2. BÖLÜM

2998 Words
Sono L'İtaliano (ŞARKI ÖNERİSİ) Beste gözlerini sımsıkı yumup acıyana kadar kapalı tuttu. Yetmedi, başucundaki gece lambasını söndürdü. Göz bandını gözlerine indirdiğinde uyuyacağından emin halde tekrar kabarttı yastığını ve yattı. Kimseye iyi geceler demeden çat diye kapatmıştı ekranı. Şimdi herkes onu merak ediyor olmalıydı. Hazan'a bile uyuyacağını söyleyemeyecek kadar ne diye etkilenmişti ki? Gelen fotoğraf alt tarafı bir erkeğin cinsel organıydı. Kendisi xx yerine xy ile doğmuş olsaydı onda da olabilecek bir penisti sadece. Döndü durdu yatakta. Dönerken de düşündü. Onu rahatsız eden gelen bu fotoğraf olmasa gerekti. Yaptığı pek çok araştırmada, okuduğu pek çok kitapta insan ve hayvan anatomisine dair bundan fazlasını görüp daha fazlasını izlemişti. Onu asıl rahatsız eden; o damarları şişmiş, patlamaya yer arayan sert, uzun uzvun kendi içine girme ihtimaliydi. En azından adamın iddiası bu yöndeydi. Yani, her ne kadar sonsuz ruh hastası onun içine dünyada başka adam kalmasa bile giremezdi ya, bu işi bir gün sevdiği adamla yapabilecek olup olmadığının, ertelediği hayalleri tetiklenmişti bir kere. Düşünmemeye karar verdi. Mümkün olmayacağını bilerek vazgeçmişti hayal kurmaktan, bu yüzden daha sıkı yumdu gözlerini. Yumulu gözleri acıdı acımasına; ama her yer zifiri karanlık olunca görüntü bunu bekliyormuşçasına assolist gibi göz kapaklarının arkasında belirdi. Karanlıktan etkilenmeyen haliyle, ışıklar içinde, bu kez hareketli mi neydi o? Anında hem gözünden bandı çekti hem ışığın düğmesine uzandı. Normal şartlarda en aktif olduğu saatlerde uyumaya çalışmasının fuzuli bir çaba olduğunu deneyerek öğrenmiş oldu. Uyumaya değil unutmaya ihtiyacı vardı. Daha şimdiden yüzlerce mesajın okunmak için sırada beklediğini, dün gece soru sorduğu internet arkadaşlarının büyük bir hevesle o soruları yanıtlamak için bu gece, onu ekran karşısında beklediğini görür gibi oldu. Meymenetsiz bir gereksizin kim bilir nereden arakladığı, sahibi olamayacağı bir malı yüzünden güzelim gecesinden o niye feragat edecekti ki? Kalktı ve döner sandalyesinde yerini aldı. Odasını biraz daha aydınlattı ve yanıp sönen mesajları sırasıyla açmaya başladı. Tıklayamadığı hesapla bakışan Çağatay ise, bağlantıyı kontrol etme ihtiyacı hissetti. Tam tekmil çalışan fiber internetle bir sorunu olmadığını anlayınca engellendiğini her medeni insan gibi anlayabilirdi. Ne var ki, Çağatay medeni olamayacak kadar bu gecenin devamına hazırlamıştı bedenini. Nilüfer ara sıcaksa, bu kadın ana yemekti. "Nazlı çıktınız demek sessiz çığlık hanım? Rumuzunu değiştirmek zorunda kalacaksın sabah saatlerinde."  İkinci hesabından tekrar yazdı kıza. Saatine baktı, beş dakika içinde evden çıkmalıydı. GecelerinYarasaAdamı: Tamam fıstık, şöyle yapalım. Bu gece bu profilimde yazan bara gel. Beni dinle ve izle. Gözlerine bakarak söyleyeceğim şarkılarımı, sonrasında kararı sana bırakıyorum.  O beş dakikayı bir yandan karnına dikkat ederek giyinmek için harcarken bir yandan tek gözüyle ekranı kesiyordu. Giydiği siyah, kolsuz sporcu atletini bu gece çıkarıp fırlatamayacaktı çıldıran kızlara yeni dövmesinden dolayı. Omuzlarından aşağı inen gece siyahı saçlarını bir an toplamamayı düşünse de, grubunun hem bas gitaristi hem solisti olduğu için çok terleyeceğinden emindi, tepesinde gelişigüzel topladı. Hava ne kadar sıcak olursa olsun giyinmekten vazgeçmediği kargo pantolonlarından biri bacaklarını sarmıştı yine. Aynada kendini incelemedi bile. Bakanın dönüp bir daha baktığı uzun boyu, uzun saçları, serseri tarzının dışarıdan nasıl göründüğünü yıllardır biliyordu. Sadece amuda kalkmış, topladığı saçlarını yatıştırmakla uğraştı biraz. Yazdığı yeni mesajında biraz daha ılımlı bir yol izlemişti. Harun, adını sanını verdiyse uğraşmaya değerdi hatun. Hem bu saatten sonra barda ona yiyecek gibi bakan, ağzının suyu akan, yeni yetmelerden birinin, kendini otuzluk tecrübede sanmalarının tribini çekemezdi. Duyamadığı mesaj sesiyle ekrana yaklaştırdı başını. Cevap yoktu, Çağatay'ın da cevabı bekleyecek vakti yoktu. Telefonunu cebine atıp çıktı odadan. Etrafı kolaçan ederek koridorda Harley Davidson botlarını giyerken babasının salondan gelen sesini fırsat bilip adam ona sarmadan evden çıkma peşindeydi. Akşam üzeri uyandığında babasının işten eve geldiğini duymamıştı; ama yemek yediği sırada yanlışlıkla mutfakta almıştı soluğu. O konuşma Çağatay için tekrar karşılaşmamaları için ipucuydu. "Günaydın Çağatay. On iki saat farkla uyanman gereken zamanı tutturdun, tebrikler." "Baba başlama yine ne olur? Sana dert oluyorsa bu yaşantım ayrı eve çıkabilirim. Sen ısrar ettin diye kalıyorum." "Bir şey demedim, günaydın demek de mi suç?" "Peki günaydın baba. Bir şeyler atıştırıp birkaç saate kadar çıkacağım yine. Geç gelirim." "Sabah karşılarız kapıda nasılsa, dert etme. Bir işe girmeyi düşünmüyorsun galiba bir süre daha?" Gözünü açtığı ilk anda başlayan kabir sorgusunun ızdırabı, bardan sonra içine gireceği deliğin onu engelleyerek kapanmasıyla hat safhaya ulaşmıştı. Gecenin bir yarısı aynı lakırtıları duymadan kendince mutlu olduğu işine gidecekti. O, halinden memnundu. Babasından para istemiyordu. Pahalı giyimi kuşamı, dövmelerine ayırdığı hatırı sayılır bütçe, her yıl yenilediği elektro gitarı için yeterli para kazanıyordu. Annesi kendisinden yedi yaş küçük, ibnemsi kocasından vazgeçmiyordu; ama hesabına her ay düzenli para gönderiyordu Çağatay talep etmediği halde. Milano'da sahibi olduğu küçük butik ikisine de yetiyordu. Ülkenin ekonomik durumu Çağatay'a olumlu anlamda yarıyordu. Babasının oğluna diş bileyememesi biraz da kendine olmayan mecburiyetsizliğindendi. Çağatay babasından açılacak yaylım ateşine mâruz kalmadan motoruna atladığı gibi evine fazla uzakta olmayan, Konak'ın barlar sokağına doğru yol aldı. Son anda üzerine geçirdiği deri mont, ılık esen İzmir meltemini kısmen kesiyordu. Uzaktan bile kendini belli eden zengin renkli ışıklarla bezeli sokak, hız kesmeden sürmesini sağladı. Kısa süren yolculuğun ardından motorunun anahtarını kapattığında kapıda gördüğü tanıdık simalarla selamlaştı. Kapı önü bile doluydu şimdiden. "Ooo, gelmezsin sandık dostum. Gecemiz şenlenecek sayende." "Nilüfer'e haber verdim aslında, söylemedi mi?" Uyandığında haber verdiği kadın, gelebileceğini söylemişti. Beklenmedik işler çıkmış olmalıydı. Yazın hareketli geceleriyle şarj oluyordu sanki. Kendisi gibi geceleri yaşayan insanlarla bir arada olmak ona her zaman iyi gelirdi. Roma'da kaldığı on dört yıl, ergenlik ve ilk gençlik yıllarını oluşturduğu için babasının memleketi olan İzmir'e zorunlu olarak gelmek sudan çıkmış balığa döndürmüştü onu. Evlenmeyen babasının yanında erkek erkeğe kalmak kısmen daha tehlikesizdi; ama aynı zamanda mutsuzluk sebebiydi Türkiye. Sallantıda geçen bir ayın sonunda, kendini şu an önünde indiği barda kaybettiği bir gece, barmen olarak çalışan Harun'un evinde açmıştı gözlerini. O geceden sonra bu ülkedeki hayat, Harun ve onun tanıştırdığı kadınlarla daha çekilebilir olmuştu. "Gelmedi ki. En son öğlen konuştum, çok yoğunlarmış. Gelemezler bence Nedim'le." "Anladım, bizim grup içeride mi?" Şimdiden mekânı doldurmaya başlayan gençler Çağatay'ı memnun ederdi buraya geldiği gecelerde. Müdavimi olanlarla arkadaş olmuşlardı. Halbuki hepsi sıradan üniversite öğrencisi olan müşterilerdi; ama kafa çocuklardı. Yaz olmasına rağmen kimisi yaz okuluna kaldığı için, kimisi İzmir'de olmayı memleketine gitmeye yeğlediği için barlar sokağı boş kalmıyordu. Tatilcilerin tercihi olması dolulukta diğer etkendi tabii. Grubunun içeride olduğunu onlardan birinin olumlu baş işaretiyle anladı ve kaskını çıkarıp motoruna astı. Loş ışıkta ilerlediğinde şimdiden canını sıkan, nefret ettiği playback müziğin kulakları sağır eden sesiyle içeri girdi. Çağatay canlı müzik yapardı. Arkadan çalan bir parçayı söylüyormuş gibi yapmayı her zaman sahtekarlık olarak görürdü. Harun'un eniştesi olan mekan sahibi Can Abi onun sesini dinlediği ilk anda beğenmişti. Özellikle İtalyanca söyleyebildiği parçalar için yüklü para öderdi. Yabancı dilde canlı müzik yapan nadir yerlerin daha nadir olan elemanıydı.  Gözleri nihayet Harun'u yakaladığında aklına gecenin devamının belirsizliği geldi yine. Alacağı malın gelip gelmediğini sormayı bile unuttu. Evden çıkmadan son tozu çekmişti ve onu da verimli kullanabildiği söylenemezdi. Veto yediği iq'suyla heba olmuştu güzelim mal. Harun konuşurken telefonuna baktı dostuna küfür etmeden önce, her ihtimale karşı. Motor tepesinde geçirdiği on beş dakikada cevap gelmiş olabilirdi. Bağlantı kontrolü yaptı, mobil internet açıktı ve cevap yoktu. Kullandığı uygulama öyle söylüyordu. "Uyanabilmişsin kanka. Senin çocuklar arkada, gelmezsin diye kura çekiyorlardı solist olacak kişi için." "Harun ananı avradını... lan ne sikim bu sessiz çığlık? Şifrelerini kıramadım bir türlü. Yalvarmadığım kaldı bir." "Nasıl ya? Ne alakası var? Bacakları açık seni bekliyordu hatun." "Değil bacakları, hesabını bile açık değil. Mesaj yazdım işte bu gece sikişelim diye, önce naza çekti sandım. Sonra malı malafatı çekip attım. Engelledi beni." "Yok be oğlum, mümkün değil. Kendininki yerine başkasınınkini atmış olmayasın? Barda görüp kendisi beğendi seni. Sikini beğenmeyip reddedecek hali yok ya." "Ben olanı söyledim sana. Bana borçlusun bu kadını kanka. Çığlıklarını tüm Konak'ta duyurmaya ant içiyorum şu andan itibaren. SessizÇığlık nasıl olunmazmış öğrenecek. Bu gece değilse, yarın gece. Ara, ulaş bir şekilde." "Bekle, arıyorum. Senin şu telefonda konuşma fobini de anlamış değilim. 90'lı yıllarda chatleşen abazalar gibisin." "Ben 21. yüzyıl abazasıyım, emin ol. Konuşmak istemiyorum, çünkü ses tonunu beğenmediğim biriyle sevişmek gelmiyor içimden. Koca memeler, sıkı kalçalar anlamını yitiriyor. Kör testereyle kesiliyor gibi hissediyorum kendimi." "Tamam lan. Dur, alo fıstık naber? İyilik. Dönmemişsin bizim Çağatay'a? Engellediğini söylüyor. Ne? Ee; ama burada... Sana foto da... Niye yapsın.. .Öyle diyorsun, yani... Peki, ben iletirim." "Ne bu oğlum, birleştiremedim konuştuklarınızı. Hebele hübele..." "Lan, senin ebeni sikeceğim. Rezil oldum, kıza mesaj atmamışsın ki! Tüm gün senden haber beklemiş. Geleceksin diye ev arkadaşını kovalamış evden. Mal mısın lan sen?" "Boş yapma Harun. Geri zekalı mıyım ben? Sikimi görmek istersen açıp göstereyim yolladığım fotoğrafı." "Göster lan, ibne. Kız ağzıma sıçtı, ne kıymetli siki varmış, sokacak başka yer bulsun dedi." Çağatay programı başlamadan diğer elemanlara bir görünse fena olmazdı; ancak bu konu hayati bir önem taşıyordu. Ne demekti, sokacak başka yer bulsun? Hayal mi görmüştü yani? Kadın basbayağı ona zeki misin diye sormuş, sonra da engellemişti işte. Buldu mesajı. Harun'un göz hizasına kaldırdı. Bakalım buna ne diyecekti? Tozu ilk mesajdan sonra çekmişti. Ne yazdığını biliyordu. "Al işte, bak. İyi bak. Reddettiği şeyi de gör. Önce bir laf sokmaya çalıştı, sonra da çekti gitti." "Ee, doğru söylüyorsun. Yazmışsın gerçekte... Allah seni kahretmesin kanka. Yanlış hesaba göndermişsin." "Nasıl yanlış hesap? SessizÇığlık işte." "Oğlum bizim sessiz çığlıkta memeler var profilde. Bundaki ne böyle? Ne şekli o?" "Fa anahtarı, müzikle ilgili diye ben..." "Sana özelikle mesaj attım, bu hesap işleri tehlikeli diye. Bizim sessiz çığlık iki z ile yazılıyor. Kafan mı kıyaktı bu mesajı atarken, doğru söyle." "Siktir lan. Ne gönderdiysen ona yazdım. Yazdım mı?" Mesaja bakmadan sadece sözel olarak aklında kalanı mı yazmıştı? İki gün önceye gitti, geldi. "Sen de her normal uzay çağı insanı gibi icat edilmiş cep telefonunu kullansan; ama yoooook, beyimizin sese alerjisi var. Fesuphanallah! Rumuzu sessizz çığlık baş harfleri büyük, birleşik... Dur ben sana mesaj atayım en iyisi, bu hesap işleri tehlikeli." Harun büyüyen gözlerle kankasına baktı; ama ardı arkasına gelen siparişlere dönmek zorunda kaldı. Çağatay'ın böyle büyük bir hatayı daha önce yaptığına hiç şahit olmamıştı. Şimdi aletini kime gönderdiği hakkında bir fikri olmayan dostu da, göz ucuyla gördüğü kadarıyla telefonunda bunu aydınlatmaya çalışıyordu. Bu fa anahtarının; başlarını belaya sokacak, onlara taciz davası açacak biri olmamasını dilemesi, alkolün su gibi aktığı, arka odalarında uyuşturucu alışverişi yapıldığı, yüksek ses ve seks ortamında ne kadar kabul görürdü, fikir yürütemezdi. Elinde telefon, asıl kimliğinin peşine düştüğü tek z'li sessiz çığlık ikinci hesabını da engellemişti. Ya ne yapacaktı, ben doğru kişi değilim; ama madem niyetine girdin, seni kırmak olmaz şimdi mi diyecekti? Benzer zehirli fikirler Harun gibi onun da aklına geliyordu. Ip adresinden falan yerini şıp diye bulurdu polisler galiba? Yaşı kaçtı acaba? Kız mıydı, erkek miydi? Hiçbir kişisel bilgiye rastlamadı. Fazla anonim bir hesaptı ve Çağatay cebinde uyuşturucuyla yakalansa bu kadar endişe duymazdı. Pedofili değildi ki o. Keş olmakla idare ediyordu sadece. "Ben sikeceğim kendi ebemi. Siktir siktir siktir." "Oğlum gelsene arka tarafa, gelmişsin haber vermiyorsun. Seninle son bir prova alalım, çıkalım artık sahneye. Toz da var, çek biraz coştur buraları." Çağatay bir şey diyemeden takip etti onları. Ben çalmıyorum dese, saçmaydı. Gelmişken yüzüstü bırakamazdı onları. Üstelik tüm sinirleri kasılmıştı, biraz rahatlamaya ihtiyacı vardı. Kan akışı hızlandığında az önce aptallığı yüzünden içine düştüğü bok çukurundan onu kurtaracak pek çok düşünceyi hızla geçirebilirdi belki aklından. Kaliteli bir mal olmasını diledi. Burnuna çektiğine değmesini umdu. Odaya girdiğinde sehpada hazır olan birkaç sıra beyaz tozun başına oturdu. Bekletmeden ilkini çekti hızla burnuna. "Ooo! Bu iyi geldi." Akşamkinden bir bok anlamıştım. Gözlerini kapayıp dibine çöktüğü kanepeye verdi sırtını ve başını. Çektiği kimyasal kanına, canına karışırken kayan gözlere tahammülü yoktu. Bir süre etkinin tüm hücrelerinde coşkuyla dansını bekler, öyle açardı saçları gibi siyah olan gözlerini de. Eliyle burnunu sıvazlarken az önceki uyuşuk halinden eser kalmamıştı. Niye uyuştuğunu o an hatırlamasıyla anında dikildi ayağa. Tamam, enerji patlaması yaşıyordu, düz duvara tırmanabilirdi; ama gecenin ilk saatlerinde sapık etiketiyle yargılanabileceği hareketi aynı anda geldi aklına. Gözleri odağını ararken istemsizce kırpıştı. Elini neresi olursa tutunabileceği bir yere uzattığında hissettiği sadece boşluk oldu bir an. "Çağatay iyi misin? Tutun bana." Cenk'in sesi mi bu? "Sağol dostum, iyiyim. Çıkıp çalalım bir an önce. Çözmem gereken bir mesele var sonrasında." Hiperaktivite şurubu içmiş gibi yerinde duramazken eve götürmeyip barda bıraktığı gitarını astı boynuna. Ne bir tekrar ne birlikte prova, hiçbiri olmadan da bu işi, hatta daha nice işi kotarabileceğinden emindi. Kanın damarlarında gezdiğini, kendi vücuduyla yetinmeyip gözeneklerinden çıkmak ve tüm İzmir'e yayılıp Çağatay'ın kanı olduğunu avazı çıktığı kadar bağırmak istediğini hissediyordu. Kapıda görünür görünmez kopan alkışlarla birlikte sahneye çıkan üç basamağı birden geçti. Boyuna göre ayarlanmış ayaklı mikrofona yaklaştı tek eliyle tutarak hoplayıp zıplayan, can hıraş bağıran kalabalığa seslendi. "Hazır mıyız İti-Bar bu gece burayı yıkmaya?" Hep bir ağızdan yükselen hazırız nidalarından sonra arkasına döndü. Tolga bateride, Cenk klasik gitarla yerini almıştı. Aklını meşgül eden düşünceler, genişleyen ne kadar hücresi varsa, kanıyla beraber dolaşıyordu tüm vücudunu. Hangi yürek yemişlikle sidik yarıştırmıştı ekran başında? Bir cümlede bertaraf olmuştu. Bir kadının onun zekasını sorgulayarak yatağına aldığı görülmüş şey değildi. Kaldı ki; mesajı atan bal gibi doğru adres olmadığını biliyordu ve onunla taşşak geçmişti. İçeri girme konusunu çok başka yönlere çeken bir hareketle yarın kapısında polisleri görmesi işten bile değildi. Üç baget sesinin ardından ilk parçalarını çalmaya başlayan grupla kendilerinden geçen gençler, ne Çağatay'ın kokainle berraklaşan zihninden geçen muhtelif düşüncelerin ne yıllardır yaşadığı rahat hayattan sonra sıçıp batırdığı gecenin getirisi olarak kaçırdığı notaların farkındaydı. Beş şarkıdan sonra içki molası veren gruptaki diğerleri Çağatay'ın yaptığı yanlışlara anlam veremiyordu. "Abi sıçtın şarkıların ortasına, çektiğin halde ne bu gidişat?" "Bu gece pek iyi değilim. Beş şarkı daha çalalım. Eve gitmem gerek." "Kötü hissediyorsan şimdi git." "Ne o Tolga, kovuluyor muyum?" "Yok be oğlum, ciddi bir şey olmasından endişe ettik. Tek akor kaçırmazsın sen normalde." "Kusura bakmayın. Bu gecelik idare edin. Bir daha olmaz." Kuruyan ağızlarını ıslatacak bir içki için Harun'un olduğu tarafa seğirttiler hemen. Biraları hazırlayan Harun notadan anlamazdı, fakat on bir aydır tanıdığı Çağatay'ı ilk kez on bir ay önce böyle depresif görmüştü. O gece de tanıştıkları ve bir daha kopmadıkları an olmuştu. Birisinin diğeri için yapmayacağı şey yoktu. Önce aklına dozu arttırıp arttırmadığı geldi. Daha üç gün önce aldığı malı bitirmişti ve bu gece yenisini sipariş etmişti. Gerçi onu da sormamıştı. "Bana votka ver kanka. Bira kesmez beni." "Mesajı mı düşünüyorsun? Çoktan silmiştir kanka. Seni şikayet edecek olsa, oyalar bir şey yapar lan. Kim bilir on yaşında bir velet açmıştır hesabı, takılıyordur kendi çapında." Yüksek sesten birbirlerini zor duyan herkes o yüksek sesi bastırabilecek tek babayiğit kendisiymiş gibi konuşma sırası kendisine geldiğinde küçük dilleri görünene dek ağızları açık konuşuyordu. Harun'un ettiği laftan sonra ikinci bir anlama yer bırakmayan cümleleri aşırı çalıştığı için kafatasının içinde eriyerek kendini imha eden beyninin bıraktığı boşlukta sağa sola çarptı önce. Ne diyordu bu ecdadı sikik kankası? "Ne on yaşı oğlum? Delirdin mi sen? Bir saattir beni teselli etmek için bulduğun bahane, çocuk istismarcısı olduğum mu? Göt beyinli..." Harun'un Çağatay'ı rahatlatma çabası elinde patlayınca endişesi gecenin karanlığı dinlemeden gün yüzüne çıktı. Onun da içi rahat değildi. Hesap sahibi on yaşında bir boktan anlamayan, sabi sübyan olsa bir dertti, ne sik kafalı düşünceyle yetişkin uygulaması kullanıyordu? Yok, on sekizinden gün almış gerçek bir yetişkinse seks kelimesinden yavrusuna taş attığı anne ayının kovaladığı embesil gibi kaçıp gitmişti? İki ucu boklu değneğin bir tarafı kendisine değmezdi belki; ama kankasına değsin de istemezdi. "Öyle demek istemedim kanka ya. Gönlünü ferah tut. O hesabı kapat bir an önce. Kim düşecek senin peşine? Zaten o velet ailesine korkudan gösteremez, altına sıçar. Yetişkin sitelere üye olduğunu bilsin ister mi hiç?" "Hala velet diyor ya, siktir git lan. Akıl verme bana, içki doldur. Yine de hesabı kapatmak mantıklı gelmedi değil. Of, ikisiyle de attım senin senin tek z'line. Ya o ya da özür dileyeceğim." "Çağatay hadi, sabırsız içeridekiler." Cenk'le bölünen ikiliden Çağatay, Harun'un ne sikim mantıksız bir düşünce bu söylemini duyamadan sahneye çıktı. Daha teri bile kurumadığı için siyah atletinden belli olan ıslaklık oradaki kızların iştahını kabartmıştı. İkinci parçanın bitimine yakın soyun tezahüratları yükselmeye başladı. Gururu okşanan adam gülümseyerek bitirdi şarkısını ve kalabalığa seslendi. Erkek arkadaşı olanların erkek kısmında yer alanların öldürücü bakışlarını değişen ortam ışıklandırmasında bile üstünde hissediyordu. "Kızlar inanın ben de bu gece atletim birinizi ısıtsın, biriniz kokumla sevişsin isterdim, lakin yeni bir dövme yaptırdım ve üç gün daha göz zevkinizi korumaktan yanayım. Bir de kırmızı bir karınla karşınıza çıkarak fantezi dünyanız yerine kabuslarınızı süslemek istemiyorum. Beni anlayışla karşılayın." Çığlıklar, ıslıklar, bir şeyler... Repertuvarına devam eden Çağatay azami dikkat ve asgari nota kaçırmayla ikinci beş şarkısını bitirdi. Tam sahneden inecekken İtalian İtalian İtialian sesleriyle grup arkadaşlarına döndü ve onların omuz silkmesiyle bateristine başla komutunu verdi başıyla. Her ne kadar sıçıp sıvadığı işi steril olana kadar dezenfekte etmek istese de bu gece hiç İtalyanca söylemediğini fark etti. İsteklerini geri çeviremedi. Ağır ağır girdiği parçayı perde perde yükselterek hiç eksiksiz çaldı ve söyledi. Neredeyse gitarı fırlatarak Cenk'e teslim etti ve ceketini kaptığı gibi kapının önüne çıktı. Saat sabahın üçü olmuştu. Ona gece on birde set çeken her kimse bu saatte uyumuş olma ihtimali yüksekti. Umursamadı, bir tek sigaralık moladan sonra kaskını başına takıp boş yolların yardımıyla on dakikada evde oldu. Sessizliğin dibine vurarak odasına geçti. Sadece baksırla kalana kadar soyundu ve duş almayı aklından bile geçirmedi. Uykudan uyandırdığı bilgisayarına aceleyle dokunmaya başladı. "Eveeeeet, yeni hesap aç, rumuz, rumuz, beni anlatan ve azıcık pişmanlık barındıran... Profil fotosu, bul, ekle, ok. Devam, devam, erkek, yirmi dört, geç, geç, geç kardeşim geç... Kime, SessizÇığlık tek z... Mesajı gir..." AğırTahrikUnsuru: Pişşt! Aniden açılan kutucuklara alışkındı Beste. Hatta farklı hesaplardan gelen linklere, fotoğraflara da... Saatler öncesine kadar, yarım düzine yıldır bilgi aktarımı yaptığı programa virüs gibi giren penislere tahammülü yoktu sadece. Şimdi onu omzundan dürtülmüş gibi hissettiren, profilinde sol anahtarı olan hesaptan gelen mesajı aşağı itti. Tanımadığı hesaplar edepsiz yerlerini gönderebiliyordu. Beste bu kez daha temkinli yaklaşacaktı. En az iki aydır yazışmadığı hiç kimseye ne cevap verecek ne de tartışmaya değer kalitede bir konu açana kadar o iki aylık süreyi başlatacaktı. Üstelik adında tahrik geçen bir kişiliksizin ilk iki maddeyi sağlayabilecek bir ömrü bile olamazdı. Mübarek hesabı 0900'lü hatlara dönmüştü. Birisi tuvalet kapılarının arkasına SessizÇığlık yazarak onu o yolun yolcusuymuş gibi gösterme zahmetine mi katlanmıştı ne? Kesin reddettiği, Hazan'la uzun münazaralı yarım saatlik dört oturum sonucu on yedi santimde karar kıldıkları penisin sahibiydi bunu yapan. Tam engellemek üzereyken gelen mesajı alışkanlıkla bir göz atımında okudu ve anlamsızlığı izin vermedi elinin engelle komutuna basmasına. Çocuk değilim ben. AğırTahrikUnsuru: Sessiz çığlık orada mısın? Lütfen bana saat dokuz buçukta iyi geceler çocuklar kamu spotunun bahsettiği veletlerin arasında olmadığını söyle. Per favore.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD