9. BÖLÜM

3445 Words
Sarı Laleler/MFÖ (ŞARKI ÖNERİSİ) Çağatay, Beste'nin cevabından sonra gözlerinin ona oyun oynamadığından emin olacak kadar ayıktı. Son dört gündür babasının alerjisinden dolayı bara geçmemiş, onunla ilgilenmişti. Beste'ye hakaret derecesinde söylemlerine sebebiyet veren bu ani çıkışı, hem onun uzun süredir görüşme talebini reddetmesi hem de bedeninin kokain isteğini günlerdir göz ardı etmesindendi. Ç: Beste sen ciddi misin? Ç: Kötü sözlerim için tekrar özür dilerim. Senden kaçacağımı düşünüyorsun ya, belki tam tersi olur. :)  B: Ben mi kaçarım senden?  "Kaçabilirsin. Lütfen kaçma." B: Sanırım bunu pek yakında öğreneceğiz. Ben her şeyi göze alarak dediğim gün ve saatte, dediğim yerde olacağım. =) Ç: Tamam. :) Ben de beklemekten ölmezsem orada olacağım. Geri sayım başladı. :) O andan sonra Beste eli kalbinde sabaha dek uyumadı. Hazan ona gerekli güveni, ihtiyaç duyduğu desteği sonuna kadar vermişse de buluşma anı ve Çağatay'ın tepkisi, Beste'nin bu avantajları kullanabilme kapasitesini belirleyecekti. Baharın, kendini havanın ısınmasıyla ve rengarenk çiçeklerin topraktan başlarını utangaç bir tavırla çıkarmasıyla iyiden iyiye hissettirdiği Nisan'ın üçüncü haftası, Beste için buluşma gününe hazırlanmakla geçti. Ne giyse üstüne olmadı, saçına ne taksa yakışmadı.  "Best'im biliyorum bunu zibilyon kez söyledim; ama ısrarla kabul etmediğin için zibilyon birinci kez tekrar etmek zorundayım. Kaç gündür giydiğin her şey sana yakışmıştı. Saçına bir şey yapmasan bile, benim pırasa saçım için üç saat harcamış halimden güzel duruyor. Dostum derdin ne senin?" Beste'nin derdi, Çağatay ve onun beklentilerini giydiği, takıp takıştıdığıyla karşılayamayacak olmasıydı. Hazan, Beste her kıyafet değiştirdiğinde her ne kadar 17'liğin cehennemin dibine biletini en önden hazır etmiş olsa da Beste oraya bilet boşa gitmesin diye kendisinin gideceğinden emindi. Kendisine parmak uçlarında sessiz bir dünya inşaa ettiğinden beri herhangi bir erkeği hayatına dahil etme amacı gütmemişti. Karşı cinsle gönül, aşk ilişkisi için çocuktu belki ilk zamanlar, fakat öğrendiklerinin aksine bilinmeze olan özlem, Çağatay'ın yanlış kişiye gönderdiği mesajıyla had safhaya ulaşmıştı. Çağatay ona bir erkeğin kadına duyduğu şehvet içermeyen; ama arkadaşlıktan öte ilgisiyle birinin sevgilisi olabilme hayali kurdurtmuştu. "Hadi hadi Beste. Yarın sana ne çıkarırsam onu giyeceksin ve o ruh hastasının aklını başından alacaksın. Ben de geleceğim zaten, rahat ol." Ne? Sen de mi geleceksin? Asla. Buna katiyen izin vermeyeceğini Hazan'a anlatması ve onu ikna etmesi akşamı buldu. Ertesi sabah erkenden dersi vardı, ancak devamsızlık kullanıp öğleden sonraki buluşmaya hazırlanacaktı. Hazan dediği gibi sabah okula geçmeden dolabından giysi seçmişti Beste için. Gözünü açtığından beri kalbi yerinden çıkacak gibi attığından öğlen saatlerinde üçüncü duşunu almıştı.  Avuçiçleri hiç durmadan terliyor, bu da Beste'nin görüşmenin kötü geçeceği ihtimalini göz ardı etmesini engelliyordu. Hazan'dan on beş dakikada bir gelen cesaret mesajları olmasa çoktan iptal etmişti her şeyi. Arkadaşını nasıl da iyi tanıyordu. Kalbi durmadan kafeye gidebilse bile orada ruhunu teslim edecek gibi hissediyordu. Saat üçü geçtiğinde hazırdı. Saçları at kuyruğu, hafif bir makyajla aynanın karşısında olabilecek en kötü senaryoyu yaşıyordu. Çağatay'ın arkasına bile bakmadan gitmesiyle biten her sahne sonrası gözlerine dolan yaşları geri itmeyi başardığında tekrar duşa girmesini Hazan'ın evden çık artık mesajı önledi. Hazırım. En kötüsüne her zaman hazırım. Ya en kötüsü olmazsa? Çağatay aynı saatlerde ayna karşısında tıraş ettiği sakallarına bakıyordu. Kaç gündür bunu yapıp yapmamak arasında gidip gelmiş, sonunda dün gece babasının onu banyo girişinde izlemesine neden olacak şekilde kısaltmıştı. "Bir kızla randevun mu var senin?" "Yuh, baba. Tıraş bıçağının gidiş yönünden mi yoksa oynar başlığından mı bu kanıya vardın?" "Tıraş olmandan diyelim. Görücü usulü mü?" "Aslında birkaç kez gördüm. Ama ilk kez göreceğim gibi de. Yakından yani. İnternette yanlışlıkla tanıştık." "Hmm. Hâlâ var mı böyle tanışmalar? Oğlum dijital çağdayız da, ortamlardan eve gelmeyen biri için biraz demode değil mi bu yöntem?" Babasına gülmüştü Çağatay. Öyleydi belki. Sonra Beste'nin yanlışlıkla görüntü verdiği o an ekranı telaşla kapamasını hatırlamış, gülümsemesi genişlemişti. Ortamlardan eve gelmeyen biri chat ortamından biriyle tanışmıştı.  "Yazdıklarını görsen böyle demezdin. Hakkında bilgisi olmadığı bir konuya denk gelmedim henüz. Aynı frekansta çalışıyor beynimiz." Çetin Balaban bir an madde bağımlısı birini canlandırdı kafasında. Kendi oğlunun da fikri olmadığı konu yok denecek kadar azdı. Bilmezse öğrenir fikir edinirdi mutlaka. Yeter ki ilgisini çeksin. "Sen bıraktın mı kullanmayı?" Oğlu son bir haftadır okuldan raporlu olan babasının başında nöbet tutmuştu adeta. Alerjisi ileri derece olduğunda kilitlenip kalabiliyordu. Evdeyken ayık olduğuna emindi. Ya da... Dozu kararındaydı. "Baba bunu konuşmayacağız, değil mi?" "Sen istersen ben konuşmaya hazırım. Buluşacağın kız da böyle biri mi?" Çağatay hayatını kendi yaşam döngüsünde sürdürmeye bağışıklık kazandığı için toz çekmenin de bu döngünün parçası olmasına alışkındı. Aksinin iddia edileceği, düzenine çomak sokulacağı zaman gelmiş çatmış, o geceyi bulmuştu. Çağatay, Beste'nin bırak kokain bağımlısı olmasını sigara içtiğini bile sanmıyordu. En fazla sosyal içiciydi. Aylar önce bara gelmişti neticede. Beste'nin bağımlı olmaması; kendisinin olduğunu ve bunun, binbir zorlukla nihayet görüşeceği kadınla arasına girebileceğini soktu gözüne. Tıraş bıçağını tutan eli havada kaldı. Cevap veremedi. "Çağatay, oğlum başında gardiyanlık yaptığımı düşünme. Her türlü bağımlılık kötüdür. Benim düzene olan bağımlılığım boşanmayla bitti malum. Pek çok duruma göre kötünün iyisiydi. Bırakacak mısın?" "Sonra konuşalım baba, işimi bitireyim şimdi müsaadenle." Derin nefes alıp aynı nefesi sesli bırakan Çetin, gözlerini aynada oğluyla buluşturdu ve ona gülümseyerek işini bitirmesi için kapıdan çekildi. Çağatay'ın ise gözü babasının gidişinde kaldı. Bırakacak mıydı? Nasıl başlamıştı? Başlarken bir gün bırakmayı düşünmüş müydü? Boşanmaktan daha kötüsü bu bağımlılığın öldürmesiydi muhakkak babasının tabiriyle... Öldürmese de süründüreceği kesindi. Çene hatlarını kısmen belli eden bir kesimle yatağa gidip sabah erkenden uyanmıştı. İçi içine sığmaz halleriyle babasının sabah neşesi oldu. Hatta babasının ona çilek reçeli sürülmüş kızarmış ekmek uzatmasına bile ses etmedi. Mutluydu. Saatler sonra, kelimelerle kovaladığı peri kızıyla buluşacaktı. Saçı sakalı, kılık kıyafeti hepsi dünden hazırdı. Babasının bol şans dilekleriyle, Beste'nin evden çıktığı saatlerde o da aynanın karşısında gömlek düğmelerinin kaçını açık bıraksa onun derdindeydi. Dövmelerinden dolayı son birkaç yıldır ara ara kısalttığı göğüs kıllarından hoşnut şekilde üstten üçünü açık bırakmakta karar kıldı ve motoruna atladığı gibi soluğu gözüne kestirdiği bir çiçekçide aldı. Beste ne sever hatta sever mi bilmiyordu. Dalında çiçek seviyorsa canlı alması katliam bile sayılırdı. Yine de dükkana ilk girdiği anda dikkatini çeken sarı lalelerden gözünü alamadı ve parasını ödeyip onları satın aldı. Daha üç dakika önce boş olan yollara bir haller olmuş gibi kendini berbat bir trafiğin içinde buldu çiçekçiden çıktığında. Gideceği mesafe fazla uzak değildi, ancak vakti kalmamıştı. Aksi gibi motorunu döndürebilecek durumda değildi. O an Beste'nin telefon numarasını almadığı dank etti kafasına. Olası bir gecikmede Beste'nin hemen gitmemesini diledi.  Neyse ki, korktuğu olmadı ve sadece on dakika gecikmeyle geldiği kafede, güneşin sıcaklığını cömertçe sergilemediği o günde, altın rengi saçlar tüm hücrelerini eritti. Sahilden geldiği on beş yirmi dakikada onu kırbaçla döven sert rüzgârdan sonra içi ısındı. Beste'nin etrafına bakındığını fark ettiği anda gizlendi duvarın dibinde. Motoru park edip kaskını çıkardı ve onu rahatça görebileceği bir yere geçti. Bir süre izlemek istiyordu.  Tanışmalarının absürtlüğünden mi yoksa aylardır onu uzaktan, ekran başından tanımaya çalışmaktan mı bilinmez onu gördüğü an, Çağatay'ın kalbi hızlandı. Yanına hemen şimdi giderse iki çift lafı bir araya getiremeyeceğinden çekiniyordu. En son ne zaman böyle hissetmişti bir kadınla? Stella'yla mı? Onun bebeğini beklediğini büyük bir hüzünle haber verdiğinde mi?  "Ne bok yiyeceksin lan sen? Bu kadın seni üzer. Sana baktığında siktiri çekerse kalbini tamir edebilecek misin? Çok güzel. Peri kızım çok güzel." Çok çok güzeldi. Geçen yarım saate yakın zamanda Çağatay gelmediği halde gitmemiş, garsona el etmiş, kalabalık kafedeki uğultudan olsa gerek siparişini menüden göstererek vermişti. Çağatay ise bir süre sonra gelen çayı içmeye başlayan Beste'yi dikizlemekten başka bir şey yapamıyordu. Ayakları olası bir reddedilmeye karşın kalbini karantinaya almış gibi adım atmayı reddediyordu sanki. Etrafına ve saatine belli aralıklarla göz atan Beste ise Çağatay'ı arayıp ona geliyor musun diye soracağı bir konumda değildi. Numarası yoktu her şeyden önce. Uygulamaya girip mesaj atmak da saçma olurdu. Tam dörtte kafeye gelmişti. Geçen kırk dakikada iki çay içmiş, bir dilim tatlı yemişti. Bu sürede aklından geçen kırk farklı senaryodan aklına yatan Çağatay'ın büyük ihtimalle gelemeyecek olmasıydı. Ya da... Gelmeyecekti.  Bunu bekliyordun zaten Beste. Böylesi görüp gitmesinden daha iyi. On dakika daha geçince eliyle hesabı isteyen Beste, gelen kutuya nakit ödeme yapıp hızla çıktı kafeden. İnsan beklediği gerçekleşince sevinmez miydi? Beste duygu karmaşası içinde sevinmekten çok uzak olduğundan emindi sadece. Bir yanı üzülmek isterken bir yanı ileride daha fazla kahrolmamak için en doğrusunun bu olduğunu düşünüyordu. İyi ki gelmedi. Ölmezsem gelirim demişti; ama gelmedi. Ben onun beklentilerini karşılayamam, bunu anladı. Durgunlaşan hisleri ve ağırlaşan adımlarıyla yayalar için yanan kırmızı ışığı fark etmeyen Beste karşıdan karşıya geçerken aynı duyarsızlıkla ilerliyordu. Çağatay çalan kornalar, bağrışan insan kalabalığının arasından sesini duyurmaya çalıştı. Beste ismi her defasında daha yüksek çıkıyordu ağzından. Karşıdan karşıya geçmişken köşeden dönen bir arabayı fark etmeyince Çağatay adımlarını hızlandırıp onu kolundan tuttu, kendine çevirdi. "Hey! Beste! Ezileceksin, korna çalıyor. Sağır mısın?" Kendisine temas edenin yüzünü gördüğünde Beste'nin ondan kurtulma çabası hemen yok oldu. Az sakallı haliyle de tanımıştı demek ki. Çağatay gülümsedi ona. Beste ise, dondu kaldı. Çağatay yeni mi gelmişti? Ne diye asılıyordu kolundan? "İtiraf ediyorum, geç kalmadım. Bu kadar güzel bir kadının internetten sevgili bulmak isteyebileceğini düşünmedim ve bir saattir seni izliyorum kenardan. Tek fark, sen ekranda ve uzaktan gördüğümden çok daha güzelsin Beste. Ben Çağatay. Diğer deyişle sonsuz ruh hastası..." Beste'nin dikkatle takip ettiği her dudak daima duyduğunu hissettirirdi ona. Uzmanlaştığı tek şey dakikada iki yüz kelime yazmak değildi. Ne var ki, şimdi karşısında açılıp kapanan bu dolgun dudaklar, duyulmaktan çok öpülmek istiyorlardı sanki. Ona uzanan eli ne yapacağınıysa hiç bilemedi. Beste önce kolunu çekti yavaşça. Ağzı birkaç kere açılıp kapandı. Çıkmayan her bir sesle Beste duyacaklarından korktu. Ondan gizlediği hali için hakaret okumayı bekledi o güzel dudaklardan. "Beste, korkuttum mu? Affet peri kızı. Şimdi bile yüz yüze olduğumuza inanamıyorum. Yanına gelemedim, çünkü tutuldum." Beste'nin sabahtan beri akma çabalarına ket vurduğu gözyaşları tek gözünden bir damla ile akına başlamıştı. O da bundan korkuyordu. Birisinin karşısında, hele ki Çağatay'ın ona gülümseyerek, en can alıcı haliyle baktığı anda ağlayamazdı. Arkasını döndüğünde Çağatay tekrar yakaladı kolundan. "Beste kızdın, değil mi bana? On dakika geciktim trafikten. Malum haber de veremezdim, numaran yoktu. Sonra seni görünce, benim için geldiğini bilmek... Dondum Beste." Benim gibi... Senin aksine ben sana dil dökemem... Uzayan sessizlikte, kaldırımın ortasında Çağatay'ın önce yukarı kıvrılmış dudakları düz çizgi halini aldı. Sonra tuttuğu kolu bıraktı. Beste bir kez daha açılan iki dudağı arasından sadece nefes çıkarınca Çağatay gerçeğin farkına vardı. "SessizÇığlık" Gözlerini sımsıkı yumdu ve Beste'nin arkasını dönüp gitmesine engel olamadı. Tekrar açtığında bir iki sarsak adım atsa da Beste gözyaşlarını silerek koşmaya başlamıştı. Kenardaki banka çöken Çağatay ne yapacağını bilemez halde çaresizlikle kavruluyordu. Beste cebindeki telefonun titrediğini hissedince dönüp arkasına baktı ve peşinden gelen bir hayal kırıklığı olmadığını görünce yavaşlayarak gelen mesajı okudu. *Hâlâ mı gelmedi pislik herif? *Geldi. *Ee, nasıl? Ekranda uzun gibi şey etmiştik ya, boyu da uzun mu? ? *İlk on saniyede olamayacağımızı anladı Hazan. Eve geçiyorum. *Seni orada mı bıraktı? Sokarım onun erkekliğine. Bekle geliyorum hemen. *Taksiye bindim. Görüşürüz. Üzülme sakın. Bekliyordum. Hazan beklemiyordu. Kendine lanet etti. O kadar ısrar etmeseydi yazarak söylerdi belki Beste durumunu diye düşündü. Beste de kararı Çağatay'a bırakır, olmayacağını fiziki temas yaşamadan öğrenebilirdi. "Aferin salak Hazan. Yapıştır bakalım şimdi ortada bir şey kaldıysa. Bekliyordum dedi canım ya. Çok üzülmüş." Dersi bitip eve geçtiğinde Beste'den gelecek mesaj sesine odaklı salonda kımıldamadan otururken şimdi tüm hücreleri hissizleşmiş, kırgın halde dostunun eve gelmesini bekleyecekti. Çağatay ne kadar süre geçtiğini bilmeden çökmüş olduğu bankta sayısız düşünceyle boğuşuyordu. Rumuzu, sürekli internette olması, onunla görüşmek istememesine bahane olarak farklı olduklarını ileri sürmesi, konserde babasını pür dikkat izlemesi, garsona işaretle sipariş vermesi, kornaları ve onu duymaması... Çağatay allak bullak olmuş zihniyle Beste'yi asıl şimdi çözmeye çalışıyordu. Beste konuşamıyordu. Duyuyor muydu peki? Hayır. Tek emin olduğu şey, engelinin doğuştan gelmediğiydi. Eğer öyle olsaydı bu kadar donanımlı olamazdı. Görüşmeyi nihayet kabul etmesi Çağatay'ın bu engeli görmezden geleceğine olan inancı mıydı? Umrunda değildi ki bu durum Çağatay'ın? "Daha şimdi aksini ispatladın göt herif. Sessizliğimi çığlık yaptığım dünyama hoş geldin demişti, hoş mu geldim gerçekten? Allah kahretsin, sikip attım duygularını." Elindeki lale demetine baktı hüzünle. Verememişti bile. Anında silkelendi ve uygulamaya girdi. Çevrim içi değildi. Tabii henüz eve gitmemiş olabilirdi. Yine de yazdı. Açtığında ilk gördüğü bu mesaj olmalıydı. Ç: Beste, durumunu doğru tahmin ettiysem eğer, tutukluğum bu yüzden değildi. Şaşırdım doğru; ama önemsiz bir ayrıntı bana göre. Bunu görür görmez bana yaz. Per favore. Gönderdi. Bedeni sahilden esen serin akşamüstü melteminden titremiyordu. Gerilen sinirleri bunun bir kısım mazeretiyken günlerdir kendini mahrum bıraktığı illeti istiyordu bedeni açlıkla. Harun'u arayarak ona gitti. Bar için erkendi ve Çağatay'ın acelesi vardı. Kendini sakinleştirecek, gevşetecek dozu burnundaki kılcal damarlardan sistemine yayılana dek bekledi.  "Neyin var kanka senin? Kız tekmeyi bastı mı?" "Basabilir. Basmasın. Bir şey yapmam lazım." "Nasıl basabilir lan? Gelmedi mi?" "Keşke gelmeseydi. Keşke ısrar etmeseydim. Tüm sınırlarını kaldırdı benim için, bense... Bense..." Kelimeleri ağzından yuvarlanarak çıkmaya başladığında kanepenin bir ucuna kıvrıldı. Gözkapakları kurşun ağırlığına ulaşmış, maraton koşan zihnine inat açık kalamadı.  "Sense ne? Çağatay oğlum fazla mı kaçırdın? Bana bak. Boku yedin mi aç gözlerini bir göreyim. Ambulans çağırayım." "Harun kapa çeneni. Boku yemedim, ayvayı yedim. Peri kızını kaçırdım. Üstüne sesin ağzıma sıçıyor. Beste, ne kadar sessizdi halbuki. Seyretmeye doyamayacağım manzara gibiydi. Sessiz, çok sessiz. Ama gözleri kulaklarımı kanattı. Onlar çığlık atıyordu kanka." "Ebeni de çağıralım mı Çağatay? İtalyanca konuşsan daha iyi anlaşırız. La Fontane masalı mı, ne sanatı bu lan? Gözleri mi bağırıyordu?" "SessizÇığlık. Bağıramaz ki o." Harun bara geçene ve onu bara gelmeye ikna edemeyene dek onunla kaldı Çağatay. Kendisiyle kalmaya hazır değildi. Kapıda gördüğünde ne o bana çiçek mi aldın kanka? Dört harfli kelimeyi kullanmak istemiyorum; ama ailem birlikteliğimizi hoş karşılamaz diyerek ona sarı laleleri hala taşıdığını hatırlatan Harun'a bırakmıştı onları. Beste uygulamaya girmemişti. Eve geçtiğinde babasının uyuduğunu bildiği halde yolda aklına gelen tek şey için onu uyandırdı sabaha karşı üçte. "Çağatay neyin var oğlum?" Babası gözlüklerini komodindeki sanki tebeşirle makdul resmedilmiş gibi, aynı yerinden alıp gözüne taktı. Başucu lambası yanardı her zaman. Kucağındaki kitap bile aynı yerdeydi. "Baba Beste Çağlayan hangi okulda bulman lazım. Ben de bulurum; ama pazartesi çok geç. Yarın hallet, lütfen. Yani bugün." Geçen aylar boyunca Çağatay bu bilgiyi arama yoluna özellikle gitmemişti. Beste ona her hayır deyişinde okulun kapısında bitmekten onu alıkoyacak hiçbir şey olmayacağını biliyordu. Karşısına sıfatı olmadan çıkmak istememişti. Kaderin cilvesi olarak babasından alacağı bilgiyle pazartesi ilk iş sıfatsız olarak çıkacaktı. Bir insanı, ki bu Beste'ydi, engeli var diye hayatında istemeyen biri gibi görünen imajını değiştirmeliydi onun gözünde. "Gelmedi mi görüşmeye? O yüzden mi lazım bilgi? Oğlum, bir kadın istemiyorsa zorlayamazsın." "Ben gidemedim baba. Gitmem lazım. Kendimi göstermem lazım." Oğlunun nasıl olup gidemediğini, bu saate kadar nerede olduğunu saat üçte sormak akıl kârı değildi. Nerede olduğunu bilmese de ne yaptığını anlamıştı. "Tamam. Sen git, yat. Kalktığında öğrenmiş olurum." Babasının boynuna sıkıca sarılan Çağatay hala bulutların üzerindeydi ve pazartesiye kadar inmeye niyeti yoktu. Odasına gidip uyuyana dek uyuşuk kaldı. Kalktığında gözüne çarpan kâğıtta 'Beste Çağlayan, DEU, Tarih 1.sınıf' yazıyordu babasının inci gibi.el yazısıyla. Beste o gece gözleri acıyana kadar ağlamış, Hazan dili kuruyana kadar Çağatay'a küfretmişti. Beste'nin gözü ona her değdiğinde o arkasını dönmüştü. Dudak okumada bir ajan kadar başarılı olmasını kendisi sağlamıştı belki; ama bunun şimdi işine yaramayacağı, onu daha çok kahredeceği su götürmezdi. Beş yıl önce duyma yetisini kaybettiğinde, sorunu henüz konuşmasına yansımamıştı. Kendi sesini duymadan konuşmanın ne denli zor olabileceği, hitap ettiği kişilerin ne dediğini anlamakta zorlandığında anlaşılmıştı. Beste bu işi kotarabildiğini düşünürken insanların onu oyaladığını, aslında dediklerinin anlamsız seslerden oluştuğunu keşfettiği üç yıl önce konuşmayı tamamen bırakmıştı. Hazan'ın ısrarıyla işaret dilinin yanında dudak okumayı öğrenmesi, her derse dostunun da katılımıyla başkalarının dudaklarını onun kulakları yapmıştı. "Beste çok özür dilerim. Siz aynı gibiydiniz. Yani seni görünce yanına bile gelemeyen biri için fazla bayağı bir hareket bu." -Rumuzumu söyledi sadece. Sonra da sustu. Gözlerini kapattı Best'im. Ben ne bok yiyeceğim şimdi, nasıl sıyrılırım der gibi... Hazan'ın aksine inandırabileceği kelimeleri yoktu. Çağatay'ı tanımıyordu; ama bir şekilde şaşkınlığına vermek istiyordu. Beste'nin bile öğrendiği bu bilgiye alışması aylarını almıştı. Hindistan'dan menenjitle Türkiye'ye maalesef çok geç getirildiğinde işitme yetisi için yapılacak bir şey kalmamıştı. Belki biraz süre Çağatay'ın sindirmesi için de gerekliydi. "Belki yazmıştır sana. Bir baksan..." -Ya yazmadıysa... Hazan, bu kez yapamam. Onun gibi biri için yetersizim ben. Yeter sandım; ama yetmedi. Yetmeyecek.  "Ağzına kürek sokacağım." -Benim mi? "Hayır, o 17'liğin tabii. Sesi kısılasıca. İbne olsun da totoşu boş kalmasın." Hafif bir kıkırtı almayı başardığı dostunu onun talebiyle yalnız bırakan Hazan, her şeyin er geç düzeleceğini biliyordu. Açılan bir çatlak mutlaka su sızdırırdı, fakat o su sızarken Beste yalnız olmayacaktı. Haftasonunu yatakta uyuyarak ve ağlayarak geçiren Beste'yi içindekileri dökmesi için rahatsız etmedi Hazan. Pazartesi sabahı, şiş gözlerini bile mükemmel şekilde kapatan makyajla kapısında bulmayı beklemese de Beste'nin gücüne hayran oldu. Cumayı ona kötü hatırlatacak hiçbir şey yapmayacaktı. Yavaş yavaş kabuklanan yarası gün gelecek kalkacaktı, can yakacaktı ilk günkü tazeliğiyle, ama bugün Beste güneş gibi doğmuştu. Hazan da o güneş üstüne doğmuş gibi rol yapabilirdi. "Gören de erkekleri mendil niyetine kullanıyorsun sanır Besteeee. Bu ne umarsız tutum böyle? Çağatay fosilleşti mi hemen?" -Onun kaybı. Beste gerçek hislerini yansıtabileceği bir sesi olmadığına ilk kez sevindi. İşaret dili fazla duygu barınmıyordu ve eli, kolu demek istediği şekli alıyordu sadece. Hazan gülümseyerek ilk önce onu derse bıraktı. Sonra kendi dersine girdi. Bahar döneminin şansından mıdır nedir en rahat oldukları gün ikisinin de pazartesiydi. Dersi bittiğinde, beş dakika bekleyeceği Beste'nin olduğu binaya geldi. Tahmin ettiği gibi çıkmaya başlayan ve artık tanıdığı yüzler arasında olan Beste'yi görüp rahatladı. Enerjik değildi. En azından tebessüm etmişti. Bununla yetindi. Beste tüm ders boyunca, dersi anlaması için gerekli olan dudak okuma eylemini gerçekleştirmek yerine sıraya başını koyup dört saat boyunca düşünmüştü. Hatta Çağatay tipli, nöbetçi sevişken kılıklı bir adamın sevgilisi olmayı olasılık dahiline sokmayı nasıl düşünmüştü, bunu düşünmemekte geç kalmıştı işte. Kendi kendine histerik kahkaha atmadan iyi ki ders bitmişti de temiz hava alabilecekti.  Hızlı adımları Hazan'ın arkasında ona bakan kişiye takıldığında yavaşladı. Hazan ondaki bu değişimi fark edip onun gözlerini takip etti. Çağatay, onu gördüğünde hareketsiz kalan Beste'ye kendince bir şeyler anlatmaya çalışırken gözleri ikisinin arasında mekik dokuyan Hazan hızla adamın yanına gitti. "Ne yapıyorsun sen?" "Beste'ye selam veriyorum." "Öyle mi? Ben de bir orangutansın da çiftleşmek için eşinin müsaitliğini soruyorsun sandım." Çağatay adını bilmediği, ancak kim olduğu bariz olan kadına baktı bir an. Beste'nin en yakın arkadaşı, best'im dediği kişiydi. Ne diyordu bu Hazan? O bir an çok kısa bir andı. Beste'den başka bir yere bakmak istemiyordu. Babası ona bilgileri verdiğinden beri yerinde duramamıştı. Küfür kıyamet geçen iki güne lanet ederek bugünü zor etmişti. Beste, yanlış anlaşıldığı cumadan beri hesabında aktif olmamıştı ve Çağatay'ın da buraya gelerek götüne tekme yeme riskini almaktan başka yolu kalmamıştı. Bir şekilde derdini anlatmalıydı. Bu orangutanca olsa bile... "Ne alakası var ya? Selam böyle verilmiyor mu işaret dilinde?" "Boşver selamı sabahı. Arkadaşımı ağlatan 17'lik sensin demek?" 17'lik mi? O kadar genç mi gösteriyorum ya? "Ağladı mı? Ben çok özür dilerim, niyetim bu değildi. O öyle güzel susuyordu ki, ben konuşamadım." Bu sözlerle birlikte Hazan'ın öğle güneşi yüzüne vurdu sanki. Çok güzel olduğu için vurmuştu kesin, orası ayrı; ama ağzı iyi laf yapmıştı karşısındaki orangutanın. Koluna girip Beste'nin yanına sürükledi. "Best'im yanlış alarm. Bu orangutanın güzelliğin karşısında dili tutulmuş sadece. Seni küçümsediği falan yok." "Küçümsemek mi? Tabii ki öyle bir şey yok." Çağatay bir yandan konuşurken bir yandan da Beste'nin anlaması için işaret dili kullanmaya gayret ediyordu. "Hangi yörenin dili bu? El kol yapma 17'lik. Beste dudak okuyabiliyor. Önünde durman yeterli. Bir de konuşurken bağırma. Herkesin ilk yaptığı bu olur genelde." Çağatay masumca aşağı yukarı başını salladı. Ne öğrensem kâr. Beste Hazan'a sıcacık gülümsemesiyle bakınca kadın mesajı almıştı. İkisini yalnız bıraktı. Eve gideceğini, bir zahmet Çağatay'ın onu eve bırakmasını söylemeyi es geçmedi. Ç Hazan gidince Çağatay Beste'yi kapı girişinden kenara çekti ve tam karşısına geçti. "Öğle yemeğine gidelim mi?" Beste kabul edince Çağatay önce tazelediği laleri verdi ona, sonra onun elini tuttu ve motosikletini bıraktığı yere birlikte yürüdüler. Beste elini çekip çekmeme arasında kararsız kalırken çoktan park yerine gelmişlerdi. Tam Çağatay kaskını takmışken Beste kendi dilinde konuştu. -Benim kaskım yok. Çağatay Beste'nin işaret dilini ilk seferde anlamayınca el kol işaretleri devreye girdi.  "Haklısın, düşünemedim. Motorum burada kalsın. Bu seferlik öğrenci işi bir yere gidelim, yakın olsun. Ne dersin?" Beste itiraz etmiyordu. Elini avucuna alan adamın nesi olmuştu iki arada bir derede? Farklı düşünceler girdap gibi beyninde oyuk açarken üç gün önceye gitti aklı. İşitme ve konuşma engelliydi o gün de bugün olduğu gibi. Ne değişmişti? Hazan'ın güzelliğin karşısında dili tutulmuş esprisi demin ortamı yumuşatmak için iş görmüştü; ama sebep bu değildi elbette. Çağatay'ın gelmesine hem şaşırmış hem sevinmiş olsa da, şimdi teklifsizce peşinden gitmek kendini basit hissettirdi. Çekti elini. "Beste bir şey mi oldu?" -Amacın ne? Niye geldin? "İlk buluşmamızı berbat ettim. Bunda da pek iyi gitmiyorum. Sahilde, güzel bir mekânda yer ayırtmıştım; fakat siktiğimin kaskını akıl edemedim." -Elimi neden tuttun? "Sevgilim değil misin? Ne boktan bir soru bu? Tutarım tabii. Ver. Çekme bir daha." Ana dili de klavye diliyle aynıydı Çağatay'ın. Beste bir şey diyemedi. Konuşamadığı için değil, konuşsa da takılır kalırdı böyle. Sevgilim mi?Düşünmeye cesaret ettiği şey başına mı gelmişti? Sanal âlemde Çağatay'ın yazdığı her harf Beste'nikileri tamamlıyor, düşünce yapısı ona benziyor, hayatına birini alabilecekse sanki bu Çağatay'dan başkası olamaz gibi hissediyor diye onun sevgilisi mi olmuştu yani? Oldum. Olurum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD