de danışma ile konuşuyordu.
Gizlice asansörlere doğru yürüdüm. 3... 2... Hadi be hadi! Nihayet asansör geldiği anda güvenlikten biri beni fark edip “Melik Şah Bey!” diye bağırdı.
Asansöre girip kapatma düğmesine basıp son kat tuşuna bastım. Asansöre doğru koşan iki güvenliğe el salladım.
Onların peşimden geleceğini biliyordum. Bu yüzden acele etmeliydim.
Asansör son kata ulaşınca koşarak babamın odasına doğru yöneldim. Ofistekiler halime bakarken onları sallamadım.
Babamın odasına girdiğimde Gülay ile karşılaştım. Babamın odası iki bölmeliydi. İlk bölmesinde Gülay vardı. İçeriye açılan diğer kapının ardında ise babamın odası vardı. Babamın odası kraliyet odası gibiydi. Bir tacı eksikti.
Gülay beni görünce şaşırmadı. “Bende yanına geliyordum. Sanırım konu çok acil, dayanamayıp yukarı çıkmışsın.”
“Sana gelmiştim ama vazgeçtim. Önce peder beyle konuşacağım.”
“Amcam odasında değil. Toplantısı var. Bir saate gelmiş olur.”
Kapıyı açıldı pat diye iki güvenlik görevlisi ızbandut gibi karşıma dikildi.
Yusuf, “Melik Şah Bey, buraya girmenizin yasak olduğunu söylemiştim. Lütfen bizimle çıkışa gelin,” dedi nefes nefese.
Diğer güvenlik görevlisi gelip kolumdan tuttu. “Gidelim.”
“Çek elini! Sen kimi çekiştirdiğini sanıyorsun!”
Yaka kartına baktım. Adı Bekir’di. “Seni kovdurmamak için bana bir sebep söyle Bekir.”
Bekir omuz silkti. “Ben emir kuluyum. Ahmet Beyin emirlerine karşı gelemem. Konunun sizinle ilgisi yok Melik Şah Bey. Ben sadece bana verilen görevi yapıyorum.”
“Geçerli bir mazeret. Sevdim seni Bekir.”
Gülay’a döndüm. “Kuzen, ya birlikte çıkalım ya da seninle kalayım. Kararın nedir?” diye sordu.
Gülay benim omzuma elini koydu. “Siz çıkabilirsiniz arkadaşlar. Melik Şah ile ilgili sorumluluk bana ait.”
“Pekala Gülay Hanım.” Yusuf arkadaşını alıp çıkarken nihayet Gülay ile başbaşa kalmıştık.
Babamın odasına Gülay’ın da peşimden geleceğini bilerek geçtim. Babamın tahtına geçip oturdum. Gülay ise arkamdan söylenerek geliyordu.
“Melik Şah sokakta iyice serseriye dönmüşsün. Gerçekten inanılmazsın. Hem bu sabah ki haberi amcam gördü. Artık ağzınla kuş tutsan bile nafile, asla seni affetmez.”
“Asıl ben onu affetmiyorum! Onun yüzünden nerdeyse sokaklarda donarak ölecektim. Annemden sonra benimde canıma göz koydu ihtiyar.”
“Annenin ölümünde amcamın suçu yok.
“Annemin ne yaşadığını bilmiyorsun. Her neyse... Bunu tekrar tartışmak istemiyorum.”
“Eee niye geldin buraya?”
“Ben düşündüm ki bu mirasta benimde payım var. Hakkım olanı almaya geldim.”
“Nasıl hakkın var? Baban seni evlatlıktan men etmek için avukat ile toplantı yapıyor. Ne hakkından bahsediyorsun?”
Öfkeyle ayağa kalktım. “Bu mal varlığı dedeme aitti. Dedemin mirasından kimse beni men edemez!”
“Kanunlar babanın yanında, maalesef elinden bir şey gelmez. Hem bu holdingi bugünlere baban getirdi. Burası küçük bir tekstil şirketiyken Dünya çapında bir marka haline geldiyse bu amcamın sayesinde. Mesela benim babam Adana’da kalmayı tercih etti. Onunda işleri iyi ama baban kadar başarılı olamadı. Şimdi bu holdingde veya babanın dedemiz vefat ettikten sonra aldığı herhangi bir şeyde babamın hakkı var mı? Yok. Dedemiz zaten ölmeden önce mirasını kardeşler arasında pay etti. Torunlarına ise miras hakkı vermedi. Durum böyleyken hiçbir güç babandan tek kuruş alıp sana veremez.”
Gülay’ın verdiği bilgi üstüne saçlarımı çekiştirerek arkaya doğru attım. Ne yapacağım beş parasız? Ahh Dede ahh yaktın beni...
Sıkıntıyla “Babam insafa gelmez mi sence?” diye sordum.
“Adam senden ümidi kesti. O gün beni dinleyip evlenmeye hazır olduğunu söyleseydin hem mirastan olmayacaktın hem de kendine ait bir hayatın, bir düzenin olacaktı.”
“O konuda fikrim değişmedi. Başka yolu yok mu?”
Gülay’ın telefonu çalınca “Burada bekle beni, hemen geliyorum,” diyerek dışarı çıktı.
Gülay gidince döner tahtı duvara taraf çevirip bu duvarın bile benden daha şanslı olduğunu düşündüm. En azından sokakta değil, üstünde çatı var.
Kapının gıcırtısı gelince Gülay geldi sandım. Ancak sesin sahibi o değildi.
“Ben içeri böylece girdim Ahmet Bey ama kapıda kimse yoktu. Affınıza sığınarak sizinle konuşmak istiyorum. Bu gerçekten benim için çok önemli...”
Ben bu sesi nereden tanıyorum?
Yüzümü sesin sahibine dönmeden babamı taklit ederek hafif boğuk bir sesle cevap verdim. “Söyle, derdin nedir!”
“Efendim, ben oğlunuzla evlenmeye hazırım. Biliyorum oğlunuz affedilmeyecek hatalar yaptı. Sizin yüzünüzü yere eğdirdi. Ancak ne olursa olsun o sizin oğlunuz. Oğlunuzu gözden çıkarmadan önce bir kez daha düşünün, sokaklarsa serseriler tarafından öldürülse üzülmez misiniz? Pişman olmaz mısınız? Oğlunuza bir şans verin. Hem ben onunla evlendiğimde iyi bir evlat olması için elimden geleni yapacağım.”
“Öyle mi?” dedim alayla. Bu bir soru değildi.
Tahtı çevirip beni adam edeceğini sanan sersem kızı görmek istedim. Ancak arkadan babamın sesini duyunca dönmekten vazgeçtim. Tahtta yokmuşum gibi iyice kafamı eğdim.
“Asya?” Adı Asya demek.
“Aaa, siz burda mısınız? O halde yerinizde oturan kim?” dediğinde beni ele verdiği için ona ayrıca sinirlendim.
“Kim var orada? Hangi densiz koltuğumda oturuyor?” diye gürledi.
Usulca döndüm. Üstümde toz toprak olmuş tişörtle gayet kendime güvenli bir şekilde “Merhaba peder bey, görüşmeyeli sizi zayıflamış gördüm. Sanırım hasretimden bu hale geldiniz,” dediğimde babam kaşlarını çattı.
Biraz önce atıp tutan kız ise utanarak başını eğmiş yüzü babama dönüktü. Benimle evlenmek için babama yalvaran kadını merak etmiştim.
Babam beni hiçe sayıp arkasında duran Gülay’a başını çevirip “Ne işi var bu asalağın koltuğumda?” diye sordu. İşaret parmağı ile beni gösteriyordu.
Gülay’a benim yüzümden kızmasını istemiyordum. “Gülay’ın odasına gizlice geldim. Seninle konuşmak için...”
Sözümü sertçe kesti. “Konuşacak neyimiz kaldı ahlaksız herif! Kalk koltuğumdan pisliğini bulaştırma!”
“Yine çok sevgi dolu gördüm seni, bu hallerini özlemişim.”
“Ahmet Bey, ben uygunsuz bir zamanda geldim galiba. İyi günler,” dedi utangaç bir tavırla.
Gizemli kız tam gidecekken Gülay yolunu kesti. “Biraz önce söylediklerini duyduk. Sözlerinde samimi miydin?” diye sordu.
Neyin peşindesin Gülay. Lütfen düşündüğümü yapayım deme!
“E-evet. Ben Ahmet Beyin oğluyla evlenmek istiyorum. Ama görüyorum ki durum düşündüğümden de kötü...” Sesimi titriyordu?
Gülay kızın elini tuttu. “Sen iyi birine benziyorsun. Zaten amcan ile oğlu Yusuf’u gayet iyi biliriz. Amcan çok çalışkandır. Yusuf ise zaten onu herkes sever...”
“Haklısınız. Özellikle Yusuf abinin bu dünyada eşi benzeri yoktur.”
Ben koltuktan kalkarken babam yerine geçip oturdu. Gülay ise babama dönüp “Amca sen de kızın ne kadar samimi olduğunu görüyorsun değil mi? Melik Şah’ın, Asya ile ikinci bir şansı olabilir,” dedi.
Babam göz ucuyla bana baktı. “Ben tamam desem ne fayda! Sanki bu zibidi Asya ile evlenecek mi?” dedi.
Asya’ya doğru yürüdüm. Ona hayatının dersini vermek için tam karşısına geçtim. Cevabımı onun gözlerine bakarak söyleyecektim. Beni yola getirecek sen kişi bile değildi.
Başını kaldırınca gördüğüm gözler ile şoka uğradım. Cinsiyetçi pislik diye bağıran yeşil gözlü kızdı bu. Tesadüfün böylesi... Onu gökte ararken yerde buldum.
“Sen!” dedik ikimiz birden. Sonra kızgınlıkla kaşlarını çattı. Beni görmeyi beklemediği her halinden belliydi.
“Ben gitsem iyi olacak!” dedi sinirli bir tavırla. Tam gidecekken önüne geçip onu durdurdum.
Kulağına doğru eğilip boğuk bir sesle fısıldadım. “Nereye gidiyorsun bakalım? Cevabımı daha vermedim.”
“Cevabını biliyorum zaten. Çekil önümden gitmek istiyorum.” O da sessizce cevap verme gereği duymuştu.
Saçını kulağının arkasına verip “Hiç bir halt bildiğin yok. O küçük kulaklarını aç iyi dinle,” dedim.
Babama döndüm. “Madem evlendiğimde herkes iyi bir adam olacağımı düşünüyor. O halde tamam. Asya ile evlenmeye hazırım.”
Asya’nın kıvrımlı dudakları hafifçe aralandı. Yeşil gözleri kocaman açıldı. Bu halini telefonum çalınmasaydı eğer çekip çerçevelettirmek isterdim.
Ortamda derin bir sessizlik oluşmuştu. Gülay bile şaşırmıştı. Babama ise inme gelecek diye bekledim. Ama ihtiyar beni gömer üstüne 100 yıl daha yaşar. Öyle dinç...
Asya şoku atlatınca “Sahi mi?” diye sordu. Yeşil gözlerinde hem hüzün hem sevinç ışıltıları vardı.
“Evet.” dedim. “Babam beni evlatlıktan men etmeyecekse ben seninle evlenmeyi kabul ediyorum.”
Söz hakkı artık babamdaydı. “Melik Şah, bu sana verdiğim son şans. Bir daha beni kızdırırsan bu affın tekrarı olmaz.” Babam ayağa kalktı. Yanımıza gelip elini Asya’ya uzattı.
Asya ikiletmeden babamın elini öptü. “Hayırlı olsun Asya, amcana haber ver biraz sonra yanıma gelsin.”
“Tabii Ahmet Bey, haber veririm.”
Asya gidecekken babam onu durdurdu. “Holdingden ayrılma, biraz sonra Melik Şah ile yüzük bakmaya gidersiniz.”
Asya şaşkın ördek gibi “Bu kadar çabuk mu?” diye sordu.
“Evet. Yarın akşam seni istemeye geliriz. Hayırlı işler uzatmaya gelmez. Hele insanın böyle hayırsız bir oğlu varken.”
Babam her fırsatta bana laf sokmasa içi rahat etmez. Kaşlarımı çatıp “Çıplak ayak peş parasız yüzük bakmaya mı gideceğim?” diye sordum.
Babam bu defa Gülay’a döndü. “Şoföre söyle Melik Şah’ı eve götürsün. Asya’da gitsin yanlarında, göz kulak olur serseriye.”
“Tamam amca, hemen arıyorum.”
“Akif’i de artık sen yollat yanıma. Asya uğraşmasın.”
Gülay yine başını salladı. “Hemen aratayım sekretere.” Odadan çabucak çıktı.
Babam ardından bana döndü. “Seninle tekrar konuşacağız Melik Şah. Asya’nın neye ihtiyacı varsa al. Bir dediğini iki etme. Söz için şöyle güzel bir elbise almayı da unutmayın.”
“Unutmam peder bey, merak etme.”
Bu defa Asya’ya cebinden bir kart çıkarıp uzattı. “Eğer seni üzecek olursa numaram bu kartvizit de yazıyor. Hiç çekinmeden ara.”
Asya başını sallayıp “Tabii ararım,” dedi.
“Hadi gidin.” Babam bize kapıyı gösterip tahtına doğru yürüdü. “Kapıyı da çekin,” diyerek yerine oturdu.
“Hay hay!” diyerek kapıyı çarparak çektim. Kapıların çarpılmasından hoşlanmadığını bildiğim için böyle yapmıştım.
Asya yanımda sessizce yürürken bu durum sinirimi bozmuştu.
Gülay bizi görüp yanımıza geldi. Bana bir telefon uzattı. “Al bunu, lazım olursa burada lazım olacak birkaç kişinin numarası var.”
“Şoför hazır mı?”
“Aşağıda bekliyor.”
“İyi gidelim o halde. Çıplak ayakla soğuk zemine basmaktan zatürre olacağım.”
“Ayy dur bir sarılıp tebrik edeyim.”
Kollarımı açtım ancak bana değil Asya’ya sarıldı. “Tebrik ederim Asya’cım.”
Gülay geri çekildi. Asya’ya tatlı tatlı gülümsedi.
“Teşekkürler Gülay Hanım.”
“Ahh ne hanımı, Gülay diyebilirsin.”
“Peki, Gülay derim.” Asya’da kuzenime gülümsedi. E ben gideyim o halde! Bu ne samimiyet ya?
Gülay bana dönüp “Hayatında ilk defa doğru bir karar verdin. Asya ile mutluluklar dilerim,” dedi içtenlikle.
“Başka çare mi bıraktınız?” dedim söylenerek.
Asya kaşlarını hafifçe çatıp “Gitsek mi?” diye sordu. Bu sözümü alınmış olduğu her halinden belliydi ancak duymamış gibi davranmayı tercih ediyordu.
“Gidelim.”
Yalın ayak çıktığım bu yolda beni ne bekliyor bilmiyorum ama Asya’yı ne beklediğini gayet iyi biliyorum.
Bugün bu holdinge gelip benimle evlendiğine pişman olacak. Benim gibi bir adamla evlendiği için pişman olmayacak bir kadın yok bu dünyada...
Beni adam edeceğini sandığı için ne kadar yanıldığını yaşayarak öğrenecek. Ne yazık ki bunu anladığında her şey için çok geç olacak.
***
Asya Nur
Sabah evden çıktığımda holdingde bunların yaşanacağı asla aklıma gelmezdi. Asansör de çıplak ayaklı bir mirasyedi ile sözlenmiş olarak bulunuyordum.
Üstelik o bana anketörlük işini ayarlayan esrarengiz adamdı. Bu kader miydi? Yoksa hayatın benimle dalga geçme şekli mi?
“Neden kabul ettin?”
“Seninle evlenmem için buraya kadar gelmiş biri mi bunu soruyor?”
“Seni araştırdım. Bu evlilik işini öyle kolay kolay kabul edeceğini düşünmemiştim.”
Melik Şah yüzünü bana döndü. Dudağının kenarında belli belirsiz bir gülümseme geldi geçti. Ardından öksürmeye başladı. Çıplak ayak dolaşırsa olacağı buydu.
“Haklısın. Aslında karşımdaki kız sen olmasaydın bu evliliğe kabul etmediğimi söyleyecektim. Seni görünce fikrim anında değişti.”
“Ne o, yoksa bana ilk görüşte aşık mı oldun?”
Melik Şah’ın yüzündeki gülümseme büyüdü. “Farkındaysan benimle evlenmek için babama dil döken sendin. Madem benimle bu kadar çok evlenmek istiyorsun, evleneceğiz.”
“Bu sorduğum sorunun cevabı değil.”
“Senden hoşlandığım falan yok. Sadece seninle bir anlaşma yapabileceğimi düşündüğüm için bu saçmalığa evet dedim.”
Benden hoşlanmamış olmasına sevinmiştim. “Çok iyi ben de senden hiç hoşlanmamıştım. Ayrıca ne için anlaşacağız?” diye sordum.
Asansörün kapısı açılınca “Peder beyin küçük sarayında anlatırım,” diyerek konuyu kapattı. Yine öksürünce şifayı kaptığına emin oldum.
Şoför bizi kapının önünde bekliyordu. Yusuf abi ile karşılaşınca yolumu kesti. “Asya ne işin var Melik Şah beyle? Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu.
Yusuf abinin hiçbir şeyden haberi olmadığı için ne diyeceğimi şaşırmıştım. “Akif amcanın haberi var. Benim şimdi gitmem lazım. Sonra açıklarım.”
“Babamın haberi varsa gidebilirsin.” Sonra kulağıma doğru eğilip “Bak bu adam çapkının önde gidenidir, sana bir yanlışı olursa hemen beni ara,” dedi.
“Tamam, ararım.”
Melik Şah “Asya bana emanet,” dediğinde Yusuf abi daha da gerilmişti. Tilkiye tavuk emanet edilir mi, diye düşündüğüne eminim.
“İyi, başına bir şey gelirse senden bilirim.”
“Sıkıntı yok.”
Melik Şah başıyla bana işaret verince yürümeye başladım. Şoför kapıyı açtı. Melik Şah benim koltuğa geçmem için öncelik verdi. Sonra da kendisi bindi.
Çıplak ayakları toz toprak içindeydi.
“Samet, şu klimayı açsana. Ayaklarım buz tuttu.” Yine öksürdü.
“Tabii, hemen.”
“Su var mı? Boğazımı gıcık tuttu. Geçmek bilmedi.”
“Var efendim.” Suyu verdi. Melik Şah hemen suyu çölden çıkmış gibi içmeye başladı.
Adının Samet olduğunu öğrendiğim genç adam klimayı hemen açıp son model otomobili sürmeye başladı.
Hırkamı üstümden çıkarıp Melik Şah’ın dizlerine bıraktım. “Araç ısınana kadar örtebilirsin.”
“Üstüm leş gibi, hırkan kirlenir.”
“Sorun değil, akşam eve gittiğimde yıkarım.”
“İyi sen bilirsin.” Teşekkür etse ölür.
Hırkamı dikkatle dizlerine örtüp geriye yaslandı. Kollarını önünde bağladı. Tekrar öksürünce “Yalnız bu öksürmelerin boğazının gıcık tutmasından değil. Şifayı kapmışsın,” dedim.
Alayla dudakları kıvrıldı. “Hayırdır, doktorculuk mu oynamak istiyorsun? Ama ben hastan değilim.”
“Kimlere hasta olduğunu gördük. Bakayım bi şöyle, boynuzlu hasta daha önce hiç görmemiştim.” Kafasının iki yanında hayali boynuzlarını görüyormuşum gibi “Oldukça havalı duruyorlar. Tam sana göre,” dediğimde yüzü sinirden kızardı.
“Evlendikten sonra bu laflarını sana tek tek yutturacağım kül kedisi.” Gözlerinden ateş mi püskürüyor o?
Arka koltuğun en uç tarafına bedenimi kaydırıp arama mümkün olduğunca mesafe koydum.
“Hem çenesi düşük, hem korkak. İşim var seninle!” dedi kızgın bir ses tonuyla. Yine susmayı tercih ettim. Konuşmayacağımı anlayınca o da sustu. Öksürmesini saymazsak sadece ortam sessizliğe bürünmüştü.
Gözleri usul usul kapanırken yorgunluktan uyuya kaldı. Araç bir tümsekte sarsılınca korkarak uyandı. Etrafa şapşal şapşal bakıp “Geldik mi?” diye sordu.
“Henüz yarım saatlik yolumuz var.”
Samet’in cevabı üstüne “Çok uykum var, müstakbel eşimin dizinde uyumamın sakıncası yoktur sanırım,” diye sordu. Ama bunu bana mı yoksa Samet’e mi sordu bilmiyorum.
Samet başını sallayıp “Sakıncası olmaz. Hanımefendinin de rızası varsa yatabilirsiniz,” dedi.
O an anladım ki Samet babasının sadece şoförü değil aynı zamanda gözü kulağı, sol kolu falan artık ne kadar işe yarayacağı organı varsa her şeyi.
Ardından bana dönüp “Dizinde yatabilir miyim?” diye sordu. Bu kibar soru karşısında afallamıştım. Bu adamın dengesizliği başımı döndürüyordu.
Başımı salladım. “Tabii, yatabilirsin.”
Melik Şah hiç beklemeden başını dizlerime koyup koca gövdesini arabanın arka koltuğuna sığdırdı. Hırkamı da üstüne örttükten sonra “Yumuşakmış...” dedi gözlerini kapatırken.
Yumuşak olan ne? Koltuk mu? Bacağım mı?
Hemen uyuduğunu sanmıştım ams gözleri kapalıyken “Saçlarımla oynar mısın?” diye sordu. Ardından hafifçe öksürdü.
“Aaa şey tabii.”
“Kirli ama idare et.”
“Sonra ellerimi yıkarım.” Şu an saçlarının kirli veya temiz olması kafama takılacak son şey bile değildi.
Melik Şah’ın gür kumral saçlarına ellerimi uzatıp geriye doğru tarayarak oynamaya başladım. Bu hali annesinin dizinde uyuyan çocuklar gibiydi. Bir an o magazin sayfalarında boy gösteren Melik Şah başka biriymiş gibi geldi.
Sonra kendi halime baktım. Amcama göre mucize dediği durumun içindeydim. Lüks bir otomobilde, parlak bir geleceğe doğru ilk adımı atmıştım.
Ailemin kurtuluş bileti Melik Şah ise dizimde uyuyordu. Bu bir rüya mıydı? Her şeyin bu kadar kolayca çözülmesi normal mi?
Kendi akıl sağlığımdan şüpheye düşüyordum. Kız kardeşimle ayrılma korkusu şu an bana bu rüyayı gördürüyordu.
Ellerimi Melik Şah’ın saçlarından çekip parmaklarıma baktım. Dediği gibi kirlilik hissi vardı. Kokladım ellerimi, işki kokuyordu.
Melik Şah’ın boynuna parmaklarımı koydum. Nabzını yokladım. Kalp atışını da hissedebiliyordum. Kesinlikle rüya veya aklımın garip bir oyunu değildi.
Sadece tek sıkıntı, Melik Şah’ın boynunun sıcak olması ve nabzının oldukça hızlı olmasaydı.
Elimi alnına koydum. Ateş gibi yanıyordu. Paniklemiştim. Omzunu dürttüm ancak tepki alamamıştım.
“Samet Bey! Hastaneye gidiyoruz,” dedim telaşla.
“Neden bir sorun mu var?”
“Melik Şah’ın ateşi var. Kendinde değil gibi.”
“Hemen en yakın hastaneye götürüyorum.” Yolu değiştirdi. Ardından telefonundan birini aramaya başladı.
“Efendim, oğlunuzun ateşi var. Bilinci yerinde değil. Hastaneye gidiyoruz.”
“Anladım, hangi hastaneye gidiyorsunuz?”
“Özel Uygurlar Hastanesi bana yakın.”
“Tamam. Geliyorum.”
Samet telefonu kapattı. Melik Şah’a dikiz aynasından bakıyordu. Su şişesi bana uzattı. “Bu suyla biraz yüzünü boynunu ıslatır mısınız?”
“Tabii, alayım.”
Çantamdan annemden kalma oyalı mendili çıkardım. Mendili ıslatıp alnına koydum. Boynunu ise ellerimle ıslatıyordum.
Birden titremeye başladı. “Anne... Gitme... Anneee...” diye sayıklamaya başladı.
“Geçti. Burdayım,” dedim onun sakinleşmesi için.
“Elimi bırakma.”
“Bırakmam.”
Titremesi azalmış, sayıklaması durmuştu. Hastane bahçesine girdiğimizde Samet hemen kornaya bastı. Ardından dışarı çıkıp acile koştu.
“Sedye getirin! Melik Şah Bey hasta! Çabuk!” diye bağırdı.
İki görevli sedyeyi arabanın yanına getirdi. Gerisi ise çok hızlı gelişti. Melik Şah’ı hızla acile aldılar. Ben de onların peşinden gittim.
Doktor muayene ettikten sonra etrafında toplanan sağlıkçılara ne yapacaklarını söyledi. Hemen damaryolu açıp serum taktılar.
Samet bir an olsun yanımızdan ayrılmadı. Merakıma yenik düşüp “Bu hastane Ahmet Uygur’a mı ait?” diye sordum.
“Evet, Ahmet Bey bu hastaneyi birkaç yıl önce açtı. O yüzden Melik Şah bey için seferber oldular.”
“Anladım. Başka şehirlerde hastanesi var mı?”
“Tam bilmiyorum ama birkaç şehirde daha aynı isimle hastane açtı. İnternetteki haberlerden görmüştüm. Hem bu daha ne ki? Türkiyede ve dünyada pek çok marka Uygurlar Holdingden kumaş satın alır. Ayrıca kendi mağaza zinciri de var. Hem kumaş satıyorlar hem de kendi giyim markasını piyasaya sürdüler. Ahmet Beyin ticari zekasına hayranım.”
İnsanın hastane ve mağaza zincirleri sahibi olacak kadar zengin olması nasıl bir şeydi? Ben de 1 milyon doları gözümde büyütüp bu adam deli mi, oğlunu evlendirmek için niye bu kadar para döküyor diye düşünmüştüm. Meğerse adam için 1 milyon dolar elinin kiri gibi bir şeymiş.
Melik Şah’ın serumu giderken doktor kan sonuçlarından sonra bilgi vereceğini söylemişti.
Benle Samet’e personel sandalye verdi. Bir müddet sonra Ahmet Bey acile geldi.
Etrafı kolaçan ederken gözü bize takıldı. Acildeki tüm personel ayağa kalkmış saygıyla Ahmet Beyi selamlıyorlardı.
Doktor hemen Ahmet Beyin yanına geldi.
“Neyi var?” diye sordu. Güçlü duruşuna rağmen sesinden endişeli olduğu belliydi.
Samet ile kalkıp Ahmet Beyin yanında yerimizi aldık.
“Geldiğinde baygındı. Ateşi yüksek, zatürre olmuş. Kan tahlilleri birazdan çıkınca daha net konuşabilirim.”
“Oğlumu iyi et doktor! Aksi durumda bu hastaneyi başınıza yıkarım!”
Doktora personel sonuçları getirdi.
Ahmet Bey sabırsızlıkla, “Kanı temiz mi?” diye sordu.
Doktor rahat bir nefes alıp “Sonuçlar iyi,” dedi.
“O halde niye böyle ölü gibi yatıyor! Nasıl iş bu!” diye bağırdı.
“Endişenizi anlıyorum. Melik Şah Bey iyi olacak. Ateşi düşünce kendine gelecektir. Ancak birkaç gün boyunca çok iyi bakılması gerekiyor. İsterseniz hastaneden tecrübeli bir hemşire arkadaşı görevlendirebiliriz.”
“Peki, bu işin uzmanı sizsiniz. Evde iyileşir diyorsanız...”
“Evet, ciğerlerini dinledim. Çok kötü durumda değil. Kan sonuçları da çok kötü olmadığını destekliyor, Melik Şah beyin bünyesi zayıf düşmüş, eğer birkaç gün iyi bakılırsa çabucak toparlayacaktır.”
“Anladım.”
Ahmet Bey sakinleşmişti. Oğlunu gözden çıkardığı zaman o an ki öfkeyle böyle olacağını düşünmemişti belli ki. Melik Şah’ı kaybetmek istemediğini biliyordum. Belki de bu sonsuz ve içten gelen evlat sevgisi sayesinde bugün bir mucize olmuştu. Hem ben hem de Melik Şah hayatımızın tepetaklak olmasını engellemiştik.