7. BÖLÜM

3563 Words
Beste neredeyse bir aydır derbeder gibi gitmişti okula. Çağatay onun cevap vermesine fırsat vermeden kestirip atmış, dolu dolu üç haftadır o geceden beri uygulamaya bile girmemişti. Beste tam yatma hazırlığı yaparken ondan gelen mesajla diş fırçasını yutacaktı neredeyse. Mesajı okumak için acele ederken iki dakikalık hijyen kuralını bile es geçti. Okuduğu gibi de yatağa çöktü, kaldı. Beni görmüş. Bir aydır yazmadığını şimdi yazdı. Görülmediğine dair kendini ikna çabaları en fazla bu kadar çürüyebilirdi. Aldığı kararı uygulamaya sokacak kadar Çağatay'ın ona yürüyüp yürümediğini sorguluyordu şimdi. İltifatlar yağdırmamıştı. Henüz. Görüşmekten bahsetmemişti. Henüz. Görüşmek istemese kendi bildiğini gizli tutardı diyen mantığını da susturamadı. Bir ay dayanıp gecenin bir vakti Beste'ye ifşa olduğunu yazmasının sebebi başka ne olabilirdi ki? Güzellikten dem vurmadan engelle Beste. Mesaj geleli on dakika olmuşken Çağatay'ın tekrar yazdığını haber veren üç nokta çarptı gözüne. Gelen mesajlar çok manidardı. Ç: Aklından beni engellemek gibi çocukça bir düşünce geçmediğini varsayıyorum. Ç: Daha önce de yaptın. Anlamsız. Beş dakikamı aldı yeni hesap açmak. Ha, ben hesabımı değiştiririm diyorsan, 2 z'li sessiz çığlık rumuzu da dolu. Kaç z ekleyeceksin adının arkasına? Beste engelleyemediği gibi cevap da yazamıyordu. Çağatay haklıydı. Sanal adını seviyordu, kaybetmek istemezdi. Çağatay, annesi ve Edoardo'yla vedalaştıktan sonra uçağa geçmiş, telefonunu kapatmadan önce Beste'nin yapması muhtemel engelini yememek için tekrar yazmıştı. Evine varacağı saatler sabah saatleri olacaktı ve o ana dek yapmak istediği tek şey uyumak, uyandığında Beste'nin hamlesini görmekti. Beste, Çağatay'ın yazdığı son mesajlardan sonra çevrim dışı olmasına anlam veremedi. Cevap mı beklemiyordu yoksa vereceği cevaptan korktuğu için mi netten çıkmıştı? Bir süre eli klavyenin üstünde asılı kaldı. Pazar gecesi yapılacak iş miydi şimdi bu? Deli gibi uykusu vardı daha on dakika önce ve şimdi o uyku gözlerinden başka her yerdeydi. Çağatay arkadaşında kaldığını, o yüzden ona yazamadığını söylemişti üç hafta kadar önce. Ne değişmişti? Beste, ne yapacağını bilemez halde yatağa girdiğinde amacı uyumak değildi. Çağatay ona bu konuda ne yapacağını sormuştu. Ne yapacaktı sahi? Döne döne sabaha karşı uyuduğunda uyuyana dek geçen sürede merakına yenik düşeceğini anlaması elinde kalan tek gerçekti. Beste'nin kabul ettiği aşk tanımı sevdiği yazar Flaubert'in kaleminden çıkmıştı ve bu tanımın temelini oluşturan şey meraktı. Bu meraktan bir aşk çıkar mıydı bekleyip görecekti. "Hadi Best'im çıkalım. Ne oldu sana? Uyuyamadın mı?" Beste ifşa olduğunu ayrıntılarıyla Hazan'a anlatırken Hazan da çıkmazdaydı. Arkadaşının, kadınlarla yatabilmek için uygulama kullanan biri tarafından üzülmesini istemiyordu. Barda Çağatay'ı net şekilde görmemişti; ama Beste'nin onu gördükten sonra yaptığı tabirle tam bir sevişkendi ve Beste abartmayı sevmezdi. "İçinden geldiği gibi davran. Sonuçta İzmir'de olduğunu biliyor; ama İzmir'in neresinde olduğunu bilmiyor. Niyetini anlayana kadar temkinli gidelim. Ben yanındayım." Birbirlerine sıkıca sarıldıktan sonra okula gittiler. Kendi derslerine girdiklerinde gündem Çağatay'dan uzaklaşmıştı. Babası çıkmadan yarım saat önce eve gelen Çağatay bu evin havasını ne çok özlediğini fark etti hayretle. Babasına sıkıca sarıldı. Çok yorgundu; ama babasıyla birlikte kahvaltı yaptı. Çetin Bey kısa bir sohbetin ardından akşam evde olacağını öğrendiği oğluyla vedalaşarak işe geçti. Çağatay gelen mesaj olup olmadığını kontrol etmek için ölüyor; ama cevap gelmemiş olma ihtimaline karşı salim kafayla düşünerek hareket etmek istiyordu. Bu yüzden telefonu açtı fakat uygulamaya girmedi. Odasına girdiğinde, bir odanın nasıl bu denli tertemiz, derli toplu görünebildiğine şaşırarak yatağa bıraktı kendini. Son düşündüğü şey eve gelen kadının kesinlikle sihirbaz olduğuydu. Uyandığında ihtiyacı olan tek şey ise peri kızının elinden çıkacak bir sihirdi. Çağatay'ın uyandığı saat olan öğleden sonra üç gibi Beste'nin dersi bitmişti. Hazan'ın çıkmasını beklemek için onun kapısına doğru yürümeye başladı. Ekim ortasında İzmir'in güneşli havası etkisini hala gösterirken bembeyaz tenini bina içine hapsetmek istemedi. Dışarıda oturdu ve cevap yazmadığı ruh hastasının sorusuna ne cevap yazacağından çok neden cevap yazacağını soran iç sesiyle baş başa kaldı.  Neden cevap yazmak istiyorum? Neden yazacağım cevabın geleceğimi şekillendireceğini düşünüyorum? Görüşmek isterse ne kaybederim? Olası bir hayal kırıklığını tamir edebilecek donanıma sahip miyim? Peki, yaşayacak olduğum, telafisi güç bir reddedilme ihtimali bile kalbimi niye bu kadar hızlı attırıyor? Yanıtlamazsam ve eğer yanıtlasaydım ne olacağını daima merak ederek ölürsem bunun hesabını kim verecek? Hazan kapıdan göründüğünde kararını vermişti. Kaçmayacaktı. Yaşadığını hissettiren, kırılacak bile olsa bir kalbi olduğunu hatırlatan Çağatay'a yalan söylemeyecek, onu engellemeyecekti. Telefonundan uygulamayı açtı ve son üç mesajı tekrar okudu. Çağatay hala yoktu. Sabah gözünü açar açmaz da bakmıştı. Çevrim dışı olmasına rağmen yazdı. B: Bu konuda yapacağım tek şey dürüst olmak. Evet, bendim. Beni görmüş olman neyi değiştirir? Gelecek yeni cevaba göre cümleleri yerini yurdunu bulurdu nasılsa. Hem belki de yanlış anlamıştı. Çağatay'ın sevgilisi olmadığını düşünemiyordu. Bir kız arkadaş derdinde olmayabilirdi. Neden kaçtığını merak etmek dışında onunla ilgilenmiyordu büyük ihtimalle. Bu düşünce canını sıkmaya başladığında dostuna el salladı. Hazan'a alınan araba sayesinde eve varmaları kısa sürdü. Hazan dersi geç başlasa dahi Beste'yi okula onun ders saatinde bırakıyordu. Beste de bu jeste onun dersinin bitmesini bekleyerek karşılık veriyordu. Beste Hazan'ı beklerken kimi zaman kütüphanede, çoğu zaman bahçede takılmıştı güzel havadan yararlanabilmek için. İki genç kız yemek yiyip bir hafta sonra başlayacak olan vizelere çalışmak için odalarına geçti. Beste son iki haftadır tarih delisi arkadaşlar edinmişti. Yazışarak ders çalışıyordu. Bilgisayarının başına geçtiğinde kendi yazdığı cevabın üstünden iki saatten uzun süre geçtiğini fark etti. Çağatay Beste'nin cevabı geldiğinde mutfakta kahvesini içiyordu. Uyumak yol yorgunluğunu kısmen almıştı. Dingin ruh haline ve aldığı duş sonrası gevşemiş vücuduna kahve ile cila yapıyordu. Gözleri ışıldayarak okuduğu cevaba uygun kelimeleri ararken İtalyanca şarkı söylemeye başladı. Beste'nin itirafı ve merakı hoşuna gitmişti. Bekletmeden cevap yazıp sırıtmaya başladı. Ç: Neyi değiştireceği sana bağlı.  "Neye sırıtıyorsun sen öyle? Hala uyuduğunu düşünmüştüm." Çağatay mesajı yazar yazmaz babası gelmişti. Telefonu kenara bıraktı. "Hoş geldin baba. Çok olmadı uyanalı. Nasıl geçti günün?" Babası akşam yemeği için hazırlık yaparken kısaca konuştular. Yemek bitimine yakın konu Çağatay ve İtalya'da geçirdiği bir aya geldi. "Burası aynı. Sen anlat. İstediğin gibi geçti mi seyahatin?" "Edoardo ibne değilmiş." "Çağatay, hala mı o konu? Annen gay biriyle evlenmeyecek kadar ateşli bir kadın." "Sen öyle diyorsan doğrudur. Peki sen evlenmeyecek misin?" Babası bekar geçirdiği üç yıldan uzun zamandır, Çağatay gelmediğinde bile tekrar evlenmeyi düşünmemişti. Behiye yirmi yıldan fazla onun takıntılı hallerine dayandığı halde sonunda pes etmişti. Başka bir kadından daha, zor bir adam olduğunu duymaya niyeti yoktu. Kişiliğini değiştirebilse sevdiği kadından ayrılmazdı. "il celibato è sultanato." "Baba bana hiç iyi örnek olmuyorsun. Seni ciddiye alırsam iki sap bu evde yaşlanır gideriz. Gerçi annem oraya dönmemi istiyor." Bir saattir süren yemek muhabbeti boyunca Çetin Balaban'ın yüzünden eksilmeyen gülüş son cümleyle darmaduman oldu. Bir yılda oğlunu çok bıktırmadığını umuyordu. Seçimi İtalya olduğunda kazık kadar adama engel olamayacağını biliyordu. Mantıklı davranmaya çalıştı. "Tüm ömrün orada geçti neredeyse. Gitmek istemen anlaşılabilir." "Aynen. Hazır Edoardo da gay değilmiş." Babasının değişen yüz ifadesinden kararı gitmek olursa ne kadar üzüleceği anbean okunuyordu. Buraya bir yıl önce gelme amacı cici babadan kaçmak olsa da dönmesini gerektirmeyecek kadar alışmıştı İzmir'e. Çocukluğunda olduğu gibi babasıyla iyi ve kaliteli vakit geçirmeye başlamıştı. Bir de baskın gelen merak duygusu vardı ki kesinlikle Beste'yi tanımak istiyordu. "Gitmeyeceğim baba. Yani, sen kovana kadar ya da cici anne getirene kadar buralarda takılırım." Babasının gözleri ışıldadı. Tek oğlunun onunla kalmasından daha çok isteyebileceği hiçbir şey yoktu. İtalya'ya gittiğinde annesinin onu ikna etmek için konuşacağını az çok tahmin etmişti; ama Çağatay'ın kalmayı seçeceğini hiç düşünmemişti. "Anlaştık. Görüştün mü eski arkadaşlarınla?" "Stella'da kaldım bir süre. Bir oğlu olmuş. Aile olmamızı istedi." "Yalnız geldiğine göre, dede değilim hala." "Hayır, baba. Benim kanımdan olanlara dede olacaksın sadece. Stella o şansı yıllar önce kullanamadı." Babasının içi rahatlamıştı. Salona geçip bir süre daha konuştular. Telefona bakmak Çağatay'ın aklına gelmemişti. Gece yarısına doğru odasına geçtiğinde birkaç saat önce gelen mesajı okudu. Babasıyla vakit geçirirken zaman su gibi akmıştı ve geçen dört beş saatte hepi topu karşılıklı olarak ikişer mesaj atmışlardı. Beste kim bilir hakkında ne düşünüyordu? Ortaya bir bomba atıp kaçıp gittiğini, daha fenası onu takmadığını düşünüyor olabilirdi. Mesajı tekrar okudu. B: Seni engelleyeceğimi tahmin edecek kadar beni çözmene gıcık oldum şu an. B: Peki, bunu bir ay sonra söylemenin özel bir nedeni var mı? Beste akşam saatlerinde yazdığı mesaja saatlerce cevap gelmeyince hata yaptığını düşünmeye başlamıştı. Cevap vererek, hatta çözüldüğünü açık ederek yanıtlamıştı Çağatay'ı. Geri de alamıyordu yazdığını. Çevrim içi olduğu halde gelmeyen mesajlarla diğer mesajlaştığı kişilere dikkatini verememiş, ilgisini çeken tüm konular Çağatay'ı merak etmesinin önüne geçememişti. Çağatay'ın bir köşeden mesaja bakıp bakıp bilerek cevap vermediğini düşünecek kadar saplantılı hale gelince mutfağa geçmişti. Sen yazmadan sana durmadan mesaj yazacağımı sanıyorsan çok beklersin. Merak ediyordu, yalan yok. Sevgilisi var mıydı? Varsa güzel miydi? Kesin güzeldir. Ve kesin el ele tutuşup göz göze bakışmaktan fazlasını yapıyorsunuzdur. Hazan su almak için mutfağa geçtiğinde Beste'nin çoktan uyuduğunu düşünmüştü. "Best'im acıktın mı? Sen bu saatte yemezsin ki?" Açlıktan değildi tabii, ancak huyu suyu değişmiş de olabilirdi. Ellerinin klavyede gezindiği her saniye, Çağatay'a nerdesin sen, niye kaç saattir yazmıyorsun, yazmazsan yazma çok da fifi dememek için kaçmıştı odasından.  "Vallahi sen hoşlanıyorsun bu 17lik'ten. Bardadır belki. Orada telefon çekmiyordu, hatırla." Beste'nin Hazan'ın iyi niyetinden şüphesi yoktu. Haklı bile olabilirdi. Hangi günler barda sahne aldığını bilmiyordu. Fakat Beste bu kez de Çağatay bardaysa bir dünya kadının önünde soyunacak olmasına taktı. Oflayıp puflayıp iyi geceler dileyerek odasına geçti. Bu kez uykusuz kalmayacaktı onun için. Son bir kez bilgisayara bakacak ve hala cevap yoksa anında uykuya dalacaktı. Gözü kapalı tıkladı programa. Yavaşça açtığında gözleri parladı. Gece yarısı gelen mesajla yatakta ayağa kalkıp tepinmeye başladı. Kan ter içinde kalınca mesajı on kez daha okudu. Okurken ikincisi geldi. Ç: Senin şeffaf olmanı beklemekle geçti o süre. Ç: Gecikmeli mesaj için özür dilerim. Bir aydır İtalya'daydım ve bu sabah döndüm. Babamla yemek, sohbet derken telefona bakamadım. Çağatay saatin geç olduğunu fark etmesine rağmen çevrim içi olan Beste'yi daha fazla bekletmemek için anında yazmıştı. Kendisi de artık beklemek istemiyordu. Üç haftadır saçma bir kırgınlık dönemi geçirmişti ve bunun son bulması gerekti. Altta hareketlenen üç nokta ekrana kilitlenmesine yetti.  B: Yurda hoş geldin. Yatmak üzereydim, sabah erken kalkacağım. Ç: Babamla konuştuğuma pişman edeceksin beni Beste. Ç: Yapacak bir şey yok. Yarın tüm gün bana yazmanı bekleyeceğim. İyi geceler peri kızı. Çağatay, Beste uyuyacağını söylediği için Harun'un yanına geçti saat bire doğru. Sahnesi yoktu ancak elinde mal olup olmadığını telefonda öğrenmek yerine yüz yüze sormaya karar vermişti. Babasına çıktığını haber verip soluğu İti-Bar'da aldı. Hafta içi fazla yoğun olmayan barda Harun daha kapıdan görüp el etti Çağatay'a. "Özledim lan. Bu kadar uzun gitme bir daha. Naber?" "İyilik kanka. Sende ne var ne yok? Şaşıracaksın belki; ama ben de özledim." "Niye şaşırayım? Beni özlemen normal." Birkaç bel altı şakanın ardından siparişini veren Çağatay Harun'la birlikte bir masaya geçti. Ayrı geçirdikleri bir ayı birbirlerine özet geçtikten sonra masalarına eğilen bir kadın Çağatay'a göz kırparak elinin altındaki kağıdı onun elinin altına itti. Tekrar uzaklaştığında Çağatay içkisini içerek baktı bir süre onun ardından. Daha önce birlikte olduğu biriydi muhtemelen, çünkü hiç konuşmadan sadece notunu paylaşmıştı onunla. "Cazibenden hiçbir şey kaybetmemişsin. Bir aydır yoksun ve döndüğün ilk geceden çakacak biri ayağına geldi." "Öyle görünüyor." diyerek notu okudu ve dudaklarını ısırdı. Kadın arka taraftaki odalardan birinde on dakika onu bekleyeceğini, istiyorsa istediğini gelip alabilmesi için ecele etmesi gerektiğini yazmıştı. "Harun mal var mı? On dakika içinde bir randevum var. Acil lazım." Harun hiç konuşmadan ayaklandığında Çağatay cevabını almıştı ve girdikleri odada onu bekleyen kadın da kendinden geçmek üzere sehpaya eğilmişti. Kadının iki yanında yerlerini alan Harun ve Çağatay burunlarını sırayla dizilmiş toza dayadılar. Çektikten sonra beyinlerinde çakan şimşeklerle birlikte başlarını arkalarındaki kanepeye yasladılar ve bacaklarını öne uzattılar. Onlar yüzleri tavana dönük halde, dünyayı yerinden oynatabilecek kadar enerjik hissederken adının Yeliz ya da Deniz olduğunu hatırladığı kadın Çağatay'ın gömlek düğmelerini açıyordu. Durumu anlayan Harun üçüncü denemesinde ayağa kalkarak odadan çıktı ve arkadaşını işini görmesi için yalnız bıraktı. Çağatay sinir uçlarına kadar hassaslaşan tüm duyu organları ve göğsünde gezinen dudaklarla birlikte çoktan uyarılmıştı. Pantolon kemerini kendisi çözdü. Kadını beklemeden alt bedenini çıplak bıraktı ve arka cebinden çıkardığı prezervatifi sonradan unutma ihtimaline karşı penisine geçirdi. Kadını ayağa kaldırıp kanepeye yasladı ve zevke gelene dek hareket etti. Odadan dışarı çıktığında saat ikiyi geçmişti. Harun'la vedalaşıp dumanlı kafayla eve geçti. Beste'ye verdiği sözü tutabilmek için duş bile almadan yatağa girdi. Beste yüzünde gülümsemeyle uykuya daldığında Çağatay'ın ona bahsini ettiği neyi değiştireceği sana bağlı cümlesini tartmıştı kafasında. O sabah neşeyle uyandı. Hazan yataktan sürünerek çıkmışken Beste çoktan makyajını yapmış, kahvaltıyı hazırlamıştı. "Çağatay cevap yazdı galiba. Dün gece hayata küsmüştün, bu sabah yeniden doğmuşsun." Beste kocaman esneyen Hazan'a sıkıca sarıldı. Dediği doğruydu bir yerde. Beste uyuyacağını söylediğinde Çağatay resmen hayal kırıklığı yaşamıştı. Beste, onun yüzünden hayal kırıklığı yaşayan biri için sevineceği bir an geleceğini hiç sanmazdı. Hızlıca kahvaltı edip okula geldiklerinde Beste ilk blok dersin sonunda Çağatay'ın sözünü tutup tutmayacağının endişesine düşmeye başladı. Denemeye yapmaya karar verdi. Saat on olmuşken mesaj attı. B: Selam. Çağatay bara geçmeden kurduğu alarm sayesinde sabah sekizde telefonunun sesini duymaya başladı. Dün geceden kalma haliyle baş ağrısından gözünü bile açamadı. Güç bela tek gözüyle Beste'den gelen mesaj olmadığını gördü. Telefonunu on beş dakikalık arayla çalması için ayarladı. İki saat sonra çalan alarmla birlikte tam olarak uyandı. Beste ilk mesajını yazmıştı. Engel gelmeyeceği gibi muhabbeti ilk başlatanın Beste olması Çağatay'ın umutlarını körükledi. Baş ağrısı devam ediyordu. Bir sigara yakıp selam yazdı. İki üç nefesin ardından kendisini daha fena hissedince doğruca duşa girdi. Duş biraz olsun iç içe geçen eklemlerini gevşetince dün geceden imgelerle gözlerini sımsıkı yumdu. "Korundum, korundum, korundum. Korundum, değil mi? Siktir ya! Bok vardı atlı peşinde gibi becerdin önüne gelen ilk kadını." Mide gurultusuyla duştan çıktığında beline sardığı havluyla mutfağa geçti. Buzdolabından kahvaltılık malzeme çıkarırken arkasından gelen sesle irkildi. "Aa, olmaz ki canım böyle. Evde yarı çıplak adam... Ayıp ya..." "Pardon. Ben evde olduğunuzu bilmiyordum. Hemen giyiniyorum." "Ben de bu kadar erken kalkacağını bilmiyordum. Hadi hadi hadi hadi... Git giyin, dikilme öyle. Tövbe tövbe." Çağatay elindeki bir kalıp kaşarı ne yapacağını bilemez halde onunla birlikte odasına geçti. Buzdolabını açıp geri koymaya cesaret edememişti. Odasına girer girmez havluyu kenara fırlattı ve üstüne bir şeyler geçirdi. Odasına yürürken yardımcı kadın hala arkasından söyleniyordu. Gülerek bilgisayarının başına geçtiğinde gelen mesajla baş ağrısı falan kalmadı. B: Sözünü tuttun. Saat onda uyuyor olursun sanmıştım. Ç: Senin için uyandım. Günaydın. B: Uyanalı çok oldu. Gün daha erken başlıyor benim için. Ç: Bir aydır değişti saatler, değil mi? Okuyor musun Beste? Beste, Eski Türk Tarihi dersinde hızlı hızlı mesaj yazmaya çalışırken bir yandan da okuldaki en despot hocaya yakalanmamaya çalışıyordu. Direkt soru karşısında bir süre cevap yazmadı. Çağatay'a pek ala İzmir'de olmadığını, bir ay önce birkaç günlük tatile geldiğini söyleyebilirdi. Şeffaf olamam ki o zaman. Şeffaf ol Beste. Çağatay bunu istiyor. Yalancı mıyım ben? Peki ona karşı ne kadar dürüst olabilirim. Zamanı var daha. Merak. Onu merak ediyorum. Gustave Flaubert haklı çıkmanı canı gönülden diliyorum. B: Seni tanımıyorum Çağatay. Özel konuşmayalım. B: İzmir'de olmam neyi değiştirir emin değilim. Çağatay açlığını elindeki koca kaşarı ısıra ısıra yiyerek bastırmaya çalışırken Beste'nin temkinli haline tam bir anlam verecekken sonraki bir an saçma buluyordu. Çağatay onu yiyecek değildi. Tanımak istiyordu sadece. Daha basitiyle devam etti. Ç: Yaşın da özel mi? Yaşı özel değildi, ancak ergenlikten yeni çıkmış haliyle Çağatay onunla ilgilenmezse üzülürdü. Aralarındaki yaş farkını kestiremiyordu; ama onu küçük bulursa ve eyvallah çekerse aralarındaki elektrikle çarpılmaktan korkuyordu. B: Sen kaç yaşındasın? Ç: Beste kaçak dövüşüyorsun. Neden korkuyorsun? Beste penisinden yazamayacağına göre en az onun kadar geçerli bir bahane bulsa iyi ederdi. Gördüğü adam kendine iyi bakmış babası yaşında birine benzemiyordu fakat neden olmasındı? Ya da kadınlara değer vermediği mesajına şahitlik etmemiş olsaydı işler daha kolay olabilirdi belki. Dersin ortasında, sıranın altına gizlediği telefona on beş dakikadır bir şey yazamıyordu. Çağatay bu kez giyinik halde mutfağa gidip kendine sandviç yaptı ablaya görünmeden. Odalardan birinden elektrikli süpürgenin sesi geliyordu. Parmak uçlarında odasına döndü. Hâlâ cevap yoktu. Kendi yazdığı mesaja takrar bakınca Beste'nin korktuğu şeyin dün geceyi de boş geçirmeyen organı olabileceği geldi aklına. "Şimdi desem ki, amacım seni düdüklemek değil, olmaz. Götümü sikeyim ya... Ya da en iyisi önümdekini bir süre nadasa bırakayım." Yazamayacaklarını yazabileceği forma sokunca kımıldattı parmaklarını. Ç: Beste bak. İlişkimizin farklı ve biraz tuhaf başladığını kabul ediyorum. Senden özür dilerken samimiydim ki, Kleist bildiğin için bu dediğimin doğru olduğunu biliyorsun. Ç: Şimdi de ilişki yazmışım... Ağzıma, elime sıçayım. Aramızdaki ne, hatta aramız var mı inan ben de bilmiyorum; ama deli gibi öğrenmek istiyorum. Beste her gelen mesajla kalkanlarını bir bir devre dışı bırakırken canını yakacak kişinin Çağatay olmasını ister hale geliyordu. Ona çekildiğini fark ediyor, kanlı canlı tüm kadınların önünde soyunan bir adamın onun tecrübesizliğine ihtiyacı olmayacağını gördüğü halde onu arzuluyordu. Geçmek bilmeyen üç haftada merak duygusu katlanarak artmıştı. Ç: Beni tanımıyorsun ya, tanımak istemez misin? Aklına gelen ilk şeyin ne olduğunu az çok tahmin ediyorum. Sana olan eğilimim cinsellikten öte. Beste, onun kafasının içinde yaşadığından iyice şüphelendiği Çağatay'ı sanki dibinde buluverecekmiş gibi iki yanına bakındı aceleyle. Düşündüğünü daha kendisi bilmezken Çağatay harflerle şekillendiriyordu zihnini. Korktuğu cinsellik değildi. Korktuğu Çağatay'ın onu hevesini alana dek kullanıp bir kenara atması da değildi. Korktuğu; Çağatay'ın ona aşkla yaklaşıp kendisine aşık olunabileceğine inandırmasıydı. Beste ona aşık olduğuna emin olduğu bir adam tarafından terk edildiği an hayatına devam edememekten korkuyordu. Ç: Nasıl ilerlemek istersen öyle olsun. Baskı yok. Yine de, seni merak ettiğim gerçeğini değiştirmeyecek seçeceğin yol. Destan da yazsa Beste artık onu cevaplamayacak gibi geliyordu Çağatay'a. Beste'nin ne yaşı, ne eğitim durumu umrundaydı; fakat görünüşe göre Çağatay toptan Beste'nin umrunda değildi. Özür dilerken olduğu gibi, adına aşk demek doğru olmasa da, var olduğunu bildiği bir hissin izini sürdü. Sevdiği bir yazarın aşk tanımı Çağatay'ın Beste'ye olan merakını açıklayan tek şeydi. Ç: Merak. Birine karşı, ansızın bir merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek tek amacınız haline gelir. Aşka, en uzak cümle, senden nefret ediyorum değil, bilmek istemiyorumdur." Ç: Bana, penisimi bahtsız bir anda sana gönderdiğim için, benden nefret ettiğini söyleyebilirsin Beste. Beni tanımak istemiyorsan eğer, sebebi nefret olsun. Per favore. Ç: Çünkü ben seni bilmek isterken, senin tarafından bilinmek istenmemek bana ağır gelecek. İliklerime kadar hissediyorum bunu. Beste gözlerinden süzülen yaşları silemeden sınıftaki hareketlenmeye takıldı. Merak ile başlayan bu sözleri dün geceden beri öyle çok tekrar etmişti ki kendi içinde Çağatay'ın kendi aşk çıkmazını aynı şekilde ifade edebileceği aklından bile geçmemişti. Bu kadar tesadüf fazlaydı. Ruh eşini bulmak demek miydi bu? Beş saniye ekranda gördüğü, güzel bulduğu için peri kızı dediği kendisini görmeseydi de aynı şekilde hisseder miydi? B: Yanlışlıkla kamerayı açtığımda beni gördün. Barda da görmüşsün. Az çok neye benzediğimi biliyorsun. Çağatay, onca mesajdan sonra Beste'den nihayet gelen mesaja içerledi. Evet, Beste çok güzeldi, ay parçası gibiydi, tam tabirle peri kızıydı... Fakat... Beste'nin yazmaya devam ettiğini gösteren hareketli üç nokta durmadan Çağatay hızla yazdı. Ç: Devam etme Beste. Mesajını göndermeden bekle bir dakika. Ç: Sana bir görüntü atacağım. Ç: Ps: Herhangi bir uzvum değil. Beste elinde telefon gözünde yaş öğle yemeği için yemekhaneye giderken kahkaha atmaya başladı. Nasıl bir şeydi bu böyle? Orta okula giderken aşık olduğunu sandığı o sınıf birincisi çocuğa hissettikleriyle şu an Çağatay'a hissettikleri arasında uçurum vardı ve bu uçurum ekranda beliren her kelime ile Beste'yi tüm iradesiyle Çağatay'a yaklaştırıyordu. Yazdığı mesajı sildi. Bir dakika içinde ondan gelen görüntüye baktı. Beste'den özür dilediği, artık onu rahatsız etmeyeceğini yazdığı ve ondan önce konuşma çabasına girdiği acınası taktik mesajlarıydı. İkinci görüntü yine Çağatay'ın kamera açıldıktan ve Beste'yi beş saniye gördükten sonra yazdığı ibneye benzemediğini söylediği mesaja aitti. Çağatay ekran görüntülerini almıştı. Ç: Mesajların saatine bak Beste. İkinci görüntü normalde sana daha önce, yani seni o 5 sn gördükten hemen sonra yazdığım mesaj. Beste dikkatle baktı ve Çağatay'ın işaret ettiği noktayı anladı. On beş yaşında ve ibne olduğunu söylediği o an, başta kızsa da özür dilemeyi hep düşünmüştü. Bu öanyak bir ergen olsaydı bile... İlk görüntünün saati daha önceye aitti. Ç: Beste? B: Teşekkür ederim. Ç: Oh! Anladın, değil mi? B: Anladım. Gustave Flaubert ile ayrıca merakımı celbettin. Sana aşık olmaktan korkmuyorum. Sanırım olmaya da başladım. Çağatay bir an Beste'nin onunla alay edip etmediğini tarttı. Son yediği lokma boğazında kaldı. Gördüklerini dün gece kullandığı malın etkisiyle görüyorsa bedenini Amatem'e gönüllü bağışlayacaktı. Ne yazması gerekiyordu şimdi? Beste'ye sorsa ipucu verir miydi? B: Lütfen, sen de bundan korkma. Bu durum tamamen benimle alakalı ve karşılık beklediğim izlenimine yol açtıysam affedersin. B: Merakın bakiyse yazışarak devam edelim. Bir süre daha özelimden konu açılmazsa sevinirim. Sen de anlatmak zorunda değilsin. Ben sormayacağım. B: Çağatay? Bekledi, bekledi. Yemekhanede Hazan gelip karşısına oturduğunda, ondaki huzursuzluğu gördüğünde de bekledi. Çağatay yazmıyordu. B: Seni tedirgin ettiğim için özür dilerim. Sadece, bu yazışmaların sırf güzel olduğum için devam etmediğini bilmenin huşusuyla yazmaktan alıkoyamadım kendimi. Asıl huşu içinde olan Çağatay'dı.  "Allah'ım huşu yazıyor bir de. Meraktan öleceğim. Ağzından bu kelimeyi duymak için adam öldürürüm ben peri kızı." Tam eli klavyeye kalkmışken Beste'den bir mesaj daha geldi. B: Bu son mesajım. Seni hiçbir şekilde rahatsız etmeyeceğimi bilmeni isterim. Seninle yazışmak zevkti sonsuz ruh hastası. Çağatay kahkahalarına engel olamıyordu. İyi ki son lokmayı az önce yutmayı akıl edebilmişti. Beste ona yazacak tek bir şey bırakmıştı. İyi ki bırakmıştı. Bir peri kızının ona aşık olacağını kırk yıl düşünse aklına getirmezdi. Ç: O halde zevk almaya devam etmeye ne dersin? Ben kimim ki, seni duyduğun huşudan mahrum edeyim. Ç: Evet, özür mesajım içtendi, sırf güzelliğin başımı döndürdüğü için değildi. Fakat bu seni şu an güzel bulmadığım gibi saçma sapan şeyler düşündürtmesin sana. Hatta ben derim ki... Ç: Bu güzellikle çok başın ağrıyordur senin? Yani ben senin yerinde olsam mülakatla adam yaklaştırırdım yanıma. Beste sonunu kestiremediği bir maceraya atıldığını biliyordu. Hazan ona endişeli gözlerle bakıp ne olduğunu anlamaya çalışırken Beste ona çok yakışan gülüşüne büründü. Dostuna her şeyin yolunda olduğunu izah edip öyle döndü Çağatay'a. B: Abartmıyor musun birazcık? Ç: Valla kendimi de o adamların içine dahil edeceğim de, olur beni ciddiye alacağın tutar. Torpilim de yok, sikseler geçemem mülakatı. Ç: Hazır bana yeşillendiğini de itiraf ettin, sana biraz bununla yürümeme ses etmezsin galiba. ;) Beste yemeğine döndüğünde gülmekten çene kasları ağrımıştı. Ona yürürse engel atacağı adam ona yürüdüğü için göbek atacaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD