Melik Şah - Cennetten bir parça
Gözlerimi araladığımda melek yüzlü bir kızın yeşil gözlerine değdi gözlerim. Cennetten bir parça gibiydi göz bebekleri. O an içim ürperdi.
Ya öldüysem, beni almaya geldiyse.
“Uzak dur benden!” diyerek kızı kenara attım. Uzandığım tabut muydu? Doğurulunca etrafa baktım.
“İyi ya, uzak dururum!” dedi melek.
Melekler Türkçe konuşabiliyor mu? Hem ne biçim melek bu? Trip atıyor. Dudak büküp kollarını önünde bağlamış.
Sonra alnımdan düşen pamuğa baktım. Bu pamuk ölenlerin başka tarafına koyulmuyor muydu? Bana torpil mi geçtiler?
Başımın ağrısıyla gözlerimi kapatıp inledim. Sonra birden kafam yerine gelmeye başladı.
En son Asya’nın dizine başımı koymuştum. Saçlarımı okşamıştı. Kirli olduğumu umursamadan, tiksinmeden saçlarıma elini sürmüştü.
Gözlerimi biraz önce bağırdığım melek yüzlü kıza çevirdim. Asya’dan başkası değildi.
Midem birden bulanmaya başladı. “Poşet! Kusacağım galiba!” dedim. Ne yedim ki ne kusacağım?
Sonra aklıma dün rastgele bir restoranda yediğim adana geldi. Bünyem alışık değil tabii. Alışmışım özel yemeklere, adana dürüm neyime?
Asya poşet bulup getirdiğinde kusma isteğim azalmıştı. Aldım poşeti yine de, ne olur ne olmaz.
“Biz buraya nasıl geldik?”
Resmen Ahmet Uygur’un mini sarayındaki altın kafesimdeydim. Yatağımın kokusu bile başka...
“Hatırlamıyor musun?” diye sordu.
“Sarhoşta değildim ama hayır hatırlamıyorum.”
Asya alayla güldü. “Ahh ya yazık, şimdiden bunama başlamış.”
Tam ağzımı açacakken öksürük tuttu.
“Doğru düzgün cevap versene! Zaten beynim zonkluyor. Şu boğazımdaki gıcıklık da geçmedi. Sinirimi bozma iyice.”
Trip atmayı bırakıp yatağın ucunda emanet gibi oturdu. Oysa bir süre sonra yatağımın ortağı olacaktı. Ne sinir bozucu bir durum. Neyse artık mecbur katlanacağım. Horlamıyordur umarım.
“Şimdi şöyle oldu. Sen başını koyup dizimde uyudun. Saçlarını okşamamı istedin.”
Ne güzelde uyduruyor. “Ben mi? Hadi oradan!”
“İnanmazsan Samet’e sor.”
“Samet’e sorarım. Devam et.” Ne ara Samet oldu. İlk günden ne bu samimiyet?
Asya konuşmaya devam etti. “Ben saçını okşarken ateşinin olduğunu fark ettim. Bilincin de yerinde değildi. Anneni sayıkladın.”
Annemi hala sayıklıyor olmam kalbimi acıtmıştı. Bu acı hiç dinmeyecek mi?
“Sonra?”
“Seni hastaneye götürdük. Tahlil yapıldı, serum takıldı. Hatta hastanede gözünü açtın ama eve gitmek istediğini söyledin. O yüzden doktor seni hemşire eşliğinde eve gönderdi. Yolda tekrar uyudun. Seni yatağa korumalar taşıdı. Nihayet kendine tamamen geldin.”
“Sen niye buradasın?”
“Baban böyle istedi.”
“Babam mı? Onun haberi var mı? Hasta olduğumu biliyor mu?”
“Evet, Samet haber verdi. Hemen koşup hastaneye geldi. Hatta hastaneyi ayağa kaldırdı. Senin için çok endişelendi.”
Bu beni şaşırtmıştı. Ancak babama karşı içimde biriktirdiğim kalbimde büyüttüğüm nefreti bitirmem mümkün değildi. Hem zaten onun yüzünden hasta olmuştum. Vicdan azabı çeksin biraz.
“Mutlaka, eee benim hemşirem nerede?”
“Çağırayım. Ateşine baksın.”
“Bakmasına gerek yok. Sen yanımdayken benim ateşim düşmez.”
“Pis sapık!” dedi. Hem utanmıştı hem de sinirlenmişti.
“Bu pis sapıkla ne yazık ki yakında evleneceksin.”
Asya duymazdan gelmeyi tercih edip odadan çıktı. Öksürük tekrar başlayınca gerçekten durumun ciddiyetini anladım. Keşke sokakta yatmak yerine bir arkadaşıma gitseymişim. Gerçi benim çevremdekiler genel olarak onları yemlediğim sürece dostlardı.
Asya’nın benimle param için evlenmek istediği gibi onlarda param için benimle dostlardı. Teyit etmeye gerek bile yok.
Uzun boylu, güzel yüzlü bir hemşire elinde ateş ölçer ile içeri girdi. “Geçmiş olsun Melik Şah bey. Sizi böyle yakından görmek çok hoş,” dedi.
Asya’nın hemşireye kızgın bakışlarını diktiğini fark edince “Asıl hoş olan sensin. Adını öğrenebilir miyim?”
“Derya.”
“Adın da en az senin kadar güzel. Hadi yaklaş da ateşime bak. Yine çıkacak gibi...”
Hemşire yanıma yaklaşırken Asya onun önüne geçip ateş ölçeri elinden aldı. “Siz bugün çok yoruldunuz. Ben bakarım.”
Asya çatık kaşlarla bana döndü. Önce alnıma sonra boynuma en sonda göğüs kafesime ateş ölçeri tuttu.
“En fazla 37 çıktı. Melik Şah turp gibi olmuş. Sizin daha işiniz kalmadı. Bir sıkıntı olursa alır hastaneye getiririm. Siz artık evinize gidebilirsiniz!”
Derya Hemşire şaşırmıştı. “Ama bana hastaneden Melik Şah bey iyileşene kadar yanında kalmam gerektiği söylendi. Maalesef gidemem.”
“İyi o halde, size verilen odada dinlenebilirsiniz.”
“Peki! Siz bilirsiniz.”
Derya kızıp çıkmadan önce bana alıcı gözlerle bakıp gülümsedi. “Herhangi bir ihtiyacınız olursa ben yakınınızdayım. Hemen gelirim Melik Şah bey.”
Asya ağzının içinde homurdanırken onu daha da sinir etmek için “Tabii, mutlaka her ihtiyacımda aklımda olacaksın” dedim.
Derya’nın gözleri ışıldarken Asya’nın gözleri yeşilden koyu yeşile çalmaya başladı. Beni birkaç saatte bu kadar sahiplenmesi garipti. Daha söz bile kesmeden hemen tapumu almış gibi davranıyordu.
Asya dayanamayıp Derya’nın koluna girdi. “Hadi Derya çık, sözlüm uyusun biraz.”
Derya sözlüm lafını duyunca en az benim kadar şaşırdı. “Sözlendiniz mi? Ama hiç duymamıştım. Melik Şah bey sizinle nasıl sözlendi ki? Daha iki gün öncesine kadar Ferda ile birlikteydi?”
“Sana mı hesap vericez? Hadi çık! Tepem atıyor artık!”
Derya ayaklarını yere vura vura odadan çıkınca Asya ile başbaşa kaldık. “Neden sözlün olduğumu söyledin?”
“Boşuna umutlanmasını istemedim.”
“Bence burada boşuna umutlanmış biri varsa o da sensin!”
Asya söylediğim cümle karşısında afalladı. Bunu söylememi beklemediği belliydi.
“O ne demek?” diye sordu.
“Evlendiğimizde ne demek olduğunu anlarsın,” diyerek kestirip attım.
Tam yine ağzını açacakken peder bey içeri girdi. Asya’nın asık yüzünü görünce “Ne oluyor? İlk günden gelini üzüyor musun?” diye sordu.
Asya gülümseyerek yanıma geldi. “Hayır Ahmet Bey, üzgün değilim. Melik Şah ile çok iyi anlaşıyoruz. Sadece şakalaşıyorduk.”
Bu kızın doğal bir yalan söyleme yeteneği var. Nerdeyse ben bile şakalaştığımıza inanacaktım.
Babam başını salladı. “İyi. Hemşire Derya gelip seni şikayet etti. Onu odadan kovduğunu söyledi. Doğru mu?”
Asya bu defa ne diyeceğini bilemedi. Onun böyle zor durumda kalıp kıvrandığını görmek en az sevişmek kadar haz veriyordu.
En nihayetinde babama cevap vermek için pembe dolgun dudaklarını araladı. Gözlerinden sonra en ilgi çekici noktası tartışmasız gül gibi açılan dudakları...
“Aaa şey Ahmet Bey, aslında kovmadım. Sadece Melik Şah ile bizzat kendim ilgilenmek istedim. Derya Hanıma da ihtiyaç görmedim. O yüzden...”
“Peki o halde, Melik Şah’a sen bakarsın. Derya’yı evine gönderiyorum.”
“Tabii, olur. Zaten ateşi de düştü.”
“Çok iyi.”
Peder Bey, benimle tek kelime konuşmadan hatta yüzüme bile bakmadan odamdan çıktı. Nasıl kırıldım anlatamam.
“Derya’yı postaladın. Gözün aydın.”
Asya, omuz silkmekle yetindi. “Mutfağa iniyorum. Canının çektiği bir şey var mı?” diye sordu.
Gözlerim o an yine dudaklarına takıldı. “Çok açım. Ne varsa getir. Şu an seni bile yiyebilirim.”
“Anlaşıldı.”
Tekrar öksürük yoklayınca Asya yanıma gelip sürahiden su doldurdu. Bardağı uzatırken gözlerinin yeşili gözlerime değdi. Dünyaya benziyordu. Herhangi bir yeşil renk değildi. Hiç böyle güzel gözler görmemiştim.
“Elim kalkmıyor sen içir.” En az Asya kadar iyi bir yalancı olabilirim. Gerçi bana inanmadığı her halinden belliydi.
Yine de doğrulmama yardımcı olup sırtıma koydu bir elini diğer elindeki bardağı ağzıma doğru götürdü. Dikkatle suyu bana içirirken gül kokusu etrafımı sarmıştı.
Eli hafifçe titriyordu. Heyecanlanmış mıydı. Sorsam buna da bir şey uyduracağına şüphem yoktu.
Suyu bitirdikten sonra elini tutup bardağı elinden aldım. “Elin niye titriyor? Bana yakın olmak yoksa seni heyecanlandırdı mı?”
Gözlerini kaçırıp elini elimden zorla çekti. “Sabahtan beri başında beklemekten şekerim düştü. Kendine pay çıkarma.”
“İyi.”
Asya bir hışımla odadan çıkarken arkasından bakmakla yetindim. Şimdi bu kız benim karım mı olacak?
Yorgun olduğum için yataktan çıkmak istemiyordum. Başımı yastığa iyice gömüp gözlerimi kapattım. Biraz uyumak istiyordum ancak karnımda oldukça açtı.
Kapı açılınca Asya geldi sandım. Ceketini giymiş bir vaziyette Derya içeri girdi.
“Ben gidiyorum Melik Şah Bey, gitmeden önce hem sizi görmek istedim hem de damaryolu kanülünü Asya Hanım çıkarmayı beceremez diye sökmeye geldim.”
“İyi düşünmüşsün.”
Kolumda damaryolu bilmem nesini Derya çıkarmak için yanıma geldi. Gömleğinin üstten dört düğmesi göğüs arasına kadar açıktı. Önümde bilerek eğilince iri göğüsleri gözlerime görsel bir şölen sundu. Bunun farkında olarak göz ucuyla beni süzdü. Damaryolu bandını sökerken bilerek oyalanıyordu.
“Canınız acımıyor değil mi? Bantlar çok yapışmışta... Adeta kolunuzla bütün olmak istemiş gibi çıkmak bilmiyor.”
“Biraz daha dikkatli açabilirsin. Biraz acıyor.”
Göğüsleri tuttuğumu elime kazayla çarpmış gibi “Ahh! Pardon!” dedi.
“Sorun değil.” dedim. “Hem de hiç sorun değil.”
Derya bu cevabım üzerine cebinden bir kağıt çıkarıp avucuma bıraktı. “İyileştiğinde ve sözlünden fırsat bulduğunda arayabilirsin.”
Kadın niyetini açık ettiğinde daha da ileriye gidip dudaklarıma parmak uçlarıyla dokundu. “Televizyonda göründüğünden daha erkeksi yüz hatların var. Her kadının isteyeceği bir erkeksin.”
“Öyle mi?” Yatağın yanına oturdu.
Derya damaryolunu unutmuş dudaklarımı öpmek için usulca yaklaşıyordu. Ancak aklıma Asya gelince başımı yana çevirdim.
O esnada ise kapı açıldı. Asya elinde bir tepsi yemekle bana öfkeyle bakıyordu. Derya korkuyla yerinden fırlayıp göğsünü kapatma gereği duymadan “Melik Şah Beyin damaryolunu söküp gidiyordum,” dedi.
Asya ise kızgınlıkla “Her hastanın damaryolunu bu kılıkla söküp ağzının içine düşmediğinize eminim. Derhal çıkın yoksa bu sizin için hiç iyi olmaz!” diye çıkıştı.
Derya alayla karşılık verdi. “Her hasta Melik Şah kadar yakışıklı değil. Bu ilgi Melik Şah’a özel. Kendisine hayranım.”
Asya sinirden elindeki tepsiyi masaya sertçe bırakmıştı. “Derya Hanım! Daha fazla haddinizi aşmayın! Güvenliği çağırıp sizi buradan yaka paça attırmadan edebinizle gidin. Tabii biraz edebiniz varsa!”
Derya sinirlendiği halde tepki vermedi. İşinden olmayı göze alamamıştı. Ancak bana dönüp “Mutlaka ara beni,” demeyi ihmal etmedi.
Ardından odadan apar topar çıkıp gitti.
Asya bana öfkeli gözlerle bakarken “Numarasını mı verdi bir de sürtük?” diye sordu.
“Evet, nolmuş?” Elimdeki kağıdı fark edince yanıma geldi.
“Bana ver,” dedi emreder bir tonda.
“Niyeymiş?”
“Çünkü benimle evleniyorsun! Beni aldatamazsın!”
Açıkça söylemişti. “Benim nasıl bir adam olduğumu bile bile holdinge gelip babama yalvarmadan önce bunları düşünecektin. Seni aldatma potansiyeli nerdeyse yüzde yüz olan bir adamla evlenmek istemiyorsan kapı bak orada, şimdi çıkıp gidebilirsin. Haa kalacaksan da baştan anlaşalım. Benim özel hayatıma burnunu sakın sokma!”
Asya’nın gözleri dolmuştu. Böyle bir tepki beklemediği açıktı. Ancak benimle param için evlendiğini unutup bana karışmaya hakkı yok. Hayatımdaki yerini anlaması gerekiyordu.
“Anladım.”
Kapıya doğru yürüdüğünde gideceğini sanmıştım. Ancak beni yanıltarak kapıyı kapatıp geri döndü.
Derdi neydi bu kızın?
***
Asya Nur
Melik Şah’ın başında saatlerce bekledikten sonra hak ettiğim bu muydu? Aşağılık pislik! Kişiliksiz öküz! Gerçi öküzlerin bir kişiliği, işe yarar olduğu konular var. Melik Şah ile sizi aynı kefeye koyduğum için özür dilerim sayın öküzler.
Kapıyı sertçe kapatıp geri döndüm. Neymiş onun özeline karışamazmışım?
“Benimle evlenmeyi kabul et diye başına silah mı dayadılar? Ne bu afra tafra? Özel hayatına burnunu sokmayacağım öyle mi? O halde niye benimle evleniyorsun ki?”
Sinirlerim bozulmuştu. Hayat şartlarından dolayı Melik Şah ile evlenmek zorunda olsam bile o benim kocam olacak. Nasıl olur da başka kadınlarla oynaşmasına göz yummamı benden bekleyebilir? Bu adamın aklı gerçekten yerinde değil. Babası bu yüzden amcama para teklif etmişse şaşırmam.
Melik Şah yataktan ayaklarını sarkıtıp “Sence? Keyfimden evlenir gibi bir halim mi var? Sana ilk görüşte aşık olduğumu falan sanıyorsan eğer unut bunu! Benim özel hayatıma müdahale edemezsin! Anladın mı?” diye sordu.
“Anlamadım! Sanki benim durumum senden farklı mı? Ben de sana bayılmıyorum. Şartlar gereği seninle evlenmek zorundayım. Ama ne sebeple olursa olsun sen kocam olacaksın. Eğer evlenmek istemiyorsan her şeyi göze alıp hemen çıkıp giderim! Zaten yeterince gururumdan ödün verdim.”
Melik Şah alayla güldü. Ardından öksürdü. ‘Beter ol!’ diyen iç sesime kalp attım. Az bile söyledi.
“O halde şunu iyice o güzel kafana sok, bu evlilik asla gerçek bir evlilik olmayacak. Herkes kendi hayatına baksın. Kimse kimsenin işine burnunu sokmayacak. Sana uyar mı?”
Bu sözleri karşısında hem afallamıştım hem de gururum bir kez daha kırılmıştı. Beni istemeyen bir adamla evlenmek zorunda olduğum için kaderime yandım. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Aslında sevinmem gerekiyordu. Sevmediğim bir adamın kadını olmam gerekmiyordu. Ama yine de ömrümü geçireceğim adamla aramda böyle bir duvar olması katlanması zor bir durumdu. Keşke bu şekilde evlenmek zorunda kalmasaydım.
“Peki. Kabul ediyorum. Herkesin hayatı kendine. Ama tek şartım var. 5 yıl sürecek bu evlilik. 5 yılın sonunda herkes kendi yoluna gidecek. Söz mü?” diye sordum.
“Niye 5 yıl?” diye sordu.
“Uğurlu sayım.” dedim.
“Evlilik sözleşmesi imzalayacaksan eğer 5 yıl sonra özgürsün. İstediğin cehenneme gidebilirsin.”
“Peki. İmzalarım.”
“İyi. Yemek benim için mi?” diye sordu.
Ona yemek getirdiğime pişman olsam da hasta olduğu için “Evet,” demekle yetindim.
Tepsiyi alıp yanındaki komidinin üstüne bıraktım. Ardından odayı terk etmek için kapıya yöneldim. Tam çıkacağım esnada Melik Şah sert bir şekilde “Dur!” dedi.
“Ne var?”
“Hem hemşireyi postaladın hem de bana yemek yedirmeden gidiyorsun. Halim yok. Haa yok diyorsan Derya’yı arayabilirim.”
“O kadının yılışık hareketlerini görmektense sana yemek yedirmeyi yeğlerim.”
“Harika!” dedi yapmacık bir tavırla. Geri yatağına girdi. Yatağın başlığına sırtını dayadı.
Ona hazırladığım pekmez tereyağ karışımına bakıp “Bu nedir?” dedi yüzünü asarak.
“Tereyağ, pekmezi tavada ısıttım. Öksürüğe iyi gelir.”
Çarpık bir gülümseme ile “Benim için parmağını oynatmazsın sanıyordum,” dedi.
Ben de ona aynı üslup ile karşılık verdim. “Madem gerçek evli çiftler gibi olmayacağız. Bir süre sonra boşanmak şartıyla evleniyoruz malum... Bu saatten sonra senin için serçe parmağımı bile oynatmayacağıma emin olabilirsin.”
“Aman ne çok üzüldüm.”
Pekmez ile tuzsuz tereyağ karışımını kaşığa doldurup onun ağzına zorla soktum. İlk başta yüzünü ekşitti ama sonra “Göründüğü kadar kötü değilmiş,” dedi.
Bir kaşık daha yedirdim. Ardından ona getirdiğim çorbayı içirdim. Daha ana yemeğe geçmeden “Doydum,” demesine şaşırmıştım.
“Bir kase çorba ile mi doydun?”
“Hastalıktan olsa gerek, pek iştahım yok.”
“Anladım. O halde bunları götürüyorum.”
“Otur sen, evdeki yardımcılar gelip alsın.”
“Yok, ben götürürüm.”
“Hayır, dedim.”
“Niye taktın ki bu kadar?” diye sordum. Melik Şah’ı anlamak bazen çok zordu.
“Ben evden atılırken o aşağıdakiler nerdeyse göbek atacaktı. O yüzden ev işlerinde sakın onlara yardım edeyim deme! Yoksa onları kovdurmak için her şeyi yaparım!”
“Ne kindar adamsın ya! Allah senin garezinden kullarını esirgesin.”
“Ona göre ayağını denk al.”
“İyi anladım. Eee nasıl çağıracağım? Dumanla mı haber vereyim?”
Melik Şah yatağının yanındaki zili gösterdi. “Şuna bir kere basman yeterli.”
“Hayat zenginlere güzel.”
Zile basmak için elimi uzattım. Melik Şah’da elini uzattı. Parmaklarımız birbirine değince hemen elimi geri çektim. Bu adamın eli elime değmesin mümkünse. Pislik insan. Bu isim cuk oturdu. Çünkü insan soyunun her çeşidi var, benim payıma pislik olan düştü.
İçeriye adının Seda olduğunu öğrendiğim genç kadın girdi. “Buyrun efendim.” Işınlanarak mı geldi acaba?
“Şu tepsiye al götür. Suyumu tazele! Eda’ya söyle banyoyu hazırlasın. Ayrıca o Kahya kadına söyle çorbayı düzgün yapsın.”
Seda kızgınlığını gizlemek için zorla “Olur efendim. Yalnız çorbayı Asya Hanım yaptı,” dedi.
“Bir daha Asya Hanımınızı yormayın. Ne istiyorsa hemen siz yapacaksınız! Kahya kadına ilet! Anlaşıldı mı?”
“Tabii, merak etmeyin.”
Seda hemen tepsi ile sürahiyi aldı. Hızla odadan çıktı.
“Çok kabasın.”
Melik Şah omuz silkti. “Bunu hak ettiler! Hele o Tarık elime geçerse benden çekeceği var!”
“Tarık kim?”
“Hizmetçilerin gözü önünde beni yalıdan yaka paça atan güvenlik.”
“Ama iyi de onun suçu ne? Durduk yere mi gelip seni dışarı attı?”
Melik Şah kaşlarını çattı. “Sen kimin yanındasın?” diye sordu.
“Senin yanında olmadığım kesin. Çünkü çok mantıksız davranıyorsun.”
“Seninle konuşulmaz. Nerede kaldı Eda! Bas şu zile.”
Tam o esna da Eda ile Seda içeri girdi. Seda elindeki suyu ve temiz bardağı komidine bıraktı.
Eda ise odanın içindeki kapıdan banyo olduğunu tahmin ettiğim kısma elinde havlular ile girdi.
Seda gözlerini yere dikerek “Başka emriniz var mı efendim?” diye sordu.
“Yok! Eda’yı da alıp çıkabilirsin.”
Seda bir asker edasıyla arkasını dönüp banyoya girdi. Eda ile birlikte sessizce odadan çıktılar.
Saate baktığımda nerdeyse saat akşam 9 olmuştu. Yoğun ve yorucu bir gün olmuştu.
Melik Şah banyoya giderken başı döner gibi oldu. Refleks olarak hemen ayağa kalkıp koluna girdim. Ağırlığını üstüme verince göründüğünden daha ağır olduğuna kanaat getirdim. Zaten kollarındaki kas hacmi bile benim belim kadardı.
“Banyoya kadar yürümene yardım edebilirim.”
“İyi olur. Uzun süredir hiç ayağa kalkmayınca ayaklarım da uyuşmuş.” Birkaç adım attıktan sonra kolunu iyice omzuma doladı.
Başımı kaldırıp söylenecekken nerdeyse dudak dudağa geldik. Niye o koca kafasını eğmiş ki? Kötü mü kokuyorum acaba? Kaşları bu yüzden mi çatılmış?
“Hani benim için serçe parmağını bile oynatmazdın? Hiç bu kadar tutarlı bir kadınla tanışmamıştım. İlksin.”
Kolunun altından bedenimi tek hamlede çektim. “İyileşene kadar baban rica ettiği için sana göz kulak olacağım. İyileştikten sonra dediğim sözün arkasındayım.”
“Hımm, peder bey sayesinde birbirimizi tanımış oluyoruz. Seni tanıdıkça 5 yıl nasıl geçecek diye düşünmeye başladım. Bunu 1 yıla indirsek olmaz mı?” diye sordu.
“Olmaz.”
“Niye diye sormayacağım. Duş aldıktan sonra uyurum. Sen de keyfine bak.”
“Öksürüğün de durduğuna göre artık keyfime bakabilirim.”
Melik Şah boğazını tuttu. “Harbiden, boğazımın gıcıklığı da geçmiş.”
“Keşke bu pekmez tereyağ karakter bozukluğuna da iyi gelse. Her derde deva değilmiş demek.”
“Hah! Çok komik!”
Melik Şah banyo kapısından içeri girdikten sonra tekrar kafasını uzattı. “Sırtıma kese atsan ne güzel olur.”
“Ara Derya’cığını eminim koşa koşa gelip sırtına kese atar!”
“İyi fikir. Artık bir daha ki sefere.”
Gıcık işte. Göz devirip odadan çıktım. Ahmet Beyin uyuyup uyumadığını merak ediyordum. Benden istediği her şeyi yapmıştım.
Büyük salona geçtiğimde büyük bir tekli koltukta şömine başında oturduğunu gördüm.
“Ahmet Bey,” dedim.
Başını ağır ağır çevirip yüzüme baktı. “Gel Asya,” diyerek beni çağırdı. Karşısındaki koltuğu işaret edip “Otur,” dedi katı bir sesle.
Bu adamın her hali beni ürkütüyordu. Ağır, soğuk ve mesafeliydi. Amcam gaddardı ancak bana korkunç gelmiyordu. Ahmet Beyin farklı bir hali vardı. Belki bu büyük başarısını güçlü ve korkunç duruşuna borçluydu. Böyle bir adamın düşmanı olmayı kimse istemez.
“Melik Şah nasıl oldu?”
“Daha iyi, ayaklandı. Duş alıyor.”
“Evlilik konusunda konuştunuz mu? Vazgeçmedi değil mi?”
“Hayır, evlilik fikrinden vazgeçmedi.”
“İyi. Ona söyledin mi 5 yılı?”
“Evet söyledim.”
Ahmet Bey ateşi harlayıp geriye yaslandı. “5 yılı duyunca nasıl tepki verdi?”
“1 yıl olmaz mı, neden 5 yıl diye sordu.”
“Sen ne dedin?”
“5 yıldan önce boşanmayacağımı söyledim. Kabullendi.”
“Çok iyi.”
Ahmet Beyin bana neden 5 yıl sonra boşanacağımızı söyletmişti? Ben de merak ediyordum. Ancak bunu sormaya cesaret edemiyordum. Belki oğlu adam olunca benim gibi köksüz, fakir bir kızı gelini olarak görmek istemeyecekti.
Cesaretimi toplayıp “Neden 5 yıl sonra boşanacağımızı söylememi istediniz? Gerçekten Melik Şah ile 5 yıl sonra boşanacak mıyız?” diye sordum.
Saatine baktı. “Geç oldu. Git uyu.”
Bu benim beklediğim cevap değildi. Ahmet Beyi kızdırmaktan çekindiğim için ayağa kalktım. “Umarım bir gün bana sebebini söylersiniz.”
Duymamış gibi yapıp “Yarın buraya kuyumcu, gelinlikçi gelecek. Ayrıca birkaç mağazadan sana uygun kıyafet ayakkabı falan getirilecek. Kahya Kadın sana yardım edecek. Ayrıca Melik Şah içinde gelecekler. Her şeyi yarın burada halledin. Melik Şah hastalığını bahane edip bu düğün alışverişini ertelemesin sakın, bizzat ilgilen.” dedi.
“Olur. Şey amcama çeki ne zaman vereceksiniz?” diye sordum.
“Yarın avukatım sana bir sözleşme getirecek. Bu sözleşmede tarafına yapılacak ödeme ve evlendikten sonra ne yapman gerektiğine dair her şey yazacak. Bunu imzaladıktan sonra 1 milyon dolarlık çekini veririm. Artık bunu Akif’e mi verirsin yoksa başkasına mı, bilemem.”
“Anlıyorum. Rica etsem bu 1 milyon dolarlık çeki 4 eşit parçaya bölerek yazıp verebilir misiniz?”
“Neden?” diye sordu.
“Birini amcamla eşine, birini Yusuf abiye, birini Barana ve birini de kız kardeşime vereceğim.”
“Ya kendine?” diye sordu.
“Ben bu evliliği ailem için kabul ettim. Parada gözüm yok.”
Ahmet Bey başını salladı. “İyi dediğin gibi yaparım.”
“Teşekkürler Ahmet Bey. İyi geceler.”
“Sana da.”
Ahmet Beyin yanından ayrılıp mutfağa taraf ilerledim. Melik Şah ile ilgilenmekten doğru düzgün yemek yememiştim.
Evin yardımcıları işlerini bitirip odalarına çekilmişlerdi. Kocaman mutfakta dağınık duran bir nokta bile yoktu.
Dolapları tek tek açıp ne nerde diye bakmaya başladım. Bardak bulabilirsem inşallah bir su içeceğim.
Dolabı kapatıp döndüğümde sert bir şeye çarptım. “Ahh!” dedim alnımı tutarak. Elim alnımda kafamı yukarı doğru kaldırdığımda Melik Şah ile göz göze geldik. Bakışlarımı aşağı doğru indirince çıplak gövdesi ile karşılaştım. Televizyondaki kaslı başroller gibiydi.
Beline bağladığı küçük havluyla mutfakta ne aradığını gerçekten çok merak ediyordum. Sapıklık mı var acaba?
“Ne yapıyorsun burada?” diye sordu.
Konuşunca aklım başıma geldi. Asıl sapık gibi adamı inceleyen hatta neredeyse karın kaslarının resmini çizecekmiş gibi bakan bendim. Hızla arkamı döndüm.
“Asıl senin yarı çıplak halde mutfakta ne işin var! Pis sapık!”
“Evimde nasıl dolaşacağımı sana mı soracağım?”
“Hayır ama bu evde yalnız yaşamıyorsun! Biraz edep, edep!”
Alaycı sesi kulaklarımda yankılandı. “Kocan biraz edepsiz biri olacak. Neyse ki ilgimi çekmiyorsun küçük hanım.”
“Ne kadar şanslıyım. Belki hayatımda ilk defa şans yüzüme gülmeye başladı. Senin gibi bir adamın ilgisini çekmediğim için her gün şükredeceğim.”
Melik Şah arkadan ellerini omuzlarıma iki yandan koyup beni aniden göğsüne doğru çekti. Ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Sert gövdesine bedenim temas ederken başını omzumun üstünden yanağıma doğru yasladı. Hareket etmemem içinde kollarımı kollarının arasına hapsetmişti.
Kollarının arasından çıkmaya çalışırken “Ne yaptığını sanıyorsun?” diye çıkıştım.
Beni daha sıkı kavrarken alıp verdiği her nefesi iliklerime kadar hissediyordum. İlk defa bir erkekle böyle olmak kalbimin hızlı çarpmasına sebep olmuştu. Melik Şah hem beni korkutuyordu hem de şaşırtıyordu.
“Sence?”
“Sarılıyorsun! Zorla! Neden sarılıyorsun?”
“Benim gibi bir adamın ilgisini çekemediğin ne kadar şanssız olduğunu anlaman için sarılıyorum. İlgimi çekseydin sarılmakla kalmaz, şu bana kafa tutan dudaklarını da öperdim. Ama seni öpmek istemiyorum.”
“Öpme zaten! Beni ancak aşık olduğum ve bana aynı şekilde hisler besleyen bir adam öpebilir! Bu kişi kesinlikle sen değilsin! Asla aşık olduğum adam olmayacaksın!”
Kollarını açıp beni serbest bıraktı. Bakışları ile bana meydan okurken “İstesem senin aşktan divaneye çeviririm! Ama bunu gerçekten istemiyorum!” dedi asabi bir edayla.
“Özgüvenini yıkmak istemem ama ben senin çevrendeki kızlar gibi yakışıklı erkek görünce etkilenmiyorum. Benim bu hayatta aşktan önce düşündüğüm daha önemli meselelerim var. Haaa ilerde derdim tasam kalmazsa belki can sıkıntısından sana aşık olurum ama emin ol bu aşk çok üzün sürmez.”
“O niye?”
“Çünkü karaktersiz insanları sevmiyorum.”
Melik Şah öfkelenip üstüme doğru yürüdü. “Bek de ukala ve zengin koca avcısı kızları sevmiyorum!”
“İyi!” dedim. Beni tezgahla arasına sıkıştırmıştı. Ne kenara çekiliyor ne de konuşuyordu. Gözlerime nefretle bakarken tek düşündüğüm 5 yılın nasıl biteceğiydi.
***