Melik Şah / Milyonluk Gelin
Banyo yapmadan önce soğuk su içmek istedim. Ancak bana getirdikleri su ile banyo yapılabilirdi. İçim yanıyordu. Soğuk su içmek için mutfağa gitmeye karar verdim. Bu saatte o suratsız Kahya kadını görmek istemiyordum. Gerçi onu tatlı uykusundan uyandırmak da cazip geliyordu.
Yalın ayak, belimde bir havluyla odamdan çıkmıştım. Peder Bey beni böyle görse yine tepesi atar, demediğini bırakmazdı.
Odamdan çıkıp mutfağa inmeden önce büyük salona çaktırmadan bakmıştım. Peder Bey ile Asya konuşuyordu. Asya’nın 1 milyon dolardan bahsettiğini duyunca onları dinledim. Bir de babamdan alacağı parayı ailesine pay edecekti. Bir de utanmadan para da gözüm yok diyordu.
Şimdi ise kafamdaki sorular cevabını bulmuştu. Demek peder bey Asya’yı benim için satın almıştı. O yüzden kız holdinge gelip babamın benimle barışmasını istemişti. 1 milyon doları kaybetmemek için tanımadığı bir adamla evlenecek kadar gözünü karartmıştı. Ne güzel.
Asya babamın yanından ayrılıp mutfağa girdi. Bir şeylere bakıp duruyordu. Asya’yı birkaç dakika kapı eşiğine yaslanıp seyrettim. Her dolabın içine bir süre göz gezdirip kapağını kapatıyordu. Amacı neydi?
Birkaç adım attım. Tam arkasında durdum. Hissetmiş gibi bana doğru hızla dönünce göğüs kafesime yapıştı. “Ahh” diye inlemişti. Bir yandan da alnını ovalıyordu.
Geri çekildiğinde önce kim olduğuma baktı. Beni görünce yüz ifadesi değişti. Ardından çıplak gövdemde gözlerini gezdirdi. Şoka girmiş gibi bir hali vardı. Eli alnından indiğinde ne yaptığını fark edip kızarmaya başladı.
“Ne yapıyorsun burada?” diye sordum.
Gözleri kocaman açıldı. Arkasını dönerek cevap verdi. Onun bu telaşı gülümsetmişti. Sonra ise gerçekleri hatırlayıp kaşlarımı çattım. Alev gibi kadınlardan farkı yoktu. Ancak onun böyle bir kadın olması canımı sıkmıştı. O gün lokantadaki adamdan iş isteyen, ona kafa tutan kız mıydı Asya? Yoksa o gördüklerim rüya mıydı.
Taa ki bana ‘pis sapık’ diyene kadar.
O noktadan sonra aramızdaki yüksek gerilim hızla yükselmeye başlamıştı. Saçma bir tartışma içinde kendimi bulmuştum. Neden Asya ile burada durup ağız dalaşına girdiğim hakkında en ufak bir fikrim yok. Ben normalde insanları pek takmazdım. Beni aldatan sevgilimi bile takmamışken bu kızın her lafını kafaya takar olmuştum.
Psikiyatriste bu yüzden gitsem, bunun normal olduğunu asıl kimseyi takmamış olmamın anormal olduğunu söyleyecek. İyileştiğimi söyleyip beni tebrik edecekti.
Tartışma sürüp giderken onun canını acıtmak için ilgimi çekmediğini söyledim.
“Çünkü karaktersiz insanları sevmiyorum.” Bu sözünü ise ona yutturmayı isteyecek kadar kafaya takmıştım.
“İyi!” dedim sertçe. Aramızda hiç mesafe kalmayana kadar yakınlaşmıştım. İki kolumun arasında kalacak şekilde ellerimi tezgaha dayamıştım.
“Ne yapıyorsun? Çekil, odama gideceğim.” Kollarımın arasından bir çırpıda kurtulmayı başarmıştı.
Bakışlarını gözlerimden mümkün mertebe kaçırıyordu. İlk defa bir kadın benden uzak duruyordu. Bu durum beni kamçılıyordu. Onun da diğer kadınlar gibi gözlerimin içine bakmasını, beni arzulamasını istiyordum. Bu isteğimin sebebi ise ona karşı bir şey hissettiğim için değil, tamamen erkekçe bir dürtüydü. Ulaşılmaz olanı insan daha çok istiyordu.
Asya ise beklentimin tam tersine davranıyordu. Sürekli bana hakaret ederek ne kadar berbat biri olduğumu dile getirmekten geri kalmıyordu. Ne zaman yelkenlerini indirecek bakalım. En fazla bir hafta sonra yatağımı ısıtmak isteyecek, haberi yok.
Kolundan tutup Asya’yı kendime çekerken hızla beline sarıldım. Bir nefes kadar yakındık. “Biliyor musun, sen böyle yaptıkça ben seninle bir oyuncakla oynar gibi oynamak istiyorum.”
“Ben kimsenin oyuncak bebeği değilim.” Gözlerini gözlerime dikmiş, yine bana kafa tutuyordu.
“Sen 5 yıl boyunca benim kullanıp atacağım oyuncak bebeğimsin. Bunu aklından çıkarma milyonluk gelin!”
“Ne?” dedi. “Milyonluk gelin mi?”
“Bilmediğimi mi sanıyorsun?”
Elimi beline doladım. Bedenini bedenime yasladığımda yeşil gözleri kirpiklerinin arasından fırlayacakmış gibi açıldı.
“Bırak beni Melik Şah!”
“Sen benim oyuncağımsın. Sıkıldığımda bırakırım.”
“Karaktersizsin işte!”
Alayla masum yüzüne bakıp “Senin karakterini de gördük. Benden farkın yok. Bunu göremeyecek kadar aptalsın,” dedim.
Kollarımın arasından çıkmak için debelenirken bir yandan da her hareketinde tahrik olmaya başlamıştım.
“Çek o iğrenç bedenini üstümden!” dedi kızgınlıkla.
“Biliyor musun bu sözlerini umursamıyorum. Hatta ilgimi bile çekmeye başladın. Bu yüzden evlendiğimiz gün iyi hazırlan. Karım olacaksın! Gerçek anlamda!”
Asya birden çırpınmayı bırakıp kaskatı kesildi. Yüzü ise kireç gibi olmuştu. Onun gözünde bu kadar mı iğrençtim.
Hafifçe sallanır gibi oldu. Gözleri kapanırken zaten kollarımın arasında olduğu için onun düşmesine engel oldum.
“Mutluluktan mı bayıldı? Heyecandan mı?”
Bu soruyu soran iç sesim değildi. Gülay arkamızda durmuş halimize alayla bakıyordu.
“Ne bileyim, bayıldı birden. Ne yapayım? Bırakıp gitsem mi? Peder görse bir şey yaptığımı sanıp yine kovar.”
“Yok ya ben şahidim. Kocalık görevini yapacağını söylemen de ne var, sonuçta kız bunu bile bile seninle evleniyor. Bence açlıktan bayılmış olabilir. Gün boyunca başında bekledi. Doğru düzgün yemek yemedi.”
Gülay’ın sözleri hassas kalbimi tekmelemişti. Yeseydi. Ne diye kendine dikkat etmiyor ki?
“Doktoru arayayım mı?”
“Gerek yok, bir tuzlu ayran içirip ayaklarını havaya dikersek kendine gelir.”
“İyi o halde odama götürüyorum.”
“Tamam, ayranı hazırlayıp geliyorum. Bu arada üstünü giysen iyi olur. Göz zevkimi bozuyorsun. Şu kılların için sana lazer randevusu alacağım.”
“Kıllarımı seviyorum.”
Asya’yı kucaklayıp götürürken Gülay arkamdan “Öğğkk” dedi. Sevimsiz kuzen. Ben hastayken kim bilir o ne yapıyordu? Kesin babamın işleri ile uğraşmaktan bir gün evde kalacak.
Asya’yı odama çıkardım. Kendi yatağıma yatırdıktan sonra ayağının altına yastık koydum. Yüzüne ise biraz su serptim.
Gülay elinde bir bardak ayranla çıkıp geldi. Asya’da kendine gelmeye başlamıştı. Elini Asya’nın başının altına koyup ayranı içirmeye çalıştı. Ancak hem Asya’yı tutup hem de ayranı içirme konusunda başarılı olamadı.
“Yardım et, kafası ağır.”
“Haliyle.”
Asya’nın diğer yanına geçip başını kaldırdım. Gözleri hafifçe aralanırken boş boş etrafa baktı. “Nerdeyim?” diye sordu.
“Şu ayranı iç, anlarsın nerede olduğunu.”
Gülay bardağı dudaklarına götürdü. Asya ayranı içtikten sonra “Başım dönüyor,” dedi. “Bana ne oldu böyle?”
“Açlıktan bayılmış olabilirsin. Sen şimdi biraz dinlen, ben gidip sana bir sandviç hazırlayıp getireceğim. Ondan sonra bir şeyin kalmaz.”
“Peki.”
“İyi bana da soğuk su getir Gülay, su içmeye indim. Olana bak,” diyerek söylendim.”
“Tamam, hemen geliyorum. Asya’yı üzme.”
“Müstakbel karımı niye üzeyim?”
“Bilemem orasını.”
Gülay odadan çıkınca Asya ile başbaşa kaldık. Ancak ne ben konuştum ne de o konuştu. Yatağımdan kalkmaya çalışınca ona engel oldum.
“Yerine yat.”
“Kendi yatağıma gitmek istiyorum.”
“Bir süre sonra aynı yatağı paylaşacağız. Alıştırma oluyor bak, ne güzel.”
“Yaa ne demezsin!”
Yatağın kenarına kayıp benden olduğunca uzaklaştı. Saçları yastığımın üstünü kaplarken bu manzaraya alışık olmadığım için garip geldi. Çünkü benim yatağıma giren kadınlar genelde ya çıplak olurdu ya da gecelikli olurdu. Kesinlikle bir pantolon ve kazakla yatağımda heykel gibi durmazlardı.
Gülay gelince Asya’nın yanı başından kalktım. “Duşa giriyorum. Hemen gelirim.”
Tepsiden bir bardak soğuk suyu alıp tek dikişte bitirdim.
“Tamam sen gelene kadar Asya ile ilgilenirim. Ama çabuk çık, yarın erken işe gideceğim. Uyumam lazım.”
“Tamam.”
Banyoya girip duş başlığını açtım. Su ısınınca belimdeki havluyu kenara attım. Sıcak su, tozu toprağı üstümden alıp götürürken aklıma Alev geldi. Resmen hayat kadını ile birlikte olmuştum. Bu benim düştüğüm en kötü seviyeydi.
Cenabet olduğum için belki de başıma bunlar geliyordu. Hiç yoktan artık evimdeydim. Hala Uygurlar’ın veliahtıydım.
Asya’nın 1 milyon dolar sevdası sayesinde. Ona kızmak yerine bu evliliğin tadını çıkarmak belki de daha mantıklıydı. Aldığı paranın hakkını vermesi gerekmez mi?
Ferda’nın evlilik haberini duyduktan sonra tepkisini çok merak ediyordum. Yıllarca evlenmek için başımın etini yemişti ancak onu hep geçiştirmiştim. En sonunda ise kendine evlenebileceği zengin bir adam bulmuştu. Çağrı efendiyi biraz yolsun bakalım.
Saçlarıma şampuanlarken ateşimin çıktığı o dakikalarda Asya’nın saçlarımı okşamasını hatırladım. Annem okşarmış gibi hissettirmişti. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Şampuan ile ilgili değildi bu yanma, tamamen anıların verdiği acıydı.
Durulandıktan sonra boğazımın artık ağrımadığını fark ettim. Hatta öksürüğümünde bayaa azalmış olmasında o içtiğim karışımın etkisi olduğuna kanaat getirdim.
Asya gerçekten bana iyi mi gelecek? Bir çocuğa faydalı oyuncak alınması gibi bana da eş alınmıştı. Bakalım bana daha ne faydaları dokunacak.
***
Duştan çıktığımda Asya yatakta uyuya kalmış, Gülay ise odadan gitmişti. Yarısı yenilmiş sandviç ise tepside duruyordu. Bir süre horlayıp horlamadığını anlamak için durup dinledim. Neyse ki horlamıyordu. Yoksa 5 yıl geçmek bilmezdi.
Bir tişört ile şort giydim. Ardından Asya’yı yatağına götürmek için yataktan onu almaya çalıştım. Uyuduğu için olduğundan daha ağır gibi geldi.
Onu kollarımın üstüne aldığında ellerini boynuma dolayıp başını boynuma gömdü. Çok yorgun olduğu için mi böyle derin uyuyordu. Yoksa o da mı hasta olmuştu.
Boynuma değen başı biraz sıcaktı. Onu odasına götürecektim ama odası hangisiydi? Kucağımda Asya ile kapının önünde öylece kalakalmıştım. Salondaki üçlü kanepeye mi bıraksam? Misafir odalarından birine mi götürsem?
Kararsız bir şekilde etrafa bakınırken Asya boynuma doladığı ellerini daha sıkı yaptı. “Demek benimle uyumak istiyorsun. Bana uyar.”
Omuz silktim. Zaten karım olacak. Yanımda uyusa ne olacak diye düşünüp kendi yatağıma geri bıraktım. Kollarını güçlükle boynumdan çözmüştüm. İnatçı olduğu uykudayken bile belliydi.
Yarım kalan sandviçi yedim. Ardından dişlerimi fırçaladım. Ne güzelmiş temizlik ya... Yeniden doğdum sanki.
Yatağa girmeden önce ince çarşafı Asya’ya iyice örttüm. Başka yastık olmadığı için başımı Asya’nın yanı başına koydum. İlk defa bir kadınla sevişmeden aynı yatakta uyuyacaktım.
Ferda ile bile hiç uyumamıştım. Sadece sevişmek istediğimde onu görmeye giderdim. Bu durum ise garipti. Belki de normal olan buydu.
Gözlerimi kapatırken Asya’nın saçlarından yayılan bahar kokusu hoşuma gitmişti. Kaliteli bir parfüm kokusu bile bu kadar cazip olamazdı. Çünkü benim annemin saçları da bahar çiçekleri gibi kokardı.
Kendimi Asya’ya doğru çevirdim. Yüzümü saçlarına daha çok yaklaştırıp bahar kokusunu içime çekerek gözlerimi kapattım. Ve o an her gece böyle huzurla uyuyacaksam bu kızla değil 5 yıl 50 yıl bile evli kalabileceğimi düşündüm.
Sabah 5’e doğru gözlerimi araladım. Asya kollarımın arasına girmiş mışıl mışıl uyuyordu. Kolum ise başının altında uyuşmuştu.
Sonra gördüğüm rüyayı hatırladım. Annem kır çiçekleri arasında oturmuş ellerini bana uzatıyordu. Üstünde beyaz bir elbise, başında ise papatyadan bir taç vardı.
Anneme doğru yürüyordum. Ona yaklaştıkça aslında bana ellerini uzatanın Asya olduğunu görüyordum. Yeşil gözleri baharın çiçekleri gibi ışıl ışıldı, gülümsemesi ise güneşten daha sıcaktı. Onun elini tuttuğumda ise her yer birden kararıp şimşekler çakmaya başlıyordu. Ellerimde sadece papatyadan tacı kalmış, ne Asya ne de annem yanımda kalmamıştı.
‘Hayır!’ diye bağırıp onları her yerde arıyordum. Gözyaşlarımın sıcaklığını rüyamda hissetmiştim. Elimi yanağıma koydum. Gerçekten de ıslaktı.
“Ne saçma bir rüya, annemle bu paragöz kadını aynı kefeye nasıl koyabilirim.” diye geçirdim içimden.
Sonra başımı yastığa koyup uyumaya devam ettim. Tabii Asya kollarımda uyurken beni hiç hareket etmediği halde tahrik edebiliyorken bu gece artık pek uyuyabileceğimi de sanmıyorum.
Asya Nur
Sabahın ilk ışıkları ile gözlerimi araladım. Üstümde bir ağırlık vardı. Karabasan mı yoksa?
Korkarım ki karabasandan daha beter bir şey bu.
Sapık Melik Şah’ın kolu belimden sarkarken ılık nefesini ensemde hissediyordum. Ne işi vardı yanımda? Daha doğrusu benim onun yatağında ne işim vardı. Ya Ahmet Bey bizi bu halde görürse? Ya amcama söylerse?
Kolunu üstünden kaldırmaya çalışırken Melik Şah daha da beni kendine çekip “Beş dakika daha,” diye mırıldandı. Yine ateşi mi var bu adamın?
“Melik Şah, bıraksana beni! Öküz gibi üstüme abanmışsın! Ne yaptığını sanıyorsun sapık!” diye çıkıştım.
Başını hafifçe doğrultup esnedi. Ardından sitemkar bir sesle konuşmaya başladı.
“İnsan kocasını öperek uyandırır. Ne cazgırsın ya, sabah sabah kafa ütülemeye başladın. Bak böyle yaparsan senin üstüne çok gül koklarım. Kocanı memnun etmelisin.”
“Ne kocası, daha evlenmedik bile!” diyerek onu itmeye çalıştım. Bu defa bacağını bacaklarımın üstüne attı. Camış ya!
“İyi, insan nişanlısına sapık der mi hiç? Çok ayıp.”
“Yüzük de takmadık, henüz nişanlım değilsin!”
Umursamaz bir tavırla, “Sevgilim demekte içimden gelmiyor. Çünkü seni sevmiyorum,” dediğinde bunu duyduğuma memnun bir ifadeyle karşılık verdim.
“Ne tesadüf ben de seni sevmiyorum. O halde çek şu iğrenç bedenini üstümden, yoksa bağıracağım.”
Melik Şah kırgınlıkla “İğrenç miyim?” diye sordu.
“Benim için evet. İğrenç bir adamsın! Çekil!”
Sinirle gözlerime bakıp “Bana alışsan iyi edersin. Çünkü düğünden sonra sadece seninle uyumakla yetinmeyeceğim. İstemiyorsan eğer geç kalmış sayılmazsın, babama gidip ‘iğrenç oğlunla evlenmekten vazgeçtim’ de. Benim için hiç sorun olmaz. Ne de olsa babam beni adam edecek başka bir oyuncak gelin alır,” dedi zalimce.
“1 milyon dolar için senin bu karaktersizliğine katlanacağım.”
“Aldığın her kuruşun hakkını beni memnun ederek ödemelisin. Hem belli mi olur, belki beni memnun etmek seninde hoşuna gider.”
“Hiç sanmıyorum.”
“Denemeden bilemezsin!” dedi alayla. Bu egosunu yerle bir etmek istiyordum.
Ani bir refleks ile onu hiç beklemediği anda öpmeye başladım. Afallamıştı. Benden bunu beklemiyordu. Aslında ben de afallamıştım. Daha önce hiç kimseyi öpmemiş olan ben şimdi bir adamla yatakta sarmaş dolaş öpüşüyordum.
Beni asıl şaşkına çeviren ise Melik Şah ile öpüşmekten tiksinmemiştim. Aksine kalbimde küçük çaplı bir sıkışma oldu, ardından ise büyük bir patlama olmuş gibi hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı.
Melik Şah öpüşüme karşılık verdiğinde ise dudaklarım benden bağımsızmış gibi ahenkle hareket ediyordu. Ellerim onun boynunu kavrarken ne istediğimi bilmeden hareket etmeye başlamıştım.
Belimdeki elini hareket ettirirken bir yandan da erkekliğini hissetmeye başlamıştım. Bu durum beni ürkütmüştü.
Bu duruma bir son vermeliydim. Ona göstermek istediğim şey bu değildi. Resmen adamın altında inleyecek noktaya gelmiştim.
Dudaklarıma zar zor söz geçirip başımı geri çektim. Gözleri puslanmıştı. Dudaklarına bakınca utançla kızardım. Biraz önce onu ilk öpen ben olmuştum.
“Memnun oldun mu?” diye sordum.
Başını salladı. “İyi bir başlangıç.”
“Ama ben seni öpmekten hiç hoşlanmadım.”
“Yalan söylediğin her halinden belli küçük hanım. Önce şu sesi kulaklarıma kadar gelen kalbini sustur belki o zaman inandırıcı olabilirsin.”
Üstümden kalkmadan önce dudaklarıma bakıp minik bir öpücük daha bıraktı. “Ayrıca, ilk kez öpüştüğün çok belli. Kendini biraz daha geliştirebilirsin.”
Yataktan doğrulup; “Emrin olur, bulduğum her adamla öpüşüp tecrübe kazanırım. Sırf seni memnun edebilmek için!” dedim.
Birden kolumdan tutup “Sakın!” dedi sinirle. “Aklından bile geçirme!”
“Neden? Herkesin özel hayatı kendine değil miydi? Böyle anlaşmadık mı?”
“Sen böyle biri değilsin.”
“Beni ne kadar tanıyorsun? Sonuçta sana aşık değilim. Senden hoşlanmıyorum bile, pekala başkasından hoşlanıp aşk yaşayabilirim. Senin gibi! Pardon sen aşık olmadan da kadınlarla sevişebilen üst model bir varlıksın!”
Kolumu elinden çekip arkamda öfkeli bir adam bırakarak odadan çıktım. Benimle oynayabileceğini sanıyorsa, çok yanılıyor. Bunu ona seve seve göstereceğim.
“Asya!” diye bağırdı arkamdan. Koridora çıktı peşimden. Ona doğru döndüm.
“Ne var?” diye sordum.
“Bu konu burada kapanmadı! Daha sonra konuşacağız!”
“İyi, konuşuruz. İzninle odama gidip hazırlanacağım. Sen de hazırlansan iyi olur. Bugün uzun bir gün bizi bekliyor.”
“Neden?”
“Düğün alışverişi yapacağız.”
“Ben hastayım, çarşı pazar yapamam.”
Ahmet Beyin zekasına hayran kaldım. “Bir yere gitmeyeceğiz. Çarşı pazar yalıya gelecek. Baban sen yorulma diye her şeyi ayarladı. Çok şanslısın.”
“Yaa.”
Gülay odasından çıkıp bizi görünce keyifle yanımıza geldi. “Rahat uyudunuz mu?” diye sordu.
Birlikte uyuduğumuzu biliyor muydu? “Evet.”
Sonra Melik Şah’a döndü. “Kuzencim, bugün yanında olmak isterdim ama babanla çok önemli bir görüşmeye katılmak zorundayım. İşim biter bitmez yardıma gelirim.”
“İşin ancak akşama biter. Neyse git sen.”
“Görüşürüz.”
Gülay ne kadarda hoş bir kadındı. O kadar güzel giyinmişti ki tam iş kadını gibiydi. Hem göz alıcı hem de ağır duruyordu. Siyah saçları kumral teniyle uyumluydu. Kahverengi gözlerinin açık tonu ise Melik Şah’ın gözlerini andırıyordu.
Melik Şah odasına döndükten sonra ben de benim için geçici olarak ayarlanmış odaya girdim. Önce duş almam lazımdı. Bornoz nerede olabilir diye bakınırken dolap kapağında “beni aç” diye yazılı yapışkan kağıdı gördüm. Dolabı açtığımda ise ağzım açık kaldı. Bu kıyafetler dün yoktu. Hatta dolap boştu. Şu anda ise tıka basa kıyafet doluydu.
Gülay’ın işine benziyordu. Hepsi sıfır etiketli marka kıyafetlerdi. Benim bir yılda kazanacağım paranın bedeli saks mavisi çok az dekolteli günlük bir elbisenin fiyatıydı.
Onu elime alıp önüme tuttum. Tüm elbiseler birbirinden güzeldi ama en çok bu renk hoşuma gitmişti.
Elbiseyi yatağa bırakıp bornoz aramaya devam ettim. En sonunda pes edip mutfağa indim. Kahya kadın kahvaltı hazırlığı için Eda ve Seda’ya emirler yağdırıyordu. Ne değişik bir iş şu kahyalık.
“Aaa şey ben bornoz veya banyo havlusu alabilir miyim?” diye sordum Kahya hanıma.
“Senin Melik Şah Beyin odasındaki banyoyu kullanacağını düşünüp gerekli her şeyi dün akşam bıraktırmıştım. Misafir banyosunu kullanmak istiyorsan eğer gidip Melik Şah Beyin odasından alayım.”
“Aaa yok, ben halledebilirim.”
“Pekala. Kahvaltı yarım saat sonra hazır olur. Kahvaltıda istediğiniz bir şey var mı?”
“Yeşil zeytin var mı?”
“Var tabii, daha özel bir isteğiniz var mı?”
Düşündüm. Bir kahvaltıda yeşil zeytinden daha özel ne olabilir ki?
“Yok. Teşekkürler. Bu arada kahvaltıda kimler olacak?”
“Ahmet Bey ile Gülay Hanım çıktı. Eğer katılırsa paşazade Melik Şah ve siz olacaksınız.”
“Anladım. O halde kahvaltıda görüşürüz.”
Mutfaktan çıkarken Eda ile Seda’nın beni incelediğini fark ettim. Elbette bu normalde beni merak ediyorlardı. Nereden çıkıp evin biricik oğlu ile evlendiğimi düşünüyorlardı. Ben bile bu yaşadıklarıma anlam veremiyordum.
Üst kata giden asansörü görünce ağzım açık kaldım. Evin içinde asansör ne demek? Zenginlik böyle bir şey olsa gerek.
Asansörün düğmesine bastım. Kapısı açıldı. Üç tarafında aynalar vardı. İçi amcam gilin banyosu kadar genişti. İçindeki katlara baktım.
Zemin kat, 1. Kat, 2. Kat, Teras.
Yalı resmen 4 katlıymış. Henüz zemin katı ile teras katı görmemiştim. Daha sonra görürüm diye düşünüp 2. Katın düğmesine bastım.
Asansör koridorun sonundaki girintiye doğru açılmıştı. Koridorun diğer ucunda ise Melik Şah’ın odası vardı.
Umarım odasında değildir, diye mırıldandım. Kapısına ulaştığımda kapısını yavaşça açıp içeri hırsız gibi baktım. Çok şükür yok. Sabah ki öpüşmenin ardından onu görmek kanımı dondurabilirdi. Veya tam tersine...
Odanın içinde banyoya açılan gizli kapıya yöneldim. Kapının üstünde Melik Şah’ın sevdiğini düşündüğüm bir rock grubunun afişi vardı. Sevmese niye kapısına assın. Adamlar, güzel tercih.
Kapıya kulağımı dayadım. Bir aptallık yapıp çıplak Melik Şah ile karşılaşmak istemiyordum. Dün akşam bedeninin üst tarafını yeterince görmüştüm alt tarafı eksik kalsın.
Ses seda olmayınca işimi garantiye almak için kapıyı hafifçe tıklattım. “Meliiik Şaah!” diye seslendim. Yanıt yok.
Kapıyı açtım, gözlerimi her ihtimale karşı kapatarak içeri girdim. “Kimse var mı?” diye seslendim. Yine yanıt alamayınca ellerimi gözlerimden çektim. “Ohh kimse yok.”
Banyonun genişliği muazzamdı. Resmen içinde hamam vardı. Hayranlıkla içeriyi incelerken arkamdan ayak sesleri geldi.
“Asya?” diyen sese dönmeden önce kaderime hürmetlerimi ilettim. Ne olurdu 5 dakika sonra gelmiş olsaydı.
Başımı çevirdim. En azından korktuğum gibi çıplak değildi. “Sen nereden çıktın?”
“Balkondan çıktım da, yalnız banyomda olup bana bunu soruyor olman çok tuhaf. Hayırdır? Yoksa benim gibi iğrenç bir adamla birlikte duş mu almak istiyorsun?”
“Elbette ki hayır! Sadece havlu alıp çıkacağım!”
Etrafa bakındım. Dolap vardı. Dolabı açıp içinden beyaz bir havlu aldım.
Melik Şah’ın yanından geçerken aniden önüme geçti. “Yalnız o havlu benim.”
“İyi başka birini alırım.”
Geri dönüp dolaba havluyu geri koydum. Hangisini alacağımı bilemediğim için duraksadım. Melik Şah arkamdan kolunu dolaba uzatırken aniden irkilmiştim. Bir kolunu belime dolayıp beni kendine çekti. Eline çabucak aldığı bir havluyu gösterip “Bunu kullanabilirsin,” dedi.
Bedenimiz birbirine dolanmıştı. Kolunu belimden çekmeden dönmeme izin verdi. Beni bırakmak yerine gözlerime uzun uzun bakmaya başlamıştı.
“Vee şu yarım kalan konuşmamıza dönecek olursak,” diyerek dudaklarıma bakmaya başladı. “Benim karımı benden başka kimse öpemez.”
Dudaklarıma sakince bir öpücük bırakıp geri çekilirken “Özel hayat serbestliğinde yok. Soyadımı aldığın andan itibaren kimseye aşık olamazsın. Kimseyi sevemezsin... Aksi durumda yapacaklarımdan kork!” dedi gergin bir şekilde.
“Sen beni aldatırsan ben de seni aldatırım. Ruhun bile duymaz!”
Melik Şah tekrar dudaklarımı öpmeye başladı. Bu defa sert bir öpücüktü. Beni banyo duvarına yaslayıp öpmeye devam ederken elindeki havlu yere düşmüş, öpüşü ise derinleşmeye başlamıştı. Belimdeki eli kalçama doğru inerken dişlerini hafifçe alt dudağıma geçirmişti.
“Beni kışkırtma.” dedi boğuk bir sesle.
“O halde sadık bir koca olacağına söz ver. Beni hiçbir zaman sevmesen bile senden tek istediğim bu, 5 yıl boyunca başka kadınlara bakmazsan eğer ben de seni hiç bir zaman sevmesem de kalbimi başkasına açmayacağıma ve seni ne bedenimle ne de düşüncelerimle aldatmayacağıma söz verebilirim. Söz verecek misin?”
Melik Şah baş parmağını dudaklarımda gezdirirken açık kahverengi gözleri arzuyla kısıldı. “Peki, bu tatlı dudakların sadece benim olacaksa eğer söz veririm.”
“O halde ben de söz veriyorum. 5 yıl boyunca sana iyi bir eş olacağım.”
“Harika.”
“Şimdi izninle.” Melik Şah’ın kollarından sıyrılmayı başarıp yerden havluyu aldım. Arkama dahi bakmadan banyodan çıktım.
Sonra balkon kapısına doğru baktım. Nasıl da düşünememiştim. Aptallığım yüzünden başıma büyük işler açmakta üstüme yoktur.
Odama gidip giyeceklerimi aldım. Çekmecelerde çeşit çeşit iç çamaşırları bile vardı: Misafir banyosunu bulduğumda rahat bir nefes aldım. Banyoya girip kapıyı kilitledim.
Hızla banyo yaptım. Saçlarımı da kurutup çarçabuk giyindim. Banyodan çıkınca kimseye görünmeden odama girmeye çalıştım. Ancak benden önce odama girmiş hatta yatağıma oturmuş bir aygır vardı.
O da beni fark edince ayaklarımdan başlayıp beni yukarıya kadar ağır ağır süzdü.
“Para insanı değiştirir derlerdi de inanmazdım. Artık kesinlikle inanıyorum.”
“Bunu dış görünüş için söylediklerini sanmıyorum ama kanıtlayamam. Her neyse odamda ne arıyorsun?”
“Seni... Oldukça da hoş buldum. Yakışmış.” Gözlerimi devirdim.
“Ciddi olsana biraz,”
“Tarzım değil. Hadi hazırsan kahvaltıya inelim.”
“Saçlarımı toplayıp inerim, sen bekleme git.”
Melik Şah yataktan kalkıp yanıma geldi. Göğüs dekolteme tepeden göz atıp “Yakından daha güzelmiş, elbise...” diye ekledi. Ardından pırasadan hallice saçlarıma elini daldırıp “Toplama. Böyle iyi,” dedi. Bir tutam saçımı parmaklarının arasına dolayıp kokladı. “Gece daha güzel kokuyordu. Şimdi sadece şampuanın kokusu var.”
Melik Şah’ın tutarsızlığı kafamı karıştırıyordu. İyi bir adam mıydı? Yoksa karaktersizlik abidesi mi? Onu çözmek çok zordu.
“Saçımı mı kokladın?”
“Gayri ihtiyari...”
“Anladım.”
“Ayakkabın yok mu?” diye sordu çıplak ayaklarıma bakarak.
“Var ama evde giyilecek kadar temiz değiller. Böyle iyiyim.”
“Gülay nasıl atlamış, hayret. Eminim içine giydiğin çamaşıra kadar düşünüp aldırmıştır. İyice baktın mı her yere?”
Dolabı gösterdim. “Sadece şu dolaba baktım.”
“Orada olmaz ki,” diyerek elimden tuttu. Beni arkasından çekiştirirken kendi odasına doğru götürmeye başladı.
Tahmin ettiğim gibi onun odasına girdik. Yatağın karşısındaki büyük aynaya doğru yürüdü. Ardından aynaya dokundu. Ayna açılırken gördüklerim karşısında şaşkına döndüm. Resmen odanın içinde bir mağaza vardı. “Giyinme odamdaki ayakkabılara bir göz at istersen.”
Gösterdiği tarafa ilerledim. Resmen 50’den fazla benim ayağıma göre, her çeşit ayakkabı terlik sandalet vardı. “Bunlar benim için mi?”
“Evet, hangi ara bunlar koyuldu Allah bilir. Muhtemelen biz hastanedeyken tüm bunlar yapıldı.”
“Olabilir. Eee şimdi istediğimi giyebilir miyim?”
“Evet.”
Krem tonunda topuksuz bir sandalet seçtim. Ayağıma geçirdikten sonra çantaların karşısında asılı çantalar gözüme çarptı. “Yok artık! Bu çantaları almaya ömrüm yetmez!”
“Peder bey için maddiyatın önemi yoktur. Kazandığı kadar harcamayı da sever.”
“Ona şüphem artık yok.”
Keşke Yeliz’i de yanıma alabilseydim. Ancak bunu dile getirmek için henüz çok erkendi. Üstelik daha resmen bu evin gelini de değildim. Yeliz bu çantaları görse aklını kaçırabilirdi. Ona en son karne hediyesi olarak okul çantası almıştım. Amcamdan gizlice biriktirdiğim bahşişlerle aldığım çantayı amcam görünce evde kıyamet kopmuş, çantayı götürüp ikinci el olarak satmıştı. Yeliz o gün nasılda ağlamıştı.
Gözlerim dolmuştu. Ancak çabucak kendimi toparlayıp giyinme odasından çıktım. Melik Şah ile evlenip kardeşimi o yoksul hayattan kurtaracağım için mutlu olmalıydım.
Sadece 5 yıl sürecekti. Çoğu insan evlenip bir süre sonra geçinemeyip boşanıyordu. Üstelik biz birbirini sevmeyen bir çift olarak boşanacağımız için bu ikimiz içinde iyi olacaktı.
Yüzüme bir tebessüm kondurup en sahtesinden hayata poz verdim. Mutlu milyonluk gelin resmiydi bu.
Kahvaltıyı yaptıktan sonra Melik Şah’a ilaçlarını hatırlattım. Öksürüğü kesilmiş olsa da ilaçlarını düzenli kullanmalıydı.
Seda yanıma geldi. “Asya Hanım, zemin katta tüm hazırlıklar bitti. Aşağı inebilirsiniz.”
“Ne hazırlığı?”
“Birkaç mağaza temsilcisinin getirdikleri ürünler sunuma hazır sizi bekliyor.”
Melik Şah ilacını içtikten sonra ayağa kalktı. “İnelim bakalım.”
Elini belime koyup yürümeye başladı. “Bu taraftan,” diyerek beni yönlendirdi.
Aşağıda umarım hayalimin ötesinde bir şey yoktur. Giyinme odasını gördükten sonra şoka girmem zordu ama belli de olmaz.
***