8. BÖLÜM

3761 Words
Vize haftasını sorunsuz halleden Beste, neye başladıklarını bilmediği Çağatay'la iki hafta boyunca kısa sohbetler yapabilmişti sadece. Hal hatır sorup ders çalışmıştı. Son vizenin bittiği günün akşamında Beste ve Hazan kendilerine ziyafet hazırladı. On beş gündür öğünlerini doğru dürüst yapmamış, çoğu zaman geciktirmişlerdi. "Best'im kadın buduyu köfteyi buzluktan çıkardım. Kıymalı bamyayı sen güzel yaparsın. Pilav, cacık da bende. Doymazsak kuru patlıcan dolmasını da ısıtırız." Doyarlardı galiba. Sınavlara çalışırken aç kalmamışlardı, sadece özensiz beslenmişlerdi. Hazır gıdalar tencere yemekleri gibi haz vermiyordu Beste'ye. Hazan'ı onayladı. Temizlenmiş bamyadan yemek yapmak kolaydı. O cuma iki saatin sonunda mis gibi kokan, dumanı üstünde yemeklerle mükellef bir masa hazırlamışlardı. Bir süre hiç konuşmadan yemek yediler. Sonrasında göz göze geldiklerinde birbirlerine gülümsediler. Kendilerini kaybetmişlerdi. Boşalan tabaklar yemeklerin lezzetli olduğunu kanıtlıyordu. Parmaklarını yaladılar aynı anda. "Ellerine sağlık Beste. Harikaydı bamya. Bayılıyorum bamyaya. Her gün olsa hayır demem." Beste bunu zaten biliyordu. İzmir'e gelecekleri kesinleşince annesiyle birlikte iki ton bamya temizlemişti buzluğa atmak için. Kendisi de çok severdi; ama o her gün olsa hayır derdi. Birlikte ortalığı temizleyince Hazan'ın aklında İti-Bar'a gitmek vardı fakat Beste'nin inadını bir türlü kıramamıştı. Vize haftası başlamadan birkaç akşam başka bara gitmişlerdi ve hiç beğenmemişlerdi. Hazan'ın söylediği içecekler hemen gelmişti; ama o gece tartıştığı barmenin geç yolladığı biralar kadar haz alamamıştı. "Ya soruver işte. Bu gece sahnesi yoksa gidelim. Karşılaşmayız hem." Çağatay'ı elinde gitar şarkı söylerken izleme fikri kesinlikle baştan çıkarıcı bir düşünceydi ancak bunun için çok erkendi. Aynı yerde olduklarını bilmeden denk geldikleri o gece bile eli ayağına dolaşmıştı Beste'nin. Beklentiyle gitmesi bu durumu kolaylaştırmayacaktı, bundan emindi. Üstelik Beste'nin canı İti-Bar'a gitmek istemediği gibi evden çıkmak da içinden gelmiyordu. Bu yüzden saçma sapan bir mekana gitmek yerine evde kalıp internette sohbet etmeyi seçti. Hem üç hafta sonra babası geleceği için nette geçireceği vakitler doğal olarak azalacaktı. Beste babasının konser için İzmir'e geleceğini söyleyince Hazan ellerini çırptı. Daha önce ikisinin de ailesi gelmek istemişti; ama ne Beste'den ne Hazan'dan yüz bulabilmişlerdi. Üniversiteye gidiyorlardı, bebek bakıcısına ihtiyaçları yoktu, onlara güvenmiyorlar mıydı gibi duygu sömürüsü kokan cümlelerle iki anne babayı bertaraf etmeyi başarmışlardı. Bu gelişte ise, Burhan Çağlayan uluslararası çok sesli orkestranın başındaydı ve Türkiye duraklarında İstanbul sonrası sıra İzmir'deydi. Geliş amacının kızına güvenmemekle ilgisi yoktu ve bu yüzden çok anlamlıydı. Beste babasını izlemeye bayılırdı zaten. O, elinde batonu büyük bir şevkle sallarken gözlerini alamazdı ondan. "Uzun zaman olmuştu sahnede Burhan Amcayı izlemeyeli. Sayende protokolde yerim hazır. Dilara teyze de gelecek mi?" Annesi bu fırsatı asla kaçırmazdı. Hem biricik kızını çok özlemişti hem de İzmir'e sadece sonbaharda bayılırdı. Öğrenciyken hocası olan kocasıyla okuldaki bakışmaları, yıllar öncesinin Kasım'ında, bir turnenin İzmir ayağında ilanıaşk ile taçlanmıştı. Sonrasında onunla hemen evlenmek isteyen Burhan Çağlayan, eşini zan altında bırakmamak için başka bir okula geçmişti. Beste'nin olumlu cevabının ardından Hazan da ailesini ne çok özlediğini fark etti. Farklı şehirde üniversiteye gitmek özgür, bağımsız bir hayatın ilk adımıydı belki; ama insanın anne ve babasından kurtulma çabalarının anlamsızlığının gözüne sokulmasıydı. Geleli iki aya yakın olmuştu ve yalnız telefonda görüşmüştü Hazan ailesiyle. "Seninkiler gidince benimkileri çağıralım mı Best'im? Çok özledim. Şimdi fark ediyorum." Niye bekleyeceklerini sordu Beste. Onlar da gelebilirdi aynı anda. Ev yeterince büyüktü ve Hazan'ın ailesi onu kendi kızlarından ayırmayan nadir insanlardandı. Beste'nin bu teklifini bekliyormuş gibi elindeki telefona sarılan Hazan konuşa konuşa ve zıplaya zıplaya odasına gitti. Vize döneminden çıkmışlardı, büyük ihtimalle ailesi için uygun bir zaman olmayacaktı; ama söz konusu Hazansa ona hayır demek kimsenin harcı değildi. Hazan gözden kaybolunca kendisine kahve hazırlayan Beste, tekrar bara gitme baskısına maruz kalmadan yatağına attı kendini. Bilgisayarını da kucağına çekince kendi sanal dünyasına giriş yapmıştı. Onu oradan ancak uzaylı saldırısı çıkabilirdi. Önceliği Çağatay'ı kontrol etmek olmuştu fakat çevrim içi değildi. TekİşiKalmışCanavar: SessizÇığlık bir süredir ortalarda görünmüyorsun. Kendimden yola çıkarak vize haftan olduğunu tahmin ediyorum. Müsait olduğun ilk anda bana şunun cevabını verir misin? TekİşiKalmışCanavar: Biz neden üniversiteye gidiyoruz? Walt Disney, Bill Gates, Henry Ford, Mark Zuckerberg, Thomas Edison, Steve Jobs... Aklıma ilk gelen diplomasız multi zenginler. Sabit gelirli birey olmak için sence de gereksiz bir uğraş değil mi? Biriken mesajlar arasında ilk cevap vermek istediği bu olmuştu. Beste, mezun olduktan sonra, her ay hesabında para görmek için seçmemişti bu bölümü. Kendisi maddi açıdan şanslı doğanlardandı elbette, bunu görmezden gelemezdi. Onun şanssızlığı bambaşka yerindeydi. Ekranla bakıştı bir süre. Ne cevap verirse bu canavarı tatmin edebilirdi düşünmeye başladı. Yine de saydığı isimlerin arasında bir tane bile Türk olmaması aslında cevabı içinde saklı bir soru olduğunu bağırıyordu. Girişimcilik ruhu insanın dna sarmalında yer almıyorsa üniversite bitirmek bile yetersiz kalabilirdi. B: Kendini geliştirebilmen, ufkunu geniş tutabilmen için üniversite şart değildi tabii. Ama olay içinde yaşadığın ülkenin sosyo-ekonomik durumu, gelişmişlik ölçüsü ve genç beyinlere sağladığı girişimcilik ruhu teşvikine geldiğinde bahsettiğin kişilerin neden Türk olmadığını anlıyorsun bir noktadan sonra. TekİşiKalmışCanavar: Ben şimdi okulu bırakayım mı, bırakmayayım mı? :D B: Türk müsün? =) Üç sıra gülme emojisinin ardından gelen evet cevabı, kendi sorusunun cevabına giden yolda ipucuydu. Belki kendisi okulu bırakmalıydı. Kitaplardan öğrenemeyeceği hiçbir şey katmıyordu üniversite ona. Belki mezun olduktan sonra çoğunu tekrar görmeyeceği yeni arkadaşlıklar, bir üniversite diplomasında Beste Çağlayan ismi, İzmir'de ailesinden bağımsız yaşayabileceği dört yıl dışında; hiçbir şey... Bir de Çağatay vardı tabii. 81'de 1 ihtimalle aynı şehirde nefes alıp verdiği; ama bir araya gelmeye cesaret edemediği... B: Bizde genelleme olacak biraz ancak millet olarak bir şeyleri başarmak istemede, icat edilmemiş, düşünülmemiş şeyleri akıl etmede sıkıntı yok. Bizim sorunumuz büyük oranda kişisel tembellik diye düşünüyorum. B: Bir de tabii, kimse yapamamış, sen mi yapacaksın gibi insana destek olan, şevkle yönlendiren düş kesiciler... İnsan böylelerinin içinde hayal kurmaya üşenir. TekİşiKalmışCanavar: Seni çok iyi anladım. Yine. Sen diyorsun ki; işte o üşenmeyen insan olduğun sürece sorun yok. Üşenmeye devam edeceksen lisans yapmaya da devam. :D Sonraki konu Thomas Edison'a her şeye rağmen inanan annesi oldu. Edison, bir gün eve geldiğinde annesine bir kağıt verdi ve "Bu kağıdı öğretmenim verdi ve sadece sana vermemi tembihledi" dedi. Annesi kağıdı gözyaşları içinde oğluna sesli olarak okudu: "Oğlunuz bir dahi. Bu okul onun için çok küçük ve onu eğitecek yeterlilikte öğretmenimiz yok. Lütfen onu kendiniz eğitin". Aradan uzun yıllar geçtikten sonra Edison'un annesi vefat ettiğinde, o artık yüzyılın en büyük bilim adamlarından biriydi ve bir gün eski aile eşyalarını karıştırırken birden bir çekmecenin köşesinde katlı halde bir kağıt buldu ve alıp açtı. Kağıtta "Oğlunuz 'şaşkın' ( akıl hastası) bir çocuktur. Artık kendisinin okulumuza gelmesine izin vermiyoruz." yazılıydı. Edison saatlerce ağladıktan sonra günlüğüne şu satırları yazdı: Thomas Alva Edison, kahraman bir anne tarafından, yüzyılın dahisi haline getirilmiş, "şaşkın" bir çocuktu.  B: Söylemek istediğim yapamazsın demek yerine, yapamayacağını söyleyen onlarca insan arasından sıyrılıp aksine inanmaksa eğer, Thomas Edison'un annesi, oğlunun gelişebileceğini düşündü ve gerçekleştirdi. Mektubu aynen okusaydı bir bilim adamından mahrum olabilirdik. Gerçi bana göre Tesla'nın hakkı yeniyor; ama Edison ana fikir açısından doğru bir örnek. Beste bu yazıyı yıllar önce okuduğunda, bu kadın ve kendi annesiyle benzerlik kurmuştu. Piyano çalmayı bıçak gibi kestiğinde annesi ona olan inancını hiç kaybetmemişti. Belki de Beste ailesini hak etmiyordu. Güzel bir sohbet sonrası geçmişe giderek kendini depresyona sokma istediği altta yanıp sönen mesajla engellendi. Bekletmeden açtı mesajı. Ç: Kurudum kaldım Beste. Nihayet buradasın. Sula beni biraz. :o( Beste'yle tam bir şeye başladıklarında onun bir süre buralarda olmayacağını söylemesi Çağatay'ın elini kolunu bağlamıştı. Bir umutla ne zaman uygulamaya girse Beste yoktu. Kışa girerken sahnesi daha az oluyordu ve her gittiğinde gözleri kapıdan girecek peri kızını aramıştı gelmeyeceğini bile bile. İki haftanın gündüzleri Nedim'in yanına uğrayıp yeni dövme tasarımlarını incelemiş, akşamları babasıyla vakit geçirmiş ya da kitap okumuştu. Beste yokken bara geçip kafayı bulduğunda hareketliydi yaşamı yalnızca. Sadece bir kez, Nedim var diye gidip Nilüfer'i bulunca onunla birlikte olmuştu. Son seferki korkusunu tekrar yaşamaya hazır değildi. Çektiği kokainin hemen ardından bir kadınla birlikte olmamaya karar vermişti. Gelen cevaba gülümsedi. Beste aynı Beste'ydi. B: Suyunuzu nasıl alırdınız Çağatay Bey? Ç: Günlük... :))))))))))) B: Sohbete ayıracak vaktim yoktu. Çürütmemek için de aşırı sulamak istemedim. =( Ç: Onu anladım da ben sebebini merak ediyorum. Ne zamana kadar hiçbir şey konuşmayacağız peri kızı? Beste, Çağatay'ı engellemediği ilk konuşmalarından sonra açık açık ona yürüyebileceği dile getiren adama kızmıyordu. Üstelik aşk lafını kendisi etmişken Çağatay'ın özele girmeye çalışması anlaşılabilirdi. Ç: Bana karşı da SessizÇığlık olman çıkarımda bulunmama engel değil. Mesela ciddi ciddi lisans yaptığını düşünüyorum. Sınavların vardı kesin. ;) B: Bir süre daha kendimden bahsetmek istemiyorum. Rölantide gidelim ne dersin? Ben de sana sorup seni darlamayacağımı belirtmiştim zaten. "Peki, ya ben darlanmak istiyorsam?" Ç: Sen sormasan da ben paylaşmak istiyorum. 24 yaşındayım. 25 olmak üzereyim. Bekarım :) İtalya'da doğdum. Annem orada ikinci eşiyle yaşıyor, ben son bir yıldır burada babamla kalıyorum. Ç: Geçen ay annemi ziyarete gitmiştim yazışmadığımız sürede. Bir ay kaldım. B: Bir arkadaşında kaldığın için bir hafta yazamadığını söylemiştin. Anneni ziyaret ayağına arkadaşlarınla mı takıldın? Siktir. Sen onu unutmadın mı? Ben ne düşünüyordum ki sana bunu söylerken? Şeffaflık isteyen sendin Çağatay, götün yiyorsa Stella'da kaldığını söyle. Çağatay bunu nasıl söyleyeceğini bilemiyordu; ama ona aşık olmaya başladığını dürüstçe itiraf eden Beste'ye yalan söylemeyi de onu geçiştirmeyi de kendine yakıştıramıyordu. Ç: Arkadaş dediğim, aslında eski kız arkadaşımdı. Tarih oldu. B: Tekrar İtalya'ya gittiğinde onda kalmayacak mısın yani? Ç: Asla. Annemde kalacağım. Söz :)) Bunu duyduğuna sevindi Beste. Eski kız arkadaşıyla ne için bir araya geldiğini tahmin etmek zor değildi. Buna takılmadı. Kendini tek bir kadın için sakladığını düşünebileceği biri değildi Çağatay. Onu ekranda ve sahnede gördüğü beşer saniyelik zamanda bile yaydığı seks kokusu, bu kokuyu bilmeyen Beste için bile, Çağatay'ın sevişken kişiliğinin dışa vurumu gibiydi.  B: Bunu duymak güzel; ama bana karşı bir sorumluluğun yok. Bunu biliyorsun, değil mi? Ç: Aşık olma yoluna girmiş bir kadın için fazla duygusuz cümleler bunlar Beste. Neden? Çağatay henüz, aşığım diyemezdi elbette, sadakat konusunda da yetersiz kalabilirdi işler ciddiye binene dek; ama Beste'nin hislerini tam olarak sınıflayamamak onu yoruyordu. Sanki Çağatay sana aşığım dese, dur orada bir dakika, saçmalama diyecek bir konumdan bildiriyordu sanki Beste. B: Sonuçta çıkmıyoruz. O yüzden. "Sonuçta mı? Çıkma teklifi etsem kabul edeceksin sanki. Daha kaç yaşındasın onu bilmiyorum." Ç: Peki. Rölantide olalım. Bana son iki saatini ÖZELİNE girmeden anlatır mısın? Beste bir buçuk saatini insan üniversite okumalı mı yoksa girişimci olup paranın dibine vurmalı mı konuşması yaptığını anlatarak Çağatay'ı güldürdü. Fikirleri ancak bu kadar uyuşabilirdi. Beste ne dese "Bence de" yazıp fikirsizmiş gibi görünmemeye çalıştı. Onun öncesinde Hazan'la birlikte yemek yapıp yediklerinden bahsedince Çağatay bu bilgiyle ne yapacağını bilemedi. Hazan özel isimdi. Ç: 1.si sen yemek yapabiliyor musun? Ne yemek yaptın? Ve 2.si Hazan kim? B: Hazan benim en yakın arkadaşım, can yoldaşım, sırdaşım, şimdilerde ev arkadaşım. Ve evet, ben yemek yapabiliyorum. Kıymalı bamya. =) Beste'nin o ana dek kendine ait bahsettiği ilk bilgiydi bu. Hazan hayatında çok önemli bir yere sahipti. Ondan bahsediş şekli, hayatını birine borçlu olanlarınkine benziyordu. Kendi güzelliği, aklı, düşünceleri hakkında nispet yaptığı bir cümlesi bile yoktu; ama Hazan'ın dostu olmak tüm bunlardan yeğmiş gibi yazıyordu. Son cümlesine katılması ise mümkün değildi. B: Onun gibi biriyle arkadaş olduğum için çok şanslıyım. Ç: Bence bu Hazan'ın şansı. Seninle aynı evde yaşıyor, seni her gün görüyor, sesini duyuyor, belki sana sarılıyor. Tüm bunlar onu kıskanmam için yeterli. Çağatay'ın bu sözleri içini kıpırdatsa da sanal alemden gerçek dünyaya geçemezdi aşk. İnsanların arasına karışmaya, üniversite ve Hazan sayesinde yeni yeni başlayan biri için, bir erkeğin sevgilisi olmak emeklemeden koşmak demekti. Çağatay ise koşup tökezlemeye zorluyordu onu. Ç: Parantez açarak söylüyorum, bu kıskançlık senin bahsettiğin gibi. Yok etmek istiyorum onu :)) Biraz daha konuştuktan sonra Çağatay bara geçeceğini, davet etse bile Beste'nin gelmeyeceğinden emin olduğunu yazarak vedalaştı onunla. Sonraki hafta boyunca her akşam, Beste ya da Çağatay'ın başlattığı konuşmalara devam ettiler. Kimin ne yazdığının pek bir önemi yoktu. İkisinden biri bir konudan bahsetse diğeri sadece aynen, katılıyorum, bence de, ben de öyle düşünüyorum yazdığı için sohbet uzayıp gidiyor, sıkıştıklarında konudan yana dertleri olmadığı için anında seyrini değiştiriyorlardı. Tek fark, Çağatay basit sorularla onun hakkında bilgi edinme yöntemini her gün usanmadan devreye sokuyordu. Ç: İzmir çok güzel, değil mi? Ben ilk geldiğimde nefret ettim. Alışmaya çalışırken sevmeye başladım. Roma gibi gelmedi bana tabii ;) B: Bilmem, ilk kez geliyorum ben. Yani yaşamak için. Küçükken okul gezisiyle gelip bir gün kaldım sadece. "Öyle masumsun ki Beste. Ben seninle ne yapacağım? En azından yirmi olduğunu düşünmüştüm. On sekiz yaşında mısın sen?" Çağatay bu tahmininde ne kadar haklı olduğunu zamanla görürdü elbette. Emin olduğu bir şey varsa Beste'nin her anlamda tecrübesiz olduğuydu. Ona bir şeyleri ilk öğreten kişi olmayı hayal etti bir an. Bunun için hevesliydi. Daha önce kimsenin ilk öptüğü, ilk okşadığı, ilk seviştiği adam olmamıştı, Beste'nin olabilirdi. Yeni öğrendiği bilgiyi fark etmeyen Beste'yi daha fazla zorlamak istemedi bu yüzden. Her şey onun için yeniydi ve Çağatay, Beste'nin onu fazla tecrübeli görmemesi için ağırdan alacaktı bir süre. Konsere bir hafta kala Beste ve Hazan ev temizliğine girişti. Evde yabancı bir kadın fikri ikisine de uymadığı için ellerinden geldikçe kendileri yapıyordu temizliği. Çağatay geçen iki hafta boyunca Hazan aşağı Hazan yukarı Beste hakkında başka hiçbir şey öğrenememişti. Az önce de temizlik bahanesiyle sohbeti bitirmişti Beste. Akşam yemeği sonrası mail adresine düşen mesajla biraz olsun keyfi yerine geldi. Tüm gün canı evden çıkmak istememiş, babasının pek çok önerisini de geri çevirmişti. "İşte bu harika haber. Burhan Çağlayan İzmir'e geliyor." Türkiye'de kullandığı bankanın İzmir etkinlikleri takvimini açmıştı buraya geldikten ve yapacak daha iyi bir şey bulamadığı aylardan sonra. İndirimli bilet haberi mutluluğunu gözlerine kadar çıkardı. Üç yıl kadar önce Roma'da dinleme fırsatı bulduğu şef haftaya burada olacaktı. Biraz olsun oyalanmak için arama motoruna Burhan Çağlayan yazdı. Önce genel başarı haberlerini okudu. Küçük yaşta müzik dehası olanlara Çağatay büyük hayranlık duyardı. Açtığı her yeni haberle bu kez fotoğraflara denk geldi. Sarışın, yeşil gözlü bir kadını adamın yanında görünceye dek özel hayatıyla ilgili haberleri eş geçmişti. Kadının Dilara Köyceğizli Çağlayan, yani orkestra şefinin kendisi gibi ünlü sanatçı olduğu yazıyordu. Kırklı yaşlarında olduğu yazan kadın için, Çağatay otuz beşten fazla demezdi. Gözlerinin yeşili ona Beste'yi anımsattı. Biraz daha geçmiş haberlere göz attığında aramadığını bulmuş oldu. Haberde yazdığına göre Beste'nin on üç, on dört yaşındaki hâline bakıyordu. Bir piyanonun önünde, boynunda madalya, gururlu anne ve babasının ortasında duruyordu. Bembeyaz dişlerinin tümü görünüyordu mutluluktan. O zaman da peri kızına benzediğini düşünerek gülümsedi. "Beste piyano çalabiliyor. Peki, bana neden çalamadığını söyledi?" Çağatay ne kadar süre geçtiğini bilmeden her yere Beste Çağlayan yazdı. Haberler on dört yaşından sonrasında bıçak gibi kesiliyordu. İlkokuldan beri solo piyanoda sayısız ödül alan başarılı genç bir kızın yaklaşık dört yıl önce hayatı sona eriyordu sanki. Gözleriyle görmüş olmasa Beste'yi öldü zannederdi. Haber tarihlerine göre Beste'nin, Çağatay'ın tahminlerini doğrularcasına on sekiz yaşında olduğu kesinleşmişti. Birkaç gün sonraki akşam Beste ilk yazan oldu. Öylesine bir muhabbetti. Beste'nin kim olduğunu öğrendiği bilgiyi sindirmeye çalışırken hazımsızlık çekmekten Çağatay'ın gözüne uyku girmiyordu o geceden beri. "Hayır, sana da direkt soramam. Elim, kolum hiçbir kadın tarafından böyle bağlanmamıştı." Farklı bir yol ararken gözüne Beste'nin profil fotoğrafı çarptı. Müzik evrensel bir dildi ve onun kimliğini açığa çıkarmadan da konsere davet edebilirdi onu. Ç: İki gün sonra Burhan Çağlayan İzmir'e geliyor. Ben bir yıldır bekliyorum bu anı. Birlikte gidelim mi? Beste'nin beklemediği yerden vuran Çağatay reddedileceğini biliyordu. Dünyaca ünlü orkestra şefinin Beste'nin babası olduğunu öğrenmişti sonuçta. Beste ise ekran karşısında, ansızın gelen davetin şokunda Hazan'ı yanına çağırdı. İki genç kadın birbirine bakarken gözleri dolan Beste yerine Hazan cevapladı onu. B: Ben gittim, izledim daha önce. Teşekkür ederim. "Elbette gittin, izledin. Yine gideceksin ve ben de seni izleyeceğim." Ç: Tekrar dinlemek sorun olur mu? Ha, ama pardon. Rölantide olan ilişkileri anlatan bir kullanım kılavuzum olmadığı için deneyerek çözmeye çalışıyorum seni. B: Attığın taş kafama isabet etti. İşim var. =( Yalancı. Ama sana inanacağım. Benim gideceğimden haberin olmasın ki, seni doğal ortamında izleyebileyim. Ç: Kabul etseydin ben de sahnemi ayarlamaya çalışacaktım. O gece bardayım maalesef.  Beste'nin deminki davetle tüm bedenini esir alan tedirginlik, bu mesajdan sonra yerini rahatlamaya bıraktı. Hazan'ın bıraktığı nefes işe görülmeye değerdi. "Gerçi bana ne oluyorsa... Ne güzel davet. Babana hayran bir sevgili, bir kadın başka ne ister?" Bir kadın başka ne isterdi, Beste'nin umrumda değildi. Onun istediği ve olmayacağını bildiği tek şey vardı. Hazan da biliyordu bunu, yine de Çağatay konusunda ona cesaret vermekten vazgeçmiyordu. Onun gibi birinin sevgilisi olmak için Çağatay'ın güzel bulduğu bir kadın olmaktan başka meziyetlere sahip olmalıydı insan Beste'ye göre. "Çüş Best'im ya. Sana cinsellikten öte ilgi duyduğunu kabak gibi yazmıştı haftalar önce." Bu da demekti ki, bu açığını kapatan başka kadın ya da kadınlar vardı hayatında. Ondan aldığı bir teklif, ona verdiği bir cevap yoktu ki. Beste boşa hayal kurmaya başlarsa zar zor düzene soktuğu hayatının altına dinamit döşemiş olur, büyük patlama sonucu bir daha toparlanamazdı. "Beste, sen iflah olmaz bir melankoliksin. Ne kaybedersin canım arkadaşım? O, 17'liğini sağa sola sokuştururken senin endişe ettiğin şeye bak." Hazan haklıydı. Daha önce bir erkek kalbini kırmamıştı. Nasıl hissederdi, ne düşünürdü hepsi varsayımsaldı. Belki de asıl endişesi, Çağatay'dan sonra toparlanamamak değil, onun Beste'deki noksanlığı görecek olmasıydı. Onun karşısına bir bütün olarak çıkmak isterdi; ama adamın canına tak dediği an geldiğinde Beste yine aynı Beste olacaktı. Şimdilik bunu düşünmekten alıkoydu kendini. İş ciddiye bindiğinde tekrar kafa yorardı buna. İki gün sonra ailesi geliyordu ve Beste bunun heyecanını Çağatay'a rezil olmak zorunda kalmadan yaşamak istiyordu. Haftasonu geldiğinde Çağatay çoktan biletini almış, konser saatinin gelmesini bekliyordu. Hatta geç kalma ihtimaline karşı opera binasının etrafında vakit öldürüyordu sabahtan beri. Abarttığını biliyordu; ama kendince Beste'yle olan ilk resmî buluşması olacaktı bu. Beste'nin haberi olmadan onu doyasıya izleyecekti.  Beste ve Hazan ise sabah erkenden kalkmış, güzel bir kahvaltı hazırlamışlardı. İkisinin de ailesi yatılı ilk misafirleri olacaktı. Her şeyin kusursuz olması için çok çabalamışlardı. Nitekim hem kahvaltıya, hem öğrenci evlerinin temizliğine bayılmışlardı. İki genç kız mutluluktan zıpladıklarında ise ebeveynleri gururla bakmışlardı onlara. Beste'nin sosyal hayata geçişi en çok annesini sevindirirken hem annesi hem babası bu sevinçlerinde aşırıya kaçmıyordu. Bir şeyleri başardığını büyük bir coşkuyla karşılarlarsa Beste'nin tekrar içine kapanabileceğini ya da aynı coşkuyu her adımında onaylanmak için bekleyebileceğini söylemişti onunla ilgilenen doktoru. Bu tıpkı sakat biri yerine yürümek gibi olurmuş, böyle demişti. Konser için mekânda hazırlanacak olan Burhan herkesten önce evden ayrıldı haliyle. Ondan bir saat sonra çıkan diğerleri, bir çift gözün Beste'yi göz hapsine aldığından habersiz girdiler binaya. En öne geçtiklerinde Çağatay, çok doğru bir koltuk seçimi yaptığı için kendisiyle gurur duydu. Tahmin ettiği gibi Beste, en öndeydi. İlk notalar duyulmaya başladığında gözlerini kapatmamak için işkence çeken Çağatay, Beste'nin de aynısını yaptığını görünce ilk şaşkınlığını yaşadı. Onu, gözlerini kapatarak, müziğin tüm hücrelerine dolmasını beklerken izleyeceğini hayal etmişti. Beste ise, pür dikkat babasını izliyordu. Gözleri babasının baton tutan elinin uzantısıymış gibi aşağı inse aşağı yukarı çıksa yukarı hareket ediyordu. Şaşkınlığını kısa sürede üstünden atan Çağatay'ın hayranlık aşamasına geçmesi her şeyden kolay oldu. Aralarındaki mesafeye rağmen Beste çok güzel görünüyordu. Yüzünü net seçemiyordu; ama sarı parlak saçları, babasını izlerken dolan gözlerindeki ışık yansımaları netti. Aralıksız bir buçuk saat süren konser sonunda seyircisini selamlayan sanatçı kulakları sağır eden alkış tufanına tutuldu. Alkış sesleri şiddetini azaltımca da soluğu ailesinin yanında aldı. Beste'nin alnına kondurduğu öpücük Çağatay için maça başlama düdüğüydü adeta. Artık dönüşü yoktu. Beste'yi istiyordu. Tuvalette alelacele çektiği tozun etkisinde, tüm alıcılarını Beste için açık tutmuştu ve aldığı sinyaller onu bu muhteşem kadın için atağa geçmeye davet ediyordu. O, Beste gibi davete icabet etmezlik yapmayacaktı. Kırmızı kart görüp sahalardan uzaklaşma pahasına hedefine emin adımlarla koşacaktı. Bu geceyi belki yıllarca Beste'den saklayacaktı, yine de onun erkek arkadaşı olmayı başaracaktı. Konser gecesinin üstünden geçen beş ayda bile Beste hala yüz yüze görüşmeye sıcak bakmamıştı. Dış görünüş olarak değil, ancak bazı nedenlerle onunla sevgili olmak istemeyeceğini ima etmesi Çağatay için bardağı taşıran son damla oldu. Ç: Sen beni beğenmedin, değil mi? Ç: Ya da zaten erkek arkadaşın var, benimle burada oyalanıyorsun. Ç: Biliyor musun, amına koyayım bu işin. Ciddi ciddi, sikeyim senin bu tavırlarını. Beste bir an afalladı. Gitar çalmayı bilmediği halde bas gitarın mucidi olan Leo Fender'den +18 küfürlere geçişe anlam veremedi. Çağatay'ın her sohbeti küfürle süslemesi Beste için vazgeçilmez olmuşken daha önce hiçbir küfürün asıl muhatabı olmamıştı. Çağatay doğrudan ona giydiriyordu. B: Erkek arkadaşım yok, bu nereden çıktı? Seni beğeniyorum. Ç: Ne diye görüşmüyoruz o zaman? Benden ne saklıyorsun? Ç: Sorduğum sorunun da cibiliyetine sokayım. Sen bana kendinle ilgili ne anlattın ki zaten, değil mi?  Ç: Ne sanıyorsun? Ulu orta bir kafede buluştuğumuzda üzerine atlayacağımı mı? Ağzına eter dayayıp seni motorumun arkasına atıp kaçıracağımı mı? Ç: Evet, bir arabam yok ve sen baygınken seni kaçırmanın yolunu bulmalıyım bir önce. Koruduğun şey pek kıymetli bacak aran ise, ona asla ihtiyacım yok. İstemediğim kadar kadın hazır kıta beni bekliyor şu anda bile.  Beste, gözyaşları içinde daha birine bile cevap yazamamışken Çağatay parsel parsel gönderiyordu içindeki öfkeyi. Beste de öfkeliydi. Kadere, kendine, onu memnun etmek için uğraşmak yerine, ona karşı çıkmayan ailesine... Ortalama bir kadın olsa, şu an hazır kıta Çağatay'ı bekleyenler içinde olmaya bile razıydı. Bacak arası kıymetli değildi; ama gururunun biraz değeri olmalıydı. B: Özür dilerim. Beni beklemek zorunda değilsin. Sana bir tarih veremediğimin farkındayım. Ç: Beste sorun da bu ya. Sen bir tarih vermeyeceksin bana. Ben özür dilerim deminki sözlerim için. Aynı şehirdeyiz, çengel bulmaca gibi yaşın on sekiz, üniversite 1.sınıftasın diye sağdan sola çözmeye çalışıyorum seni. Artık tanımak da istiyorum. Görmek, dokunmak, öpmek istiyorum seni. Öpmek mi? B: Gördüğünde bunları istemeyeceksin. Arkana bile bakmadan kaçacaksın. Ç: Sen kafayı yemişsin. Ne kullanıyorsun Allah aşkına? Güzelliğin için peşinde olduğumu mu düşünüyorsun hala? Hayır. Öyle olsa her şey kolay olurdu. Sığ bir insanla muhabbet etmeyeceğimi söyledim sana ilk gün. Ç: Hayır, Beste. Böyle düşünmüyorsun, çünkü iq çatışması yaşıyorsun benimle. Beynimle sevişiyorsun benim. B: Evet. :(( "Bir de evet demez mi?" Ç: İnsan, gelip geçici hevesleri olan, tutarsız bir varlıktır ve tıpkı satranç oyuncuları gibi hedefe ulaşmayı değil de hedefe giden yolları daha çok sever. Çünkü heveslerini aldıklarında hedefe giden yol uzun geldi bahanesiyle pes etmek daha kolaydır. Ç: Ben de bir insanım. Tıpkı senin gibi... Pes mi ediyorsun sonsuz ruh hastası? Ç: Pes ettiğimi düşünme sakın. Bu sözü kimin söylediğini gayet iyi biliyorsun, değil mi? Buraya niye yazdığımı da tahmin edebilirsin o halde. Dostoyevski... Biliyorum. Ç: Ben her akşam seninle sohbet etmekten ölesiye haz alıyorum. Sen bana aşık olmaya başladın ya hani, ben sana aşık oldum. Ç: Ve bir şey daha... Hedefe giden yollar ne kadar uzun olursa olsun, hedef sen olduğun için pes etmemi bekleme. Sen geçici bir heves olma aşamasını çoktan geçtin peri kızı. B: Biz sanal alemde bazı benzerlikler gösteren, gerçek dünyada üstesinden gelemeyeceğimiz kadar farklı olan iki kişiyiz seninle. Ç: Varım. Günü, saati ve yeri söyle. :) Ç: Şaka bir yana, amacım seni bana mecbur etmek değil Beste. Sadece... Sadece beni istemiyorsan söyle. Sen beni istediğin sürece kendiliğimden gidemem çünkü. Ara yerde Hazan'ı mesajla odasına acil durum diye çağıran Beste, iki gözünden kalp fışkıran arkadaşına bakıyordu. Aklındaki soruyu onun da gördüğüne yemin edebilirdi. İnternet ortamında, birbirlerinin seslerini duymadan beyinlerinin aynı frekansta çalıştığını anlayan Beste ve Çağatay'ın, aradan bilgisayar kalktığında frekansları yine tutacak mıydı? "Kabul ettiğini yaz Beste. En fazla kalbin kırılır ve ben yapıştırmak için yine orada olurum. Öyle bir tamir ederiz ki, o kalp Çağatay'ın felaketi olur." B: Bu Cuma, saat 16.00'da, Kordon'daki Sahil Kafe'de olacağım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD