Can Amcam' da jetteydi. Bizden daha fazla bilgi sahibi olduğu kesindi. Jette hazırlık yapıyorduk.
"Bir askeri timin başına gelmemesi gereken olaylardan birisi gerçekleşti Alin' in timi kırmızı listeyle teröristin
hüküm sürdüğü bölgede kayıplara
karıştı. Göreviniz onları kurtarmak. "
Hepimiz başımızı öne eğdik. Sessiz küfürler mırıldandık.
"Sinyal alınan son yerin koordinatlar tim komutanımızla paylaşıldı. Helikopter sizi en yakın bölgeye bırakacak. Bölgenin durumuna göre havadan iniş gerçekleştireceksiniz ya da yürüyeceksiniz. Tam belli olmamakla birlikte havadan ulaşmanız daha olası. Aralarına sızan adamlarımızdan birisi sizi orada karşılayacak. Tek bir hata istemiyorum. Göreviniz onları sapasağlam bir şekilde
kurtarmak, aksi olmasın asker! Size şehadet şerbetini yasaklıyorum. "
"Emredersiniz Komutanım!" dedik sanki elimizde gibi. İçeriden destek alabileceğimiz dışında elimizde olumlu bir şey yoktu.
"Allah yardmcınız olsun!"
"Sağ ol!"
Diyarbakır' a indik ve timin kalanı bile bir araya geldik. Can Amca' mın gözünde bir an endişe gördüm ama hemen yok etmeyi başardı.
"Ölüler helikopter bin!" dedi abim sert bir şekilde. Helikoptere geçtik, hızla sırtımdaki çantayı ayak ucuma koyup yerime oturdum. Tim helikopterdeki yerini aldığında pilotun onayının ardından havalandık. Amcamın o son bakışını unutamıyordum. Sıkıntıyla hemen yanımda oturan abime sordum.
"Komutanım tim hakkında bir bilgi var
mı bize verilmeyen?"
"Yok, ihtimaller var can sıkıcı.
İstihbarat da ulaşamadı. Tek umudumuz içerideki adamımız. Bize düşüyor onları çekip
almak. Alin sana da güçlü olmak düşüyor. Can emanet ettiğin insanlar biliyorum ama canları da sana bize emanet şimdi. "
Hala hayattalarsa kısmını söylemedi ama söylemesine de gerek yoktu.
Bahsettği ihtimaller aklıma geldiğinde
dişlerimi sıktım.
"Alırız evelallah Komutanım!" dedim.
Yaklaşık 47 dakika sonra koordinatları
belirlenen alana geldiğimizde iniş
için hazırlanmaya başladık. Havadan
iniş gerçekleştirecektik. Ayak ucuma
koyduğum çantamı sırtıma alıp,
miğferimi düzelttim. Daha Ölüler ile tam olarak tanışmamıştım bile. Yani önceden bildiklerim haricinde gelenlerde vardı ancak kimse tanışma işine girmemişti. Malum yeni tanışıp ölüsünü sırtlanmakta vardı. Ölüler' dik biz. Oraya gitme nedenimiz gerekirse onların yerine ölmekti. Sadece kod adları saydık. Birbirimizin yüzüne baktık tanımak için ezberledik o kadar.
Siyah eldivenlerimi düzeltip ipe tutundum.
" Önden ben. " dedi abim.
" Bana önce komutanımı korumayı öğrettiler. " dedim.
Ellerimi halata dolayıp, botlarımın
arasına çelik halatı kıstırdım ve inişe
geçtim. Gökyüzü benim alışkın olduğum bir yerdi. Gökyüzüne aşıktım. Yere doğru süzülmeye daha da aşıktım.. Rahatça toprağa ayak
bastığımda ardımdan saniyeler içinde
tüm timde inmişti. Tim komutanımız haritayı çıkarıp bir kayanın üzerine yerleştirdi. Abi yoktu artık. Abilik az önce bitmişti.
"19 kilometre." dedi.
"En fazla 40 dakikada varırız
Komutanım." dedi Ertuğrul.
Hepimiz silâhlarımıza sarılıp
koordinatlarını ezbere bildiğimiz dağları arşınlamaya başladık. Öncümüz kolunu kaldırıp bize hareket etme işareti yaptığında hepimiz durduk. Sessizce mevzi alıp ortamı gözlerimizle taradık. Çok kalabalıklardı. Gerçekten çok kalabalıklardı. Yerlerini bile bilmiyorduk. Ateş edemezdik. Yanımıza doğru biri geldi. Tedbirli duruyorduk. Ama o gözlerini içimizden birine dikti. Ertuğrul' a. Ertuğrul ona doğru yürüdü.
" Komutanım. " dedi adam. Ertuğrul sarılmak için hamle yaptığında geri çekildi.
" Leş gibiyim Komutanım. "
" Vatan için leş gibisin. Seninle gurur duyuyorum. " dedikten sonra sarıldı. Ertuğrul sert bir Komutandı normalde ancak onun bir lafıyla buraya gelmiş ve kendini ispat etmek için kim bilir neler yapmak zorunda kalmış askerine açacak kucağı her zaman vardı. Vardı ki yanında olduğunu bilsin. Sonra geri çekildi. Komutanımızı işaret etti.
" Anlat. " dedi.
" Tim komutanları yaralanmış. Tuzak görev düzenlenmiş ancak haberim yoktu. Uyaramadım. Buradan değildi yapanlar. Sadece buraya getirdiler. "
Böyle bir hikâye olduğunu tahmin
etmiştim.
" Komutanın durumu ne? "
" Yaralı demeden onu alıyorlar sürekli. Hızlı olmanız lazım. Komutan sağlam adam çözülmez ama daha fazla dayanamaz. Sadece su verebildim. Başka bir yardımda bulunamadım. "
Ekip sonu gelmez yaratıcı küfürlerini
sıralarken susmaları için yüzlerine
bakmam yeterli oldu. Bu kadar önemli bir şey yoktu. Fırat dayanıklı adamdı. Belki de numara yapıyordu.
"Komutanım ben girerim
mağaraya." diyerek öne atıldım.
Asker soyunmaya başlamıştı. Utanma olacak zamanda değildik. Kıyafetleri Asil' e uzattı. O olmazdı. Bir kere havacıydı Asil. Ayrıca aramızda en acemi oydu. Komutanım kafasını olumlu anlamda sallayınca ; " O olmaz. " dedim.
" Fizik ve tip olarak en yakın o var Alin. Sen keskin olarak lazımsın. Ayrıca kadın erkek farkı alınacak risk değil. "
Giden tabii ki Asil oldu. Yaklaşık yarım saatin sonunda geri geldi. Yüzünden düşen bin parçaydı. Diğer asker kostümü geri giydi ve gitti. Asil ona askerlerin yanına gitmesini söylemişti. Bildiği bir şey vardı büyük ihtimalle. O giderken Görkem' in karşısına geçti.
" Şuradaki mağaradalar. Komutan hariç hepsi. Patlayıcı koydum gerekli yerlere. İyi bir kargaşa çıkar, epeyde can alır ancak komutanın yeri belirsiz. "
" Alin sen ne diyorsun? Tim senin timin. " dedi Komutanım. Havadan saldırıda bütün askerler ölürdü. Bu kalabalıkta silahla girip kurtaramazdık. Birileri illa ki kafalarına sıkardı. Fırat' ın kurşun yarası vardı ve komutan olduğu biliniyordu. Yani o çözülürse tim çözülür mantığıyla işkence de sınır tanımıyorlardı. Yani Fırat' ın ölmesine zaten çeyrek vardı ki gelen askerde benzer bir şey demişti. Bu durumda beklersek Fırat zaten ölecekti. Üstelik beklerken fark edilirsek diğerleri de ölebilirdi. Patlayıcılarında fark edilme ihtimali vardı. Onlar fark edilmeden patlatmak gerekiyordu. Ama işte Fırat' ın ölümüne sebep olabilirdi patlayıcılar. Fırat' ın telefonda söyledikleri kulağımda çınladı.
" Olabilirdik Komutanım. " dedim içimden. " Bir şansımız olabilirdi. " Sonra Komutanıma döndüm.
" Hadi biraz bir şeyler patlatalım. " dedim sesimi neşeli tutmaya çalışırken. Fırat Yüzbaşı' nın tersliğinden, vatanseverliğinden, bana dış geçirmek konusunda bazen başarılı olabilmesinden etkilendiğimi o an anladım. Onun ölme ihtimalini göze alarak karar verdiğim o anda. Annem asker sevmek zordur derdi ama böylesini sanırım o da tahmin edemezdi. Seviyorum diyemezdim ama ondan etkilendiğimi kabul etmiştim. Ettiğim anda da laf ağzımdan çıktı ve patlama sesleri ardından bir toz bulutu havalandı. Kargaşadan faydalanarak kaçışanları vuruyorduk. Bunu beklemedikleri kesindi. Ölüler bunun için vardı. Beklenmedik şeyleri yapmak için.
Toz bulutu yatışırken ilerlemeye başladık. Hem temizliyor hemde ilerliyorduk. Timimin olduğu mağarada hareketlilik fark ettim ama oraya yönelen ölüyordu. Diğerleri beni korurken mağaraya girdim. Girdim ama maskemi tamamen kapatmıştım girmeden önce. Ağzımı bile açmadan hepsinin çıkışını sağladım. Bizden iki asker onları buradan uzaklaştırırken aslında sinsi bir çatışma devam ediyordu. Onların halini gördüğümde umudumu kaybetmiştim. Onlar perişan haldeydi. Fırat onlardan daha kötü halde olduğuna ve yanında büyük ihtimalle kıdemli biri olduğuna göre hayatta olmasına imkan yoktu.
Görkem Komutanım da benimle aynı düşünüyor olacak ki; " Geri çekiliyoruz. " dedi. İşkenceden çıkmış askerlerimizi korumak zorundaydık. Mekan baskını yapar gibi girip askerlerimizi almış olsakta hepsini temizleyememiştik. İçeriden birileri çıkıp duruyordu ve daha ne kadar çıkacak bilmiyordum. Görkem Komutanım telsizi açdı.
" Geri çekiliyoruz. Sıra sizin. " dedi. Bir kaç dakika içinde jetler gelecek ve taş üstünde taş bırakmayacaklardı. Fırat
' ı ne yazık ki orada bırakmıştık. Görkem bir komutan olarak Fırat' ın da böyle olmasını isteyeceğini biliyordu. Eğer yaşıyorsa tabii ki. Ki bu artık çok düşük bir ihtimaldi.