6. BÖLÜM

3665 Words
Beste, Hazan ayarladı diye ne bar adına ne konuma bakmıştı. İti-bar duvara yaslanmış soluklanırken zihninin derinliklerinden isim olarak olmasa da cisim olarak depar atarak geldi adeta. Çağatay'ın farklı bir rumuzla doğru sessiz çığlığı yatağa atma amacı güttüğü, bir aydan uzun zaman önceki o gece davet almıştı ondan. Çaldığım bara, beni dinlemeye gel demişti. Aynı şehirde denk gelmek 81'de 1 ihtimalken o şehirde Çağatay'ın çıktığı barda yaş almanın istatistiğini kim tutacaktı? Sonrasında Beste'nin Hazan'ı çekiştirmesi bitmeyince bir taksiye atladıkları gibi eve geçtiler. Sabah okula gideceklerdi, ikisi de uyku saatini geçen haftalarda öne çekmeyi başarmıştı. Beste soyunup dökünüp yatağa girdi girmesine ancak sağa sola dönmekten en az bir saat uyuyamadı. Böyle bir karşılaşmayı hiç beklemediği için haddinden fazla etkilenmişti. Yirmi belki daha fazla kişiyle bilgisayar tuşlarıyla konuşuyordu; ama Hazan dışında fiziksel yakınlık kurduğu başka bir arkadaşı yoktu. Bunun böyle kalmasını tercih ederdi. Onu gördüğü ana gitti zihni. Başını salladı. Beni görmemiştir. Tüm kadınlar ona soyun derken, o atletini çoktan yarı beline kadar çekmişken beni görecek değil ya. Yol boyunca Hazan da dostunu sakinleştirmeye çalışmış, loş ışıkta, sahneden onu görmesinin mümkün olmadığını anlatıp durmuştu. Beste, boşuna kuruntu yapıyordu belki de. Varlığı, yeri yurdu Çağatay için gizemini koruyordu hala. Bir saatin sonunda kendini ikna ederek huzurlu bir uykuya daldı. Son düşündüğü şey en kötü ne olabileceğiydi. En kötü bana direkt yürür internetten ve mesajlaşmayı keserim. Beste'nin çözümünün aksine Çağatay daha çıkmazdaydı. Yandan gördüğü kadın, arkasına dönerken savurduğu uzun sarı saçları ve muhtemelen onu fark ettiğinde mekandan koşar adım kaçmasıyla Beste'den başkası değildi. Neden şeytan görmüş gibi kaçmıştı? Bar tarafına geçti hemen. "Az önce ayrılan iki kadına sen mi servis yaptın?" "Hangi iki kadın?" "Sikeyim Harun yaa. O buradaydı." "Şimdi kim diyeceğim, yine küfredeceksin bana. Tarif et çıkarırım belki." Sahnesi biter bitmez soluğu arkadaşının yanında almıştı; ama o da Çağatay'a yardım edemeyecekti. Beste'yi tarif edebilse Harun kim diye soramazdı zaten. Peri kızları unutulmazdı. "Nasıl tarif edeyim oğlum?" "Bak ne diyeceğim, aklımda bir kişi kaldı. O da sarışın değil esmerdi. Cadı gibi bir şeydi. Mekan dolmuş taşmış, siparişin haddi hesabı yok, iki birası gelmedi diye çemkirip durdu." "Kanka ne anlatıyorsun ya?" "Arkadaşının doğum günü mü ne varmış işte, yok pasta boğazında kaldı, birayı sen mi yapıyorsun, sanki şişe açtırmış gibi hava bin beş yüz, onu söylüyorum." Çağatay dinlemiyordu bile. O Beste'nin varlığını sorguluyordu, Harun gelmiş iki şişe biranın lafını ediyordu. Saat gece yarısını çoktan geçmişken eve gidip Beste'nin çevrim içi olmasını umdu. En az iki saat ekran karşısında beklediği halde, umduğunu bulamadı. Hayal görmüş olamazdı, değil mi? Kucağında bilgisayarla yatağa geçtiğinde uyanmasına dört saat kalmıştı. Ertesi gün farklı uğraşlar için uyandıklarında Beste; en sevdiği şehirde, istediği üniversitede kazandığı bölüm için erkenden okula gitti. İlk günün heyecanıyla barda gördükleri aklından tamamen uçmuş gitmişti. Dün geceye, aldığı kararı Çağatay ona uygun şartları sağlarsa, vakti gelince uygulamak dışında kafa yormayacaktı. Çağatay ise aynı saatlerde uçaktaydı. Alarmı duymamış, babası onu dürtünce aklı dün gecenin yaşanıp yaşanmadığıyla meşgul halde uyanmıştı. Uyandığı saatlerde yatmaya alışık biri olarak yetersiz uykuyla yolculuk boyunca uyudu. İndiğinde görmeyi beklemediği birey sayısı birken iki olmuştu. "Anne, selam." "Hoş geldin oğlum. Nasıl da değişmişsin, büyümüşsün sanki. Ekranda gördüğüm gibi değilsin." "Sen öyle diyorsan doğrudur. Onun ne işi var anne burada?" Adını özellikle geçirmemişti. Türkçe bilmiyordu ve annesinin eşi Edoardo Çağatay'a büyük bir coşkuyla sarılırken onun gözü Stella'daydı. Türkiye'de yaşama kararı aldıktan kısa bir süre sonra ayrıldığı eski sevgilisiydi. Tutkulu bir ilişkileri vardı ve bu tutkunun alevleri Çağatay'ın bacak arasını yakmaya başlamıştı bile. Onlarınki sonunun evlilik olmadığını bildikleri türden bir birliktelikti. Stella Çağatay'a geldiği için memnun olduğunu söylerken onun gözleri kadının dolgun dudaklarındaydı. O, konuşmaya devam ettikçe onu ne çok özlediğini fark etti. Hala yalnız yaşıyorsa hiçbir kuvvet annesinin kocasıyla aynı evde kalmaya zorlayamazdı onu. Bir de almış karşılamaya getirmişti adamı. Arabaya doğru giderlerken fırsat bulduğu ilk anda annesi Çağatay'ın koluna girdi.  "Stella geçen gün mağazaya geldi. Seni sordu. Ben de bugün geleceğini söyleyince bize katılmak istedi. Kızdın mı?" "Hayır, şaşırdım sadece. Getirdiğin iyi olmuş." Aklında görüntüler canlandıkça yüzüne yayılan tebessüm büyüdü. Sağdan soldan birilerini bulması gerekmeyecekti. Arabanın arka koltuğunda ikisi otururken Stella yerinde kıpırdanıyordu. Bir şeyler söylemek istiyor; ama ikisine ait bir dil olmadığı için kıvranıyordu. Gerek yoktu buna. Çağatay anlamıştı. Stella ateşli bir kadındı ve Çağatay da o ateşte kavrulmaya razıydı burada olacağı bir ay boyunca. Onu daha fazla zor durumda bırakmamak için kulağına eğildi. Mükemmel İtalyancasıyla konuşmaya başladı. "Yarın bir şeyler yapalım mı? Bu akşam annemle olmalıyım." "Çok isterim. Özledim seni." "Özleminin boyutunu görmek için sabırsızlanıyorum." Çağatay Stella'nın kulağından çekilmeden saçlarının kapattığı yerden boynunu yaladı diliyle. Ufak bir inlemeyle ödüllendirdi Stella onu. Kokusu enfesti. Çiçek kokusuna karışmış meyve kokuyordu. İştah açıcıydı ve Çağatay hiç beklemediği halde Stella'yla doymaya hazırdı. Eve geldiklerinde annesi onun da öğle yemeğine katılması için ısrarcı oldu. Daha doğrusu ısrar eden Edoardo'ydu ve oğluyla baş başa kalmak isteyen annesi kibarlığından itiraz edememişti. "Baban nasıl Çağatay?" Yemeğin sonlarına doğru annesi özellikle Türkçe sormuştu bu soruyu. Diğerleri kendi içinde sohbet ederken Çağatay annesiyle babası hakkında konuşmak istemediğini anladı bu soruyla. Son bir ayda araları gayet iyiydi ve babasının arkasından onu çekiştirme düşüncesi nahoştu. "Ne yapacaksın anne babamı? Bitti, ayrıldınız." "Merak ettim oğlum. Sağlığı, sıhhati..." "Sağlığını ben onun yanındayken biliyordun. Merak ettiğin hayatında kadın olup olmadığı, değil mi? Sen başkasıyla evlenmişken bunu sorgulama." "Yanlış anladın, Çağatay ben..." "Gerçekten yanlış mı anladım?" Başını sağa yatırıp annesini süzdü. Hâlâ çok güzel, çok bakımlıydı. Geçen yıllar annesine uğramıyordu sanki. Masadaki adamdan büyük olduğunu bilmeyen herkes annesinin daha genç olduğundan emin olurdu. Bir süre annesini izledikten sonra aklına onun kurduğu cümleyi sorgulamak geldi. Bu cümle, Beste'yle bilmem kaçıncı şansını elde ettiği konuşmayı sürdürmesini sağlamıştı. Sonra Stella'ya döndürdü yüzünü. Beklenti içinde ona bakıyordu. Beste'nin aksine o esmerdi. Hatta Çağatay'dan bile esmerdi. Melezdi. İri gözlerine eşlik eden kavisli kaşlarıyla, çıkık elmacık kemikleri ve dolgun dudaklarıyla albenisi yüksekti. Bir an neden devam etmediklerini düşündü. Düşüncelerini bölen annesi oldu. "Babanı seviyorum Çağatay biliyorsun. Mutlu olmasını isterim." "Babam mutlu. Ben de onunla kalmaktan mutluyum inanması zor olsa da." Annesi oğlundan laf alamayacağını anladığında uzatmadı. Oğlu her zaman ikisinin arasında yaşananlara tarafsız kalmayı başarmıştı. Bir yanı meraktan çatlasa da bir yanı babasını savunan oğluyla gurur duydu. Yemek sonrası Stella'yla yarın akşam için sözleştiler. Hala yalnız yaşıyordu ve dediğine göre Çağatay'ın onda kalmasını sabırsızlıkla bekleyecekti. Ayrıldıklarından beri hayatına giren geçici birkaç kişi dışında kimseyle olmadığından bahsetmişti tam kapıdan çıkarken. Çağatay kendi birlikteliklerini es geçti. Stella da sormayacak kadar akıllıydı. Birbirlerine sadakat sözü vererek ayrılmamışlardı neticede. O gittikten sonra annesinin eşi de onları yalnız bırakacak kadar zeki olabildi. Eski eşinden bahsedemeyeceğini anlayan Behiye Hanım ilgisini Çağatay'a çevirdi. "Stella'yla yeniden mi birliktesiniz?" "Burada olduğum sürece daha iyi bir seçeneğim yok." "Beklentileri değişmiş gibi geldi bana. Ciddiyet istiyor artık." "Stella ve evlilik mi? Hiç sanmıyorum. Bebeği istemeyen oydu. Vazgeçmesi için ben zorlamadım onu." Hatta ona bu haberi ağlayarak veren Stella'nın da mutluluktan ağladığını düşünerek heyecanlanmıştı. Beklenmedikti, baba olma derdinde değildi, bir bebek büyük sorumluluktu ancak Çağatay sevinmişti. Bebek için evliliği düşünebilirdi. Kararına saygı duyduğu halde bir süre sonra Stella uzaklaşmıştı ondan. Annesi Çağatay için arafta kalmış biriyle evlenince ona İzmir'e gideceğini söylemiş, kısa süre içinde ayrılmışlardı. "Biliyorum; ama kadınca his mi desem, bu kez farklı. Dikkatli ol." "Ne demeye çalışıyorsun anne?" Behiye de bilmiyordu. Annelik içgüdüsüyle yavrusunu korumaya çalışıyordu sadece. En son bir buçuk yıl önce görmüştü oğlunun sevgilisini. Çağatay'ın ara sıra Türkiye lafını etmeye başladığı zamanlardı. Oğlu burada değilken hiç iletişime geçmeyen Stella, ne diye şimdi arayıp soruyordu? Keşke söylemeseydim Çağatay'ın geldiğini. "Kanma işte, dikkatli ol. Türk kızları gibi değil o. Bir yıldır anlamışsındır sen de." Hiçbir şey anlamamıştı. Bir kadının Türk ya da İtalya-Brezilya melezi olması neyi değiştirirdi ki? Çağatay kadınlardan hoşlanıyordu ve iki ülkede de bu hoşlantı defalarca yatakta sonlanmıştı. Yatakta olmasa dövme yaptırdığı sedye iş görmüştü. Çağatay karşı cinsle olduğu sürece, mutlak bir boşalmanın takip ettiği herhangi bir sevişmede milliyetçi değildi. "Sıkma canını. Kimse kafalayamadı henüz biricik oğlunu. Stella'yla ciddi düşünmem için bir neden yok ve aynı tedbirsizliği asla tekrarlamam onunla." Annesinin içi bir nebze olsun rahatladı. Behiye oğluna biraz dinlenmesini, mağazaya geçeceğini; ama mutlaka akşam yemeğine geleceğini söyleyerek evden çıktı. Çağatay ise odasından çıkmadı. Duş aldı ve oyalanmak için bir aksiyon filmi açtı. Bu evi o İzmir'e geçmeden önce almışlardı. Geniş bir araziye yayılan evin, yeşillikler içinde olmasının dışında bahçesinde havuzu, tenis kortu, yürüyüş parkuru ve dört arabalık garajı vardı. Edoardo evden çalışıyordu. İnternet üzerinden satış yapılan bir uygulama yazmıştı ve deli para kazanıyordu. Kazandığını da eşi ve onun oğluyla paylaşmaktan çekinmiyordu. Akşama doğru, annesi henüz gelmeden Çağatay'ın odasına girmek için izin istedi. "Selam dostum. Konuşalım mı biraz?" "Ne konuşacağız?" "Ben gay değilim. Annen hakkımdaki düşünceni gülerek anlattı; ama ben seni rahatsız etmekten dolayı huzursuzum." "Aranızda sır olmaması ne hoş." Çağatay, Türkçe'yi kendisi kadar iyi konuşan Edoardo'yu sıkılı dişlerinin arasından cevapladığında hem ön yargısına sövdü hem annesinin bunu söyleme amacını düşündü. Bazı şeyleri açıklığa kavuşturmak için en etkili yöntem kartları açık oynamaktı elbette, yine de bir adamın kendisine gay diyen üvey oğluyla bu sakinlikle konuşması alışılagelmişin dışındaydı. "Sır yok, çünkü şeffaflık dürüstlüktür. Ben nazik bir adamım. Sen bunu karıştırdın sanırım. Yaşadığın travmadan sonra sana hak veriyorum. Annen o kadar naif, kibar, ince bir kadın ki, kaba bir adam olsam da onun için yumuşardım. Anlatabiliyor muyum?" "Anlattın, sağol şeffaflığın için. Annemin ağzında bakla ıslanmayacağını da öğrenmiş oldum." "Son dediğini anlamadım; ama Behiye çok üzüldü sen gidince. Bir ay boyunca ağlayarak uyandı. Normalde cinsel tercihimi birine ispat etmek gibi bir derdim olmazdı; ama senin tekrar bizimle yaşamanı sağlayacaksa adım atan neden ben olmayayım dedim. Bizim başka bir çocuğumuz olmayacak sonuçta. Alıştığın hayata dönmek istemez misin?" Çağatay elinde sigara kalakaldı. Teklif muazzamdı. Geri dönüşü olmayan bir İzmir hapishanesine girdiğini bilerek başlamıştı babasının yanındaki yaşamına. Annesi boşanmadığı sürece Milano'ya kesin dönüş yapmamaya yemin etmişti. Bir yılın sonunda, birkaç saat önce geldiğinde, daha hava alanında tüyleri dikilmişti onu görünce. "Bunu düşünmem lazım. Grazie." "Kabul edersen bizi çok mutlu edersin. Bu arada, annene söylemezsen bunu bırakmak isterim." Göz kırpıp odadan çıktı. İki parmağının arasında gösterdiğini odadan çıkmadan önce yatağa fırlattı. Çağatay uzanıp yataktakini aldığında ağzı açık kaldı. Uçağa binerken mal alamamıştı haliyle yanına. Buradaki eski bağlantısını arayacaktı birkaç gün içinde. "Bak sen benim ibne dediğim adama. Benim kullandığımı nasıl anladı bu herif?" Annesi sekizde gelmeden önce çekip çekemeyeceğini hesap etti. Saat daha yediye geliyordu. Kararsız kaldığı bir an bilgisayarından gelen uyarıya verdi dikkatini. Beste oturum açmıştı. Saat orada dokuza geliyordu tabii. Gündüz her ne işi varsa bitirmiş, eve geçmişti muhtemelen. Gece de nette olmadığına göre normal saatlere geçiş yapmıştı çoktan. "Dün gördüğüm sendin, değil mi? Nasıl soracağım sana? Sormama gerek yok gerçi. Eminim. Beni tanıdın ve kaçtın oradan. Neden Beste?" Ekranla bakışmaktan annesinin kapıyı vurduğunu geç fark etti. Açıkta duran paketi yastığının altına itti. Edoardo annesine söylemesini istememişti. Çocuk gibi ispiyonlayacak hali yoktu. "Yarım saate yemek hazır Çağatay. Sonra ne yapmak istersin?" Beste'yle yazışmak... "Hava güzel, dışarı çıkabiliriz. Anne ben birkaç gün Stella'da kalırım, haberin olsun." "Gelir gelmez seni sıkmak istemiyorum; ama aklında bile değildi. Sorun kocam mı?" "Kocan-dı. Gay değilmiş. İtiraf etti." "Of Çağatay. Oyalanma, gel birazdan salona." Beste'nin hesabı önünde açık yirmi dakika bekleyip hiçbir şey yazmadan yemeğe geçti. Şimdilik Çağatay'ın onu görmediğini varsayabilirdi. Ta ki, Çağatay uygun kelimeleri bir araya getirip şeffaf olana kadar. Beste ilk günün boş geçmesini zaten bekliyordu. Birkaç kişiyle tanışıp Hazan da dersten çıkınca eve geçtiler. Düzenleri öğrenci ya da bekar evi gibi değildi. Babası Hazan için evi satın almıştı. Beste'nin babası da A'dan Z'ye yeni gelin evi gibi döşemişti içini. En son geldiklerinde iki araba erzak, temizlik alış verişi yapmışlardı. İki anne buzluğu da doldurunca iki genç kızın eğitim öğretim hayatı eksiksiz başlamış oldu. Yemek sonrası kendi özel alanlarına geçmeden sohbete başladılar. "Bir daha o bara gitmeyecek miyiz?" Hazan sorar sormaz Beste başını hızla sağa sola salladı. Nasıl gideceklerdi? Çağatay oranın solistiydi. Hazan uzun araştırmalar sonucu gerçekten nezih bir bar bulmuştu; haliyle erken veda canını sıkıyordu. Gerçi anlattığı kadarıyla onun siparişini alan barmen kabadayı gibi bir şeydi; ama ona pabuç bırakmamıştı. "Beste Çağatay'ın seni beğenmeyeceği gibi salakça düşüncelerin yok, değil mi? Olsa olsa sen beğenmezsin. Aksi mümkün olamaz." Beste, Hazan'ın her daim onun yanında olan, taraflı sözlerine omuz silkti. Derdi beğenilmemek değildi, beğenildikten sonra reddedilmekti. Dün geceki kalp çarpıntısı yine peyda oldu. Beste de Çağatay'ı beğenmişti. Onun saf, salak haline göre Çağatay kurttu, çakaldı. Tüm kızlar o an istese önünde sıraya dizilirdi onun için. "Yalnız gıcık mıcık barmenin sporcu atletinden görünen rulet dövmesini görmen lazımdı. Ben de istiyorum aynısından. Bayıldım." Beste gözlerini devirdi ona. Oldu olacak kol çekme makinesi yaptırsaydı. Biraz daha sohbetten sonra saat dokuz gibi bir arkadaşıyla merak ettiği bir konuyu tartışmak için Beste odasına geçti. Hesabına girdiğinde Çağatay'ın yeşil renkli ismi kamera karşısında çıplak kalmış gibi hissettirdi ona. Ona ne demesi gerektiğini daha şekillendirememişti kafasında. Gördüyse söyler miydi? Beste'nin söylemesi için bekler miydi? Bir süre bardaki varlığını açık etmediği sürece Çağatay'la sohbete devam edecekti bozuntuya vermeden. Önce sözleştiği arkadaşıyla selamlaştı. Anında koyulaştı sohbet. B: Sana inanamıyorum. Sen kalk bana tarantulaların deri değiştirirken eksik organlarını bile tamaladıklarını söyle, beni kıskandır, sonra da gel Deoduck gibi bir canlıdan bahset. Yakışmadı sana =)))) SamanKafa: Çok ilginç değil mi? B: İlginç gerçekten. Daha ilginç olan ne peki biliyor musun? Şimdi bu sapık istiridyemsi mahluk 5000 dişiyi döllesin, eyvallah! B: Senin hemcinslerin, hani insan olanlar var ya, onları tükettiğinde aynı etkiyi neden bekliyor? =))) SamanKafa: Valla SessizÇığlık'çım erkekler evet, hemcinsler hem cinsler. Bunun iktidarsızlığa çare olduğunu düşünen ilk kişi aynı anda 5000 dişiyi şey yapacağını sanan kişidir. :D B: Saman kafandan öperim seni =) Saatler ilerledikçe üreme konusunu daha da irdelediler. Hayvanlar alemi dipsiz bir kuyuydu ve hem o hem de arkadaşı okula gideceklerdi sabah erkenden. Tam laptopu kapatmak üzereyken hala çevrim içi olan Çağatay'ın ona yazmadığını fark etti. Sevinmesi gerekirdi belki; ama onun canı sıkıldı. Çağatay ona her akşam yapacakları bir sohbet vaat etmemişti elbette. Yine de... Yine de ne Beste? Seni gördüm dese hesabını engelleyeceğin adam için gereksiz bir endişe bu.  Çat diye kapattı ekranı. Sanki mesaj yoldaymış ve görürse cevap vermesi gerekecekmiş gibi... Okulun ilk haftası bitip haftasonu geldiğinde Beste az daha İti-Bar'a sürükleyecekti Hazan'ı. Oradan kaçmak için harcadığı enerjiyi bu kez orada bulunmak ve Çağatay atletini çıkarırken onu izlemek için harcamaktan son anda alıkoydu kendisini. Çağatay ona yedi gündür çevrim içi olduğu halde selam bile yazmaya tenezzül etmemişti.  Çağatay Milano'daki ilk gecesinde annesi ve eşiyle sohbete dalıp odasına geçtiğinde Beste çoktan uyumuştu. Hesabı öyle söylüyordu. Ertesi akşam Stella'ya geçtiğinde diz üstü bilgisayarını almayı akıl edememişti. Almayı akıl ettiği şey, yedek kıyafet ve yastığın altındaki kokain olmuştu. Eski sevgilisi kullanmaya bir süre ara verdiğini söyleyince tüm malı bitirmesi bir haftayı bulmuştu. Kafası güzel halde sabaha dek sadece Stella'yla sevişmiş, akşama dek uyumuştu. Ayık olduğu ilk sabah eksikliğini hissettiği şeyin ne olduğunu bulmaya çalışarak annesininin mağazasına uğramıştı. "Nihayet Çağatay, gelebildin. Zaman su gibi akıp gidecek, gitme vaktin gelecek ve ben seni doğru dürüst göremiyorum bile." "Haklısın anne. Bu akşam eve gelirim." "Sen iyi misin oğlum? Gözlerin boş bakıyor. Hava değişiminden hasta mı olacaksın yoksa? Alerjin mi nüksetti?" Mal sıçtı ağzıma. Eli sürekli burnundaydı ve bir süre ara vermeliydi Stella gibi. Aksi gibi alkol de almamıştı Stella. Tüm şişe Çağatay'a kalmıştı. Yerde yürümüyor adeta havada süzülüyordu. Buraya kadar yürümek istemiş, masal diyarından çıkmış gelmiş gibi her şeyi bulutların içinden görünce taksiye atlamıştı. "Ben iyiyim anne, hasta değilim. Uykusuzum. Malûm Stella'yla..." "Anladım Çağatay. Edoardo konuştuğunuzu söyledi. Kararın ne olacak?" Bunu bile unutmuştu. Buraya dönmek güzel olurdu. Tabii Roma'ya. Oraya daha ait hissediyordu kendini. Çocukuğunun çoğu Roma'da geçmişti. Stella ile araları eskisi gibiydi. Öğleden sonra uyandığında onu evde bulamıyordu, çünkü dediğine göre işe gidiyordu. Akşam olduğunda eve geliyor ve birlikte yemek yapıyorlardı. Sonraki işleri ise defalarca birbirlerinin bedeninde kaybolmak oluyordu. Stella ateşinden bir alev bile kaybetmemiş halde haz veriyordu Çağatay'a. "Olabilir anne. Daha üç hafta buradayım nasılsa, enine boyuna düşünürüm. Yalnız, bir şey eksik gibi, ne olduğunu çıkaramıyorum." O sırada gelen giden artınca Çağatay mağazadan ayrılıp bir kafeye oturdu. Kahve içmezse kendine gelemezdi. Kahvenin kokusu burun deliklerinden girer girmez daha net düşünmeye başladı. Görüşü de netleşti. Yan masada oturan iki liseli biyolojiden bahsediyordu. Kahveyi yudumladığında bir sineğin vızıltısı rahatsız etti onu. Kulağının dibinden defalarca kovmasına rağmen sanki ona şarkı söylüyordu. Biyoloji ve sinek... "Şarkı mı? Siktir." Kahveyi eline alarak doğruca eve geçti. Annesine haber bile vermedi. Henüz öğleden sonraydı; ama hafta sonu olmasından dolayı Beste'yi ekran başında bulmayı umuyordu. Bir haftadır Beste ile bilgi alışverişi yapmamıştı. Kafası kıyak halinden nefret etti ilk kez. Ç: Selam. Bir süredir elime alamadım bilgisayarımı. Özledin mi beni? Beste altta yanan ismi gördüğünde parmakları klavyede dondu kaldı. Yazdıklarına bakmak istiyor, görür görmez cevaplayacağını biliyordu. Nedensizce kırgındı ona. Beste'nin duvarlarını örmekte başarılı olduğu durum eskisi kadar mutlu etmiyordu artık onu. Kaçmasa, göz göze gelseler ne olurdu diye düşünmekten alıkoyamıyordu kendisini günlerdir. Görmezlikten gelmeyi seçti, mevcut yazışmayı sürdürdü. B: Stefan Zweigh okuması ağır gibi gelebilir; ama okuyandan ziyade okumayan çok şey kaybeder. EdebiCadı: Tam bir esere başlıyorum, sürekli aynı cümleleri okuyormuşum gibi hissediyorum. B: Aynı anlama gelen cümlelerin mükemmel şekilde, farklı betimlemeleri demek daha doğru olur. Kişilik analizleri olağanüstü. Sohbet arkadaşı cevap yazmışken Beste'nin gözü Çağatay'ın yazdığını haber veren uyarıdaydı. Daha fazla dayanamadı. Yedi gündür neredeydi, hesap sormak istiyor, kendine yakıştıramıyordu. Nihai kararı okumak, dişe değer bir şey yoksa yanıtsız bırakmak oldu.  Ç: Ben yazmasam yazacağın yok peri kızı. Öldüm mü kaldım mı merak etmedin mi hiç? Beste ilk mesajdaki laubali tutuma bile kızamadı. Özlemişti onunla sohbet etmeyi. Anlam veremediği tüm kırgınlığına bahane bulmayı da başarmıştı böylece. Bunu sağlayan Çağatay'a teşekkür edebilirdi. Yoksa her gece onunla ilgili saçma sapan hayallere kapılacak, birlikteliklerinin mümkün olup olmadığını düşleyecek bir kadın değildi Beste. İnkâr edemediği sohbet özlemiyle ilerledi. Böylesi temkinli, gerçekçiydi. Sadece sohbetini özlemişti. Bunu hemen itiraf etmeyecekti tabii. Önce o güzel burnunu sürtecekti. B: Tekrar hoş geldin. Sohbetini özledim demek isterdim; ama her akşam farklı kişilerle yapıyorum zaten türlü türlüsünü. Çağatay az daha yumruğunu ekrana geçirecekti. Aldatılmış hissetmenin manasızlığı bir yana, ne demekti özlememek? İhmal eden kendisi olduğu kadar Beste'ydi de. Kaçıp gitmişti sinek görmüş gibi. Sinek... Ç: Güzel bir konuyla gelmiştim hâlbuki; ama değersizleşti birden gözümde. B: Buna tek başına mı karar vereceksin? Ç: Hayır, birlikte karar verdik az önce. Ç: "Özledim demek isterdim..." Kırıcı. Ben koşa koşa geldim sana bunları yazabilmek için fakat, neyse. Sana mani olmak istemiyorum diğerlerini bekletme. Kokain için kaşınan burnunun direği ne diye sızlamıştı şimdi? Bilgisayarı kırmak istiyor olur da cevap birkaç dakika içinde gelirse diye elleşmiyordu. O an yenisini alacak vakti yoktu. Beste ise paniklemişti ilk kez, onu gördüğünden farklı olarak. Klavye başında dişi aslan olan kadın gitmiş, yerine felis domesticus olmuştu. B: Ne o kırıldın mı? Ç: Oldukça. İnkâr edecek değilim. Bu arada, geçen pazar daha önce bahsini ettiğim barda sahnem vardı. Tepkisini bekledi. Tam iki dakika otuz sekiz saniye boyunca... B: Bilmiyorum neresi olduğunu. Ç: Bilip bilmediğini sormadım ki. "Sendin işte. Sen İzmir'desin ve ben İtalya'ya dönme planı yapıyorum." Beste, topluluk önünde ilk kez konuşmacı olarak kürsüye çıkan birinin tutukluğunu yaşıyordu. Kendini açık etmişti. Çağatay anlamış mıydı? Anlama, seni engellemek istemiyorum. Ç: Her neyse, işte o gece eve geçince seninle yazışırız diye düşündüm. Bir konu belirlemiştim. Oh! Görmemiş beni. Şükür. B: Sanırım merakla neymiş o diye sormamı bekleyeceksin. Bir haftadır olmayışını telafi etmek için ilginç bir yöntem beklentiye girmek... Ç: Yoo, sorsan da söylemeyeceğim ;) Beste işte şimdi kızmıştı. Kırgınlık haddi değildi belki; ama kızgınlık hakkıydı. Üstelik buna kendisi sebep olmuştu ona kırıldığını belli etmemek adına. Elimde patladı. B: Sen bilirsin. Hem yüksek olasılıkla zaten bildiğim bir şeydir. Ç: Bence de. Kesin biliyorsundur. Bu sohbetin bu kadar kısa süreceğini tahmin etmemiştim. Ç: Bir haftadır bir arkadaşımda kaldığım için nete erişimim yoktu. İlk fırsatta yazmak, hatta beklentiyle senden geleceğini umduğum mesajları yanıtlamak için oturdum ekran başına. Rahatsız ettim.  Çağatay bu kez kapattı bilgisayarını. Beste'yi gördüğünü ona söylememek, sitem etmemek için başka çaresi yoktu. Sineklerin fa notasıyla vızıldadığı bilgisi bir haftadır uyuşuk zihninde dalgalanmıştı ve şimdi o dalga rüzgar esmeyen bir denizde yelkenleri sönmüş gemi gibi işlevsizdi. Beste çevrim dışı olan ve o haftayı takip edecek üç hafta boyunca onunla en ufak bir haberleşme belirtisi göstermeyen Çağatay'a sövüyordu aklına her geldikçe. Dilini değil elini tutamayışı hiç hesapta yokken en olmadık duygulara savurmuştu kalbini. Altı üstü sonsuz ruh hastası biri yüzünden acı çekiyordu. Karşılaştıklarını bile söyleyemeden terk edilmiş, reddedilmişti. Çağatay ise Beste'nin onunla aynı hazzı almadığını keşfettiğinden beri, iki hafta aralıklı olarak annesi ve Stella'da kalıp son hafta yine Stella'ya geçti. Gitmesine iki gün kaldığını haber verince mutsuzlaştı Stella. Son gece onun evinden hava alanına geçeceğini öğrendiğinde biraz olsun yüzü güldü. Sayılı gün çabuk geçmişti. Gideceği günün sabahı kapı çaldı. Stella'nın annesi kucağında bir bebekle ikisinin karşısına geçmişti. Çağatay Barbara'yı tanıyordu tabii. Stella bebeği aldırmaya karar verdiğinde kızına etmediği hakaret kalmamıştı. Onu sakinleştiren Çağatay olmuştu. Kısa hoşbeş sonrası kadın kalktı; ama gelirken getirdiği minik oğlanı giderken götürmedi. Çağatay buraya ilk geldiği andan şu zamana dek olan süreyi, sadece Stella'yı kapsayacak şekilde eledi beyin süzgecinden. Çıkan sonuç şaşırtıcıydı. Stella büyük ihtimalle emzirdiği için ne alkol ne madde kullanmıştı bir aydır. Sevişirken fark ettiği, göbeğinin altındaki iz de sezaryen iziydi. "Senin oğlun mu? Çok tatlı, çok güzel bir bebek." "Evet, benim. Gündüzleri ona gidip akşamları sana geldim." "Anladım. Niye şimdi söylüyorsun? İlk günden bilsem de sevişirdim seninle." "Cesaret edemedim. Çağatay bizi de götür Türkiye'ye. Güzel bir geleceği olsun." "Babası nerede?" Stella'nın bu soruyla başını eğmesi canını sıksa da annesinin uyarısının bu şekilde sonuçlanması da onun canını sıktı. Stella bebeğin babasının ünlü ve tabii evli bir iş adamı olduğunu, ona verdiği vaatleri yerine getirmeyeceğini anladığında ondan beklentisinin kalmadığını ağlayarak anlattı. Bu sırada Oscar Çağatay'ın kucağında uyuyordu. Stella anlatırken gözü sürekli oğlandaydı. Stella can alıcı soruyu sorunca başını kaldırıp ona baktı. "Sevdin onu, değil mi? Babası olmak istemez misin?" "Kendi bebeğime babalık yapmak istemiştim Stella. Sen istemedin." "Biliyorum, pişmanım. Doğumda bile yanımda değildi. Oğlumun bir suçu yok. Birlikte aile olalım." "Bu dediğini yapamam. Bana karşı dürüst değildin. Bir ay boyunca onu annenle mi bıraktın beni kafalamak için?" Daha fazla kalmak istemedi orada. Bebeği usulca annesinin kollarına bıraktı ve şeffaf bir dürüstlüğün bir ilişkide ne kadar önemli olduğunu ona hatırlatan Edoardo'ya minnet duydu. İtalya'ya dönmeye kesin vermişken şimdi kesin olarak dönemeyeceğini biliyordu. İlk bir hafta kafası güzelken unuttuğu Beste, son üç hafta kısmen daha ayıkken unutturmamıştı kendini. Beste'nin ilgisizliği can yakıcıydı; ama aralarında hissettiği çekimin adı her neyse öğrenmeden vazgeçmeyecekti. Annesi ve eşinin hava alanında onu bekledikleri alana yürürken uçağa binmeden Beste'ye mesaj attı. Cevabını inince alacaktı. Ç: Seni o pazar İti-Bar'da gördüm Beste. Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsun?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD