MŞ / Evden kovulan serseri playboy

4174 Words
Melik Şah Uygur / Evden kovulan serseri playboy “Kalk lan zibidi!” diye bağırtı duydum. Başımı yastıktan ağır hareketler ile kaldırdığımda babamın nemrut yüzünü gördüm. Gözlerinden ateş püskürüyordu sanki, o kadar nefret bir bünyeye nasıl sığar? Anlamadım. Anlayan bana da anlatsın. “Ne var ya sabah sabah!” dedim aksi bir tavırla. “Elimin körü var!” Çarşafı üstümden çekince baksır ile ulu ortada kaldım. “Şu haline bak! Leş gibisin! Söyle saat kaçta geldin haa eşşek herif!” En son hatırladığım eve girerken güneşin doğduğuydu. Yastığı başımın üstüne koyup cevap vermemeyi tercih ettim. “Sen böyle devam et! Hiç bozma keyfini! Yarından itibaren bu kapıdan içeri adımını atamayacaksın!” Babamın söylediği cümle dikkatimi çekmişti. Yastığı kafamın üstünden atıp “O ne demek peder bey?” diye sordum. “Seni evlatlıktan men ediyorum! Tüm mal varlığımı da hayır kurumlarına verip Adana’ya giderim! Sen İstanbul’da daha ne bok yersen ye!” “Ciddi değilsin!” “Lan hayta! 27 yaşına geldin! Benim ne zaman şaka yaptığıma şahit oldun?” En azından nemrut olduğunu biliyor. Buna sevinsem mi üzülsem mi, bilemedim. “Haklısın, ne şaka yaparsın ne de şakadan anlarsın.” “İyi, hadi tüm kartlarını, evin ve arabalarının anahtarını getir bana teslim et. Git bugün kendine kalacak bir yer ayarla. Yarında birkaç parça kıyafetini al çık git bu evden. Ben bir asalak ile daha fazla yaşayamam. Yetti artık!” “Peder bey, ağır oluyor ama…” “Ulan oğlum olmasan şimdiye dek çekilecek dert değildin. Sen yat kalk rahmetli anama dua et. Onun hatırı için bunca yıl tüm rezilliklerine sabrettim. Ama bugün çıkan haberden sonra anam mezardan çıkıp gelse nafile!” “Ne haberi? Ne yapmışım?” Babam sinirle “Gülay!” diye bağırdı. Gülay koşturarak odama girdi. Elindeki bir tomar gazeteyi kucağıma bırakıp geri çekildi. Gazetelerde boy boy fotoğrafım vardı. Babam bir gazeteyi alıp Gülay’a uzattı. “Oku şu haberi!” “Adanalı iş adamı Ahmet Uygur’un çapkın oğlu Melik Şah Uygur geceyi iki güzel mankenle noktaladı. Ayakta durmakta zorlanan ünlü playboy yere kusarken yakalandı. Yere uzanıp ‘babam sağ olsun, o olmasa bu kadınlar kusan bir adamla birlikte olmazdı,’ diyerek gerçekleri dile getirdi. Babasının sayesinde gecelere aktığını söyleyen playboy manken Ferda Özel’le dudak dudağa poz vermeyi ihmal etmedi…” “Yeter Gülay, anladım” dedim. Babam sinirden kızardıkça patlayacak bomba gibi olmaya başlamıştı. “Anladıysan iyi. Daha şu dakikadan sonra seni tanımıyorum! Ne halin varsa gör!” Babam odamdan bir hışımla çıkarken gazetelere tekrar göz attım. Gerçekten bu defa çıkan haberler kötü olmuştu. Üstelik babam beni daha önce uyardığı halde gazetecilere yakalanmıştım. “Şimdi ne yapacaksın Melik Şah?” diyen Gülay’a omuz silktim. “Ne bileyim, eşyalarımı toplayıp gitmekten başka çarem var mı?” Gülay kuzenimdi. Benden iki- üç yaş kadar küçüktü. Babamın şirketinde asistan olarak çalışıyordu. Amcamlar Adana’da yaşadığı için bizimle kalıyordu. Çok iyi anlaşıyorduk. Belki de bu hayatta beni anlayan tek insandı. “Aslında bir çaren var.” “Beni sefaletten kurtaracak çare neymiş?” Yataktan çıkıp giyinmeye başladım. Gülay ise gayet ciddi bir tavırla “Şirkette temizlik personeli Akif diye biri var. Tanıyor musun?” diye sordu. “Bilmem, görsem tanırım belki. Konumuzla ne ilgisi var?” “Babanla dün sabah konuşurlarken duydum. O adamın bir yeğeni varmış, baban onu seninle evlendirmeye karar verdi.” “Bu ne saçmalık ya! Hangi devirdeyiz!” “Dur zaten bugün ki haberden sonra bu fikirden vazgeçti. Seni kimsenin adam edemeyeceğini söyleyip mirastan men etmek için avukatla konuştu. Bu kez sevgili baban çok ciddi, haberin olsun.” “Fikri değişmez mi diyorsun?” “Aslında sakinleştiğinde amcamla konuşurum. Ancak sen o kızla evlenmek istersen baban seni affedebilir.” “Saçmalama Gülay, ben bir kadına bağlanamam. Sokaklarda yaşarım daha iyi… Üstelik Ferda bana kapısını açar. Kimseye ihtiyacım yok.” Gülay şen bir kahkaha attı. “Ferda mı?” “Evet.” Telefondan internetini açıp “Şu habere bak istersen, Ferda daha yağlı kapı bulmuş. Seni fakir halinle ne yapsın?” dedikten sonra haberi okudum. “Melik Şah Uygur ile inişli çıkışlı aşk yaşayan ünlü manken Ferda Özel objektiflere yeni aşkı ile yakalandı. Bir gün önce Melik Şah ile görüntülenmesine rağmen bugün ünlü iş adamı Çağrı Şenler ile yakalanması akıllara Melik Şah Uygur’un aldatıldığını getirdi.” “Gördüğün gibi, aldatılıyorsun.” “Saçmalık!” dedim sinirle. “O ibne ile ne işi olabilir?” “Onu bana değil, Ferda’ya sor.” “Ne soracağım ya, siktirsin gitsin!” “Tam da senden beklenecek tepki. Sözlerinden ne kadar kırıldığın belli oluyor.” “Geç dalganı, gün senin günün tabii” dediğimde kahkaha attı. “Ya hadi ikimizde Ferda’yı sevmediğini biliyoruz. Niye birlikte olduğunu da… Asıl konumuza dönecek olursak; Ferda kapısı kapandığına göre ne yapmayı düşünüyorsun?” “Sen varken sırtım yere gelmez ki. Bana destek çıkarsın artık.” “Amcamı hayatta karşıma almayacağımı biliyorsun. Beni yok say. Sana dediklerimi iyi düşün. O kızla evlenmek istediğini söylersen eminim ki baban seni affeder. Ki ben olsam hiç düşünmeden kabul ederdim.” “Ya o kadın bana hayatı dar ederse? Hem onu ne tanıyorum ne de seviyorum.” “Babandan daha çok kim sana hayatı dar edebilir? Düşünsene evlenince karınla kendi evine geçeceksin. Sonuç olarak aşık olduğun kimse yok, zaten senin bu kafayla kimseyi sevme ihtimalin de yok.” Gülay böyle deyince aklıma yatmaya başlamıştı. Ancak yine de evlenip kendimi bir kafese koymak ölüm gibiydi. “Olmaz Gülay, ben evlenecek adam değilim.” “İyi o halde, sokaklarda sürün. Ben kuzenin olarak sana destek olmaya çalıştım. Benden daha fazlasını bekleme.” Ceketimi giyip Gülay’ın yanağından bir makas aldım. “Beklemem Gülay Hanım, merak etme.” “Nereye gidiyorsun?” “Sokaklarda sürünmeye gidiyorum. Eşlik etmek ister misin?” “Yok ben almayayım.” Gülay’ı arkamda bırakıp iki kat aşağı indim. Peder Bey ortalıkta görünmüyordu. Önce mutfağa girip “Bana kahvaltı hazırlayın,” dedim. “Babanızın kesin talimatı var, su bile içemezsiniz.” Kahya kadın bana bunu söylerken oldukça keyifliydi. “Su bile içemem öyle mi?” “Evet, Melik Şah.” “Bey demenizde mi yasaklandı?” “Hayır, yasaklanmadı. Size bey demek gerçek bey efendilere haksızlık olur. O yüzden size Melik Şah bey demedim.” “Babamın siniri geçince bu evde barınamayacaksın, haberin olsun kahya kadın.” O anda arkamdan bir ses yükseldi. Babam öfkeyle “Sen hala gitmedin mi köpek?” diye bağırdı. “Ayrıca karşındaki kadının bu evde senden daha çok hakkı var. Sana olan sinirim de geçmez. Bu eve bir daha adımını attığını görürsem seni polise şikayet ederim.” Kahya kadın böbürlenerek bana bakıp “Ben kalıcıyım da siz gidicisiniz galiba! Artık suyunuzu hayrattan içersiniz!” dedi. Burnumdan soluyarak dolaptan bardak aldım. Kadının yanından geçip “Ahmet Uygur hayratından içeyim o halde!” dedim. Çeşmeyi açıp bardağa suyumu doldurdum. Ard arda 3 bardak suyu hızlıca içerken ağzımın kenarlarından taşan su tişörtümü de ıslatmıştı. Sonra bardağı yere fırlatıp “Tühh! Elimden kaydı!” dedim sinirli bir halde. Babam yanıma gelip beni kolumdan tuttu. “Hadsiz! Yeter artık bu maskaralıklarından bıktım! Defol! Gözüm seni bir daha görmesin!” “Ne sen ne mirasın umurumda değil! Sokakta yatarım daha iyi! Zaten şimdiye dek niye çekip gitmediysem!” “Seni esrarkeş! Git sokakta öl geber!” “Madde kullanmıyorum artık!” “Kimin sayesinde haa? Nankör!” “Senin yüzünden başladığım maddeyi senin sayende bıraktığım için teşekkürler peder bey! Oldu mu? Mutlu musun?” Babam sinirden kıpkırmızı kesilmişti. “Karaktersiz! Bir de bana mı suç atıyorsun? Ben mi dedim git zibidilerle alemlerde kafayı bul diye!” Kavgamız büyürken artık kaybedecek bir şeyim olmadığı için babamı alkışladım. “Sütten çıkma ak kaşık Ahmet Uygur’u alkışlayalım! Kendisi bu dünyadaki en temiz insan! Annemi defalarca aldatmasını saymazsak tabii!” Kahya kadın, şoför ve iki hizmetli kadın birbirlerine bakarken babam bana tokadı bastı. Dudağımın kenarı kanarken sadece onun bu saldırganlığına gülerek cevap verdim. “Beni böyle mi susturacaksın? Mirasından men ettin gerçi tekrar men de edemezsin.” “Sen adam olmazsın! Tarık, at şunu dışarı!” Yalının güvenliği kapıda bizi izliyormuş meğer. Tabii tehlikeli bir serseri olduğum için babamı koruması lazım. Kolumdan tutunca onu itekledim. “Çekil lan! Kendim giderim!” “Melik Şah Bey, bu taraftan.” Beni salon kapısından değil de mutfağın bahçeye açılan kapısına yönlendirdi. Son kez arkamı dönüp babama bakarken çocukluğumu katledişi gözümde canlandı. Benim hayatımın mimarı Ahmet Uygur’du. Peki o neden bunu göremiyor? *** Öğlene kadar İstanbul Taksim’de turladım. Sokakta şarkı söyleyenleri dinledim. İlk iş olarak karnımı doyurmak için bir lokantaya girdim. “Adana ne kadar?” diye sordum. “20 lira abim. Çekeyim mi?” Elimi cebime attım. 200 liram olduğunu görünce sevindim. İlk defa cebimde para olduğuna seviniyordum. Normalde her şeyi kartla hallettiğim için üstümde pek para olmazdı. “Aynen, çek bakalım.” Adam yüzüme dikkatli bakmaya başlayınca huzursuz oldum. “Yav abi sen şu playboy olan Melik Şah değil misin?” diye sordu. “Yok değilim, benzetirler genelde.” “Deme yav, ben de mekana ünlü biri geldi diye sevinmiştim.” “Nereye geçeyim?” “Boş olan yere geç abim.” “Rezervasyon yapılmamış mı?” “Yok abim biz de öyle rezervasyon ne arar. Boşsa girersin, doluysa ya gidersin ya da boşalmasını beklersin. 20 liralık dürüm için masayı kaç saat boyunca bekletemem ki.” Adam haklıydı. Rezervasyon yaptığım restoranlarda bir yemek en az 1000 lira tutuyordu. “Anladım, dürüm gecikir mi?” “10 dakkaya önünde olur.” “Tamam.” Ben yemek yerken bir kız içeri girdi. “Merhaba, hala garson arıyor musunuz?” diye sordu. Dürümümden bir ısırık aldım. Garsona ne kadar maaş veriliyor acaba? “Erkek garson arıyoruz.” “Ben çok iyi çalışırım, erkeklerden daha dayanıklıyım.” “Olmaz ablam, kadın çalışan almıyoruz.” “Lütfen bana bir şans verin.” “Ya hadi başka kapıya, seninle mi uğraşacağım? İşim gücüm var.” Adam kıza sert davranınca “Cinsiyetçi pislik! Al dükkanını başına çal!” diyerek çıkıp gitti. Umursamadım. Ben kendi derdime düşmüşken bir de başkasının derdiyle uğraşmam. Kız çıkıp giderken adam arkasından ellerini havaya kaldırdı. “Çattık ya! Zorla mı kardeşim! Kadın milleti çekilecek dert mi! Ben bu yüzden evlenmemişim kadın garson mu alıcam be! Tövbe tövbe!” Adam söylenmeye devam ederken dürümümden son bir ısırık aldım. Ağzımı peçete ile silip ayağa kalktım. 200 lirayı uzatıp hesabı ödedim. 180 liramı cebime koydum. Ardından telefonumu elime alıp yürümeye başladım. Kahpe Ferda’yı aramak yerine alıp numarasını sildim. Telefonumda kayıtlı bir çok kadın vardı. Hangisini arasam diye düşünüyorken birden birine çarptım. “Yuhh! Ezseydin!” dedi önümdeki kadın. “Ne var ya, fark etmedim.” “Fark etmezsin tabii! Yola bakmak yerine telefona bakıyorsun. Sonra da görmedim! Yok öyle pardon mardon! Adam gibi özür dile!” Bu kız biraz önce Restoranda adamla iş için tartışan kızdı. Resmen sinirini benden çıkarıyordu. Kıvrımlı dudakları hareket ettikçe ben de gerilmeye başlamıştım. Boncuk boncuk bakan yeşil gözleri öfkeden mi yoksa ağladığı için mi bilinmez, fazlasıyla kızarmıştı. Küçük burnunun ucu da kızarıktı. Yüzünde gram makyaj olmadan nasıl bu kadar temiz bir yüzü vardı? Doğal güzellik dedikleri böyle bir şey olsa gerek. “Heeeyy! Kime diyorum! Özür dileyecek misin? Eğer özür dilemezsen ben de sana çarparım!” “Çarpsana,” dedim alayla karışık. Boyu normale göre uzundu. Ancak benim yanımda yine de ufak kalıyordu. Benimle nasıl baş edeceğini merak etmiştim. “Züppe! İnsan gibi özür dile, yoksa fena olur!” “Ne yapabilirsin? Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” “Nerden bileyim kimsin! Hem kimsen kimsin! Beni zerre kadar ilgilendirmiyorsun! Bana öküz gibi çarptın! Üstüne özür dilemek yerine bana kafa tutuyorsun.” Kızın kolundan tutup “Bana bak, o salak adama olan öfkeni benden çıkaramazsın! Görmedim işte, ne uzatıyorsun?” dedim sinirle. “Ne diyorsun ya? Ben kime öfkelenmişim ki!” Kolunu çekip bir adım geri çekildi. Ürkmesi hoşuma gitmişti. “Demin iş için yalvardığın adamı diyorum. Cinsiyetçi pislik olan…” dediğimde aydınlanma yaşadı. “Ordaydın, her şeyi duydun ve buna sessiz kaldın öyle mi?” “Sen iş istemeyi bilmiyorsan bu benim sorunum mu?” Omuz silkti. “Değil tabii.” “Tamam senden özür dilemek yerine sana iş bulacağım. Anlaştık mı?” Gözleri birden ışıldadı. “Sahiden mi?” “Sahiden. Nasıl bir iş arıyorsun?” “Fark etmez. Namusumla çalışabileceğim her iş olur.” “Anlaşıldı. Hadi peşimden gel.” Genç kız peşimden gelirken ona nasıl iş bulacağımı da düşünmeye başladım. Etraftaki iş ilanlarına bakarken en sonunda anket işine denk geldim. “Sen şurada bekle, ben işi bağlayıp geliyorum.” “Tamam bekliyorum.” Yeşil gözlerini heyecanla kırpıştırdı. O beni beklerken anket işini veren ofise girdim. Karşımda kadın olması işimi kolaylaştıracak gibiydi. “Selam, ben Melik Şah,” dedim. Kadın adımı duyunca yüzüme dikkatle bakıp “Merhaba Melik Şah Uygur mu?” diye sordu. “Ta kendisi.” “Sizi burada görmek çok güzel, televizyonda göründüğünüzden daha yakışıklısınız.” Kadın bana alıcı gözlerle bakarken, ben de etkileyici bir gülüşle karşılık verdim. “Siz de çok güzelsiniz, akşam boş musunuz?” diye sordum. Kadın heyecandan donuklaştı. Sonra “E-evet!” diyebildi. Elini tutup masada bulduğum kalemle eline numaramı yazdım. “Ara beni.” “Tabii, ararım mutlaka.” “Ahh bu arada bir hayır işine girdim. Şu köşede duran zavallı kıza iş lazım. Yardımcı olabilir misin?” Mini eteğinin belini düzeltip beğenmeyen bakışlarla kavgacı kızı süzdü. “Yani, anket işini yapabilirse buyursun. Seni kıracak değilim Melik Şah,” dedi. “Süpersin. Adını sormadım.” “Hale.” “Adın da en az senin kadar güzel, çekici…” dedim. Kadın şen bir kahkaha atıp yanağımı okşadı. “Akşam için sabırsızlanıyorum.” “Ben de…” Kavgacı kızın yanına doğru yürürken geldiğimi fark etmeden etrafı süzüyordu. Öyle duru bir güzelliği vardı ki hayatıma giren tüm kadınları gözümde çirkinleştirmişti. Ancak bu onun sivri dilli olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Bir tutam saçını kulağının arkasına doğru ittirirken ince parmakları şiir gibi yanağından gerdanına doğru aktı. Dünya iki saniyeliğine güzelleşti. “Senin iş tamam.” Bilerek kulağına eğilip yüksek sesle söylemiştim. Sesimle birden yerinde sıçrayıp “Bismillah!” dedi. “Ödümü kopardın!” “Bu kalabalık ortamda kim bilir neye daldın. Hakikaten böyle derin derin ne düşünüyordun?” “Off sana ne ya! Sen kimsin ki sana ne düşündüğümü söyleyeceğim?” “Benimle tanışmak mı istiyorsun?” “Hiç de bile, ne adın ne sanın umurumda değil. Asıl meseleye gel bakalım, gerçekten bana iş buldun mu?” “Pekala, keyfin bilir. Şu karşıda bize bakan kadının yanına gidip işe başlayabilirsin. Anketörlük yapacaksın. Eğer beğenmediysen başka iş bakalım.” “Yok yok, zaten çok vakit kaybettim. Hemen gidip işe başlayayım.” “Önemli değil.” “Teşekkür etmeyeceğim. Kabahatini telafi etmen örnek bir davranış, tebrikler özrün kabul edildi.” “Ne gıcık bir kızsın sen ya. Neyse ki seni bir daha görmeyeceğim.” “Çok şükür bin şükür,” dedi alayla. Ardından yanımdan yürüyüp geçti. Beni bu şekilde arkasında bırakıp birkez olsun dönüp bakmamasına şaşırmıştım. Acaba formdan mı düştüm? Gerçi biraz önce ayarladığım kadın beni gayette gözleriyle yemişti. Moralimi bozmadan alışveriş merkezini terk ettim. Ama aklımda hala o yeşil gözler vardı. Sanırım o gözleri uzun bir süre aklımdan çıkaramayacağım. *** Arkadaşlar ile takıldığım bara gidip viski söyledim. Gündüz vakti genelde uyumayı tercih ettiğim bu saatlerde dışarda ne yapılır pek bilmiyordum. Barmen ile önceden ahbap olmuştuk. Eski samimiyetimize dayanarak “Hayırdır Şah’ım bu saatte seni burada görmeyi neye borçluyuz?” diye sordu. “Bizim Pederin azizliğine uğradık.” “Dün geceki vukuattan sonra delirmesi normal değil mi?” “Ne yaptığımı hatırlamıyorum ki?” “Bu kadar içme demiştim.” “Olan oldu, evlatlıktan men edildiğimle kaldım.” “Haydaaa! O kadar mı delirdi moruk?” “Nerdeyse alnımın çatısına delik açacaktı. Silahı yanında değildi neyse ki...” Fuat kaba sesiyle kahkaha attı. “Şah’dın Şahbaz oldun desene.” “Gül sen gül. Bir viski daha.” Fuat viskiyi doldururken yanıma genç bir kadın geldi. Benim gibi viski istedi. Kırmızı boyalı dudaklarını büzerek seksi görünmeye çalıştı. 10 kat üst üste sürdüğü boyadan tiksinmiştim. Öpsem kadını, ağzım dilim kimyasal ile dolacak. Sonra aklıma yine o kız geldi. Dudağında hiç ruj sürülü olmadığı halde kıvrılan dudakları gözümde canlandıkça onu öpmediğim için pişmanlıkla kavruluyordum. Hale denen kadına numara o vermek yerine o cadının numarasını istemeliydim. Aptalsın Melik Şah. Uzun bir süre sonra seni etkileyen o kızı elinden kaçırdın. Aklıma tüküreyim, dedim içimden. Yanımdaki kadın dudak büzmeyi bırakıp “Selam yakışıklı, yalnız mısın?” diye sordu. “Aklımdakini saymazsak yalnızım.” “Ahh çok dertli görünüyorsun. Ben seni teselli ederim.” “Hımm o nasıl olacak?” Anlamazlığa vurduğumu anlamayıp elini dizimin üzerine koyup okşamaya başladı. “İçini bana açabilirsin, derdini sana unutturmak için elimden gelen her şeyi yaparım.” “Terapist misin?” Kadın diliyle üst dudağını yalayıp “Terapist fantezisi severim,” dedi açıkça. “Sen uzanır derdini anlatırsın ben de reçeteni yazarım. Olmaz mı?” Fuat ile göz göze geldik. Gülmemek için kendini zor tutuyordu. Ona işareti verince kadına viskisini uzatıp “Buyrun hanımefendi viskiniz,” dedi. “Teşekkürler bebeğim.” Fuat yanımızdan uzaklaşınca kadın tekrar bana yanaşmaya başladı. “Çok yakışıklısın, eminim kızlar sana deli oluyordur.” “Bilmem, tımarhanelik olanı henüz görmedim.” “Eğer bu gece bana gelirsen hem terapistin hem de delin olabilirim. Deli önlüğü giydirip kollarımı bağlarsın. Zararsız delin olurum. Bana istediğini yapabilirsin, haa ne dersin?” “Bu gece başkasına söz verdim. Yarın istersen olabilir.” Yüzü asıldı. Gurur yapıp hayır diyecek sandım. Ancak arsızca “Yarın gece ilk beni tercih etmediğine pişman olacaksın,” dedi. Ardından ayağa kalkıp çantasından telefonunu çıkardı. “Numaranı söyle,” dedi. Telefonu elinden alıp kendimi çaldırdım. Kadının çıplak belinden tutup onu kucağıma çektim. Kasıklarımdaki baskısı ile birlikte kıpırdanma olmaya başladı. Ancak bu etkilenme tamamen bedensel bir dürtüydü. Kadını beğenmekten ziyade kendine olan güveni hoşuma gitmişti. Dudaklarını dudaklarıma bastırıp “Devamı yarın gece,” diyerek kalçalarını kucağıma sürterek kendini aşağı çekti. Giydiği parlak deri taytta tüm hatları meydandaydı. Kalçaları oldukça dolgundu. Acaba Hale’yi yarına mı saklasam? “Adın ne?” “Alev.” “Bu gece sendeyim.” Şuh bir kahkaha attı. “Geceyi beklemek zorunda değiliz.” O böyle deyince hak verdim. Sevişmek için illa gece olmasını beklememiz gerekmiyordu. “Peki, birer viski daha içip gidelim.” Alev ile viskilerimizi içtikten sonra bardan dışarı çıktık. “Evin nerede?” diye sordum. “Bir alt sokakta yakışıklım.” Babam dışarda sürüneceksin derken eminim bunu kast etmemiştir. Sevgiler peder bey. Sayende artık özgürüm. Kadın koluma girip bedenini bana temas ettirerek yürümeye başladı. Sarıya boyanmış saçlarının dipleri gelmişti. Belli ki barlarda erkeklere sulanmaktan saçlarını boyatacak vakit bulmamış. Ara sokağa girdiğimizde kadın ilerde döküntü bir bina gösterdi. “Bak şurası, yakın değil mi?” “Öyle.” Kadınla biraz daha yürüdükten sonra apartmanın girişinde göğüsleri adeta ortaya çıkmış, 40’lı yaşlarda bir kadın “Kııız Aleev, yine eli boş gelmemişsin, aferin sana!” diye bağırarak konuştu. Kadına yaklaştığımızda Alev keyifle “Nasıl ama yakışıklı dimi mamacım?” diye sordu. “Ne o kız, bu defa bedavaya mı verecen?” Alev şen bir kahkaha atıp “Bu adama bırak bedava vermeyi bir gecesi için üstüne para bile verilir be!” dedi. Bu sohbet sanki ben yokmuşum gibi devam ederken ilk defa bu kadar düşük seviyedeki bir kadınla birlikte olacağım için hayatımı sorgulamaya başladım. Sonra aklıma Ferda geldi. Önceki gece benimle düzüşürken sonraki gün o Çağrı denen it ile birlikte sarmaş dolaş piyasada boy gösteriyordu. O halde Alev ile Ferda’nın bir farkı var mı? “Hadi yukarı çıkın da bina şevke gelsin. Bu ne ayol, kimsede tık yok bu ara.” Alev dudağımdan öpüp “Binayı inleteceğim mamacık, canın çekerse sen de gel,” dedi. “Ciddi değilsin?” dedim dayanamayarak. “Bakma sen yaşlı durduğuna beni cebinden çıkartır.” Mama denen kadın keyiflenmiş, beni süzüyordu. Nereye düştüm böyle? “Ne yani? Sence bu umurumda mı?” dedim sert bir tonda. “Bunu demek istemedim. Yani kast ettiğin şey...” “Ne kast ettin?” “Aman sen de saf saf konuşma. Barlardan iki üç mankenle birlikte çıkıp ne yapıyorsun merak ettim? Okey mi oynuyorsunuz?” Alev haddini aşınca “Kes sesini, özel hayatım kimseyi ilgilendirmez!” dedim daha da kızgın bir tonda. “Hımmm haşin erkek... En sevdiğimden.” “Alev, siz bensiz devam edin. Ben yokum.” “Off saçmalama yaa, şakaydı sadece. Ben seni sadece kendime istiyorum. Söz pişman olmayacaksın.” Alev elimden tutup beni zorla binaya soktu. Tüm isteğim kaçmıştı. Ancak sokaklarda boş boş dolanmaktansa babama olan hıncımı bu kadından çıkarmak daha cazipti. Kapıyı açıp beni evine doğru çekti. İki göz evi vardı. Fazlasıyla dağınıktı. Etrafta iç çamaşırlar gecelikler ve dışardan söylenip yarım kalmış pizza duruyordu. Beni odasına çekip üstündeki büstiyeri tek hamlede çıkardı. Sütyeninden taşan göğüslerini öne çıkarmak istercesine okşamaya başladı. Ceketimi çıkarmak için yeltendiğimde aklıma yine o yeşil gözlerin sahibi geldi. Karşımdaki eğer o olsaydı nasıl olurdu diye düşünmeden edemedim. Benimle sevişmek ister miydi? O cadıyı tekrar nasıl görebilirim, içim içimi yiyordu. Alev’e odaklanamıyordum bile. Beni yatağa çektiğinde düşüncelerden sıyrıldım. Hayatıma olan öfkemi Alev’e kusarcasına bedenine sahip oldum. Ancak işim bittiğinde yine aynı sıkıntı beni alıyordu. Bu bir kısır döngüydü. İçimdeki ızdırap asla bitmeyecekti. Alev arkadan sırtıma sarılıp “Memnun oldun mu?” diye sordu. “Evet.” dedim yalandan. “O halde bir daha ki sefere paranı verirsin. Saati sana 300 lira.” “Tamam,” dedim. Bir daha bu kadını görmeyeceğimi bildiğim için geçiştirmiştim. “O halde bugün bedava olduğu için bir kere daha yapmak istersen söyle.” Alev kendinden emindi. Ancak ben onunla yeniden sevişmek istemiyordum. “Yorgunum. Biraz uyumak istiyorum.” “Otel mi burası? Ben işe çıkacağım. Beni bir kere daha altına almayacaksan seninle bugünlük işim bitti. Hadi kalk giyin.” “Keyfin bilir.” Kalkıp giyinirken aslında tam olarak böyle kadınlara layık olduğumun bilincine vardım. Çünkü ben de böyle aşağılık bir adam haline gelmiştim. Ceketimi elime alıp “Hadi eyvallah,” dedim. “İt herif, siktir git.” Duymamış gibi yoluma devam ettim. Bedenen rahatladıkça ruhen daha da dibe batışım son sürat devam ediyordu. Bu defa cebimde para, altımda arabam olmadan bu leş hayata daha da berbat bir şekilde devam ediyordum. Gülay belki de haklıydı. Evlenirsem belki hayatıma yeni bir sayfa açabilirim. Belki de alkolün etkisi ile evlilik fikrine sıcak bakmaya başladım. Yolun üstünde rast gele bir bara girdim. Duş almadan çıktığım için kendimi rahatsız hissediyordum. Yine de bunu umursamayıp barda kendime içki söyledim. Birkaç tane üst üste içtikten sonra başım dönmeye başlamıştı. Bardan çıktığımda başım dönüyordu. Yer ayağımın altından çekiliyordu. Yine bir kusma nöbeti gelecek belli ki, gördüğüm en yakın çöpe doğru ilerleyip içim dışıma çıkana kadar kustum. Cebimde taksiye binecek para bile yoktu. Sokağın sonundaki parka doğru yürüdüm. Banklardan birine oturup ellerimi cebime soktum. Saat ne çabuk geçmişti. Hava serinlediği için parkta pek kimse yoktu. Banka uzanıp ceketimi üstüme örttüm. Önceki gece sabah eve gelmiş doğru düzgün uyumadan babamın bağırtısı ile uyanmıştım. Uyku şu an o kadar güzeldi ki, kendimi uykuya teslim etmem birkaç saniyemi almıştı. Rahat yatağımı bile aramamıştım. Sabah gözümü açtığımda üstümde ne ceketim vardı, cebimde de ne telefonum ne de param kalmıştı. “Siktir lan!” dedim sinirle. Etrafıma baktım kimse yoktu. Resmen soyulmuştum. Ayağımı yere basınca ayaklarım üşüdü. “Ayakkabılarımda yok, kahretsin! Bari çoraplarımı bıraksaydınız.” Yalın ayak yürürken kolumda olmayan saate baktım. “Şaşırdım mı? Hayır!” Simit satan yaşlı adama “Saat kaç acaba?” diye sordum. “Daha saat 7 olmak üzere. Simit ister misin?” diye sordu. “Şerefsizler beni soyup soğana çevirdi, meteliğe kurşun sıkıyorum.” “O halde bu simit siftahım olsun.” Camekanlı yerden bana simit uzattı. Dünyada böyle insanlar kaldı mı diye düşünmeden edemedim. “Sağol bey amca,” dedim içtenlikle. “Afiyet olsun evlat.” “Eyvallah.” Simiti kemire kemire yürürken sabahın serinliği içimi titretiyordu. Zatürre olmasam iyi... Fuat’ın barı erken açmadığını bildiğim halde bara gittim. Kapısında oturup beklemeye başladım. Tam ümidimi kaybetmişken nereden çıkıp geldiklerini anlamadığım birkaç gazeteci başıma üşüştü. “Melik Şah Bey, neden bu haldesiniz?” diye sordu muhabir kadın. Ardından başka biri “Evden kovulduğunuz doğru mu?” diye sordu. “Çekilin başımdan!” “Cevap vermeyecek misiniz?” “Cevap vereyim: Size ne!” “Neden çıplak ayakla sokaktasınız?” Gazeteciler yürümeme bile müsaade etmiyordu. Mikrofonlarını ellerinden gelse boğazıma kadar sokacaklardı. “Babanız sizi evlatlıktan ret etmiş deniliyor, bu bir iddia mı?” “Yeter be! Kimseye hesap vermek zorunda değilim!” “Ferda Özel’in sizi aldattığına dair haberleri gördünüz mü? Ferda hanım sizinle birlikteyken Çağrı Şenler ile ilişkiye yelken açmış deniliyor. Bu konuda ne demek istersiniz.” Bu soruya güldüm. “Bana böyle sorularla gelin.” Durup kameralara baktım. “Çağrı Beye buradan seslenmek istiyorum. Ferda’nın gerçek yüzünü bana gösterdiğin için sana minnettarım. Evlenin bence, hiç durmayın. Tam birbirinize göresiniz. Tebrikler!” Kızıl kafalı muhabir “Melik Şah bey hayatınızda yeni biri var mı?” diye sordu. “Misilleme yapacak yaşı çoktan geçtim. Kalbimin sahibini bulana kadar çıplak ayak dolaşmaya karar verdim.” Muhabirler gülünce “Hadi artık yakamı bırakın”dedim. “Son bir soru, babanızın sizi evden kovduğu doğru mu?” “Evet, doğru. Aslında konu buraya gelmeden benim çoktan evi terk etmem gerekiyordu. Nasip böyleymiş. Gördüğünüz gibi sokaklarda beş parasız sürünüyorum. Babam bunu izliyorsa iyi dinlesin; sokaklarda sürünmek senin boyunduruğun altında yaşamaktan daha iyi! Beni kovduğun günün son teşekkürü sana gelsin.” “Sorularımıza içtenlikle cevap verdiğiniz için teşekkürler.” Kibar olan muhabire “Ne demek,” dedim. Muhabirler beni yalnız bırakınca etraftaki meraklı kalabalık da dağılmaya başladı. Şimdi ne yapacağım? ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD