⚔️6

1736 Words
Yerimize yerleştikten sonra artık tanışma zamanı geldi. "Çok güzel dans ediyorsun." İlk konuşan karşıma denk gelen sandalyede oturan esmer çocuktu. Gülümseyerek teşekkür içeren kelimeler mırıldandım. Ardından diğerleri de beni fark etti. "Ben Fatih. Senin ismin?" Tüm gözlerin üzerimde olması biraz önce beni basan güven duygusunun topuklarını vurarak kaçmasını sağladı. Zayıf görünmek şuan için son isteğimdi. Sırtımı biraz daha dikleştirdim. "Ben de İs." Fatih başını salladıktan sonra herkes yine eski haline dönmeye başladı fakat muhabbetlerine devam ettikleri söylenemezdi. Bu durum canımı sıksa da ben muhabbet kurmaya çalışacakken Fatih bana yardımcı oldu. "Alnındaki iz orada olalı çok oldu mu?" Benim varlığını unuttuğum damga, kesilen muhabbetin sebebini anlatıyordu aslında. Kimse daha kabul görmemiş birinin yanında konuşmayı istemezdi. "Hayır. Aslında daha sadece ilk görevimi yaptım." Fatih başını salladıktan sonra buradan ilerlemenin iyi olacağına karar verdim. "Sen ne zamandır Aeris'tesin?" "Hım. Sanırım on yıl dolmuştur." On yılı burada geçirmek... Şaşkınlığımı belli etmeden gülümsedim. Kötü yere kazık çakmıştım. On yıllık inancı sarsmak imkansızdı. Gece epey ilerlemişken Fatih ve arkadaşları ile her saat daha iyi bir muhabbete kapı açtık. En yeni üyesi iki yıllıktı. Saatler geçtikçe herkesin kafası iyi olmuştu. Artık biraz laf almak daha kolay olabilirdi. "Aslında benim pek bir bilgim yok Æsir hakkında. Yani, sevgilim Ahit fazla bir şey anlatmadı." Fatih başını salladıktan sonra, zor anlaşılabilecek harflerle konuştu. "Ne bilmen gerek bilmiyorum. Hu'nun tebası olduğumuzu bilirsin. Ateş'in efendimiz olduğunu da bilirsin. Bir de veliaht Kavin var. Annesiz. Kadın kurala uymadı, Ateş'te sevdiğini cezalandırdı. Duymuşsundur." Tabi ki biliyordum fakat ilk kez duyuyormuşum gibi dinlemeye devam ettim. İçki bardağı ile oynuyor ve pek de önemli bir konu değilmiş gibi ilgisiz dinliyordum. Aslında adını hatırlayan kişi sayısı bile şuan on parmağı geçmezdi. Yine de izlendiğimi tahmin etmek zor değildi. "Kadın gerçekten kuralı çiğnedi mi?" Fatih bir anda gözlerimin içine odaklandı. O an anladım ki ağzından çıkan cevap ne olursa olsun daha fazlası vardı. "Evet. Kuralları az çok biliyorsundur. Çocuk tarikattaki en kutsal terim." Onu başımla onayladıktan sonra ne yapmam gerektiğini düşündüm. Durmak istemiyordum fakat daha fazla sorarsam şüphe çekmekten çekiniyordum. "Ateş nasıl biri. Yani adaletli mi?" Fatih fondip yaptığı bardağı masaya koyduktan sonra başını iki yana salladı. "Liderlik çok zor. Ateş bunu en iyi yapanlardan biri." Herkes böyle sadık bir tebaası olsun isterdi sanırım. "O kadın. Kavin'in annesi. Ölümünde yanlış bir şeyler var gibi geldi bana." Bombanın pimini çekmiştim artık. Nefesimi tutmuş, elimde patlamamasını umuyordum sadece. Yeni bardağı eline aldı, eliyle bir kaç tur salladı ve ardından tüm sıvıyı midesine yolladı. Bardağı masaya bıraktı. Eliyle ağzını sildi. Ardından gözlerime baktı. "Bunu tek düşünen sen değilsin. Fakat bu büyük bir suç. Ateş'in fanusa girmesine sebep olabilecek kadar." Aldığım cevabın sevinciyle yumruğumu sıkmıştım. Bu konu da yalnız değildim artık. Sadece benim gibi düşünenleri tespit etmem ve en önemlisi bu suçu işlediğine dair kanıt sunmam gerekti. Bu konuda dayımın yıllardır haber aldığı yükselmeleri için çok uğraştığı adamları vardı. Onların verdiği verilerde destek olacaktı bu insanları toplamama. Fakat en önemli konu şuan için kendi ellerimle Kavin'e teslim ettiğim o kutuyu tekrar ele geçirmemdi. Kendimle olan muhasebem sürerken dayım yanımda belirdi. Etrafta dans eden fazla kimse kalmamıştı artık. Sabaha karşı herkes odalarına çekilmeye başlamıştı. Locaya baktığımda Ateş'inde kalkmak üzere olduğunu gördüm. Fatih ve arkadaşlarıyla olan, muhtemelen uyandıklarında hatırlamayacakları vedalaşmadan sonra dayımın kolunda salondan çıkmak için merdivenlere yöneldim. Biran önce odamıza çıkıp dayıma olanları anlatmak istiyordum. Odamıza girdiğimiz gibi tam konuşmaya başlayacakken camdan gelen tıkırtıyla ikimizde dikkat kesildik. Olduğum yerden perdenin arkasını kestirmeye çalışırken geçen defa olan şeyler aklıma geldi. Dayımı arkamda bırakıp cama yaklaştığımda ise artık emindim. Perdeyi aralayıp camı açtım. Baykuş mektubu geçen sefer olduğu gibi içeri bıraktıktan sonra camdan ayrılırken bu kez daha az gülerek eğilip zarfı aldım. "Bu işe cidden alışıyorum galiba. Her defasında daha normal geliyor." Derken görev zarfını havada salladım. Dayım kısık sesle güldükten sonra eşyalarını alıp banyoya ilerledi. Plana odaklanmış halde olsam bile dayımdaki değişikliği görebiliyordum. Fakat ne olduğunu sormak dilime gelmiyordu. İç geçirip yatağa oturdum. Muhtemelen ikinci görevimi öğrenecektim. Zarfı yırtıp içindeki kağıdı çıkardım. " SONRAKİ GÖREVİNİZ İÇİN YARIN AKŞAM 9'DA VELİAHTIN ODASINDA." Oldukça ciddi bir dille yazılan not bile tüylerimi ürpertmişti. Umarım yarın ki görevde başka bir can almak zorunda kalmazdım. Çünkü hiç bir güç bu planı bozmama engel olamazdı. Ama hala bir vicdanım da vardı. Dayım banyodan çıkıp geldiğinde kıyafetlerini değiştirmişti. "Ne yazıyor?" Elinde ki küçük havluyla saçlarını kuruluyordu. "Yarın veliaht bozuntusundan görev almak için gelin falan." Önemli bir şey değilmiş gibi elimi salladım. Dayım başını salladıktan sonra koltuğa sırt üstü uzandı. "Sence ikinci görevde de birini öldürmem gerekir mi?" dedim. Dayım eliyle tüm yüzünü sıvazladıktan sonra ellerini saçlarında bıraktı. "Sanmam. Yarın ki görev fiziksel açıdan daha zor bir görev olur sanırım. Bir şeyler çalmanı isteyebilirler." İçim rahatlamış halde başımı salladım. Dayımın keyifsiz hali huzurla nefes almamı zorlasa da üzerine gitmek istedim. Kıyafetlerimi alıp banyoya ilerledim. Yatıp uyumak en iyisiydi. Yarın ki görevim için zinde olmam gerekti. ⚔️⚔️⚔️⚔️⚔️⚔️⚔️⚔️ Tık, tık.  "Girebilir miyim?" Dedim tatlı sesimle. Evet, tam olarak Kavin'in odasının önündeydim. Görev için. "Gel." Dedi içerideki ses. Komutla beraber yavaşça içeri girdim. Kavin koyu kahve masanın arkasında oturuyordu. Ben de oturduğu masanın önündeki koltuğa oturdum. Mümkün olan en sade oda olmalıydı bu oda. Bir tek masa ve koltuklar vardı. Ne bir resim ne de kişisel herhangi bir şey. Hani nereden baksan bir sorgu odasından koltuk farkıyla hallice. Sırtımı dik, gözlerimi korkusuz tutmaya çalıştım. Kavin'e bakıyordum ama o asla bana bakmıyordu. "Bu görevin soygun." dedi. Sesini bilmesem başkası konuştu sanabilirdim.  Başımı tamam anlamında sallarken gözlerimi Kavin'in hareketlerinden de ayırmamaya çalıştım. Kavin'in elleri masanın üzerinde parmakları birbirine kenetli haldeydi. "Bu kez planı sen yapacaksın. Fazla kimseyi tanımadığın için bu görevde de suikastçılar sana eşlik edecek."  "Tamam efendim." Derken herhangi bir davranış bekledim. Bir mimik. Farklı bir hareket tek bir hareket. Robot gibiydi ve asla farklı tek bir şeyi yoktu. Kişisel tek bir hareketi. Gözleri hala kendi ellerindeydi."Güçlü bir çetenin son vurgunlarını indireceksin. Kimsenin ölmesini istemiyorum." Bunu ben de istemiyordum. Tekrar başımı sallamakla yetindim. Bu kadar don olabilirdi bir insan. Neyse ki sonunda yüzüme baktı. Baktı ve "Gruba katıl ve planına başla." dedi. Bunun kibarca git demek olduğunu fark etmemek imkansızdı. Açıkçası onu izlemek garip ama zevk vericiydi. Fakat yapılması gereken çok önemli bir işim vardı. Planı tamamen benim kuracak olmam bir felaketti ve benim, bu felaketi avantaja çevirmem gerekti. Kavin'in odasından çıkıp karşısında bulunan suikastçıların toplandığı odaya ilerledim. Kapıyı çalıp çalmamak arasında kalıp, ilk günlerimi kibarlık içinde geçirme kararı verdim. Diğerleri de olmadık yerlerde son derece kibar olduklarından yadırganmamayı umdum.  Kapıyı çaldıktan sonra gel demelerini beklemeden başım için hafif bir aralık oluşturdum. "Gelebilir miyim?" Hepsi umursamaz biçimde yüzüme bakıp işlerine döndüklerinde adının Şah olduğunu hatırladığım adam başıyla gelmemi işaret etti. İçeri girip beni umursayan tek kişinin yanına yürüdüm. "Plan için bu parşömenleri incele. Birazdan toplanacağız." Herkes sanki veba yaymışım gibi davranıyordu. Hayır kabul görme takıntım yoktu fakat bu durumda can sıkıcıydı. "Tamam." Diye mırıldandım. Bağırsam da baygın baygın bakıp başlarını geri çekecek gibiydiler zaten. Düşman bölgesinde olmanın gerginliğin yanında bir de alnımdaki iz yüzünden muamele görüyordum.   Parşömeni gösterdiği yere, masaya ilerleyip yakınımdaki sandalyeye oturdum. Krokiyi önüme çekip incelemeye başladım. Ya da en azından bunun için uğraşmaya.     Böyle bakarak plan çıkaramazdım. Bana bilgi lazımdı. Biraz daha bakınıp çetenin bulunduğu yeri anlamaya çalıştım. Ne gibi bir plan çıkarabileceğime iyice dalmışken yanımdaki sandalyenin çekilmesiyle rahatlayıp sandalyeme yaslandım. "Çete ile ilgili ne öğrenebilirim?" Derken ellerimi ne kadar çok sıktığımı fark ettim. "Neyi bilmek istersen." Adının Hera olduğunu hatırladığım kız cevapladı beni. Bakışları 'hadi bakalım kızım nerede batıracaksın' diyordu baya. "Paralar kaçta bölgelerine girecek biliyor muyuz?" Bunları ben sormadan bana anlatmaları gerekmez miydi? Tabi bu da bir denemeyse gerekmezdi. Cidden zekamı ve becerimi ölçüyorlardı. Bu kadar ciddi olmalarını beklemiyordum açıkçası. "Gece yarısı olmadan önce çete evine ulaşırlar." En soğuk olan gibi görünmesine rağmen benimle en çok konuşan Şah'ı direk muhatap almaya karar verdim. "Güzel. Tahmini olarak kaç kişi olurlar?" Tüm bedenimi Şah'a çevirdim. Siz beni saymazsanız ben de sizi saymaz demeye çalışmıştım. Fakat bunu kelimelerle söylesem daha iyi anlarlardı kesin.  "Yirmi kişi olacağını tahmin ediyoruz." Dedi yine Şah'cığım.   Her sorumun cevabı vardı. Tek yapmam gereken sormam gereken sorularda nokta atışı yapmaktı. Eminim kendi planları bile vardı. Piyon yerine koyulduğumu düşünmek canımı sıkıyordu ve bu da düşünmemi engelliyordu. Tekrar öne eğilip masaya yaslandım. Zihnimi temizlemeliydim. "Sayıca az olduğumuza göre en az mesafeden etkisiz hale getirmeliyiz. Parşömendeki işaretlere göre bu bölgeye girmeden evvel yakalarsak işi kolaylaştırırız." Elimde krokiden yer gösteriyordum.     Kabaca aklıma gelen ilk fikirle duruma uyum sağlamaya çalıştım. En ince ayrıntıyı bile sormazsam söylemeyeceklerini aklımın bir köşesinde tuttum.    "Fakat bunu tahmin edip bir önlem almışlardır." Başım krokinin üzerinde eğikken bakışlarımı yukarı kaldırıp Şah'a baktım. "Evet. Tırın içinde on beş kişi olacak. Bölgeye girmeden yakalanma ihtimalinde eğer kaybedeceklerini düşünürlerse kendilerini patlatacaklar."      Tüylerim diken diken olmuştu. Bu kadar korunaklı bir kaç çete tanıyordum sadece. Gerçekten büyük bir işe adım atıyordum. "O zaman yenileceklerini düşünmemelerini sağlamak zorundayız. İçeri girdiklerinde indirmemiz imkansız olur." Dedim. Bir evet ya da haklısın demelerini bekledim. Kimseden onay alamamak canımı sıkıyordu. Kalabalık bir ortamda kendi kendime konuşuyormuş gibi hissediyordum. "Şurayı..." parşömende belli bir noktayı işaret ettim. " İlk seçenek olarak gidecekleri yolu yani, kapatmalıyız." Bu kez ben de kimseye bakmadım. "Sol taraf, bölgelerine daha uzak. Sağ taraftan gitmek isteyeceklerdir. Bunu engellemeliyiz. Ama daha ayrıntılı görmem gerekli." .Dedim. Şah sanki bunu dememi bekliyormuş gibi kelimelerimi bitirmeden yerinden kalkıp bilgisayarı önüme koydu. Ekranda video hazır haldeydi. Cidden her şeyi akıl etmemi ve istememi bekliyorlardı. Sinirlenmemek için kendimi tekrar plana yoğunlaştırdım. Video oldukça iyi bir kamerayla çekilmişti. Her ayrıntı görünüyordu. Sağ taraftaki yolu kapatmak için yapacağımız her şey dikkat çekerdi. Bizim vurgunu sağ tarafta yapmamız ise bizi çok tehlikeye sokardı. Ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Video bittiğinde tekrar başlaması için tıkladığımda küçük bir ayrıntı gördüm . "Şurası neden mağara gibi?" Şah neyi sorduğumu görmek için yanıma geldi. "Daha önce yapılan vurgunda kullanmak için yapmışlardır." İşte bunu kullanabilirdim. "Oraya bir araç bırakabilir miyiz?" Şah anlam veremediği bakışlarıyla başını onaylar şekilde salladı.    Şekillenmeye başlayan düşüncelerimi açıklamak zorunda olsam da şüpheler mantığımın boğazını sıkıyordu. Aklımdaki planı hemen anlatmalı mıydım? Kararsızdım. Buradaki tüm insanlar ketumluklarıyla ön plandaydı örnek de görüldüğü gibi.     Her aklıma geleni paylaşmamam gerektiğine karar verip, planı yarın anlatmak için buluşma saati ayarlamamız gerektiğini söyledim.     Şah'ın belirlediği saatte buluşmak üzere suikastçıların odasından çıktım. Büyük salona doğru yürüyüp etrafa şöyle bir göz gezdirdim. Dayımla iletişimimiz suikastçılarla olan muhabbetim kadar azalmıştı. Neredeyse gün içinde bir saat bile görmüyordum.     Eski hatıraları buraya geldiğinden olsa gerek onu rahatsız ediyordu. Böyle olduğunu düşünüyordum en azından. Aslında içimde çok daha fazlası olduğuna dair yemin eden hislerim beni rahat bırakmasa da, plana odaklanmam gerekti. İkinci aşamaya geçmiş, kendi planımı kurmam gerekirken duygularımı devreye sokmam en son yapacaklarım arasında bile değildi. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD