5. BÖLÜM

2984 Words
Gece bardan ayrılırken yarım saatten fazla alıkoymuştu onu Harun. Konuştuğu laf olsa gam yemeyecekti Çağatay; ama fazladan söylediği üç şarkıdan sonra motorunu kullanacak hali kalmamıştı. Gözleri çoktan kapanmaya ant içmiş, tek gözü belki de kapalı şekilde, ardı ardına esnemekten bitap şekilde dinlemişti onu. Şimdi soktuğu laflara minnet edebilirdi. Harun'un bilinçsizce kurduğu cümleleri Çağatay'ı Beste'ye yaklaştırıyordu. O dakika bulsa, onu öpen Arturo gibi şappadanak öperdi arkadaşını. İyi ki bulamıyordu. Kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmak gibi amaçsız, kötü huyları yoktu. Sohbeti sürdürmeyi seçti. Ç: Gecede 7 saatten daha az uyuyan kadınların gecede 7 saatten daha çok uyuyan kadınlara göre kilo alma olasılıkları %38 artıyormuş. Beste gelen mesajla neşesinin büyüdüğünü hissetti. Gündüz açıklanan tercih sonuçları bir ay sonra İzmir'de yaşamaya başlayacaklarını müjdelemişti Hazan'la ikisine. B: Gecemi gündüzüme kattığım saatlerim değişmek üzere. Dipnot için teşekkürler. "Haydi bakalım, sebebi ne bunun? Amına koyayım, kendin pişir kendin ye gibi, yok yok deli gibi kendin sor, cevap da yok." Özele girmemek çok zordu Çağatay için. Gündüzlerini uyuyarak geçiren, gecelerin yarasa adamı lâkabını hakkıyla kazanan adam bu gece evde kalacaktı, fakat Beste zaman ayarlamasını Çin saatine göre yaparsa onunla sık görüşemezlerdi. Büyük ihtimalle üniversite öğrencisiydi ve sonbaharın ilk ayı, okulların başlangıcını müjdeliyordu. Bu durumda Beste için çalacak ders zili, Çağatay için tehlike çanıydı. Bir haftada garip biçimde alışkanlık olmuştu kadın. Güzel kadın... Çok güzel kadın... Bunu da dile getiremezdi.  "Basit bir uyku sorusunda bile son anda topu direkten döndürdüm, ne okuyorsun peri kızı diye soracak götüm nasıl olsun? Değiştir Çağatay." Ç: Bir şey mi çalıyorsun? B: Hayır, müzik kulağım yok. İstedikleri sonuçları aldıktan sonra Hazan ile tuttukları eve eşya seçmeye başlamışlardı bile. Beğendiklerini sepete atmaya devam ederken gelen mesaja anında döndü. Doğru soruları sormazken onu görmezden gelmek dert değildi de, kazmaya başladığı yer ne özel bir konuydu ne fazla basitti. Çağatay hazır beklettiği soruları soruyor olamazdı. Aklını meşgul edenleri, öğrenmek isteyip meraktan çatladıklarını bekletiyordu. Temkinli yaklaşıyor, mesajlarının arasına es koyuyor, güvenli bölgeyi ustalıkla geçmiyordu. Sohbetin devam etmeyeceğini kestirdiği yerde öyle bir yerden tutuyordu ki ipi, zirveye tırmanırken tüm güvenlik önlemlerini almış dağcı canlandı gözünde. Yakışırdı beş saniye gördüğü adama dağcılık. Üst bedeni boynundan başlayan dövmelerle kaplıydı. Yanlış görmediyse bandajlı kısım yeni yaptırdığı bir tanesi içindi. Beste kendinde de bir tane olmasını isterdi. Bunu talep etmemişti henüz ailesinden; ama Hazan yaptırmıştı geçen yıl bir tane ve asla bir taneyle kalınmadığının en canlı örneğiydi. İkinciyi yaptırmak için annesinin eteğinde dolaşıyordu günlerdir. Ç: Seni tanımlaması gereken sol anahtarının manası ne peki? B: Kıskançlık... Okuduklarına anlam veremedi bir an. Tozu mu fazla kaçırıyordu, yoksa Beste'ye mi yetemiyordu ikilemde kaldı. Sol anahtarını mı kıskanıyordu yani? "Aptal Çağatay he, mucidi bilinmiyor ya, ben bulsaydım diyormuş. Bir enstrüman çalamadığı için imreniyor işte." Ç: Çalan insanlara imrenmeni takdir ettim. B: İmreniyorum demedim. İmrenmek masumdur kıskançlık karşısında. İmrendiğin şeye sahip değilsindir; ama hırs yapıp onu yok etmeye çalışmazsın. Hayali kurulan bir eylemi takdir edersin. Ben çalabilen insanları tam anlamıyla, masumane olamayacak şekilde kıskanıyorum." Yetersiz insan; ölse yapamayacağını uzmanmış gibi, asla olamayacağını sanki öyle doğmuş gibi görsele taşırdı. Sosyal medya buna çok müsaitti. Numara yapmak kolaydı. Görsele sığabilen herhangi bir fotoğrafla bambaşka bir hayata sahip olduğunu yutturabilirdin takipçilerine. Normal şartlar altında, doğuştan gelen kapasitesiyle yakalayamayacağı bu yalancı popülaritenin bittiği yerde hiç olan hayatlara acıyamazdı. Zor sanılan hayatlarındaki gerçek sorunlarla yüzleşmek ve onları düzeltmek yerine maske takmak işlerine geliyordu bu tiplerin.  Beğenilme arzusunun, küçücük kırmızı kalbe dokunanların sayısı kadar değerli hissetmenin hiç olmadığı kadar revaçta olduğu şu dönemde Beste çoktan kapatmıştı sosyal medya hesaplarını. Ekran karşısında yaşamadığı hayatıyla, kendine bahşedilmeyenlerin havasını atmak yerine, ilgi duyduğu her türlü konuyu tartışabileceği kişilerle sosyalleşmekten mutluydu. Onun kendi görüntüsü yerine sol anahtarı koyma amacı, yetersizliğini kapatmak adına yaptığı acınası bir çabalama girmemişti. O, müziğin içine doğmuştu zaten. Gösterilmek istenen filmin dışına çıkıldığında, arka tarafın çok çirkin görüntülerden ibaret olduğunu bu yaşında bile biliyordu ve kimseye ispat etmesi gereken bir durumun içinde değildi. Ç: Bu çok acımasız olmadı mı? Ç: Sana gitar çalabildiğimi asla söylememeliyim. Suikaste kurban gidebilirim ;) Kitaptan anladığı kadar müzikten de anlamasa hatırı kalırdı Beste'nin. Entelektüel bir tarafının olması, onun sessiz dünyasına giriş bileti sağlamıştı Çağatay'a. Yine de oturmayan bir şey vardı. Birlikte olacağı kadını internetten bulacak kadar acınası görünmemişti gözüne. B: Kıskanıyor olmam saygı duymadığım anlamına gelmez ki. Saygı duyduğum birine asla zarar vermem. Rahat ol =) Çağatay bir özelliğini daha araya sıkıştırmışken Beste bununla ilgili soru sormadan, kıvrak zekasıyla sıyrılmıştı işin içinden. Ne kaç yıldır çaldığı ne seviyesi ne herhangi bir mekânda çıkıp çıkmadığı merak konusuydu. Neden bu kadar ketumdu ki? Ya da onun zibilyon türlü merakına niye vakıf olamamıştı hala? O, çoktan eteğindeki tüm taşları dökmüştü Beste talep etse. Etmiyordu. Her ne kadar kadınlarla anlaşma yöntemi olarak konuşmayı seçmese de Beste ile her konuşması onda seksten başka çağrışımlar yapıyordu. Kaliteli vakit geçirdiğini hissettiren tek kadın Nilüfer olmuştu şu zamana dek Türkiye'de. Onun da sebebi istediği şekli tenine mükemmel biçimde işlediği süre kadardı. Sonrası bedensel tatmindi. "Bu kadın beynimi doyuruyor bir tek soru sormadan, bir de sorsa..." Ç: Bunu duyduğuma sevindim. Peki sana göre müzik kulağı nedir? Anne babasının doğduklarında bile melodik ağladığını hayal ederdi Beste. Nota kaçırmadan, solfej yapar gibi... Bir eseri güfteyle icra eder gibi... Bu hayal onu kimi zaman eğlendirirken kimi zaman da hüzünlendirirdi. Kim bilir ne düşleyerek kızlarını kucaklarına aldıklarını düşündüğü yerde içini kaplayan karamsarlığa engel olamıyordu. Kendilerinden daha başarılı olacak bir evladı istemezdi ki müzikle alakası olmayan biri yerine? B: Kişiden kişiye çok değişkenlik göstermez aslında, o yüzden bana göre değil de genel bir yargısı var. Kısaca; dinlediğini anlayabilme, gerçekten duyabilme ve kulağın ayırt etme özelliği olmasına denir. Tam anlamıyla bir terim değil, herkes tarafından böyle bilinmesinden dolayı, kişileri özelleştiriyor işte. Anında cevap vermesi Çağatay'ı etkiledi. Bazı kişiler potansiyeli olmadığı şeyi bile gurmesiymiş gibi aksettirirken Beste, tekelinde olmayan bir özelliği pazarlamaya çalışmıyordu. Demek ki, denemişti, belki ders almıştı. Bazı şeyler olmuyorsa olmuyordur, bokunu çıkarmanın alemi yoktu. Üstelik Çağatay'ın hayatında, yetersizliğini dile getirebilen insan sayısı bir elinin parmaklarını geçmezdi. Ona göre biz meziyetti bu. "Olmadığı gibi görünmek yerine, elindekiyle devam ediyor. Beni çalarken izlemek ister misin ki? Neredesin sen peri kızı?" Ç: Bunun çok ünlü bir besteci için sorun olmadığını da biliyorsundur o halde.  Ç: İçinde çıkarılmayı bekleyen bir cevher olabilir. Beste tüm müzik dehalarının yaşamını annelerinin kızlık soy adına kadar biliyordu. Ailesinin yeteneklerine uygun seçtiği meslekler ve kendi tarih ilgisi aksine ihtimal vermezdi zaten. Yanlış bir örnek olduğu için Çağatay'a çıkışması haksızlıktı aslında. Müzik kulağı olmamak ile sağırlık arasında bağlantı kurması kendisine sorduğu soruya aldığı cevabın getirisiydi sadece. Onu suçlayamazdı. Herkes bir enstrüman çalacak diye bir kural yoktu sadece. İçinde bir cevher olsaydı annesi ve dahi olan babası onu bulunduğu yerden çekip çıkarırlardı çoktan.  B: Devam edin; sanatı yalnız uygulamayın onun kalbine nüfuz edin; bunu hak ediyor, çünkü sadece sanat ve bilim insanı tanrısallığa yüceltebilir. (Beethoven, 1812) B: Beethoven'ın müzik kulağı olmadığını nereden çıkardın? Sonradan sağır oldu o. Yine yanıltmadı Beste adamı. Elbette biliyordu. İşitme sorununa rağmen müziği bırakmayarak en ünlü bestelerini sağırken yazması, Çağatay'ı ilk okuduğunda çok etkilemişti. O andan sonra karar vermişti babasının zorla gönderdiği gitar kursuna artık gönüllü gitmeye. Yedi yaşındaydı. Ayaklarını yere vurarak gitmek istemediği dördüncü dersin sonunda ders veren sinyora Ester, babasına bu şekilde devam edemeyeceklerini söylemişti. Dersi dinlemiyor, notaları bildiği halde kaçırıyordu. İstekli diğer öğrencilere kötü örnek olduğu için de gelmemesinin daha iyi olacağını net şekilde belli etmişti. O gün eve dönerlerken yüzü asık küçük Çağatay'a bir kitap hediye etmişti Çetin Balaban. Kararına saygı duyacağını; ama haftayaki derse kadar bu kitabı bitireceğine söz vermesini istemişti ondan. Hala gitmek istemiyorsa ona ısrar etmeyecekti. Kitap Beethoven'ın hayatının müziksever çocuklar için uyarlanmış kısa haliydi ve sonraki ders saati yaklaştığında salonda gazetesini okuyan babasından onu sinyora Ester'in dersine bırakmasını rica etmişti.  Ç: Biliyorum, bir çıkış noktası yakalamaya çalıştım. Genel yargı olarak tanımladığın, kişide müzik kulağı olmamasının içeriğine dahil ettiğin bir engel de oydu. Doğuştan olmayan sağırlıklarda edinilen yetenek sonraki hayatını etkilememiş. Üstelik müzik kulağı alet çalmakla da artar. Ç: Hem belki doğru hocalarla çalışmamışsındır ya da hayatını etkileyen bir hikaye okumamışsındır. Ben nefret ederken çark ettim. Hayatını etkileyen hikâyeyi Beste kendisi yazmıştı. Şimdiki çekingen, içine kapanık hallerinin aksine bundan dört buçuk yıl öncesine kadar ergenliğe bodoslama dalmış, dediğim dedik, zorlu bir kızdı. Yüzündeki sivilceleriyle, regl dönemlerinin sancılarıyla, bitmek tükenmez bilmez istekleriyle anne babasına kök söktürmüştü. Genlerinden gelen karakteristik özelliklerinden dolayı erken girdiği bu dönem beklenilenin aksine çok kısa sürmüş ve başladığından daha hızlı bitmişti. Beste şimdinin internet kurdu olmuştu. B: Hayatımda çok doğru iki hocam oldu. Sorun şu ki; müzik içimde doğmuş olduğum halde, o iki insan geç kaldılar beni çark ettirmek için. Tabii tek sorumlu benim. Beste geçmişe gitti bir an. Beş yaşlarındaydı. Babasının şimdiki gibi uzun, sarı saçlarını okşadığı o günler çok geride kalmıştı. En azından o okşamalar artık Beste çalarken olmuyordu. Piyanonun başına oturduğu ikinci seferinde çaldığı dört satırlık parçadan sonra babası ona gururdan ışıldayan gözlerle bakmıştı. Dahi bir babanın, genç yaşında onun kadrosuna seçilmiş yetenekli bir annenin tek kızlarından daha aşağısını kimse beklemiyordu haliyle. Dersler ilerledikçe, yaşı büyüdükçe ince, uzun parmakları tuşların üzerinden yağ gibi kaymaya başlamıştı. Nota bilgisinin, evde iki müzisyenle yaşamının getirisi olarak piyano başında geçirdiği saatlerin bir sınırı yoktu. Mesela, Hazan'a piyano çalmayı Beste on iki yaşında öğretmişti. İkisinden birinin seçileceği solo çalışmalarda daima Beste'nin seçilmesine hasetlenmedi asla. O kötü zaman geldiğinde, çalmayı akranından öğrendiği piyanoyu, içinde hiçbir kıskançlık belirtisi olmadan, onun kadar yetenekli olmamayı umursamadan yine onunla bırakacak kadar bağlıydı arkadaşına Hazan. On üç on dört yaşlarında yaşadığı talihsizliğe kadar büyümeden çıktı geldi geçmişten. Hatırlamak istemiyordu. Dik başlılığının cezasını çektiği lanetli anları unutamamak onun canını mengene gibi sıkıyordu zaten. B: Çok önemli değil artık. Herkes çalar söylerse sanatın değerini kim bilecek? Çağatay kadındaki bu karamsarlığa anlam veremedi. Vakti zamanında ders mi almıştı yani? İki hocası neye geç kalmıştı? Aklından geçen bütün soruları bir yere not alsa, cilt cilt soru kitabı çıkardı. En azından sanatın değerini bildiği açıktı. Yazar, besteci, şair repertuvarı bir hayli genişti. Resimden konu açsa, bilmem ne güvelerini bilen Beste için 1'den 10'a kadar say demiş gibi olurdu herhalde. Ç: Doğru, bana duyduğun saygı ve beni kıskandığın gerçeğiyle bir süre daha idare edebilirim peri kızı :) Gönder. Gitti. Son kısmı silemeden iletildi mesaj. "Arturo siksin beni. Ne yazdım ben? Siktir. Geri alamıyorum, cazzo. " Peri kızı mı? Beste, Çağatay'ın yanlış bir şeyler karşısında konuyu kapatış şekline hayran kalmışken hitabın inceliği yüzünden dumur oldu. Yavrum, fıstık, güzellik gibi sözler, aklında kalan kaba görünümlü adam için daha uygun düşerdi. Bir an onu sessizliğine nasıl ortak ettiğini düşünürken buldu kendini. Kendi prensiplerini yıkıp çok mu çabuk dahil etmişti onu hayatına? En başta nasıl tanıştıkları malumdu. Yine de, hoşuna gitti. Kendini tanımlamak istese bu sıfatı kullanmazdı galiba. Onun sihirli bir değneği olsa önce kendi kafasına değdirirdi. Maalesef yoktu. Ç: Beste? Ç: Sana yavşadığımı düşünme sakın. Sırf kendi götümü kurtardığımdan emin olmak için, neye benzediğini göreyim diye basmıştım kameraya. "Daha ne kadar saçmalayabilirim, zorla sik beyinli zorla." Ç: Sen panikleyince bir süre ekran açık kaldı ve bana ilk düşündürdüğün buydu. Elimden kaçtı. Gecenin ikisi olmuşken gülmesine engel olmadı Beste. Karnı bu şiddetli kahkahalarla kasılırken annesinin odaya girdiğini fark edemedi. "Kızım iyi misin? Ağlıyorsun zannettim. Yine uyumamışsın bu saatte." Nasıl uyuyacaktı? Yakışıklı adamın tekinin elinden kaçan bir peri kızıydı o an. Başkalarını bırak kendisine bile yararsız bir peri kızı... Değneğinin yerini sorsa söyler miydi bu genç adam? Annesini iyi olduğuna ve birazdan yatacağına ikna ettikten sonra klavyeyi konuşturmaya başladı. Çağatay'ın bir mesaj daha göndermesine fırsat vermeyecekti. B: Haftalık olarak tekrarladığın bir elinden kaçma durumu var sanırım =) Yazmakta olduğu mesajı Beste'den gelenle birlikte tamamen sildi. Özür zırvalamaları olacaktı sonraki mesajı. İyi ki atamadan gelmişti cevabı. Bunu bile bilinçli yaptığını düşünmesi için kendini fazla hafife almış olurdu; ama söz konusu Beste olunca bu mümkün hale geliyordu ve aptal gibi hissetmek mesele olmaktan çıkıyordu. Beste ona kızmamıştı. Saçmalayarak kendi topuğuna sıkmaktan kurtulmuştu. Ç: :))) Ç: Karşılık vermelerini sevmeye başladım. O gün ibne imasından sonra seni boğabilirdim yanımda olsan; ama teşhirciliğime rağmen sessizliğini çığlık yaptığın dünyana aldın beni. B: Güzel miydi diğeri? Ç: Diğeri? B: Çakışacağın doğru sessiz çığlık işte. Yatağa atmak için seçtiğin ikna yöntemini hatırlıyorum da... "Penisim niye aklında hala? Gözünde değerim hep bu mu olacak?" Ç: Hiç görmedim. Sesini bile duymadım. B: Niçin o kadar çabaladın peki? Çok aşağılık bir yöntem. Çağatay erkekti. Nedeni buydu. Beste de basit bir soru sormuştu. Toyluğuna verecekti elbette. Onun bu saf, el değmemiş bakir kişiliğini ortaya koyan soruları karşısında utandı. Birlikte olduğu kadınları Beste'yle konuşacak değildi, ancak başladıkları samimî sohbetleri keserek hoşnutluk duyduğu bir arkadaşlığı bitirmeye gönlü razı olmadı. Doğruları yazdı. Ç: Karşılıklı alınacak zevklerimiz vardı Beste. Niçin olabilir? B: Anladım. Hayvansal içgüdüler... Ç: Çok direkt olmadı mı sence de? :)) Yalan diyemeyeceğim tabii. Beste beklemediği inkar gelmeyince sevindi içten içe. Hazan'a onu tarif ederken kullandığı masum olamayacak kadar masum değildi cümlesi uzak geliyordu şimdi ona. Çağatay'a soracağı her soruya doğru cevap alacağından emin olmanın o huzur veren hissiyle çevrelendi. Güvendiği ve fiziksel iletişime geçtiği kişiler bir elin parmak sayısını geçmezken beş saniye ekrandan gördüğü adamın onda bu duyguları uyandırmasının erkenciliğine takılmadı. Takılmak istemedi. Bir kadına cinsel çekim duymasında abeslik görmüyordu. Birilerinin kendisine duymasının muhtemel gelecekte yer almaması daha can yakıcıydı.  Sonraki haftalarda gece muhabbetleri sıklığı azalmakla birlikte devam etse de Beste ve Hazan'a alınan evin yerleşmesi için ailelerle birlikte İzmir'e gitmeleri gerekti. Bilgisayarını yanına alamadığı için okul düzenine göre uykuya geçmesine zemin oluştu. Mobilyalar ve beyaz eşyalar geldikten sonra İstanbul'a bu kez kişisel eşyalarını almak için döndüler ve en az dört yıl kalacakları Buca'ya Eylül ortasında geçtiler. Havaalanında ailesiyle ayrılması kolay olmamıştı. "Beste, güzel kızım söz ver, kendine dikkat edeceksin." "Kendine zarar verecek hiçbir şey yapmayacaksın, tamam mı kızım?" "Her gün arayacağım seni. Sen de ara. Yemeklerini ye mutlaka." "Babacım, seninle gurur duyuyoruz. Bunu sakın unutma." Biliyordu Beste. Bu dünyada aileden yana yüzü gülmüştü. Onun için canını verecek anne babası daha önce bir süreliğine ayrı kaldıklarında neler olduğunu bilmenin endişesiyle son anonsa kadar uçağa bindirmediler onu. Beste de hüzünlüydü aslında. Zorlu geçen son beş yıla yakın sürenin ardından sudan çıkmış balık gibi hissediyordu kendini, fakat bu özgürlüğe ihtiyacı vardı. Sürekli iki yetişkinin kanatları altında süzülemezdi gökyüzünde. Kendi kanatlarının yerini bir an önce hatırlamalı, onlarla uçmanın nasıl bir deneyim olacağını keşfetmeliydi. Nihayet uçağa bindiklerinde bu kez Hazan başladı konuşmaya. "Best'im daima yanındayım. Bir aradayız. Seni asla yalnız bırakmam." Bunları söyleyip bir an duraksadı ve dostunun yüzüne yayılan ışığın akşam güneşinden gelmediğini anladı. O, mutluydu. Korkunun esamesi yoktu yüzünde. "Endişeli değilsin sen. Pis ya, nasıl oynadın öyle Dilara teyzeme. Bir bir anlatacağım. Neler geçiyor senin aklından bakayım?" Çılgınca dans etmek istiyordu. İlk önceliği bu olacaktı. Sınav sonucu Dokuz Eylül Tarih bölümünü kazandığı haberini verdiğinde, zaten beklediği sonuç, fazladan bir kalp atımı kadar bile etkilememişti onu. Heyecanlanmamıştı. Hayalini kurduğu şehirde, üniversitede, bölümde okumanın nasıl hissettireceğini oraya vardığında anlayacaktı. Bu yüzden daha önce denemediği birkaç şeyi denemekle başlayacaktı. Dersler başlamadan önce kafasını dağıtacak, gittiğinde reşit olacak olmanın nimetlerinden hemen yararlanmaya başlayacaktı. Uçaktan in, valiz bekle, eve geç derken gece yarısına iki saat kala sadece üstlerini değiştirerek ve ayak üstü bir şeyler atıştırarak bir bara geçtiler. Rastgele girdikleri, yüksek puan, olumlu yorumlar aldığı için tercih ettikleri barın adı İti-bar'dı ve Hazan daha kapıda kıpırdanmaya başlamıştı. "Müzik bir harika ve bahse girerim canlı müzik yapılıyor." Beste ona ayak uydurmada illa ki zorlanacaktı; ama Hazan'ın buna izin vermeyeceğini bildiğinden yüzüne yayılan geniş gülümsemeye engel olamadı. Karanlık ortamda birilerine çarpa çarpa bara ulaştılar ve sıcak İzmir'in yapış yapışlığıyla da denk gelmiş oldular. Beste bara sırtını dönüp sahnede müzik yapan gruba dönse de kimseyi göremedi. Molaya çıkmış olmalıydılar, çünkü Hazan'ın dediği gibi canlı müzik yaptıkları çalgılar oradaydı.  "Birayla başlayalım, ne dersin? Tekila için ikinci senemizi falan bekleyelim derim ben, en azından ikinci ayımızı." Sarılıp öptü Beste onu. Her daim en büyük şansı, onun kanatsız meleği olan Hazan'a gözü kapalı güvenirdi. Ne derse itiraz etmedi. Buraya gelmeleri de bir saat sürmüştü ve yarım saat sonra saat on ikiyi geçerken On Altı Eylül'de Beste on sekizine girdi. Bu bara girmelerinin tesadüf olmadığını önüne gelen, üstünde on sekiz tane mum olan küçük pastadan anlayan Beste Hazan olmasa hayatının nasıl da çekilmez olacağını düşünerek, sevip sevileceği birini dileyerek üfledi hepsini birden. Tam başını kaldırdığında spot ışıklarının altında sahneye çıkan kişiye takıldı gözleri. Mekanda bir genç kızın on sekizinci yaş gününü kutlaması çok sıradan olsa gerek kimse onlarla ilgilenmiyordu. Beste bunu fırsat bilip Hazan'ın koluna yapıştı ve onu çıkışa doğru sürüklemeye başladı. Tüm kızların soyun diye bağırdığı, siyah sporcu atletini çıkarmaya yeltenen adama görünmeden son anda kafasını çevirdiği kişi Çağatay'dan başkası değildi.  Kalabalığı yararak uzun zahmetler sonunda çıkışa geldiklerinde dar, taşlı, sıra sıra motorların doldurduğu sokakta hız kesmeden Hazan'ı çekiştiriyordu Beste. "Beste ne oldu sana? Bembeyaz oldun. Dur artık." Duramazdı. Görünmediğinden emindi, ne gördüğünden emin olduğu kadar. Gerçekten gitar çalıyordu ve gerçekten... sevişkendi. "Ne oldu dedim sana? Miden mi bulandı? Kaç tane içtin ki?" Tüm barı da içse gördükleri dizlerini titretirdi. O sokakta kalmayarak bir yan sokağa girer girmez duvarın birine yaslandı ve 17'liği gördüğünü anlattı Hazan'a. "Hadi canım, emin misin? Kızım ben burnumun ucunu göremedim, sen nasıl tanıdın beş saniye gördüğün tahrikçibaşını?" Kazandığı bölüm için çarpmayan kalbi, üstünde eli olmasa çıkıp adamın yanına koşacaktı adeta. Hepi topu bir aydır kaliteli sohbet ettiği internet arkadaşı için duyulan gereksiz, aşırı doz bir heyecandı. İfşa olmanın korkusu, ekranı kapatırken yaşadığının belki on belki yüz misliydi. Onun hükmü parmakları klavye üzerindeyken geçerliydi, çıplak gözle Çağatay'ın hedefi olmak işine gelmezdi. Kızların oracıkta şey yapılmak üzere birbirleriyle kıyasıya mücadele ettiği geçti gözünün önünden. Kesinlikle afrodizyaklı sevişken gibi dikiliyordu tüm haşmetiyle sahnede. "Beste sakın bana bu adamdan etkilendiğini söyleme. Yani söyle de, niye kaçtık oradan? Her defasında onunla ettiğin sohbetten ne kadar zevk aldığını vurguladın durdun. Ne değişti?" Reddedilme korkusu sardı dört bir yanını. Onunla aşk meşk davası yapmamıştı elbette, ancak diğer sessiz çığlık olsaydı o gece onunla neler yaşayabilecek olduğu aklının bir köşesini daima meşgul etmişti. Kişisel hiçbir bilgisini paylaşmadığı için gurur duydu kendisiyle. Adının bilinmesi kafiydi. Adam barın solistiydi ve Beste'nin on sekizinci yaşındaki ilk yolu, asla denk gelmemesi gereken tek kişiyle kesişmişti. Çağatay ise bir anlığına gördüğü peri kızının hızla savrulan sarı saçlarının kapıya doğru uzaklaştığını elleri atletinin eteklerini tutmuş halde izledi. Üzerinden çıkaramadı bir türlü. İtalyanca'yı unuttu, istek parçanın adı bağrıldığı halde. Tam ileri doğru bir adım atacakken grup parçaya giriş yaptı ve o da yarın Milano'ya gidecek olmasına lanet etti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD