10. BÖLÜM

4516 Words
Göksel/Uzaktan (ŞARKI ÖNERİSİ) Civarda bir kafeye geçtiklerinde Çağatay hala Beste'nin elini tutuyordu. Beste'nin avucu terlemişti, ancak çekmeye cüret edecek değildi. Sevgiliden el çekilmiyordu galiba. Hevesle öğrenmek istediği teferruatlar için Çağatay'la geçireceği yeterince vakti olmasını diledi. Daha önce pek çok defa geldiğinde her seferinde yeni bir yönünü keşfettiği kafeye aynı ilgiyle bakamıyordu şimdi. Kapının girişinde sağda duran hatırı sayılır büyüklükte kitaplık sessizlikte en çok konuştuğu arkadaşlarını barındırırdı raflarında. Şimdi onlar kendisinden bile sessizdirler. Karşı taş duvarda yer alan dünyanın farklı yerlerindeki saati gösteren ondan fazla saate her baktığında Beste o yerlerden birinde hayal ederdi kendini. Kah Roma'da collezziumda olup gladyatörleri destekleyen halkın o çoşkun sesini hisserdi içinde kah piramitlere girip yolunu bulamadan saatlerce dolaşırdı labirent gib koridorlarda. Ama şimdi olmak istediği tek yerdeydi. El ele boş bir masaya geçtiklerinde Beste'nin gözleri Çağatay'ın gömleğinin açık düğmelerinden belli olan dövmelere takıldı. Çağatay da gözlerini onun baktığı yere indirince konuşulacak ilk konu belirlenmiş oldu. "Senin var mı hiç?" Beste olumsuzca başını salladı. Eski ruh hastası yeni sevgilisiyle ne kadar ileri derece işaretleşeceği hakkında bir fikri yoktu. Hazan'la ve ailesiyle işaret diliyle anlaşmakta zorluk yaşamadığı gibi zaten yıllardır görüştüğü insan sayısı bir elin parmakları kadardı. Okuldaki arkadaşlarıyla iletişimi de büyük oranda Hazan sağlamıştı lise boyunca. Üniversitede keza sınıf arkadaşları az çok çözmüşlerdi işaretleri. Yedi aydır İzmir'deydi ve zorlanmıyordu. "Yaptırmak ister misin? İlkinde yanında olmayı çok isterim." - Aramızda dövme heveslisi olan Hazan. Güzel bir figüre ben de hayır demem sanırım. Çağatay Beste'nin konuştuğu dilin kendi bildiğinden oldukça farklı olduğunu fark etti. Hazan da bu yüzden laf sokmuş olmalıydı. Beste'nin dövme isteyip istemediğini tam anlayamadı bu yüzden. Kırmadan iletişim için bir süre çaba harcaması gerekecekti. "Ben sürekli aynı yere yaptırıyorum yıllardır. Temiz, güvenilir. Sahibiyle arkadaş olduk, adı Nedim. Gideriz istersen." Çağatay'ın onu kısmen anlamadığını görmek Beste'nin canını yaktı biraz. Fiziksel anlaşılmada bir yere kadar ilerlemişti elbette. İş bilgisayar başına geçtiğinde ise parmakları anlaşacağı kelimeleri yazmak için yeterliydi. Söz konusu Çağatay olunca bildiklerini de unutmuştu sanki. Garsonun sipariş almak için başlarında beklemesi Çağatay'ın umurunda değil gibiydi. O, gözlerini Beste'den çekmemişti. Bu yüzden Beste menüden göstermeyi tercih etti, çünkü Çağatay tarafından anlaşılmamaktan ölesiye korkuyordu. Daha önce umurunda olmayan bu his artık dövme gibi kazınmıştı yüreğine. Beyin bariyerlerini destursuzca aşmış gibi konuşan Çağatay daima beklenmedikti.  "Beste bir süre zorlanabiliriz; ama lütfen konuşmaktan vazgeçme. Seni anlamadığım zamanlar emin ol kısa süre içinde bitecek. Kolay öğrenirim. Sadece bildiklerimi seninkilerle değiştirmem gerek." Bildiklerin mi? - İşaret dilini neden öğrendin? "Bunu sonra konuşalım. Şimdi bana kendini anlat." Ben seni az çok biliyorum; ama seni senden dinlemek isterim. Beste kısaca ailesini anlattı. İsimlerini söyledi, geçti. Çok ünlü olduklarını ve ülke ülke gezip konser verdiklerini paylaşma gereği duymadı. Aylar önceki konseri unutmuştu bile. Müzikle haşır neşir bir sülalenin sağır, dilsiz kızı Beste Çağlayan olduğunu çoğu zaman unutmak isterdi zaten. O an atladığı bu detay Çağatay'ın sözleriyle bağlantıyı kendiliğinden kurdu. "Ne kadar da önemsizmişsin gibi, değil mi? Seni babanın konserine çağırdığımda onun kızı olduğunu biliyordum Beste." Beste o anda siparişleri getiren garson gidene kadar bekledi. Gözleri büyümüş, yeşil rengi koyulaşmış halde, kim bilir aklından neler geçtiğini bilmediği adama baktı sonra. En başından beri biliyor olamazdı, değil mi? Güzelliği için olmasa da ona sağlayacağı imkanlar mı engelli bir kadınla aynı masada buluşturmuştu Çağatay'ı? - Neden söylemedin? "Senin söylemeni bekledim sanırım. Yine söylemeyecektim; ama kendini eksik anlatman hoş değil. Birlikteyiz artık." - Ailemin ünü mü beni tamamlayacak eksik parça? Çağatay, Beste'nin alınganlığının sert duvarına toslayınca bir adım geri attı. Sessizliğiyle arkadaş olmuş biri için, o çığlığı duyan kim olursa olsun, ona önyargıyla yaklaşması anlaşılabilirdi. Çağatay da bu gereksiz küsmüşlüğe, dış dünyaya kapanmışlığa Beste'ye gerçek Çağatay'ı anlatana kadar sabır gösterecekti.  "Hayır. Eksik olan şey, nasıl desem... Sen daha sıradan bir ailede doğsaydın, mesela müziğe ilgisi olmayan bir ailede... Sağır, dilsiz olmak sana hakaret gibi gelmeyecekti. Kader deyip geçecektin. Mükemmel olmak yerine ortalama bir hayata razı olacaktın gocunmadan. Mükemmel olmayı herkes ister; ama madem mükemmel olamıyorum hiç var olmamış gibi davranayım diyerek onları yüz üstü bırakmış gibi hissetmen saçma." Çağatay uzun uzun konuşarak asıl Çağatay Balaban'ı Beste'nin kusursuz görünen her bir detayına işlemek istiyordu. Ancak dudak okumak, kelimelerin benzer seslerini anlamlandırma zorunluluğunu da beraberinde getiriyordu. Konunun gidişatı, tam anlaşılmayan kelimenin tahmin edilmesini kolaylaştırsa da Çağatay Beste'yi bekledi. En ufak bir yanlış anlaşılma aralarında kapanmaz mesafeler açabilirdi. - Sen sadece yazışmalarımızdan mı çözümledin bu kadar şeyi? İçinden gelerek mi konuşuyorsun gerçekten? Beste Çağatay'ın nokta atışı kurduğu cümlelere ekrandan bakarken dumur olmayı, karşılaşma ihtimalleri olmadığında çoğu zaman bertaraf edebiliyordu. Ama şimdi... Karşısında oturan ve ona birlikte olduklarını söyleyen adamın dudakları da klavyesiyle aynı fikirdeydi. "Seninle sadece yazıştık, başka nasıl çözümleyebilirim ki? Ekranda ve barda beşer saniye görünüp kaçar gibi gittin. İki gün önce seni uzaktan bir saat izledim. İnsanlarla arana mesafe koymak için, engelini tuğla niyetine kullanıp duvar örüyorsun. Benimle buluşma cesaretin için dudaklarımla tebrik edeceğim seni daha müsait bir ortamda, mutlaka hatırlat olur mu? Ha, bir de konser var tabii. Sana gitmeyeceğimi söylesem de oradaydım. Babanın sahnesi biter bitmez soluğu senin yanında alması, senin bir notayı dahi kaçırmaktan aklın çıkacak gibi görünmen de biraz fikir edinmemi sağladı." Beste taciz atışlarına maruz kalmanın nasıl hissettirdiğini unutalı yıllar olmuştu. Kimse onunla bu kadar uzun konuşmazdı. Yani, ailesi, Hazan ve onun ailesi hariç. Onlar hiçbir zaman Beste duymuyor gibi davranmazdı. Şimdi onlara Çağatay ekleniyor muydu gerçekten? Tam bir şey belirtecekken Çağatay elini kaldırıp trafik polisi kararlılığıyla durdurdu Beste'yi. "Analizim bitmedi. Ailenin dahi sanatçılar olmasıyla gurur duyuyorsun. Klavye delikanlılığı yaparak bana ibneyim diye ayar çekebiliyorsun; ama başkalarının onların ünü için sana yaklaşmalarına katlanamayacak kadar hassassın. Benden beklediğini alamazsın Beste. Seni hayalkırıklığına uğratacak kişi ben değilim. Bunu demek için henüz çok erken olduğunu düşünebilirsin; ama ben kendimi tanıyorum. Yalvarırım sen de bu çabandan vazgeç. Ben öküzün altındaki buzağı değilim. Herkes sıraya girmiş, Beste'yi kullanalım diye fırsat kollamıyor." Beste'nin şaşkınlıkla hafif aralık dudakları Çağatay'ın bakmakla doyamayacağı kadar iştah açıcıydı. Bunun yerine Beste'yi kazanma umuduyla kahvaltı bile etmeden soluğu okulda aldığından yemeğini onun gibi didiklemek yerine yemeye başladı. Beste ise cümlelerin hem doğru hem ezici haklılığına maruz halde yemek yiyen adamı izliyordu. Her bir lafı o ördüğü duvarlara vurulan balyoz şiddetindeydi. Henüz yıkamasa da sarsıyordu. Çağatay en baştan beri önyargılarını kıran, ona gönderdiği malum fotoğraftan sonra dünyasına girmeyi başarmış, şimdi sevgilisi olan aynı adamdı. Şeffaf olmaktan hiç vazgeçmemişti. Barda gördüğünü, şimdi konserde gördüğünü de saklamamıştı. Canı yanmalıydı belki bu sözlerden sonra, çünkü gerçekler acıtırdı. Ama, hayata en az altı sıfırla önde başlayan biri olarak on dört yıl sonra o sıfırların toptan atılmasıyla geriye düşmekten başka acı barındırmıyordu bünyesi. Çağatay aksine iyi geliyordu ona. Düşüncelerle çatalını oynatan elini Çağatay'ın oynattığı dudakları böldü. "Yemeğinde gezdirdiğin çatal, gıdalarla alaşıma girecek az sonra. Yesene Beste." - Peki, sevgilim. "Ne dedin sen? Anladım; ama bir daha yap o hareketi." Beste gülümseyerek tekrarladı. Çağatay bembeyaz dişlerini göstererek sırıttı. Beste sevgilisiydi. Geri kalan her şey hallolurdu. Yemek sonrası gelen çaylarını içerlerken Çağatay konuyu tekrar kendine getirmeden sürekli Beste'yi konuşturdu. Doğuştan gelmediğine emin olduğu engelin nasıl olduğunu sormayı ileriki günlere bıraktı. Biraz daha sohbetten sonra Beste Hazan'ın merak ettiğini söylediği mesajından sonra eve gitmek isteyince Çağatay bir taksi çağırdı. Beste'nin buna gerek olmadığını, yalnız gidebileceğini söylemesi etksizdi. "Hazan eve bırak dedi. Korkuyorum ondan." - Korkmalısın. Konu ben olduğumda şakası yok maalesef. Çağatay sevinse mi üzülse mi arafta bir halde Beste'den adresi istedi. Motorunu daha sonra alacaktı. Motorla ilk gideceği yer de kask alabileceği bir mağaza olacaktı döner dönmez. Arka koltukta yan yana otururlarken Çağatay, Beste için alacağı kask sonrası o motorun arkasında beline sarılan kolların görüntüsüyle mest olmakla meşguldü. Ne renk severdi acaba? Sorsa söylerdi; ama istediği rengi bulamazsa Çağatay satıcılara küfrederdi, bu yüzden sormadı. Beste çoktan gününün Çağatay'la geçen kısmını sil baştan yaşamaya geçmişti. Onu bugün kapısında beklemiyordu bile. Haftasonu eve kapanmış, ağlamış, sevgili konusunu kapatmıştı. Sağır olduğu için oracıkta kalakalan bir adamın, bugün okulun kapısında belirmesi Beste'ye çok farklı tesir edebilirdi. Bir nevi vicdan azabını temizleme gayreti olabilecek bu davranış, söz konusu Çağatay olduğunda erkek arkadaşlık mertebesiydi. Sonra arada okuduğu bir cümle ipini koparıp geldi izlediği film şeridinden. Ne demişti? Benimle buluşma cesaretin için dudaklarımla tebrik edeceğim seni daha müsait bir ortamda, mutlaka hatırlat olur mu? Şimdi hatırlatsa mıydı acaba? Gözü taksiciye kaydı. Ortam yeterince müsait miydi ki? Çenesine değen iri bir el bakışlarını kirli sakallı, yakışıklı, esmer surata döndürdü. Öpecek gibi bakıyordu. "Ne düşündüğünü söyle bana." - Öpüşürsek nasıl olur diye... Çağatay bunu bekler gibi başparmağını Beste'nin dolgun dudaklarında gezdirdi bir süre. Elini çekmediği çenesini daha sıkı kavramış, Beste'ye kımıldatması için alan bırakmamıştı. İlk öpüşmesi olacağı öyle barizdi ki, Çağatay bunun bir taksinin arka koltuğundan daha özel bir yerde gerçekleşmesini sağlayacaktı. "Çok güzel olur. Başbaşa kaldığımız ilk anda tekrar hatırlatmak zorunda kalmayacaksın. Seni temin ederim." Kalbinin orada olduğunu yeni hatırlamış gibi onun güm güm atışına ayak uydurarak inip kalkan göğsü Beste'ye zor anlar yaşatıyordu. Kim bilir Çağatay ne kadar hevesli olduğunu düşünmüştü. Basit mi görünmüştü? Öpmeye yeltenmemişti bile. Sadece vaat etmişti. Başını salladı düşüncelerine kızar şekilde. Basitse basitti. Basitlik iyiydi. Taksi iki öğrencinin kalabileceği standartların üstünde bir evin önünde durduğunda Çağatay indi ve Beste'nin kapısını açtı. Saat erkendi ona göre. Öğlen bitmişti ders ve sadece dört saattir birlikteydiler. "Tekrar ne zaman görebilirim seni?" - Bugün en boş günümdü. Diğer günler en az üçe kadar dersim var. "Bara gelsen nasıl olur? Gelip alırım seni." - Cumartesi belki olur. Okul günleri mümkün değil. "Tamam. Anlaştık. Görüntülü aradığımda aç olur mu?" Çağatay olumlu cevabı alınca Beste'yi yanağından öperek geldikleri taksiye bindi. Okula gelince karar verdiği gibi motoruna atladı ve soluğu motor malzemelerini temin ettiği dükkanda aldı. Beste'ye kolaylık sağlayacak, onu rahat ettirecek bir sürü malzemeyle ayrıldı oradan. Eli kolu torbayla dolu halde eve gelince alış verişte fazla oyalandığını anlamış oldu. Babası evdeydi. "Yüzün gülüyor. Gidebildin bu kez demek ki." "Gittim, aldım, geldim." "Başka şeyler de almışsın. İlk kez elinde torba görüyorum." Çağatay aldıklarını kanepeye dökünce babasının gülüşü genişledi. Hiçbir zaman kıyafet delisi, tüketici bir çocuk olmamıştı. Giydikleri pahalı olurdu genellikle; ama yılda iki kezden fazla alış veriş yapmazdı. Mevsimsel zıtlıkla indirimleri yakalardı modacı annesinin aksine. Şimdi alınanlara bakınca kendisine olmadığını görmek şaşırtmadı Çetin'i. "Özel biri için bu kez." Çok özel biri için. "Beste Çağlayan." "Evet, Beste. Beste Çağlayan. Ünlü şef Burhan Çağlayan ve yine ünlü piyano sanatçısı Dilara Köyceğizli Çağlayan'ın biricik kızları." "Konserine gitmiştin sanki birkaç ay önce. Orada mı tanıştınız? Gerçi internetten diye hatırlıyorum." "Doğru hatırlıyorsun. Konser bileti baktığımda anladım kim olduğunu. Bir türlü anlam veremediğim hislerim ondan çok önce başladı." "Yaşı küçük değil mi biraz? Tarih bölümü birinci sınıfta. Araştır dediğin için aklımda kaldı." "Evet, on sekiz yaşında. Çok mu küçük dersin?" Çetin Balaban kanepeye oturup oğlunun kız arkadaşı için seçtiği aksesuarlara baktı. Herbirini eline alıp inceledi. Hiçbiri cicili bicili, pembe ponçik şeyler değildi. Yaşına göre olgun bir hanımefendiydi Beste demek ki. Çağatay çoluk çocukla uğraşmazdı zaten.  "Yeterince büyük, sabırlı olmanı gerektirecek kadar küçük. Arzularını uzunca bir süre dizginleyebilecek misin?" "Bugün takside öpmek için çıldırdım; ama öpmedim." "Bunu ilerleme sayıyorsun, makul; ama onunla yapamayacaklarını başkalarıyla da yapmamalısın. Ciddi bir şeyler istediğini görebiliyorum. Ciddiyet sadakatle olur." Çağatay geçmiş ayları düşündü. Onu barda ilk gördüğü andan sonra bir ay boyunca Stella'yla birlikte olmuştu. İzmir'e döndüğünde adını sürekli karıştırdığı kadın ve Nilüfer'le sevişmişti. Yutkundu. Beste'nin hiç yazılmamış bomboş beyaz sayfalarına karşın onun defteri karalamalarla doluydu. Beste'ye o zaman hissettiklerini tam bilmezken diğerleriyle yaptığı seks, Çağatay'ı onu aldatmış sayar mıydı? "Denemek istiyorum. Baba onunla konuşmadan anlaşabiliyorum biliyor musun?" "Çok güzel. Şunu aklından çıkarmadan dene yalnız. Kadınlar biz gelir geçer hevesli erkeklerin deneme tahtası değiller. Heves olarak görüyorsan aldıklarını iade et derhal. Ama diyorsan ki heves değil nefes, o zaman çabalaman gerekmez. Kendiliğinden yaşanır her şey." Heves değil nefes. Beste nefesim misin? Çağatay babasının kalktığı yere çöktü. Bıraktıkları onun elindeydi şimdi. Herbirini kılı kırk yararak vakit ayırıp seçmişti. Geçen cuma ve bugün üstünde olan kıyafetler, bu zamana dek konuştukları her şey, yaşının ilerisinde bir genç kadına aitti. İçi geçmiş değil, donanımlı... Ama yine de gencecik, çocukluktan yeni çıkmış, körpe... Takside öpse karşılık alırdı ondan. Öpüşmek istediğini belirtecek kadar deneyimsizdi. Bakire görünmeye gayretli, görmüş geçirmiş kadınların aksine; yeni tanıştığı duygulara hevesli, içinden geldiği gibi davranan, şehvetini suç gibi görmeyen bir bakireydi Beste. Babasının sesiyle düşüncelerinden çıktı. Salondan çıkmamış oğlunu izlemişti bir süre. Çağatay Beste'nin etkisi altında olduğunu kabul edecek kadar cesur; onu etkisi altına kolayca alabileceğinden emin; ama bunu doğru yoldan yapmak isteyecek kadar korkak göründü gözüne. Oğlunun bu temkinli hali hoşuna gitti.  "Bir de ne lazım biliyor musun? Her koşulda dürüstlük. Hadi yemeğe." Babası kokain kullandığını söyle, bu ilişki bitsin demişti resmen. Kulağa öyle gelebilirdi. Eğer Beste başka bir kadın olsaydı... Yedi aydan uzun süredir onda gördüğü bağımlı diye onu bırakacak olmadığıydı. Konu hassastı, yeni yelken açılmış bir aşkın rüzgarını bile kesebilecek kötü bir hava gibiydi. Yine de Beste'ye dürüst olacaktı. Yemeğini sessizce yedi. Bu sessizliği babası bozmadığı için minnet duydu ona. Her zaman mı böyle uzlaşmacıydı babası? Annesi neden görememişti ki? Yemekler yenince masayı tek başına toplamakta ısrarcı olup babasını salona gönderen Çağatay, işi biter bitmez bilgisayarın başına geçti. Bara geçmeden önce sevgilisine yazmak istedi. Ç: Pişt, sevgilim, orada mısın? :)))) Beste eve girdiği ilk andan itibaren Hazan'ın meraklı sorularına maruz kalmıştı. Başka biri olsa hakim karşısında ifade verdiğini hissettirebilecek durum, söz konusu Hazan olunca sinemada yeni izlediği romantik filmi anlatıyor gibi geldi Beste'ye. Üstelik başrolde kendisi vardı. Seyirci koltuğundan kalkmıştı bugün. Gününü özet geçtiğinde Hazan tek bir yerde takılmıştı. "Böyle mi dedin adama ilk günden? İyi atlamamış teklifine." - Çok güzel bakıyor Hazan. İçimi gerçekten görüyor gibi böyle. O bakınca zaten benim içim bir hoş oluyor. Öpseydi, rezil olma pahasına karşılık verirdim. "Senin tecrübesiz olduğunu anlamış, basitleştirmemiş ilk öpücüğünü. Aferin ona. Sen de acele etme. Başbaşa kalınca öpüşmek yeterli gelmeyecek hallerin endişelendiriyor beni." Birlikte gülüşmelerinin ardından yemek yediler ve favori filmlerini bininci kez bitirdiler. Beste izlediğinden çok oynuyordu filmde. Marc Darcy karların altında Brigitte Jones'u değil de Çağatay onu öpmüştü kalçalarından tutarak. Film böyle güzel bittiğinde Çağatay'ın ne yaptığını merak ederek bilgisayarın başına geçti. Ve gelen mesaja güldü. Mesaj geleli yarım saat olmuştu.  B: Şimdi buradayım. =) Ne yapıyorsun? Çağatay akşam ilk kez çalacağı İtalyanca parçayı tekrar ederken gözü ekrandaydı. Hareketlenen ekranla gitarı elinden fırlattı adeta. Babası Beste'ye küçük mü demişti? Oğlunun ergen hallerini kazara görse kafasını duvardan duvara vururdu. Ç: :) Bir parçayı çıkarmaya çalışıyordum akşam için. Cumartesi sen geldiğinde ilk kez söylemeyi düşünüyorum şimdi. Müşteriler beklesin.  B: Ben duyamayacağım ki. Programını bozma istersen. Ç: Duymasan da ilk defa senin için çalıp söylediğimi bileceksin. Özkütlesi kendisinden ağır olabilir miydi bir insanın? Çağatay çok yoğundu ve Beste çok sığ kalıyordu yanında. En son bar deneyimi aynı zamanda ilkti ve Çağatay'ı soyunur halde bırakmıştı orada. Aynı adam sırf Beste için şarkı söyleyecekti yani, öyle mi? Duymadığını bile bile... B: Teşekkür ederim. Benim için çok anlamlı olur. =)) Cevap yerine video arama isteği geldi. Beste üstünü başını, saçını kontrol ettikten sonra açtı ancak. Üstsüz halde beş saniye gördüğü adamı ne kadar isterse bu halde görebilecekti galiba artık. Üşütüp hasta olacak deli. Kaslı da bir şey. "Selam." - Selam Beste niye çıplak olduğunu sormak istiyor; ama sanki tek derdi buymuş gibi görünmek istemiyordu. Tek derdi buydu gerçi, niye çıplaktı? Çağatay prova yaparken de canlı performanstaymış gibi efor harcardı ve çektiği mal da ateşini harlamıştı. Beste'nin bu haline göstereceği tepkiyi gözledi. Ne gözlerini çekmiş ne dik dik bakmıştı. Her akşam yaptıkları olağan bir görüşmede gibiydiler. İkisi de sihrin bozulmaması için evde oldukları sürece yaptıklarını anlattı. Çağatay'ın uzanıp tişörtünü giymesi bile doğaldı. O evden çıkana dek biraz daha konuştular ve sonraki hafta her akşam aynı süreç devam etti. Ertesi gece birlikte bara geçeceklerdi. Cumartesi günü Beste büyük bir boşlukla uyandı. Dün gece uyumadan önce Çağatay Beste'ye, onu barda arkadaşlarıyla tanıştıracağını söylemişti en son. Beste itiraz edemeden, durumunu bilip bilmediklerini soramadan konuşma bitmişti. Kahvaltıdaki durgun hali Hazan'ın dikkatinden kaçmadığında Beste çekine çekine anlattığı duruma onun kızacağını en baştan biliyordu. "Sen ne diye buna üzülüyorsun ki? Seni kendine mi saklasın?" - Daha bir haftadır çıkıyoruz ve bir kere görüşebildik. "Olsun. Onu arkadaşlarının arasında gözlemleme şansın olacak." Hazan haklıydı; ama Çağatay'ı tek başına yeterince görememişti daha. İnsan içinde rol yapılabilirdi. Kaçarı olmadığı için uzatmadı. Günlük işler, yarınki yemek, ütü derken öğleden sonra oldu. Vakit yaklaştıkça Beste içinden çıkılmaz bir halde düğüm olmuştu sanki. Görücüye çıkacak gelin gibi hazırlanmıştı tüm öğleden sonra. Hazan'a maşa yaptırmış, sonra beğenmeyip yıkamıştı. Son karar düz fön çektirmiş yakışmadığına kanaat edince Hazan'ın ok fırlatan bakışlarına aldırmadan tepesinde düz bir topuz yapmıştı. "Şahtın şahbaz oldun. Maşa ne güzel olmuştu. Fön de fena değildi. Bu ne?" Akşam yemeğinden sonra geçen bu konuşma sonrası omuzlarını silken Beste kollarını önünde bağladı. Aynı anda telefonu titreyince Beste'nin bağlı kollarındaki elleri ayağına dolaştı. Çağatay kapıdaydı. Çalan zili o duymamıştı ancak Hazan kapıya gittiğinde nefesini tutmaya başladı. Adım atamayacak kadar heyecanlı halde geçen bir iki dakikanın ardından Çağatay'ı salonun girişinde görünce ayağa fırladı. Kendisi gibi tepesinde topuz yapmıştı o da saçlarını. Tek fark daha küçük olmasıydı. Bir de siyahtı minik topuzu. Sevgilisi bütün halinde çok yakışıklıydı. Bahar akşamı giydiği botlar ve siyah kot pantolon gibi basir bir giyimle bile serseri havasından etkilenmeyecek kadın sayısı azdı. Bir de görünen bağrı vardı ki... En üstteki açık üç düğme diğerlerini kapalı olduğu için suçlar gibi adamın göğsündeki yeni yeni uzamış tüyleri zapt etmeye uğraşmadıkları için memnun görünüyordu. "Gidelim mi?" Beste, Çağatay elini uzattığında neyle gideceklerini merak etti, çünkü Hazan onlarla gelmiyor gibiydi. En son hatırladığı Çağatay'ın bir motoru olduğu ve kendisinin bir kaskı olmadığıydı. Ya da artık vardı. Aşağı indiklerinde Beste'ye kask uzatan Çağatay onun tedirginliği karşısında Hazan'a döndü. Hazan pası havada kapıp açıklamayı kendi yaptı. "Best'im siz motorla gidecekmişsiniz. Ben arabayı alacağım. Dönüşte ikimiz döneceğiz." Birinin arkasına oturma fikri hoşuna gitmedi Beste'nin. Sıkıntısını dile getiremeyecek, Çağatay'ın yüzünü göremediği için onu duyamayacaktı haliyle. Çağatay bir yandan kaskı takarken bir yandan aldığı diğer aksesuarı Beste'ye açıklıyordu. Herhangi bir aksilik halinde dokunacağı bir düğmeyle Çağatay'ın göstergesinde ışık yanacaktı. Nisan ayında olmaları sebebiyle fazla sıcak olmayan havayı da hesaba katarak mont almıştı Beste'ye ayrıca. Onu da giydirdi. Her şeyi düşünmüştü. - Hepsini benim için mi aldın? "Elbette. Senden önce kimse binmedi bu motora." - Motor da yeni o zaman. Güle güle, kazasız belasız kullan inşallah. Çağatay Beste'yi belinden kendine çekti. Kendi kaskını onunkine değdirerek konuştu. "Senden hiçbir şey kaçmaz mı? İzmir'e geldiğimde aldım, doğru. İtalya'dakini getirmedim. Birbirlerine gülerek bara geçerken bir aksilik çıkmamıştı. Daha önce hiç binmediği motorsiklet ona özgürlüğünü geri veriyor gibiydi. Cesaret edip kısa sahil yolu boyunca kollarını yana açarak gitti. Çağatay aynadan gördüğü Beste manzarasından memnundu. Yirmi dakikanın sonunda vardıklarında mekan henüz boştu. Hazan daha gelmemişti. Çağatay elini tuttuğu sevgilisiyle bara yöneldi. Sahne öncesi içmeye başlamış grubuna ve onlara servis yapan Harun'a İti-Bar kalabalık olmadan tanıştırmak istiyordu onu. "Arkadaşlar sevgilim Beste." "Kanka, hoş geldiniz. Selam ben Harun." Beste elini uzatıp başını eğdi. Tolga ve Cenk de selam verdiğinde Çağatay arkadaşlarının tepkisini bekledi. Çünkü Beste'nin işaret dili devreye girmişti ve arkadaşlarına bahsini etmediği durum karşısında üçünün de şaşkınlığı görülmeye değerdi. Kısa bir anlığına kendisine bakıp mevzuyu anlamaya çalışmalarına güldü. Beste de ona bakıyordu şimdi. "Harun arka oda boş mu?" Harun dilini yutmuş gibi başını eğdi; ama oda insandan muaftı. Başka her türlü zararlı alışkanlıkla doluydu. Yeni reşit olmuş gibi görünen bu peri kızı görünümlü SessizÇığlık polise giderse torunlarının torununu görmeden hapisten çıkamazlardı. Tam arkalarını dönmüş giderlerken Harun ön kısma geçip kolundan yakaladı arkadaşını. Dudak okuduğunu bilmediği kadının önünde odanın durumunu anlatmaya çalıştı. "Sorun yok kanka. Bu arada Beste'nin en yakın arkadaşı Hazan da yolda, buraya geliyor. İlgilen biz odadan çıkana kadar ve ne olursa olsun oyala. Odaya gelmesin." Harun Çağatay'ın bir bildiği vardır diye düşünerek; ama bir bok bilmediğinden emin olarak bara döndü. Cenk ve Tolga transta gibi, giden ikiliye bakıyordu hala. "İşaret dili miydi o?" "Şaka mı yaptılar, gerçekten konuşamıyor mu?" "Bence duyamıyor da. Birlikte olmuyor mu o işler?" "Lan Çağatay nasıl bir yoklukta ki engelli biriyle... tövbe..." "Siktirtme belanı Tolga. Sadece becermek için birlikte olduğu kimi getirdi, tanıştırdı bizimle? "Ben koptum, bağlayın beni. Bizim Çağatay sağır ve dilsiz biriyle mi birlikte şimdi?" "Sağır ve dilsiz peri kızıyla birlikte. Öyle görünüyor, sevgilim dedi." "Güzel kız hakikaten. Niye söylemedi sizce bize durumunu?" "Biz kesin öküzün trene baktığı gibi ya sessiz kalırdık ya bağırırdık bizi duysun diye Harun." "Çağatay bu, vardır bir bildiği." "Bir bok bildiği yoktur pezevengin. Oda kokain dolu. Bu kız kullanıyor gibi görünüyor mu sizce?" "Onun da kullanmasını ister belki. Ya da kız istemiştir." "Ulan piç, Çağatay birini kokaine alıştırır mı? Götünden konuşma." Gözden kaybolan ikili gözden kaybolmamış gibi o tarafa bakmaya devam ettiler bir süre. Harun gelen siparişlerle kendine gelebilmişken diğer ikisi için durum etkisini sürdürüyordu. Diğer koridorda Çağatay kapıyı açarak içeri girmesini beklediği Beste'nin ardından kendisi de girdi ve kapıyı kilitledi. Beste'nin gözleri odanın ferah, aydınlık döşenmiş her bir detayında geziniyordu. İki duvar tamamen aynayla kaplıydı ve şimdi sabit ışıklı; ama yanıp söndüğü belli olan disko topu aydınlatma hoşuna gitti. Gözleri içki şişleriyle dolu raflarda takıldı bir süre. Aynaların etkisiyle varlıkları iki katına çıkmış gibiydi. Hepsini denemiş miydi acaba erkek arkadaşı? Aynadan göz göze geldiklerinde Çağatay'ın tedirgin, elini kolunu nereye koyacağını bilemez halleri Beste'nin dikkatini çekti. Tam ona doğru dönecekken yeni dikkat ettiği sehpa onu durdurdu. Çağatay Beste'nin nihayet anladığı gerçeği işaret ederek sordu. "Bu sorun olur mu senin için?" Beste sehpanın üstündekileri daha önce izlediği filmler dışında bir yerde görebileceğini sanmazdı. Yan yana dizilmiş, tebeşir gibi görünen üç sıra beyaz toza baktı. Çağatay kokain kullanıyordu ve bunu saklamaya çalışmamıştı. Yüzünü baktığı nahoş görüntüden kaldırıp Çağatay'a kaldırdığında onun bir cevap beklediği açıktı. Sorun olur muydu? Bir yerlerde bir sorun olmalıydı. Bağımlı biriyle çıkıyor olma düşüncesi Beste'nin midesini çubukla buruluyormuş gibi, can yakan bir hisle doldurdu. Kramp girdi sanki. Hala aynadan bakışıyorlardı ve Beste Çağatay'a baktığında sorundan çok ona halini arz etmeye çalışan bir suçlu gördü sanki. Normal şartlar altında bağıramazdı belki, ama arkasına bile bakmadan kaçması gerekirdi. Derin bir nefes aldı. Odanın yoğun içki ve seks koktuğunu da o zaman fark etti. Seks nasıl kokar bilmediği halde... Çağatay'ın aynadaki görüntüsü büyüdükçe bu kez onun yol boyunca kokladığı, boynundan gelen erkeksi, Beste'de afrodizyak etkisi oluşturan parfümü doldu burun deliklerinden. Elleri şimdi arkadan belini sarıyordu. Çenesini boynuna gömdü. Aynadaki dudakları hareket etti. "Senin için bırakabilirim." Beste'nin kaşları çatıldı. Çağatay'ın vaat ettiği vazgeçiş, sanki ilişkileri için daha başlamadan bitiş ziliydi. Beste, başlamasına ihtimal vermediği ilişkinin bitişine çok içerlemezdi, ama... Çağatay'ın endişeli, aradığım burada bir yerlerde zihnini görür gibi oldu. Daha fazla aratmadı. - İnsanlar biriyle evleniyor ve bir süre sonra zamanın değiştirdiği, bambaşka bir adam ve kadın yaptığı o kişiyle hayatlarını geçirmek zorunda kalıyorlar. "Zülfü Livaneli, Unutulmayanlar. Cevabı içinde mi gizli?" - Zaman bizi zaten değiştirecekse ben hiç kimsenin benim için değişmesini istemem. Bırakacaksan kendin için yap bunu. Çağatay Beste'yi herhangi bir teste tabii tutmaya çalışmamıştı halbuki. Nasıl oluyordu da hepsini geçebiliyordu? Babası Beste'ye karşı dürüst olmasını istediğinde, kendi aklından geçenlerden utandı. Sonra aslında Beste'nin hiçbir kadına benzemediğini zaten bildiğiyle gurur duydu. Onun peri kızı bambaşkaydı. Seçimi onun yapmasını isteyecek kadar sınırlarına saygılı, yapacağı seçimin onu mutlu edeceğini bilecek kadar özgüvenliydi. "Teşekkür ederim. Mecbur bırakılmak hoş olmazdı. Çektikten sonraki uçmuş halimi görmeni istiyorum. Benden korkmana gerek olmadığını gör. Ama öncesinde ayıkken yapmam gereken bir şey var. Şimdi başbaşayız. Bana hatırlatmak istediğin bir şey var mı sevgilim?" Çağatay'ın bu sorusu fuzuli laf kalabalığıydı. Beste'den istediği, sorunun altında yatan niyeti anlamasıydı. Anladı o da. Hatırlatmak istediği bir şey yoktu çünkü zaten Çağatay unutmamıştı. Beste'nin sağa sola sallanan başıyla birlikte Çağatay onu kendine çevirdi ve aynayla arasına aldı. Dudaklarına eğildiğinde kadının anında kapanan gözlerine inat kendininkileri açık tuttu. Her hareketini, mimiğini görmek istiyordu Beste'nin. Çağatay dört nala koşan kalbinin dizginlerini artık salmış, ilk öpüşenin kim olduğunu unutmuş halde dudaklarını onunkilere hırsla bastırdığında Beste'den dökülen ufak bir inilti Çağatay'a gök gürültüsü gibi geldi. Derinleştirdi öpüşünü. Ezdi, hırpaladı. Çağatay daha önce öpüşmemişti, yemin edebilirdi. Beste, ısırgan otu gibi tenini çimdikleyen sakallardan hoşnut halde tek elini onun ensesindeki saçlara götürdü. Bir şeyleri beceriyor olmalıydı ki, Çağatay hala nefesini kesiyordu. Aralanan dudaklarından giren dili ısırmamak adına kendini geri çektiğinde Çağatay'ın aklında tek bir şey vardı. Bu kadının kendi adını duyacaktı lezzetli dudaklarından. Yemin etti içinden. Çekildi sonra. "Söyle bana, ne oldu? Doğuştan sağır değilsin." - Hazan gelmiştir. Sıkılmasın. "Beste konuşabilirsin tekrar. İşitme engelin konuşmana engel değil." - Sonra Çağatay. "Beste, sana yardım edebilirim. Sesini duymak istiyorum. Seninle sabahlara kadar seviştiğimde adımın ağzından dökülmesini istiyorum." - Başka bir kadın bulmalısın belki de kendine daha öncekiler gibi. Sesi olan, adını haykıracak... Çağatay devam etmesine izin vermedi. Tekrar öptü onu. Bu seferki sus payıydı. Sonra da sehpanın başına oturttu. İzlemesini istedi. Beste ilk kez deneyimleyeceği bu tecrübede sadece gözlemciydi; ama korkuyordu. Çağatay'ın kokain çekerken onu tehlikeye atmayacağına güvendiğini ailesi duysa evlatlıktan reddedilirdi yüksek olasılıkla. Kalbi yerini beğenmeyip odadan kaçmak istercesine atarken Beste gözünü kırpmadan Çağatay'ın beyaz tozu cüzdanından çıkardığı kredi kartıyla daha ufak çizgilere ayırmasını izliyordu. Sigara, alkol, uyuşturucu... Çağatay birlikte olmak istediği kişi miydi gerçekten? İşaret parmağıyla burnunun tek deliğini kapatarak çizgi halindeki bir sıra tozun tek seferde açık burun deliğinde gözden kayboluşuna şahit oldu. Rüya mıydı bu kabus mu? Uyanabilecek miydi? Uyanmak istiyor muydu? Çağatay başı arkadaki kanepeye yaslı halde bir süre hareketsiz bekleyip Beste'nin aklını başından aldıktan sonra ayağa kalktı ve Beste'yi de kaldırdı yerden. Nereden aldığını göremediği bir kumandaya bastığında tahmin ettiği şey gerçekleşti ve disko topu avize, beyaz ışığı kırarak odanın içinde pek çok gökkuşağıyla dönmeye başladı. Çağatay'a baktığında anlamadığı bir dilde şarkı söylediğini fark etti. Müzik de var mıydı? Çağatay onu salsa figürleriyle birkaç dakika boyunca döndürdükten sonra dudakları kapandı. Sadece Beste'ye bakıyordu şimdi. Gerçekten görüyor musun beni? Kafan mı iyi sadece? Kaç kadını becerdin bu halde, bu odada? Ben onlardan biri olamam. Sanki, yine, yeniden zihnini okumuş gibi çekildi ve oynattı dudaklarını. "Bir yerde okumuştum. Bilgeye sormuşlar. Bir insanın akıl düzeyini nereden anlarsın diye. Konuşmasından diye yanıtlamış bilge. Aynı kişi tekrar sormuş, ya hiç konuşmazsa... Bilge gülerek yanıtlamış. O kadar akıllı insan yoktur." Çağatay'ın algıları, damarlarındaki kanın dakikada kaç mm³ hızla aktığını, dört duvarda birden dönen tüm renklerin bir duvardan kaç saniyede bir geçtiğini hesaplayacak kadar açık hale gelmişti. Ama en çok Beste'ye açıktı zihni. Göz kapaklarının gözlerinin yeşilini bir meydana çıkarıp bir yutmasını ağır çekimde izliyordu sanki. Lekesiz, sivilcesiz yüzündeki her bir gözeneği öpmek istiyordu. Bir erkekle yakınlıktan kaynaklı yükselen vücut ısısının yanaklarında oluşturduğu pembelik masumluğunu bir kez daha çarptı Çağatay'ın benliğine. Canı yanıyordu. Beste'yi istiyordu. Her şeyiyle. Sabredecekti. Ne kadar beklemesi gerekirse o kadar bekleyecekti. "Sen akıllısın Beste." Beste bilgenin o an aralarında ne işi olduğunu düşünemeyecek kadar Çağatay'ın nefesiyle haşır neşirdi. Çektiği doz az mı çok muydu, Çağatay'da etkisini nasıl gösteriyordu bu gece ayrılmazlarsa ileriki günlerde görebilecekti. Sessizliği kalkanıydı o anda. Çünkü Çağatay'ın diyecekleri bitmemişti. "Kokainin bendeki etkisi bu. En fazla başka bir kadın olurdu yanımda. Hangi amaçla olduğunu anlamışsındır. Bugüne dek tek bir ciddi ilişkim oldu. Konuşuruz bunları. Ama ilk kez şimdi hissettiklerimle ve seninle dans ediyorum, yemin ederim." - Çağatay ben konuşamadığım için suskunum. Bilgenin akıllı tabir ettiği kişi ben değilim. Neden akıllı olduğumu söyledin? "Meraklısın da. Buna alışabilirim. Sorunun cevabına gelirsem, akıllısın çünkü ben kendime zarar verirken sana zarar vermeyeceğimi anladın. Kaçıp gitmedin. Beste yapabilirsin. İstemen yeterli." - İstemiyorsam... Sebeplerim varsa... Dahası, denersem ve yine olmazsa... "Israrlarım seni kötü etkilemesin. En başta yazdığım şey hala aklımda. Konuşmadan anlaşabileceğim ilk kişiyle evlenirim yazmıştım. İyi ki, karşı cinsten biri olarak çıktın karşıma." Gülüşü içtendi. Beste bir süre izledi güzel bulduğu yüzü. Sonra belirtti. - Ben seninle sevgili olabileceğimi bile aylar sonra hayal edebildim. Bir de konuşmayı hayal etmemi bekleme benden. "Sana engel olmaya çalışanlar başaracağına en çok inananlardır demiş Charlie Chaplin. Sen önceden konuşabiliyordun. Bu durumda yine konuşabilirsin." Beste cevap vermeden beklediğinde Çağatay gözlerinin içine bakarak devam etti. "Beste sen engelli değilsin, sen kendine engelsin." ...Ve ben adımı senin o öpülmekten şişen dudaklarından işiteceğime yemin ederim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD