3. BÖLÜM

2882 Words
Felicitá (ŞARKI ÖNERİSİ) Gelen mesajı birkaç kez daha okudu Beste. Burnuna buram buram dolan altına etmişlik, ne yapacağını bilemezlik kokusu midesini bulandırdı. Bir yanı da yaptığı yanlışı düzeltme gayretine tebrikler sunuyordu. Şüphesi kalmamıştı artık. Bu kesin o, sonsuz ruh hastasıydı. Gönderdiğini gönderdiği kişinin yanlışlığının farkına varmış, şimdi ortalığı toplamaya dönmüştü. Sıvamadan toplayabilir miydi ki? Hem kaç tane hesabı vardı bu ayaklı afrodizyağın? Gözünü korkutmaya karar verdi. SessizÇığlık: Yok, onlardan değilim. Çağatay uzun zamandır yapmadığı şey olan tırnak yeme tikinin kabus gibi geri döndüğünü tırnağının dibi acıdığında fark etti. Cevap beklerken ölüp ölüp dirilmişti. Geçmeyen beş dakika sonunda gelen yanıt rahat nefes aldırdı. "Oh!" SessizÇığlık: 15 yaşındayım abi, ben de senin gibi ibneyim. Harun mu vermişti hesabımı? Pasif taraftayım, nerede buluşalım? Algıları kapandı mesajı beyin korteksi özümser özümsemez. Aldığı rahat nefes bir tarafına sıkıştı, geçmedi ağzından burnundan. Kullandığı mal, kalitede olduğu kadar ağzına sıçmakta da üst düzeydi galiba. Çektiği her seferinde etkisini hemen gösteriyor, saniyeler içinde onu göklere çıkıyor, sonra da aynı gök yüzünden daha kısa sürede yere çakıyordu kafa üstü. Ya harfler yer değiştiriyordu, ona ibne diyecek hale geliyordu ya da bu ergen ona ibne demişti. "İbne mi? İbne misin benim gibi mi?" Ç: ne diyorsun lan sen? Alırım ayağımın altına? B: kızma abi, abi dememi istemezsen, sen ne istersen onu derim ben. Ç: kes saçmalamayı adam gibi cevap ver bana. Başım belada mı? Gerçekten 15 misin? Adam, senin gibilere deniyorsa... Ben kadın gibi cevaplarımla adam ederim seni. Beste bir yandan ekrana dalmak üzere beklediğinden emin olduğu kişinin karnına soktuğu gülme krizi sancılarıyla baş ediyor, bir yandan da Hazan'la bu durumu masaya yatırıyordu. HazanMevsimi: Sen delisin Best'im; ama iyi olmuş ukalaya. Bu tipler önüne gelen kollarına atlayacak sanıyorlar. B: Yanlış kişiye gönderdiğini fark etti aslında. Ne desem yapacak durumda. Çok ileri gitmedim, değil mi? Hem gönderdiği fotoğrafı gördük. Ölçümlerimiz sonucunda vardığımız nihai karar neticesinde ibne olmasına imkan yok. HazanMevsimi: Her şeyi yapacak kıvama geldiyse, süründür derim. Kadınları bacak arası gibi gören bu kesime uyuz oluyorum. Çakışıyor muyuz diye sormuş direk, büyükbaş. Hadi o sormuş, kadın ne demiş? Evet, aslında Beste'yi ayar eden tam da buydu. Erkeğin amacına ulaşmak için kullandığı soru cümlesinden ziyade, bir kadının bu aşağılık soruş şekline takılmadan beklenileni vermeye devam edebildiğini yediremiyordu kendisine. Aklı başında olan hiçbir kadın bu aşağılanmayı reva görmemeliydi kendisine. İyi yetiştirilmemiş erkeklere verilen pek çok ayrıcalık, yapılan fedakarlık, gözden çıkarılan özgürlük dönüp dolaşıp kadınların tenine saplanan bıçağa, kalbine giren kurşuna dönüşüyordu. Düşünme yeteneği bahşedilmemiş pek çok dişi mahlukattan deniz aslanları mesela, çitfleşecek erkeğini kendisi seçiyordu. Erkekler birlikte olmak istediği dişi için kıyasıya rekabet ediyordu. İri olanın şansı artıyordu. Gerçi bu adam göderdiğe şeye sahipse, irilik bakımından ipi göğüslerdi. Saçmalama Beste. SessizÇığlık: Doğru kadına sorabildiğinden emin değilim. Bence işini göremedi, Harun her kimse bunun ağzına etti. Üçüncü rumuzuyla götünü kurtarmam için medet umuyor benden. Pedofili damgası yememek için yaşımı soruyor. Beste, bu korkusu bile ona sempati duymasına yol açabilecek adamdan art arda gelen mesajlara bir göz atıp anında aşağı itiyordu kutucukları. Zaten tek yaptığı soru sormak ve hakaret etme etmeme arasında işin aslını öğrenmekti. Rumuzundan ve bir kadınla birlikteliğe biçtiği anlam dışında, hakkında hiçbir şey bilmediği adama mesai harcamasına gerek yoktu. Üstelik Hazan'la durum değerlendirmesi yapmak, onu yanıtlanmayan her mesajla çıldırmanın eşiğine getirmek hazların en güzeliydi. Uyuyamadığına şükretti. Eğlence çıkmıştı onlara. Bir süre sonra görev çubuğunda beliren yanıp sönmeler kesildi. Artık mesaj atmıyordu ruh hastası. Beste'nin uçarı yanı eksik hissederken garantici yanı onu kışkırtarak başına bela almamasını buyuruyordu. Şimdilik ikincisiyle ilerleyecekti. Çağatay attığı hiçbir mesajına dönmeyen sessiz çığlığın eğer ki, yanında olsa ümüğünü kendisi sıkacak durumdaydı. Herifin ibne olma ihtimali, hatta onu hedef alarak yaptığı ibne iması bile geri planda kaldı. Görmezden gelinmek canını daha fazla sıkmaya başladığında balkona çıkıp ardı ardına sigara içmeye başladı. Denize bakan evlerinde donuna kadar soyunduğunu tüm tenine çarpan ve onu yapış yapış yapan iyotlu nemden anımsadı. Daha barda yaptığı canlı performans sonrası terli vücuduna su değdirememişti, şimdi fazladan yük binmişti üstüne. Nasıl bir korkuyla kendisini sandalyesine attıysa artık yeni dövmesi enfeksiyon kapacaktı aşırı sıcaktan. "Ebesini siktiğimin evladı, aklı sıra bana oyun oynuyor. On beş yaşında değil kesin bu." Sandalyenin ön iki ayağı havada kalacak şekilde geriye kaykılmış, bacaklarını balkon korkuluğuna uzatmış yedinci sigarasını bitirirken içeriden gelen hafif melodiye aldırış etmedi. Sabahın dördünde arayan Harun'dan başkası olamazdı. İşi bitmiş, haber vermeden çıktığı kafasına yeni dank etmişti kesin. Ağzından içtiği onu sakinleştirmediğinde burnundan çektiğine sığınırdı, fakat öyle apar topar çıkmıştı ki bardan onu almayı bile unutmuştu. Aşağı yolladığı izmaritin akıbetini öğrenmeden içeri girdi ve kaçıncı defa olduğunu saymadığı aramaya yetişti. "Çok mu özledin beni?" "Yangından mal kaçırır gibi gitmişsin, halledebildin mi sorunu?" "Malı da kaçıramamışım görünüşe göre. Satma başkasına, alırım yarın. Tek z'li çığlık on beş yaşındayım dedi. Başıma sardığın dert için Allah bin belanı versin." "Bela okuma lan, adam gibi dinleseydin, hadi uçmuştun o sıra diyelim; söz uçar yazı kalır dedim, adam gibi mesajı okusaydın ibne." "Harun sikerim seni. Sensin ibne." Kurtulamayacaktı bu lanet kelimeden. Tam derin bir oh çekmişken yollamıştı sessiz çığlık mesajı onu da itham ederek. Sanki ne kadar sinirlenebileceğini test ediyordu. İtalya'da kalmamıştı Çağatay tipini sevmediği cici babası yüzünden, şimdi ona böyle beylik laf edebileceğini sanan bir ergenle uğraşıyordu. "He aferin, sen böyle bana sar zaten. Kime ne yazdığına dikkat etme, bir gece sevişmeyince sikin düşecek zannet, suçlusu ben olayım? Hadi yazdın, ne diye fotoğraf gönderdin teşhirci gibi? İtalya'da böyle mi öğrendin sen?" Ne yazdığına dikkat etmek... O anda ilk sorusuna gelen cevabı düşündü. Doğuştan gelen kapasiteye gönderme yaptığına göre buna önem veren biriydi gerçekten bu sessiz çığlık. Mesaj için doğru kişi olmadığını anlamıştı, yanlış gönderdiğini bilmeyen birinin zekasını o yüzden sorgulamıştı. Demek ki, bu her kimse diş telli, sivilcelerini sıkmaktan yüzünü delik deşik, yara bere yapmış bir ergenus değildi. Yaşı büyük bir erkekti. Erkek miydi? "Kanka, dile benden ne dilersen. Başım belada değil bence. Görüşürüz." Yüzüne kapandığını belirten telefona bakakalan Harun, Çağatay'ı beladan nasıl kurtarmıştı, bir fikri yoktu, ancak kankasının artık bir ayağı çukurdaymış gibi konuşmasına, son anlarında vasiyetini yazmaya geç kalmış doksanlık dedesi gibi davranışlarına şahit olmayacağı için sevindi. Arabasına atladığı gibi eve geçti yanındaki SessizzÇığlık'la. Çağatay, aklından bir kez daha çıkan duş alma, giyinme gibi medeniyet barındıran eylemleri tekrar es geçtiğinde çığlığını duyuramayan her kimse ona ulaşmanın akılcı bir yolunu bulma umuduyla ekranla bakışmaya başladı. Kafasının içinde beyin yerine, gittiği her yere saman taşıyan biriyle karşı karşıya olmadığı artık sır değildi. Onlarca tehditvari mesajına dönmeyeceği de açıktı. Son iletisini atalı bir saat olmuştu ve cevaplanmayacak başka bir mesaj yerine kendi aklından şüphe etmeyeceği bir çare düşündü. Onun gönderdiği sınırlı sayıda mesajı tekrar gözden geçirdi ve ekranın bir köşesinde amacına hizmet edebilecek kamera ikonuna tıkladı. Öyle kendiliğinden gelişti ki bu süreç, gecesini kabusa çeviren kişiye kendini hatırlatma dürtüsü, karşısına bir peri kızını çıkardı. Belki onun sihirli değneği SessizÇığlık'a ulaşmasını sağlardı. Saatler ilerledikçe Beste'nin üzerine yazıştığı konu sayısı ikiye düşmüştü. Yarın sabah gidecek işi, çalışacak gücü olanlar izin isteyip uykuya yatmıştı çoktan. Zira, herkes işe gidebilirdi, önemli olan o gücü kendinde bulabilmekti. Devam eden konulardan birincisi kendisi gibi memeli hayvanlara merakı olan bir internet arkadaşına konusunu açtığı ve irdeledikçe yepyeni bilgiler öğrendiği dişi deniz aslanlarıydı. Bu konuyu gündeme taşıdığı için bir ara teşekkür mesajı atmayı bile düşündü ruh hastasına. İkincisi de yine ondan gelen fotoğraf sonrası Hazan'la ortak merakları haline gelen dünyanın p***s boyu ortalamasıydı. Türk birine göre fazla Avrupalı'ydı bu kişiliksiz. İki konu da ilgi çekiciydi ve hızlı şekilde, hem araştırma yaparak hem cevap yazarak dahil olduğu konuşmalar bir süre sonra görüntülü arama isteğiyle kesildi. Aklından tamamen çıkan AğırTahrikUnsuru'ndan gelen aramayı ani bir gafletle açan Beste, karşısında görmeyi beklemediği esmer adamla neye uğradığını şaşırdı ve ekranı çat diye kapatmak gibi basit bir hareketle görüntü vermekten kaçınmak yerine sağ üst köşedeki minicik çarpı işaretine basamadı gitti. Eli ayağına dolaştı. Başını yana eğmiş onu izleyen adama daha fazla malzeme vermeden nihayet aramayı sonlandırdığında kalbi yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Elini götürse de fayda etmedi. Damarını koparmış atıyordu dört nala kalbi. Yakışıklı mı neydi bu 17'lik? Tekrar gelmeyen aramaya inat gibi gelen mesaj Beste'nin bittiği andı. AğırTahrikUnsuru: Pek de ibneye benzemiyormuşsun. Eğiliminde ısrarcı mısın hala? Sadece ekranın parlaklığında gördüğü bembeyaz yüz, cam gibi görünen yeşil gözler Çağatay'ın hiç beklemediği bir görüntüydü haliyle. Ekran kararır kararmaz yazdığı mesajı gönderirken yüzünde hain bir gülümseme belirdi. Tahmin edemeyeceği güzellikte birini görmeyi bırak, ekranın açılmasını bile beklemiyordu ki o. Nasıl da şaşkınlıktan büyümüştü gözleri. Yüzü yangın yeri gibi kızarmıştı, göğsü yaptığının yanlışlığından hızlı hızlı inip kalkarken. O anda sandalyeyi devirerek kalktı masa başından. Bu peri kızına pek bir sihri olmayan penisini göndermişti. Sihirli değneği kafasında kırsa yeriydi. Hayatta verilecek ikinci bir şansa inanmayanların, kaybedilen şansın pişmanlığında boğulmalarını dileyenlerin peri kızlarıyla sınav edilmesi kelimenin tam anlamıyla ibnelikti. "Kendimi nasıl sikebilirim ben? Cazzo cazzo cazzo (Siktir)" Amatörlüğüne kızan Beste, tanımadığı birine yüzünü göstermiş olmasının şokunu atlatamadan arka arkaya gelen mesajları açmaya korkuyordu. Gelen mesajlar henüz tahrikçi başından değildi, ancak o korku çöreklenmişti bir kez içine. Annesinin, onu ilk kucağına aldığında bile, memeyi bulup emmekte acemi olmadığını cümle aleme övünerek anlattığı o anlara dönmek istedi. Kendisi hatırlamıyordu; ama gözlerini bu adaletsiz dünyaya açtığının daha ilk saniyesinde meme ucu bulmak gibi profesyonelce yaptığı her iş, bu gece itibariyle son bulmuştu. Beste bitmişti. Bu adam her kimse peşini bırakmazdı artık. Nitekim az sonra gelmeye başlayan mesajların uyarıları tezini doğruluyordu. H: Best'im çok komik değil mi ya, çok uzun ve çok kısa olanlar birbirini götürüyorlar matematik işleminin aynı tarafında kalan eksi ve artı değer gibi. Bu durumda ortalamayı bir nevi Türkler oluşturuyor. Hahaha. Keşke Macaristan'da olsaydık. =))))))) B: Best'im o beni gördü. H: Kim? B: Ortalamayı tek başına yükseltebilecek olan. H: Tahrikçi başı mı? Nasıl gördü ya? Nerede gördü? B: Bir seninle uzunluk birimi, bir de işte şu veteriner çocukla deniz aslanlarını tartışıyordum. Görüntülü çağrısını açtım yanlışlıkla ve beş saniye boyunca kapatamadım. Hazan için bu cümleler, Beste tarafından yazılmış olmasa boş verilecek kadar önemsizdi. Ancak Beste, yılların getirdiği, bu ülkenin yetiştirdiği güzide internet ortamcısıydı. Hem en hızlı chatleşme hem de aynı anda Guinness rekorlarına girecek çoklukta farklı konuda yine farklı insanlarla bunu yapma özelliğine sahipti. Tek bir hata yapmadan, tekrara düşmeden, konuları karıştırmadan kiminle ne konuşuyorsa kaldığı yerden devam ederdi. Ekrana düşen istemediği görüntülü bir aramayı açacak ve kendini ifşa edecek kadar yeteneğini kaybetmiş olabilir miydi?  B: Niye bir şey yazmıyorsun? Beni bestlikten çıkaracak mısın? Affedilemez bir hata yaptım. =(((((( H: =)))) H: Tabii ki çıkarmayacağım. Herkesin başına gelebilir. B: Herkesin başına kendisine p***s fotoğrafı atan birinin video aramasını kabul etme gafleti geldiğini mi iddia edeceksin? H: Tamam, herkesin olmasa da... Senin başına geldi işte. Ne yapalım yani? Dünyanın sonu değil ya. Başının belada olmadığını anlamaya çalışan masum biridir belki. B: Masum derken? Gördüğüm şey masum olamayacak kadar masum değildi. Üstü çıplaktı, altını zaten biliyoruz. Yanıp sönen AğırTahrikUnsuru bildirimleri gözünü kör edecekti. Daha hızlı yanıp sönmeye mi başlamışlardı ne? Rengi de disko topunu andırıyordu şimdi. Beste gördüğü hayallere kendisi inanmaya başlamadan sakinleşmeliydi. Tekrar engellemesi başka bir hesap açarak ona mesaj göndermesine engel olmayacaktı. Kurtulma yöntemleri içinde en kesin çözüm kendi hesabından fedakarlık ederek yeni hesap açmaktı. Olmaz kesinlikle. O hesap, anamın ak sütü gibi helal bana. Önünde arkasında rakam, noktalama işareti, tekrarlayan harf barındırmayan ve kendisini bu kadar iyi anlatan bir rumuzu daha bulamazdı. Bu herifle baş edebilirdi. Yine de bir umut dostuna sordu. B: On beş yaşında ve ibne olmadığımı anlama ihtimali ne sence? Ortam loş, ekranı kapatana kadar geçen süre beş saniyeyi geçmez. Cevabı bilinen soruların kendisine sorulmasına daima uyuz olurdu. Şimdi o duruma düşmüştü. Saçını başını yolsa yeriydi. Tamam, beyni yerine bacak arasıyla iletişime geçmeye çalışan iki ayaklı hayvanla anlaşmaya çalışmanın zorluğunu yaşıyordu, ancak en başta cevap vermese, her cici kızın yapacağı üzere yanlış kişiye mesaj attınız beyefendi dese kameralara da yakalanmayacaktı. Sadece arkadaşız da diyemiyordu. Öyle biriyle ne arkadaşı olunur ki salak Beste? Yorum yok. H: Yani Best'im, ortam loş, sen de biraz esmer olsan bir siyahi kadar belki anlamazdı da, ay parçası gibi gelmiş olmayasın adamın gözüne? Bir tahmin sadece benimki. Belki de anlamamıştır. =o))))) Kan kardeşi, can yoldaşı, zor gecelerinin sırdaşı da onunla alay edebiliyorsa hali gerçekten bitikti. Anlamlı bir konuşma, faydalanacağı bir tartışma yapamayacağı garanti olan bu erkek türüne mensup kişiden kurtulmasının tek yolu, hesabını değiştirmekti hiç istemese de. Son kez mesajlarına bakacak, tabii yanıtlamaya değer olmadıklarını görecek ve senelerdir çığlıklarını duyuran, sesi olan hesabı toprağa verecekti. Son gelen mesajdan okumadığı ilk mesaja kadar çıktı. Çok bir şey yazmamıştı. Ç: Bir arkadaşımın penisiydi. Hesabımı çalmış ibne. Ç: Çeyrek asırlık ömrümde beyin çatışması yaşamadığım bir dişiyle asla cinsel birliktelik yaşamadım. Bu işlerde iq önemli sen de takdir edersin ki. Ç: Sol anahtarının mucidi belli değil diyorlar, sen ne düşünüyorsun?  Ç: Ben Çağatay bu arada. Bu son mesajım olacak. Sonra rahatsız etmeyeceğim seni, söz. Çakışmak istediğim sessiz çığlık sen değildin. Gönderdiğim görüntüdeki aptal şey de bana ait; ama konumuz kesinlikle bu değil. Sadece sıradan bir özür yeterli gelmeyeceği için çok sevdiğim bir sözle af diliyordum senden. Pişmanlık, düşmüşlerin masumiyeti demektir ve ben bu gece düşebileceğim en alt seviyeye düştüm. Daha aşağısı yok. Beste, adının Çağatay olduğunu öğrendiği kişiden gelen, geliş sırasına göre okuduğu her mesajla bulutların ardından ona gülümseyen güneşin sıcaklığını yüzünde hissetti adeta. Hesabını kaybedecek olmanın getirdiği hüznün yerini beyin fırtınası yapabileceği yeni biriyle tanışacak olmanın sevinci aldı. Güneş açarken aynı zamanda yağmurun ıslattığı taze toprak kokusunu taşıdı burnuna, saatler önce aynı kişiden gelen lağım kokusu yerine. Tam o an, içinden bir ürperti geçti. Tenine değen belli belirsiz dokunuşla sıçradı yerinden. Sıcak havanın bunaltıcı etkisini bir nebze olsun azaltmasını ümit ederek camı açık bırakmıştı. Esen hafif rüzgar camdaki tülü ona doğru savurmuştu. Ayağa kalkıp pencereyi kapatmak istedi. Eğlenmek için bozuntuya vermediği yanlış anlaşılma, yabancı birinin teşhirciliğini yatak odasına taşımış, bunun tedirginliğiyle biraz sarsılmıştı. Aynı yabancı kişi yaptığı hatayı Beste'nin yaptığı hata sonucu telafi etmeye çalışmış ve tüm bunlar olurken sabah olmuştu. Çiseleyen yağmurun bile farkına varmadığı tüm o zaman diliminde yağmur dinmiş, etrafa doğan güneşle birlikte, aydınlık bir huzur gelmişti. Toprak kokusunu içine çekti Beste. Etraf o kadar sessiz değildi sanki artık. Nedense bu yabancının verdiği sözü tutacağını biliyordu. Öyle bir özür dilemişti ki, yan yana gelebilecek hiçbir dört kelime aynı etkiyi oluşturmazdı. Cevap yazmazsa ne EternalSoul ne GecelerinYarasaAdamı ne de AğırTahrikUnsuru başına musallat olacaktı. Yirmi dakika boyunca yavrularını beslemek için çoktan solucan avına çıkmış, dönmüş kumruyu izledi. Yavruların ağızları her açıldığında aynı anne kuşu yuvasını yaparken izlediği zamanı hatırladı. Getirdiği her çalı çırpıyla şekillenen yuvada şimdi geçen hafta yumurtadan çıkan yavrularını besliyordu. Bu adam beni besler. Tek bir sorum olacak. Bilgisayarının başına geçtiğinde Çağatay'ın belki de uyumuş olabileceğini tahmin etmesine gerek olmayan, çevrimiçi habercisi yeşil ışık umudunu tazeledi. Yeni şeylerle beslenme umudu kendiliğinden çok nadir çıkardı karşısına. B: Sana mı ait bu pişmanlık cümlesi? AğırTahrikUnsuru yazıyor... Doğru söyle. Doğruyu söyle. Penisin gibi sahip çık, hakkını yeme yazdığın cümlenin. Ç: Eğer bana ait olsaydı beni gördüğün o beş saniyede çığlık atardın. Büyük ihtimalle mezarından çıkmış bir hortlağı görmüş olurdun çünkü. Pişmanlığımı benim yerime yazıya döken şahsiyet Heinrich von Kleist." Beste arkasındaki duvara döndü. Bu eve taşınmaya karar verdiklerinde ve o, bu odayı seçtiğinde aklında olan tek şey, yanında getireceği bir oda dolusu kitabını dizmek için şimdi orada yer alan kitaplığı yaptırmaktı. Orası çok şekilsiz biçimde üç kolonla desteklenmişti. Hazır üretilen mobilyalar için uygun bir duvar olacak kabiliyette değildi. Zihninde beliren kitaplığı tarif ettiğinde babasının mimar arkadaşı yedi yaşındaki kızı kırmamış ve hayalinden bile güzelini yapmıştı onun için. On bir yıldır türlü kitaplarla dolan kitaplıkta Kleist'a ait bölümü buldu hemen. Gözlerini kapattı, okuduğu eserlerinin satırlarını buldu ve çıkardı depoladığı yerden. Mutluluğu aradığı ve bulamadığı, bu yüzden kendi hayatını da dünyanın içinde olduğuna inandığı gibi acılarla geçiren, otuz dört yıllık hayatı boyunca Alman edebiyatının önemli isiimkerinden biri haline gelen Kelist, Beste'nin okumaktan keyif aldığı biriydi. Eserlerinde her ne kadar geçmeyecekmiş gibi seyreden acılardan bahsetse de onun umutsuzluğu, Beste'de farklı cereyan ediyordu. Yazdığı her trajedi, dram, hayatta yaşanılacak güzel anlar, sevilecek güzel insanların olduğunu çağrıştıryordu garip şekilde. Bu adamın kendi mutsuzluğunu göle düşen bir damlanın yaydığı halkalar gibi çevresine bulaştırması da ayrı bir faciaydı. Evli olan ve mutlu giden bir ilişkisi olduğuna inanan Henriette amansız bir hastalığa yakalandığında Kleist da aradığı dramı bulmuş olsa gerekti. O kadar ki, kadının tüm iç dünyası bu dramdan beslenen yazar gibi kararmış, onunla geçirdiği vakit artmıştı. Yalnız ölmekten korktuğu için Kelist'tan onu öldürmesini isteyecek kadar mutsuzlaşmıştı. Sevdiği kadını, onu kısa süre içinde öldürecek hastalıktan önce kendisi vurduğunda ve ardından intihar ettiğinde neler düşündüğünü hep merak etmişti Beste. Arkasında bıraktığı intihar notunda şunları yazmıştı. Asıl mesele şu ki: Bana bu gezegende hiçbir zaman bir yardım eli uzanmadı. Yine de, nasıl bir yardım beklediğinin, istenmediği sürece edilen yardımın ne gibi bir faydasının olacağı daima kafasını kurcalardı Beste'nin. Mutsuzluğu, bakıma ihtiyaç duyulan bir bebek gibi her gün beslemek, mutluluğu aramanın hangi aşaması olabilirdi ki? Kendi on sekiz yıllık hayatı boyunca okumayı bu yüzden seviyordu işte. Görmesinin mümkün olmadığı insanların gitmesinin imkansız olduğu kendi dünyalarını yazıya dökmesini her zaman takdir etmişti Beste. İyi ki yazmışlardı, iyi ki yazmaya devam ediyorlardı. Tabii yazılan her şeyin okunmaya değer olmadığını öğrenecek kadar da seçici olmayı öğrenmişti. Okuyarak deneyimlediği, okurken bile kusmak zorunda kaldığı, yazım hatalarıyla dolu, fakat ondan da beter çöp barındıran, çöp kokan, ağaç katliamından başka amaç gütmeyen kitap tecrübeleri de olmuştu. Bu yüzdendir ki, her şeyi öğrenemezdi belki, fakat bunun için çaba harcamadığını söyleyemezdi hiç kimse. O, her şeyi öğrenecek kapasitede olsa bile, bunu tek bir kişiden öğrenemeyeceği açıktı. Herkesin yeteneği, becerisi, duygu durumu, bir olaya yüklediği anlam baktığı yerden bile değişkenlik gösterirken renkli kişilikleri hayatına kabul etmesi kaçınılmaz olmuştu. Bu prensibi, p***s boyu dünya ortalamasının üstünde olan biri için de geçerliliğini koruyordu haliyle.  B: Sessizliğimi çığlık yaptığım dünyama hoş geldin Çağatay. Ben Beste.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD