Arkamızda iki araba eşliğinde tarikat binasına yaklaştığımızda stresin üzerime bıraktığı yorgunluk iyice kendini gösterdi. Hayalimde tüm olaylar on dakika sürmüş gibi gelse de saat çoktan gecenin dördü olmuştu. Kamyondan inip zor adımlarla, toplanan gurubun yanına gittim.
"Çok iyiydi. Tebrikler."
Şah'ın sözleriyle küçük bir tebessüm ettim. Hera ve Kavin dışında herkesten tebrik mırıltıları geliyordu. Kavin'e baktığımda öylece yüzüme bakıyordu. Hiçbir ifade hiçbir mimik olmaksızın beni izliyordu. Bakışlarının altında eziliyordum. Ne diye öylece bana bakıyordu ki? Yine elimi ayağımı nereye koyacağımı bilememe sendromuna girdim. Bakışlarımı ondan çektim. Bakışlarımı bile koyacak bir yer bulamadım. Gözlerim Hera'ya odaklanınca Kavin ve benim aramda gidip gelen gözlerini gördüm. Aptal bir aşk üçgeni oluşturulmuş ergen filmlerine dönmüştük.
Bu durumdan sıkılıp içeri girmek için hareketlenen ilk kişi ben oldum. Bana saatler gibi gelen saniyelerin içinde Kaya, Sem ve Şah arasındaki konuşmaların ortasında birden harekete geçmem yersiz oldu. Umursamadım. Hızla odama ilerledim. Bugünü bitirmekten başka bir şey istemiyordum.
Duştan çıktığımda dayım yine ortalıkta yoktu. Bu kez öylece işi vardır diyerek boş veremedim. Bıraktığımda hiç iyi bir halde değildi. Üzerime dar kot ve sporcu atleti giyip saçlarımı açık bıraktım. Devamlı bağlamaktan saç diplerim acıyordu artık.
Aşağı inip büyük salona girdiğimde insanlar hala içki ve dans ikilisinin doruklarındaydı. İçeride hiç pencere yoktu. Bu insanlar saatleri, geceyi, gündüzü ayırt edebiliyor muydu acaba?
Etrafa şöyle bir göz gezdirdim. Dayımı göremiyordum fakat en üst loca buradan gayet net görünüyordu. Ateş yine yanında tamamen çıplak kadınlarla gösteri yaparken Kavin yanında nöbet halindeydi. Kot pantolon üzerine giydiği salaş beyaz tşört yüzünden düşüncelerime kilit vurmak zorunda kaldım.
Dayım burada yoksa başka nerede olabilirdi ki? Geldiğimden beri görev peşinde koşmaktan koca binada bildiğim yer sayısı resmen beşi geçmiyordu. Sıkıntıyla ne yapsam diye düşünürken gözlerim yine locaya kaydı.
Kavin başıyla oraya gelmemi işaret etti. Adam gözümün değdiğini hissetmesin, bir kulp takıyordu peşine.
Ağır ağır insanların arasından geçtim. Şuan yorgunluktan ölecek olmasam dans edenlere karışabilirdim. Her şeyi unutmak için delice içip, dans edebilirdim. Fakat ben Ateş'in önüne gidip diz çökerek selam verdim. Bu iş her seferinde biraz daha zor geliyordu.
"İyi haberlerini alıyorum İs. Kutlarım. Tek görevin kaldı."
"Sağ olun efendim. Diğer görevlerim için isteğimi hep muhafaza edeceğim."
Ateş beni başıyla onayladı. Yavaşça kalkıp geri gitmek için hazırlandığım sırada ilk kez ismimi Kavin'in ağzından duydum.
"İs."
Kendi kendime uydurmadığımdan emin olmak için başımı kaldırıp yüzüne baktım.
"Benimle gel." İşte bu, gerçekten şaşırtıcıydı. Daha ikinci görevin üzerine uyumadan son görevimi alacaktım.
Aşağı inmek yerine Kavin'in yanına gittim. Arkasını dönüp ilerledi ve bende onu takip ettim. Büyük bir kapıdan geçtik. Küçük bir hol ve ardından bir kapı daha. Geçtiğimiz kapıyı kapatıp önüme dönmemle sırtımın duvarla birleşmesi bir oldu.
"Kim sana bana yalan söyleyebileceğini söyledi." Kavin yeşil gözlerinden fışkıran zehirleri benim gözlerime isabet ettirmeye çalışıyordu. Bakışlarımı kaçırıyor olmasam başarabilirdi de.
İki elimi başımın kenarından duvara yaslayıp beni olduğum yere hapsetti. Sinirli hali ibrenin sonundaki kırmızı çizgiye vardı. Şuracıkta nefesimi kesmek ister gibi bakmaya devam ederken, bir kaç harf ezberimde kalmıştır diye ümit edip konuşmaya çalıştım.
"B- ben. Kimse hiç kimse."
Sertçe geri çekildi. Kişisel alanımı geri kazandığımda derin bir nefes aldım. Bir şeyler olmuştu. Başıma büyük belalar açacak bir şeyler. Odasına girdim diye bu kadar kızar mıydı?
"O küçük beynin yüzünden başına büyük bir bela aldın. Şuan burayı terk edip kaçman için sana son bir şans tanıyorum."
Arkası dönük olduğu halde sırtında gerilen kaslardan gözlerindeki bakışı hissedip korktum. Bu korku beni tüketse bile vazgeçemezdim o başka.
"Asla o- " Daha sözüm bitmeden önünü döndü.
"O zaman sana olanları anlatmalıyım. Neler yaşayacağını bilmen de cezanın başlangıcı olur."
Korku. Katıksız, sek, tek içimlik. Hissettiğim sadece korkuydu. Sonsuz bir korku...
⚔️⚔️⚔️⚔️⚔️⚔️⚔️
Sessizlikle bekledim.
Koridordan çıkıp sayamadığım kadar çok kapıdan geçtik. Kaçmak için koşsam bile yolu bulamadan ölüp gideceğim kadar çok koridor ve oda. Şimdi ise karşımda oturan ve elindeki viski şişesini kafasına diken Kavin'in konuşmasını sessizlikle bekliyordum.
"Babamın kim olduğunu bulabildin mi?" Cidden bunu merak ediyormuş gibi sordu. Sanki bulmam çok normal olurmuş gibi ki hiç normal olmazdı.
"Hayır efendim." Dedim.
"Burada bana efendim demeyi kes!"
Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Şizofren biri ile kriz anında aynı yerde duruyormuş gibi hissetmem normal miydi? Anladım demek yerine başımı salladım.
"Sevgiline anlattıkların, şuan onu ölüme götürüyor." Öyle sakin öyle durgun öyle normal söyledi ki bunu. Ben aynı sakinlikle karşılayamadım. Başımı hızla kaldırıp yüzüne baktım. O ise yere bakıyordu. Dayımın ölmesine sebep olabilecek ne anlatmıştım ki.
"Onun bunlarla ne alakası var? "
Sesimdeki korkuyu hissetti. Sağır bir insan bile hissederdi. Çünkü çok korkuyordum. Korkmaktan nefret ediyordum ama ölesiye korkuyordum.
"Bütün olayların baş rolü o. "
Kaşlarım daha fazla çatıldı. Ne demek istiyordu bu adam? Ateş'i kısır eden dayım değildi ya. Elisa'yı hamile bırakan... Yoksa?
"Gerçek baban kim?" diye düşünmeden soruverdim. Cevabının tahmin ettiğim cevap olmamasını umdum. Saf endişe saçan bakışlarımla sadece bunu umdum, diledim. Her şeyimi ortaya koyacak kadar içten diledim.
"Tam tahmin ettiğin gibi. Zeki olduğunu söylemişti."
Elisa'nın sevgilisi, Kavin'in gerçek babası. Dayımdı. Elisa için intikam almamı söylemesi, anlattıklarımı duyduğunda bu kadar yıkılması. Elisa'nın büyük aşkı dayımdı.
Duramadım. Kalktım, oturdum. Sağa döndüm, sola döndüm. Durulur muydu? bunu bile unuttum.
"O nerede?" Dedim. Dilim döndü ona bile şaşırdım.
"Aptal herif Ateş'in karşısına geçip kendi ipine düğüm attı." Kavin dayıma kızıyordu. Benim dayıma. Kendi babasına!
"Hayır!! Olamaz. Böyle bir şey yapmaz."
Hepimizin hayatını tehlikeye atmaz. Ölüme gideceğini bile bile Ateş'e her şeyi bildiğini söyleyemez.
"Evet. Yaptı. Şimdi de ölmek için bekliyor." Avucumu hırsla alınma vurdum. Bu. Bu nasıl mümkün olabildi.
Kavin'in sakinliği karşısında ise tüylerim ürperdi. Hala oturduğu yerde viski içebiliyordu. Bir anda önüne gittim. Kat kat odaların arkasında olsak bile sesim duyulmasın diye sessiz konuştum.
"O senin baban. Ölmesine göz mü yumacaksın?" Sesim hayretimi ayan beyan belli ediyordu. Kelimeler ne kadar tıslar gibi çıksa da.
"Benim tek bir babam var. O da bu tarikatın efendisi."
Sinirle ellerimi masaya vurdum.
"O efendi senin anneni öldürdü! Hem de boktan bir yalanla."
Yaptığım hamleyi Kavin'de tekrarladı. Ellerini masaya vurdu. Yüzlerimiz şimdi birbirine çok yakındı.
"Bu konuyu seninle tartışacağımı da nereden çıkardın? "
Hırsla doldum. Fakat haklılığı yüzünden geri çekilmek zorunda kaldım. Yerime oturdum. Sakin olup düşünmem gerekti. Dayımı buradan kaçırmalıydım.
"Peki. Bana kaçma şansı verdin. Ona da ver. Biz gidelim. Kaçmamıza yardım et. Hiç olmamış gibi yok olalım."
Koca bir kahkaha attı. Şu durumda olmasaydım elimin tersini ağzına patlatırdım. Yine şu durumda olmasaydım sesinin güzelliğini, kahkasındaki çekiciliği, güzellik görecelidir kavramını savunanlara anlatırdım.
"Artık çok geç. Tek başına kaçabilirsin tabi. Fakat sevgilin için artık her şey bitti. Aptalca hareket etmeden önce beynini kullanmalıydı."
Ağlamak üzereydim. Köşeye sıkışmıştım. Tabi ki dayımı burada bırakıp kaçmayacaktım. Fakat kurtaramayacaktım da.
"Peki ben neden buradayım? Ateş'in beni tebrik etmesi değil öldürmesi gerekti."
Masadan ellerini çekip tekrar koltuğuna oturdu.
"Senin bildiğini hatta senin ortaya çıkardığını öğrendiğinde zaten ölü olacaksın."
Demek dayım beni korumuştu. Şimdi daha çok ağlamak istiyordum.
"Artık ölü ya da diri. Bir önemim yok." Dedim yıkılmışlıkla. Hatta gidip ben yaptım her şeyi deyip dayımla beraber ölebilirdim. Buradan çıkınca ilk yapacağım buydu.
"Benim için var. Ben Ateş'in aksine öldürmeyi sevmem. Vereceğim ceza ölümü ilk kez bu kadar istemeni sağlayacak."
Sesindeki acımasızlık damarımda akan kanı dondurdu. Buraya geldiğimden beri ilk kez bu kadar üşüdüm.
"Herkese anlatmayacağımı nereden biliyorsun?" Zaten boka battım iyice bulaşayım belki kamufle olurum debelenmesiydi buda.
Tek kaşını itina ile kaldırdı. "Bunun için vaktin olmayacak."
Titremeyi engellemeye uğraştım. Ağlamıyordum fakat gözümden kaçan birkaç damlayı da tutamadım. Hala güçlü görünmek için dik durmaya çabalıyordum. Acınası bir haldeydim.
"Yarına kadar burada kalacaksın." Dedi yavaşça oturduğu sandalyeden kalkarken. Orada olduğunu şimdi fark ettiğim kapıyı eli ile gösterdi.
"Yatağın orada." Bir müddet gözümde birden beliren kapıya baktım.
Ayağa kalktım. Geçen her dakika, düşman kaderime dostluk ederken elimden bir şey gelmeden kapıya doğru yürüdüm. İçeri girip yatağın üzerine oturmamla gözyaşlarımın şelaleye dönüşüp gözlerimden çağlaması bir oldu. Sesimi çıkarmadan ağladım.
Nereden bilebilirdim Elisa'nın aslında dayımın sevgilisi olduğunu? Kavin'le kuzen olduğumu nereden bilebilirdim? Ateş'i devirmek için bilgi toplarken kendim devrileceğimi nereden bilebilirdim? Dayım ölecekti. Ah. Arat. Arat'a ne derdim? Nasıl yüzüne bakardım?
Arat'ı düşünmekle içime daha büyük bir karanlık çöktü. Ayağa kalktım. Kesici, öldürücü bir şeyler aradım. Odada çift kişilik bir yatak, bomboş bir masa ve bir kaç erkek eşyası bulunan bir dolaptan başka hiçbir şey yoktu. Silahımı yanıma almadığım için delicesine pişman oldum. Ölmek istiyordum. Ölmem lazımdı. Bu yerde tek başıma yapamazdım. Arat'tan babasını alıp yaşamaya ne hakkım vardı?
Saatler geçti. Ben biraz daha sakinleştim. Daha az titreyip daha az hıçkırıklara boğuldum. Dayımın sonunu düşünmeden yaptığı hareket şimdi de Ateş'e, onu da elimden alma şansını vermişti. Annemi, babamı şimdi de dayımı. Geriye artık asla yüzüne bakamayacağım Arat'tan başka bir akrabam kalmıyordu. Birde Kavin vardı tabi. İki günlük kuzenim. Kendisi bilmese de.
Acaba dayım ölmüş müydü? Yoksa Kavin'in onu kurtaracağını mı ümit ediyordu? Kavin'e oğlum demiş miydi? Ya da oğlunun ona sarılmasını beklemiş miydi? Kavin, Ateş'in işkence etmediğini direk öldürdüğünü söyledi. En azından acı çekmeden kavuşacaktı Elisa'ya, ablasına, yakın arkadaşına...
* * * * *
Ne ara uyuduğumu hatırlamıyorum. Vücudum yorgunluktan iflas bayrağını çekmiş. Saat kaç? Ben buradayken neler oldu? Milyonlarca sorum vardı. Yataktan kalktım. Kapıya doğru gidip kolunu yavaşça aşağı çektim. Kilitli değildi. Sessiz olmaya dikkat ederek kapıyı açıp dışarı çıktım. Kavin odanın ortasında sırtı bana dönük halde ayakta duruyordu. Acaba Kavin'i öldürsem veliaht yerine geçer miydim? Yoksa tek olan veliahtı öldürdüğüm için tarikata tabi olanlar tarafından linç mi edilirdim? Sanırım ikinci seçenek daha olası.
"Hazırlansan iyi edersin."
Sesini bir anda duyunca irkildim. Hala arkası bana dönüktü.
Ortaya çıkmak istemeyen bir sesle mırıldandım. "Ne için?"
Yavaşça bana döndü. Baştan aşağı süzdü.
"Cezanı çekmek için." Gözlerimi devirdim. Dağınık saçlarımı elimle arkaya attım.
"Tuvalet mi giymeliyim? Baş başa olmayız umarım bu gerçekten acımasız bir ceza olur çünkü."
Nefretimi cellata kusmak ne kadar mantıklıydı bilmiyorum ama zaten mantık bir kaç saattir buralara uğramıyordu.
"Hesabın kesilene kadar karar verme. Ödemeni yaptığında hangisi daha ağır bir ceza karar verirsin."
Dudakları oynamasa birinin Kavin'i seslendirdiğini düşünebilirdim. Zira mimiklerinde milim kıpırdama olmadı.
Omuzlarımı silktim. Ellerimi iki yana açtım."Hazırım." Dedim.
Özel bir şey yapmamı beklemiyordu herhalde. Hazırlan derken psikolojimi kast ettiği açıktı. Fakat psikoloji öylece hazırlanabilen bir şey değildi.
Kapıyı açıp ilerlemeye başladığında ben de peşine takıldım. Geldiğimiz tüm yolları geri dönüyorduk. Kaçma şansı yakalarsam diye her adımı aklımda tutmaya çalıştım. Uzun süre yürüdükten sonra geldiğimiz kapı değil yanındaki diğer kapının önünde durduk. Elini kapının yanındaki boşluğa soktuğunda merdivenleri aktif hale getirdiğini düşündüm. Ardından kapıyı açtığında ise yanıldığımı anladım. Büyük cam fanusun olduğu yere giden bir yol açmıştı. Bunu görmek oldukça tedirgin olmama sebep oldu. Bu fanusta ayinler düzenleniyordu sadece. Suçlu bulunan insanlar bu tavana monte edilmiş koca cam fanusun içinde kurban ediliyordu. Yoksa ayinin kurbanı ben miydim?
Kapının ağzında kaldığımı fark edince geri dönüp yanıma geldi. Devamlı kızgın gördüğüm gözleriyle yüzüme bakıp kolumdan tuttu. Sürükler gibi yürümemi sağlarken diğer tarafta da dayım bir adamın arkasından geliyordu. Dayımı görünce gülümsedim. Ölmemişti işte. Benim ölümümü izleteceklerdi ona demek ki. Olsun. Bu umurumda bile değil. Dayımı gördükten sonra artık Kavin'in sürüklemesine gerek kalmadan yürüdüm. Kare fanusun içine girdiğimizde diğer kapısından dayım içeri girdi.
Kavin'in elinden kurtulmaya çalışarak dayıma doğru hamle yaptığımda çabam sonuçsuz kaldı. Sinirle dönüp Kavin'e baktım.
"Aşağı bak."
Bir anlık boşlukla dediğini yapıp aşağı baktığımda tüm ÆRİS tebaasının aşağıda toplandığını gördüm. Bu bir ayin olacaksa tabi ki herkes burada olacaktı. Bu kadar göz karşısında kanımın akacak olması ve bu kana tapacak olmaları sinir bozucuydu. İlk kez ayinlerine katılıyordum ve ilk ayinim de kurban bendim. Ne büyük mutluluk.
"Beni dayım mı öldürecek?"
Sorduğum soru karşısında dayım da, Kavin'de şaşırdı.
"Öleceğini nereden çıkardın?"
Bu da ne demekti şimdi?
"Bana ceza vermeye getirmedin mi buraya? E, ayin için seçilen ben değil miyim?"
Dayım bile gülmüştü. Öylesine yıkılmış haldeydi ki onu güldürmek içimi rahatlattı. Ben de onun gülüşüne güldüm.
Kimseden cevap alamadım. Çünkü Kavin, dayımı getiren adamın elinden fantastik kitaplardan çıkmış gibi görünen bıçağı aldı. Önce benim avucuma sonra dayımın avucuna en son da kendi avucuna kesik attı. Akan kanları bir kaseye doldurdu. Yeterli kan birikince iki parmağını üçümüzün kanının karıştığı kaseye soktu. Eline bulaşan kanla fanusun camlarına tarikatın sembollerini çizmeye başladı. Bu boşluktan istifade edip dayımın yanına gittim.
"Neden bana söylemedin?"
Dayım kızarmış gözlerle yüzüme baktı.
"Neden söyleyeyim?"
Bu adama ne yapmışlardı böyle. Acıdan benim bile kim olduğumu unutmuş gibi bakıyordu.
"Bak ben..." Dedim dayıma. Bak ben üzgünüm. Böyle olmayacaktı diyecektim. Kendine iyi bak da derdim izin verseydi...
"Sen değil İs. Ölecek olan benim. Beni öldürecek olan da sen. Bunu biliyorsun, kendini kandırma." İstemsiz bir gülüş kaçtı ağzımdan. Sonra baktım dayım gülmüyor.
Hayır! Hayır! Dedi içimdeki Nefes. Ölecek olan benim. Hak eden de benim. Geri geri gitmeye başladım dayım bileğimden tutup beni yanına çekti.
"Bak. Bana bak! Kendine gel." büyük elleri ile beni iyi bir salladı. Sesiyle irkilerek dayıma baktım. İyice kulağıma yaklaştı.
"Ben öleceğim. İnan bana bunu çok istiyorum. Fakat emin olmalıyım. İntikamımı alacağından emin olmalıyım."
Dayımın sözü bittiğinde Kavin tarafından sertçe çekildi. Gözleri hala bendeydi. Cevap bekliyordu. Ölümünün benim elimden olacağını umursamıyor sadece cevap bekliyordu.
"Hadi artık başlayalım."
Kavin'in alay dolu sesiyle kendime geldim. Bir an Kavin'e kayan gözlerim tekrar dayımı buldu. Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım. Dayım onayladığımı görünce gülümsedi. Sanırım delirdi. Hatta ikimizde delirdik. Ben onu öldürmeyi kabul etmiştim oda öleceği için gülüyordu.
Kavin dayımın omzuna elini koydu ve oturmasını sağladı. Yere dizlerinin üzerinde çöken dayım bundan sonrasını bildiğini belli ederek soyunmaya başladı. Üzerindekileri çıkardığında yaşına rağmen hala düzgün olan vücudu gözler önüne serildi.
Kavin elimizi kesmek için kullandığı bıçağı bu kez benim elime verdi. Sonra da yanımdan geçip fanusun köşesine gitti.
Elimde sapı kemikten yapılma gibi duran bıçak ile dört adımlık mesafemde dayım, beklemeye başladım. Aşağıdan ayinde kullanılan kutsal sözleri bağıran kalabalığın uğultusu geliyordu. Dayımın gözlerine baktım.
"Gel yavrum, hadi." dedi.
Yavaş ve küçük adımlarla yanına yürüdüm. Önüne geldiğimde yüzüne bakamadım.
"Bana bak." dedi. Bakışlarımı aşağıda kan bekleyen kalabalıktan kaldırıp her şeye yabancılaşmış bakışlarla yüzüne baktım.
"Böyle olmalıydı. Sen hiç bir şey yapmasan da son görevinin bu olduğu buraya geldiğin günden beri belliydi."
Bu dediğine hiç şaşırmadım. Aptal bir piyondan başka bir şey değildim.
"O yüzden devamlı beni öldürmen gerekse bile diyordun." Kendi kendime mırıldandım. Fakat dayım duymuş olmalı onaylar anlamda başını salladı.
"Şimdi söylemen gerekenleri söyle. Bıçağı boynuma daya. Asla gözlerini kapama. Akan her damla kanımı gör. Gör ki intikam ateşin asla sönmesin."
Her şeyin ilkini öğrendiğim dayımdan şimdi de ilk ayinimi, onu nasıl öldüreceğimi öğreniyordum. Son cümleleri sessiz söylemişti. Ben de ona uyarak kulağına fısıldadım.
"Ailemin kanını akıtan her kim olursa olsun intikamımı alacağım."
Doğrulduğumda dayım gülüyordu. Oysa ki bu işin sonunda ailemin intikamı için akan son damla kan benim ki olacaktı.
Bıçağı boynuna dayadım. Bir elimle saçlarından tutup boynunu açığa çıkarttım. Diğer elimle ise bıçağı çoktan şah damarına dayamıştım.
Üçe kadar sayacaktım. Derin bir nefes aldım.
"Bir...İki...Üç. "
Tıpkı dayımın dediği gibi gözümü hiç kapatmadım.